$owaLyé
Kayıtlı Üye
ey nefsim! öldüğün an
ya cennettesin ya da cehennemde
Allah'a karşı gelen kavimlerin hâllerine bir bak; Onlardan bir kısmı suda boğuldu. Bir kısmı yerin dibine battı. Bir kavim taşa tutuldu. Bir başka kavmin sûretleri maymun ve domuz sûretine döndürüldü ve helâk olup gittiler. Bugünde böyle zulüm yapanlar, dünyayı ateşe verenler, tarihe yüz karası olarak geçecekler.
Bir yılı daha geride bıraktık. Ya da âhirete bir yıl daha yaklaştık. Ticarethaneler geride kalan senenin kâr–zarar cetvellerini çıkarıp, hesaplarını gözden geçirecekler.
Ey nefsim! Sen de geçen senenin hesabını yaparak, kâr ve zarar bilânçosu gibi, sevap ve günahlarını gözden geçirecek misin? Yeni yıla girdim diye seviniyorsun; ama geride kalan o koskoca seneyi gerçekten de sevineceğin şekilde mi geçirdin yoksa telafisi mümkün olmayan hatalarla mı doldurdun?..
Ey nefsim!
Hz. Ömer Radıyallahu Anh: "Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz." buyurdu. Ben de bu yeni yılın başında seninle yüzleşmek, hatalarımı ve günahlarımı sorgulamak, hatta seninle çatır çatır hesaplaşmak istiyorum.
Sen her yaptığın hata ve kusura bir bahane, bir mazeret buluyorsun. Âhiret konusunda da sanki pek endişen yok, üstelik garantiymiş gibi bir tavrın var. Bu ne umursamazlık, bu ne vurdumduymazlıktır. Bilmez misin; Hz. Ömer Radıyallahu Anh, bir keresinde Beytullah'ı tavaf ederken:
"Yâ Rabbi! Eğer saîdler listesindeysem, ne olur beni orada sabit kıl; yok eğer şakîler listesindeysem, ne olur beni oradan sil de saîdler listesine yaz." diye gözyaşlarıyla Allaha yalvarıyordu. Koskoca Hz. Ömer böyle bir endişe duyabiliyorken, sen kendini nasıl garantide görebiliyorsun? Yine o Hz. Ömer, münafıkların listesi kendisinde bulunan Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh'ın etrafında dolaşır:
"Yâ Huzeyfe! Ben de listede var mıyım?" diye sorardı. Hz. Ömer; Resûlullah'ın ikinci halifesi ve adaletin güneşi olmasına rağmen nefsini bu kadar hakir görüp, münafıklar listesinde olmaktan korkuyorken, sen hiç merak etmiyor musun acaba hangi listedeyim diye?.. Düşün ey nefsim! Büyüklerin hâli böyle olunca senin hâlin nasıl olmalı?
Ey zavallı nefsim!
Bünyende yığınla kötü huy barındırıyorsun. Heva ve hevesin, ihtiras ve şehvetin, dünyaya olan sevgin ve meylin seni sarıp sarmalamış. Dedikodu, gıybet, hased sende… Riyakârlık, büyüklenmek, kibirlenmek sende… Aldatmaca, kandırmaca, yalan sende… Kin, nefret, buğz sende… Bu kötü huylardan ne zaman kurtulacak, ne zaman tezkiye olacaksın? Üstelik bunca kötü hasletlerin varken, kendi hata ve kusurlarını nedense hiç görmüyorsun; ama bir başkası bir hata yapmaya görsün, hemen eleştiri bombardımanına tutuyorsun. Sen başkalarının hatalarını araştırmayı bırak dakendine bak! Halkın ayıpları ile meşgul olup, kendi ayıplarına karşı kör olma.
Ey biçare nefsim!
Geçici olduğunu bile bile dünyaya öylesine tamah ediyorsun ki! Bu dünya kime yar olmuş ki, sana olsun? Gelen bir gün mutlaka gitmiş ve er geç sen de gideceksin. Hele bir düşün, kimler geldi geçti?... Firavunlar, Nemrutlar, Hâmanlar, Karunlar, Şeddatlar hep gittiler. Ne kudretli krallar, kayserler, kisralar dünyaya veda ettiler. Dünya onları bir oyuncak hâline getirdi, oyalanıp durdular. Şeytan onları aldatıp kandırdı. Yaptıkları isyanları, zulümleri süsledi. Onlar sağlam kalelerde ve kulelerde bir yandan binbir gece eğlenceleriyle zevk ederlerken, diğer yandan nicelerinin haklarını yiyip zulmettiler. Oralarda nice namuslar kirletildi. Nice beller bükülüp, işkenceler edildi. Nice çaresiz, fakir fukaranın, gözyaşları akıtıldı.
