Heulwen
Kayıtlı Üye
Ecdat tartışması aldı başını gidiyor. Ne çok tarihçimiz ve ne çok tarih filozofumuz varmış meğer. Hayret. Her şey bu yalnızca köşelerinden kükreyebilen aslanlarımızın buyurduğu keskinlikte halledilebilmiş olsaydı tarih diye bir disipline de ihtiyaç kalmazdı.
Klişeler ormanında yürüyoruz. Metafizik uykusundan uyanmakta olan bir köşebent geçmişe bir put gibi taptığımızı tespit etmiş. Alnından öpülmeyi bekliyor olmalı. Ona göre Necip Fazıl, Osmanlıya asla toz kondurmazmış. Gayet emin bir edayla şu cümleyi atıyor önümüze: Alın bakın Necip Fazılın padişahlarla ilgili yazdıklarına. Tam bir tepkisel yüceltme yazılarıdır. Necip Fazılı okumamış olsak lokmayı yutardık ama çok şükür Osmanlıyı onun kadar ağır eleştiren çok az yazar olduğunu bilenlerdeniz. Fatih ve II. Abdülhamid gibi bir iki isim hariç neredeyse bütün Osmanlı tarihini hallaç pamuğu gibi atan Necip Fazıldan zılgıt yemeyen padişah ise yok gibidir. Kanuni ile ilgili söylediklerinden birkaç örnek:
Tarih olsaydı bugün, alçalmamızın Kanuni ile başlatıldığı okutulurdu! O bir mirasyedidir!
Kanuni iki suç işlemiştir: Yahudiyi memlekete sokmak ve şeyhülislamları atamayla getirmek. İkincisi ise en büyük cinayet!..
Kanuni kendi şahsıyla büyük değildir, devriyle büyüktür.
Bu mudur yüceltme? Daha ne desin zatıalinizi memnun etmek için!
Bu birkaç cümle bile Necip Fazılı okumadığını, okumuşsa da anlamadığını, yaşadığı başdöndürücü değişim esnasında fikirlerini başkalarınınkiyle karıştırdığını göstermiş oldu. Şimdi şanlı ecdat tarihi dersi vermeye kalkan ufak tefek köşebentleri atlıyor ve yanlış anlatılan tarihî bir gerçeği açıklamaya başlıyorum.
Murat Belge, öğrencilik yıllarımdan beri takip ettiğim bir aydın. Yazar, çevirmen, akademisyen İstanbul Gezi Rehberi maddi hatalarına rağmen zevkle okunabilen bir kitabı. Vatan gazetesinde ecdat üzerine bir söyleşisi çıktı. Katılmadığım o kadar çok görüş beyan etmiş ki, hepsini tartışmak haftalarca bu köşeyi kapatmak anlamına gelecekti. Bu yüzden Murat Beye mahsus olmayan bir hatasına demir atmakla yetineceğim.
Belge, hem Osmanlıda Kurumlar ve Kültür adlı iddialı kitabında hem de Mine Şenocaklıya verdiği röportajda Fatihin İtalyan ressamlara Topkapı Sarayının duvarlarına *****grafik resimler veya freskolar çizdirdiğini belirtiyor. Güya İstanbul Fatihinin saray duvarlarına yaptırdığı bu müstehcen resimleri oğlu sofu Bayezid kazıtmış veya üzerini örttürmüş imiş! Şimdi Sen Peygamberin müjdesine nail olmuş birine nasıl bu iğrenç eylemi yakıştırırsın? desem, Bakın, dememiş miydik, bunlar şanlı ecdat hastalığına kaptırmışlar kendilerini, iflah olmazlar diyeceklerinden eminim. İsterseniz içinizden deyin diyeceğinizi ama müsaadenizle ben aydınlarımızı daldıkları bu rüyadan uyandırmak için sorgulama düğmesine basayım.
Kim söylemiş Fatihin sarayının duvarlarına *****grafik resimler çizdirdiğini?