Sonunda Allah'ın emri geldi. Kendilerine birer emanet olarak verilen canları geri alındı. Böbürlenerek sahip çıktıkları mallardan ve mülklerden de oldular. Onların topladıkları servetler hep dağıldı gitti. O kuş tüyü yataklardan kaydılar. Büyük ve gösterişli konaklarından çıkarıldılar. Geriye bir şey kalmadı; ne mal, ne mülk, ne de saltanat... Şimdi ise onların esâmesi bile okunmuyor. "Hele bir bak, onlardan yana bir bakiye görebiliyor musun?" (Hâkka, 8) Geriye sadece bunların hesabını vermek kaldı. Öyle ki, hiç hesaba katmadıkları şeylerden dahi hesaba çekilecekler.
Düşün ey ahmak nefsim!
Bu göçüp gidenlerin hâllerinden senin alacağın ibret dersi yok mudur? Meselâ, şu Ad kavmi ne büyük ibret… Bunların minare gibi upuzun boyları vardı. Çok güçlü kuvvetliydiler. Kayaların içini oyup çok muhkem, kale gibi sağlam evler yapıyorlar ve oralarda barınıyorlardı. Kendilerine kimsenin karşı koyamayacağını sanan bu kavim azınca, haddi hududu aşınca, Mevlâ Teâlâ onları nasıl da sildi süpürdü. Sen bunlardan daha mı kuvvetlisin, Neronlardan daha mı güçlüsün, (hâşâ) ben karşı koyarım mı sanıyorsun? Allah'a karşı gelen kavimlerin hâllerine bir bak: Onlardan bir kısmı suda boğuldu. Bir kısmı yerin dibine battı. Bir kavim taşa tutuldu. Bir başka kavmin sûretleri maymun ve domuz sûretine döndürüldü ve helâk olup gittiler. Bugün de böyle zulüm yapanların, dünyayı ateşe verenlerin, tarihe yüz karası olarak geçecek olan despotların feci akıbetlerini, ömrün olursa göreceksin. "Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah'ı var." diye atalarımız boşuna söylememişler. "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz zannetme!" (İbrahim, 42)
Ordusuna güvenen Nemrud, topal bir sivrisinekle helâk oldu. Malına güvenen Karun, malıyla battı. Makam ve mevkisine güvenen niceleri, çoktan toprak oldu da isimleri bile unutuldu. Peki, sen neye güveniyorsun ey nefsim? Haberin olsun ki; Allah'tan başka her neye güveniyorsan, o şeyle beraber Allah seni de batırabilir. Onun için sana bu nimetleri vereni unutma! Sana bu makamı ve mevkiyi vereni, bu malı, mülkü ve serveti vereni sakın unutma!!! Hem bu dünyada bizlere ihsan edilen nimetler ne kadar çok olursa olsun, âhirete nispetle çok az bir şeydir. Bunlar için, sonsuz cennet nimetleri fedâ edilir mi? Bugün dünyanın az bir zahmetine dayanamayan, yarın cehennem azabına dayanabilir mi? Parmağını mumun alevine tutsan, ona dahi dayanamasın, öyleyse acizliğini anla ve ateşe dayanabileceğin kadar günah işle!
Ey günahkâr nefsim!
Artık sana düşen, bugüne kadar işlediğin isyanlardan dolayı pişman olup tevbe etmek, Mevlâ'nın dergâhına yüzler sürmektir. Bugüne kadar gönlünce yaşadın, isyanlar ettin, günahlar işledin de ne oldu? Aldığın şehevî zevkler, tatmin ettiğin o ihtiraslar ve arzular nerede? Hepsi o anlıktı geçip gitti değil mi? Tabiî zevki geçti; ama hesabı duruyor. Şayet Rabbini razı edemezsen, sana verdiği bu fânî nimetleri, bâkî olana çeviremezsen işin zor, hem de çok zor ey nefsim. Allahu Teâlâ Kerîm'dir, Rahîm'dir, beni affeder deyip avunuyorsun; fakat affa mazhar olmak için ne yapıyorsun? Evet, Allah "Kerîm ve Rahîm'dir"; ama aynı zamanda da "Şedîdü'l–ikabdır", haberin olsun!..
Tevbeyi geciktirme; çünkü ölüm her an gelebilir. Hem tevbe, geciktikçe zorlaşır; zira yapılan günahlar alışkanlık hâlini alır ki, alışkanlıkları terk etmek çok daha zordur. Bu durum ise; dersine zamanında çalışmayıp, bunu imtihan gününe saklayan tembel talebenin durumuna benzer ki, başarı şansı çok azdır, bilesin
ya cennettesin ya da cehennemde
Allah'a karşı gelen kavimlerin hâllerine bir bak; Onlardan bir kısmı suda boğuldu. Bir kısmı yerin dibine battı. Bir kavim taşa tutuldu. Bir başka kavmin sûretleri maymun ve domuz sûretine döndürüldü ve helâk olup gittiler. Bugünde böyle zulüm yapanlar, dünyayı ateşe verenler, tarihe yüz karası olarak geçecekler.
Bir yılı daha geride bıraktık. Ya da âhirete bir yıl daha yaklaştık. Ticarethaneler geride kalan senenin kâr–zarar cetvellerini çıkarıp, hesaplarını gözden geçirecekler.
Ey nefsim! Sen de geçen senenin hesabını yaparak, kâr ve zarar bilânçosu gibi, sevap ve günahlarını gözden geçirecek misin? Yeni yıla girdim diye seviniyorsun; ama geride kalan o koskoca seneyi gerçekten de sevineceğin şekilde mi geçirdin yoksa telafisi mümkün olmayan hatalarla mı doldurdun?..
Ey nefsim!
Hz. Ömer Radıyallahu Anh: "Hesaba çekilmeden önce nefsinizi hesaba çekiniz." buyurdu. Ben de bu yeni yılın başında seninle yüzleşmek, hatalarımı ve günahlarımı sorgulamak, hatta seninle çatır çatır hesaplaşmak istiyorum.
Sen her yaptığın hata ve kusura bir bahane, bir mazeret buluyorsun. Âhiret konusunda da sanki pek endişen yok, üstelik garantiymiş gibi bir tavrın var. Bu ne umursamazlık, bu ne vurdumduymazlıktır. Bilmez misin; Hz. Ömer Radıyallahu Anh, bir keresinde Beytullah'ı tavaf ederken:
"Yâ Rabbi! Eğer saîdler listesindeysem, ne olur beni orada sabit kıl; yok eğer şakîler listesindeysem, ne olur beni oradan sil de saîdler listesine yaz." diye gözyaşlarıyla Allaha yalvarıyordu. Koskoca Hz. Ömer böyle bir endişe duyabiliyorken, sen kendini nasıl garantide görebiliyorsun? Yine o Hz. Ömer, münafıkların listesi kendisinde bulunan Hz. Huzeyfe Radıyallahu Anh'ın etrafında dolaşır:
"Yâ Huzeyfe! Ben de listede var mıyım?" diye sorardı. Hz. Ömer; Resûlullah'ın ikinci halifesi ve adaletin güneşi olmasına rağmen nefsini bu kadar hakir görüp, münafıklar listesinde olmaktan korkuyorken, sen hiç merak etmiyor musun acaba hangi listedeyim diye?.. Düşün ey nefsim! Büyüklerin hâli böyle olunca senin hâlin nasıl olmalı?
Ey zavallı nefsim!
Bünyende yığınla kötü huy barındırıyorsun. Heva ve hevesin, ihtiras ve şehvetin, dünyaya olan sevgin ve meylin seni sarıp sarmalamış. Dedikodu, gıybet, hased sende… Riyakârlık, büyüklenmek, kibirlenmek sende… Aldatmaca, kandırmaca, yalan sende… Kin, nefret, buğz sende… Bu kötü huylardan ne zaman kurtulacak, ne zaman tezkiye olacaksın? Üstelik bunca kötü hasletlerin varken, kendi hata ve kusurlarını nedense hiç görmüyorsun; ama bir başkası bir hata yapmaya görsün, hemen eleştiri bombardımanına tutuyorsun. Sen başkalarının hatalarını araştırmayı bırak dakendine bak! Halkın ayıpları ile meşgul olup, kendi ayıplarına karşı kör olma.
Ey biçare nefsim!
Geçici olduğunu bile bile dünyaya öylesine tamah ediyorsun ki! Bu dünya kime yar olmuş ki, sana olsun? Gelen bir gün mutlaka gitmiş ve er geç sen de gideceksin. Hele bir düşün, kimler geldi geçti?... Firavunlar, Nemrutlar, Hâmanlar, Karunlar, Şeddatlar hep gittiler. Ne kudretli krallar, kayserler, kisralar dünyaya veda ettiler. Dünya onları bir oyuncak hâline getirdi, oyalanıp durdular. Şeytan onları aldatıp kandırdı. Yaptıkları isyanları, zulümleri süsledi. Onlar sağlam kalelerde ve kulelerde bir yandan binbir gece eğlenceleriyle zevk ederlerken, diğer yandan nicelerinin haklarını yiyip zulmettiler. Oralarda nice namuslar kirletildi. Nice beller bükülüp, işkenceler edildi. Nice çaresiz, fakir fukaranın, gözyaşları akıtıldı.