Eğribozda Fatihin kuvvetlerine esir düşen ve II. Bayezid zamanına kadar sarayda kaldığını söyleyen Angiolello adlı İtalyan, ülkesine döndükten sonra hatıralarını yazmış. Angiolellonun hatıralarından öncelikle Franz Babingerin Fatih hakkındaki cüretkâr ve garazkâr kitabıyla haberdar olmuştu Türk okuyucusu. Halil İnalcık hoca vaktiyle bu kitabı yerden yere vurmasına ve tarafgir bir eser olduğunu bilimsel olarak ortaya koymasına rağmen nedense kimsenin umurunda olmadı. Varsa yoksa Babinger. Bu ülkede ille gâvur mu olmak gerek sözünü dinletmek için?
Yeri gelmişken belirteyim ki, Babinger pek çok başka efsanenin olduğu gibi Fatihin saray duvarlarına *****grafik resimler çizdirdiği efsanesinin de ana kaynağıdır. Eskidendi o, Babinger yazmış canım dediniz mi akan sular dururdu. Lakin artık durmuyor, onu da, ona biat edenleri de sorgu odasına davet ediyoruz.
Tarihçilikte ana kaynağa gitmediğiniz sürece yanılma ihtimaliniz çok yüksektir. Hele ikinci el kaynak kullanıyorsanız rehberinizi kargalardan seçmemelisiniz. Peki bütün atıfların kaynağı olan Angiolello ne diyor kitabında? Türkçe tercümesinde şunu:
Gentile (Bellini) tarafından birçok güzel tablo yapılmış ve hepsi saraya konulmuştu.
Bu kadar. Şimdi Babingerin bu cümleyi ne hale getirdiğini görelim: Bellini, Fatihin ve saray çevresindekilerin portrelerini yapmakla kalmamış, sarayın mahrem odalarını erotik ve muhtemelen müstehcen resimlerle de süslemişti. Bu resimler açıkça şehevî nesneler (cose di lussuria) diye nitelendirilmiştir. Numarasını yakaladığımız nokta tam da burası işte. Babinger cose di lussuriayı elçabukluğu marifet hesabı şehevî nesneler haline getiriyor, sonra onu erotik diye yorumluyor, ardından da muhtemelen kılıfı altında müstehcen (obscene) noktasına kadar dayıyor.
Eh, Babinger işi erotik ve müstehcene getirir de bizimkilerin eli armut toplar mı? *****grafik yaftası bugünler için var zaten.
Halkın çok büyük bir kısmının İstanbulu fethettiği için Nebevî müjdeye nail olduğuna inandığı bu büyük zatın içine düşürülmek istendiği tuzağı böylece yakalıyoruz. Şimdi cose di lussurianın yanlış bir çeviri olabileceğine geliyoruz.
Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden Patricia Fortini Brownın mükemmel çalışması Venetian Narrative Painting in the Age of Carpaccio Babingere en susturucu cevabı veriyor aslında. Browna göre Angiolellonun genellikle erotik veya bizimkilerin dediği gibi *****grafik diye çevrilen İtalyanca ifadesinin tam olarak neyi kastettiği bilinmiyormuş.
Neymiş peki? Genellikle şehevî şeyler veya erotik freskolar diye çevrilmesine rağmen, Osmanlı sarayında verilen ziyafetler ve diğer şenlik sahnelerinin resimlerinin yapıldığı anlamına da gelebilirmiş bu ifade! Zira lussuria, lux kelimesiyle aynı kökten geliyor. Şehvet kadar eğlence, şenlik vs. gibi anlamları da var. Nitekim Avrupa ve Osmanlı saraylarında kır manzaraları ve eğlence sahnelerinin duvar resimlerinde yer aldığını biliyoruz. Venedik saraylarında bile bulunmayan *****grafik freskoların Osmanlı sarayında ne işi olabilir Allah aşkına? Bakın Halil İnalcık ne güzel anlatmış The Ottoman Empire adlı kitabında:
Fatih, Belliniyi Venedikten kendi sarayına freskolar yapması için davet etti. Fakat Fatihi çağdaş Rönesans yöneticileri arasına sokanlar meseleyi abartıyorlar. O her şeyden önce Müslüman bir gâzi yöneticiydi, amacı da devleti dünyanın en güçlü imparatorluğuna dönüştürmekti.
Dikkat ettiyseniz hoca hem erotik ifadesini kullanmıyor hem de Fatihin bütün açılımlarını yöneten ana fikrin İslamiyet olduğunu adeta haykırıyor. Tarihe tapıyormuşuz! Hayır efendiler, tarihe tapan eden yok. Tek gayemiz, tarihi muhabbet sofralarınıza meze olmaktan kurtarmaktır!