Sonunda Allah'ın emri geldi. Kendilerine birer emanet olarak verilen canları geri alındı. Böbürlenerek sahip çıktıkları mallardan ve mülklerden de oldular. Onların topladıkları servetler hep dağıldı gitti. O kuş tüyü yataklardan kaydılar. Büyük ve gösterişli konaklarından çıkarıldılar. Geriye bir şey kalmadı; ne mal, ne mülk, ne de saltanat... Şimdi ise onların esâmesi bile okunmuyor. "Hele bir bak, onlardan yana bir bakiye görebiliyor musun?" (Hâkka, 8) Geriye sadece bunların hesabını vermek kaldı. Öyle ki, hiç hesaba katmadıkları şeylerden dahi hesaba çekilecekler.
Düşün ey ahmak nefsim!
Bu göçüp gidenlerin hâllerinden senin alacağın ibret dersi yok mudur? Meselâ, şu Ad kavmi ne büyük ibret… Bunların minare gibi upuzun boyları vardı. Çok güçlü kuvvetliydiler. Kayaların içini oyup çok muhkem, kale gibi sağlam evler yapıyorlar ve oralarda barınıyorlardı. Kendilerine kimsenin karşı koyamayacağını sanan bu kavim azınca, haddi hududu aşınca, Mevlâ Teâlâ onları nasıl da sildi süpürdü. Sen bunlardan daha mı kuvvetlisin, Neronlardan daha mı güçlüsün, (hâşâ) ben karşı koyarım mı sanıyorsun? Allah'a karşı gelen kavimlerin hâllerine bir bak: Onlardan bir kısmı suda boğuldu. Bir kısmı yerin dibine battı. Bir kavim taşa tutuldu. Bir başka kavmin sûretleri maymun ve domuz sûretine döndürüldü ve helâk olup gittiler. Bugün de böyle zulüm yapanların, dünyayı ateşe verenlerin, tarihe yüz karası olarak geçecek olan despotların feci akıbetlerini, ömrün olursa göreceksin. "Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah'ı var." diye atalarımız boşuna söylememişler. "Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz zannetme!" (İbrahim, 42)
Ordusuna güvenen Nemrud, topal bir sivrisinekle helâk oldu. Malına güvenen Karun, malıyla battı. Makam ve mevkisine güvenen niceleri, çoktan toprak oldu da isimleri bile unutuldu. Peki, sen neye güveniyorsun ey nefsim? Haberin olsun ki; Allah'tan başka her neye güveniyorsan, o şeyle beraber Allah seni de batırabilir. Onun için sana bu nimetleri vereni unutma! Sana bu makamı ve mevkiyi vereni, bu malı, mülkü ve serveti vereni sakın unutma!!! Hem bu dünyada bizlere ihsan edilen nimetler ne kadar çok olursa olsun, âhirete nispetle çok az bir şeydir. Bunlar için, sonsuz cennet nimetleri fedâ edilir mi? Bugün dünyanın az bir zahmetine dayanamayan, yarın cehennem azabına dayanabilir mi? Parmağını mumun alevine tutsan, ona dahi dayanamasın, öyleyse acizliğini anla ve ateşe dayanabileceğin kadar günah işle!
Ey günahkâr nefsim!
Artık sana düşen, bugüne kadar işlediğin isyanlardan dolayı pişman olup tevbe etmek, Mevlâ'nın dergâhına yüzler sürmektir. Bugüne kadar gönlünce yaşadın, isyanlar ettin, günahlar işledin de ne oldu? Aldığın şehevî zevkler, tatmin ettiğin o ihtiraslar ve arzular nerede? Hepsi o anlıktı geçip gitti değil mi? Tabiî zevki geçti; ama hesabı duruyor. Şayet Rabbini razı edemezsen, sana verdiği bu fânî nimetleri, bâkî olana çeviremezsen işin zor, hem de çok zor ey nefsim. Allahu Teâlâ Kerîm'dir, Rahîm'dir, beni affeder deyip avunuyorsun; fakat affa mazhar olmak için ne yapıyorsun? Evet, Allah "Kerîm ve Rahîm'dir"; ama aynı zamanda da "Şedîdü'l–ikabdır", haberin olsun!..
Tevbeyi geciktirme; çünkü ölüm her an gelebilir. Hem tevbe, geciktikçe zorlaşır; zira yapılan günahlar alışkanlık hâlini alır ki, alışkanlıkları terk etmek çok daha zordur. Bu durum ise; dersine zamanında çalışmayıp, bunu imtihan gününe saklayan tembel talebenin durumuna benzer ki, başarı şansı çok azdır, bilesin