Klişeler ormanında yürüyoruz. Metafizik uykusundan uyanmakta olan bir köşebent geçmişe bir put gibi taptığımızı tespit etmiş. Alnından öpülmeyi bekliyor olmalı. Ona göre Necip Fazıl, Osmanlıya asla toz kondurmazmış. Gayet emin bir edayla şu cümleyi atıyor önümüze: Alın bakın Necip Fazılın padişahlarla ilgili yazdıklarına. Tam bir tepkisel yüceltme yazılarıdır. Necip Fazılı okumamış olsak lokmayı yutardık ama çok şükür Osmanlıyı onun kadar ağır eleştiren çok az yazar olduğunu bilenlerdeniz. Fatih ve II. Abdülhamid gibi bir iki isim hariç neredeyse bütün Osmanlı tarihini hallaç pamuğu gibi atan Necip Fazıldan zılgıt yemeyen padişah ise yok gibidir. Kanuni ile ilgili söylediklerinden birkaç örnek:
Tarih olsaydı bugün, alçalmamızın Kanuni ile başlatıldığı okutulurdu! O bir mirasyedidir!
Kanuni iki suç işlemiştir: Yahudiyi memlekete sokmak ve şeyhülislamları atamayla getirmek. İkincisi ise en büyük cinayet!..
Kanuni kendi şahsıyla büyük değildir, devriyle büyüktür.
Bu mudur yüceltme? Daha ne desin zatıalinizi memnun etmek için!
Bu birkaç cümle bile Necip Fazılı okumadığını, okumuşsa da anlamadığını, yaşadığı başdöndürücü değişim esnasında fikirlerini başkalarınınkiyle karıştırdığını göstermiş oldu. Şimdi şanlı ecdat tarihi dersi vermeye kalkan ufak tefek köşebentleri atlıyor ve yanlış anlatılan tarihî bir gerçeği açıklamaya başlıyorum.
Murat Belge, öğrencilik yıllarımdan beri takip ettiğim bir aydın. Yazar, çevirmen, akademisyen İstanbul Gezi Rehberi maddi hatalarına rağmen zevkle okunabilen bir kitabı. Vatan gazetesinde ecdat üzerine bir söyleşisi çıktı. Katılmadığım o kadar çok görüş beyan etmiş ki, hepsini tartışmak haftalarca bu köşeyi kapatmak anlamına gelecekti. Bu yüzden Murat Beye mahsus olmayan bir hatasına demir atmakla yetineceğim.
Belge, hem Osmanlıda Kurumlar ve Kültür adlı iddialı kitabında hem de Mine Şenocaklıya verdiği röportajda Fatihin İtalyan ressamlara Topkapı Sarayının duvarlarına *****grafik resimler veya freskolar çizdirdiğini belirtiyor. Güya İstanbul Fatihinin saray duvarlarına yaptırdığı bu müstehcen resimleri oğlu sofu Bayezid kazıtmış veya üzerini örttürmüş imiş! Şimdi Sen Peygamberin müjdesine nail olmuş birine nasıl bu iğrenç eylemi yakıştırırsın? desem, Bakın, dememiş miydik, bunlar şanlı ecdat hastalığına kaptırmışlar kendilerini, iflah olmazlar diyeceklerinden eminim. İsterseniz içinizden deyin diyeceğinizi ama müsaadenizle ben aydınlarımızı daldıkları bu rüyadan uyandırmak için sorgulama düğmesine basayım.
Kim söylemiş Fatihin sarayının duvarlarına *****grafik resimler çizdirdiğini?
Eğribozda Fatihin kuvvetlerine esir düşen ve II. Bayezid zamanına kadar sarayda kaldığını söyleyen Angiolello adlı İtalyan, ülkesine döndükten sonra hatıralarını yazmış. Angiolellonun hatıralarından öncelikle Franz Babingerin Fatih hakkındaki cüretkâr ve garazkâr kitabıyla haberdar olmuştu Türk okuyucusu. Halil İnalcık hoca vaktiyle bu kitabı yerden yere vurmasına ve tarafgir bir eser olduğunu bilimsel olarak ortaya koymasına rağmen nedense kimsenin umurunda olmadı. Varsa yoksa Babinger. Bu ülkede ille gâvur mu olmak gerek sözünü dinletmek için?
Yeri gelmişken belirteyim ki, Babinger pek çok başka efsanenin olduğu gibi Fatihin saray duvarlarına *****grafik resimler çizdirdiği efsanesinin de ana kaynağıdır. Eskidendi o, Babinger yazmış canım dediniz mi akan sular dururdu. Lakin artık durmuyor, onu da, ona biat edenleri de sorgu odasına davet ediyoruz.
Tarihçilikte ana kaynağa gitmediğiniz sürece yanılma ihtimaliniz çok yüksektir. Hele ikinci el kaynak kullanıyorsanız rehberinizi kargalardan seçmemelisiniz. Peki bütün atıfların kaynağı olan Angiolello ne diyor kitabında? Türkçe tercümesinde şunu:
Gentile (Bellini) tarafından birçok güzel tablo yapılmış ve hepsi saraya konulmuştu.
Bu kadar. Şimdi Babingerin bu cümleyi ne hale getirdiğini görelim: Bellini, Fatihin ve saray çevresindekilerin portrelerini yapmakla kalmamış, sarayın mahrem odalarını erotik ve muhtemelen müstehcen resimlerle de süslemişti. Bu resimler açıkça şehevî nesneler (cose di lussuria) diye nitelendirilmiştir. Numarasını yakaladığımız nokta tam da burası işte. Babinger cose di lussuriayı elçabukluğu marifet hesabı şehevî nesneler haline getiriyor, sonra onu erotik diye yorumluyor, ardından da muhtemelen kılıfı altında müstehcen (obscene) noktasına kadar dayıyor.
Eh, Babinger işi erotik ve müstehcene getirir de bizimkilerin eli armut toplar mı? *****grafik yaftası bugünler için var zaten.
Halkın çok büyük bir kısmının İstanbulu fethettiği için Nebevî müjdeye nail olduğuna inandığı bu büyük zatın içine düşürülmek istendiği tuzağı böylece yakalıyoruz. Şimdi cose di lussurianın yanlış bir çeviri olabileceğine geliyoruz.
Princeton Üniversitesi öğretim üyelerinden Patricia Fortini Brownın mükemmel çalışması Venetian Narrative Painting in the Age of Carpaccio Babingere en susturucu cevabı veriyor aslında. Browna göre Angiolellonun genellikle erotik veya bizimkilerin dediği gibi *****grafik diye çevrilen İtalyanca ifadesinin tam olarak neyi kastettiği bilinmiyormuş.
Neymiş peki? Genellikle şehevî şeyler veya erotik freskolar diye çevrilmesine rağmen, Osmanlı sarayında verilen ziyafetler ve diğer şenlik sahnelerinin resimlerinin yapıldığı anlamına da gelebilirmiş bu ifade! Zira lussuria, lux kelimesiyle aynı kökten geliyor. Şehvet kadar eğlence, şenlik vs. gibi anlamları da var. Nitekim Avrupa ve Osmanlı saraylarında kır manzaraları ve eğlence sahnelerinin duvar resimlerinde yer aldığını biliyoruz. Venedik saraylarında bile bulunmayan *****grafik freskoların Osmanlı sarayında ne işi olabilir Allah aşkına? Bakın Halil İnalcık ne güzel anlatmış The Ottoman Empire adlı kitabında:
Fatih, Belliniyi Venedikten kendi sarayına freskolar yapması için davet etti. Fakat Fatihi çağdaş Rönesans yöneticileri arasına sokanlar meseleyi abartıyorlar. O her şeyden önce Müslüman bir gâzi yöneticiydi, amacı da devleti dünyanın en güçlü imparatorluğuna dönüştürmekti.
Dikkat ettiyseniz hoca hem erotik ifadesini kullanmıyor hem de Fatihin bütün açılımlarını yöneten ana fikrin İslamiyet olduğunu adeta haykırıyor. Tarihe tapıyormuşuz! Hayır efendiler, tarihe tapan eden yok. Tek gayemiz, tarihi muhabbet sofralarınıza meze olmaktan kurtarmaktır!