'hayaL
Bayan Üye
Ey en Sevgili’den lütuf Sevgili!.. Dudaktan dökülen sözle, kalemden süzülen satırların, sadra doğan muhabbetle olan sıcak bağını hesaba katarak, kelâmımın Senin katındaki aczi altında ezilerek şunları diyebilirim ki; Sen lâtif olan Allah’ın, yerini kimsenin dolduramayacağı, paha biçilmez bir lütufsun bize. Sen lütufların en yücesisin, en güzelisin Sultanım! Bizi, Sen’in ümmetin olmakla şereflendiren Allah Teâlâ’ya, yarattıkları adedince hamdolsun!.. Hazret-i Sevban kadar sevemesem de Sen’i, muhabbetine tâlip, muhabbet duyduklarının dostu olma yolunda tökezleye tökezleye gelmekteyim sana doğru.
Ne acıdır ki, eskiden muhabbet sadırlardan satırlara nakşedilirken, şimdilerde satırlardan sadırlara terfi etmeyi bekliyor. Gönlün muhabbetinle hemhâl olması ise; ancak muhabbetinin hakkını verip mübarek ahlâkınla ahlâklanmaktan geçiyor.
Zatının aşkıyla yanıp tutuşan ve lütfuna nail olan şair Nabi kadar dökemesem de muhabbetimi satırlara, sadrım Sen’in aşkının nurunu dağıtıyor tüm varlığıma. Hasretin gözlerimden döküldüğünde, gözyaşlarımı Fuzuli’nin gönül testisiyle Sana göndermekten başka bir şey gelmiyor elimden, Efendim.
Endülüs’ten Bağdat’a gelip, evinin çevresi karantinaya alınmış hocasının kapı aralığından mübarek hâdis-i şeriflerini öğrenmek için dilenci kılığına giren, aşkına bürünmüş Baki bin Mahret’i duyduktan sonra, Cuma’ları Sana salât ü selam getirenlerin yüzlerini bizzat gördüğün haberiyle sarsılıp utanıyorum.
Ey kalplerin tabîbi!.. Şahsınızda, Sizi Yaratan’ın Zatına (c.c) hürmet gösterip, mübarek hâdis-i şeriflerinizi nakletmek için, bulunduğu mekânda en yüksek yere çıkmayı, edebin bir gereği olarak gören bir ecdada sahipken, bu güzel faziletlerin kalıntılarıyla diri tutmaya çalıştığımız maneviyatımızın tekrar yeşermesine o kadar muhtacız ki! Bizlerin “az”lardan, müjdelediğin “garip”lerden, “mukarrebûn”dan olmamız için şefaatini nasib etsin Rabbimiz.
Muhabbete en çok lâyık olan beşer Sen’sin. Senin sevgini, başta kendi gönlümüzde ve tüm insanlığın gönlünde, İslâm’a hizmetçi olarak diri tutmamız için, Sana “Habîbim!” diyen Vedûd olan Allah’tan yardım diliyoruz. Çünkü Sen’i lâyıkıyla sevmek, Sana “Sevgilim” diye hitâb eden Rabbimizi de lâyıkıyla sevebilmeye bir vesiledir diye ümid ediyoruz.
Sultanım, bizi cürmümüze rağmen sev, sevdiklerine sevdir ve şefaatinle sevindir…
Hiçliğinin dahi idrakine varamamış bu aciz kul, Senin yaratılışının en önemli harcı olan muhabbetle, gönülden gönüle Sana –âdeta- lehimlenmek ister! Şefaatinle ferahnak etmezsen eğer, hâlimiz nice olur Efendim!
Yâ Raûf! Ne mutlu Sen’in kalbine düşene, ne mutlu kalbine Sen düşene!!!
Ne acıdır ki, eskiden muhabbet sadırlardan satırlara nakşedilirken, şimdilerde satırlardan sadırlara terfi etmeyi bekliyor. Gönlün muhabbetinle hemhâl olması ise; ancak muhabbetinin hakkını verip mübarek ahlâkınla ahlâklanmaktan geçiyor.
Zatının aşkıyla yanıp tutuşan ve lütfuna nail olan şair Nabi kadar dökemesem de muhabbetimi satırlara, sadrım Sen’in aşkının nurunu dağıtıyor tüm varlığıma. Hasretin gözlerimden döküldüğünde, gözyaşlarımı Fuzuli’nin gönül testisiyle Sana göndermekten başka bir şey gelmiyor elimden, Efendim.
Endülüs’ten Bağdat’a gelip, evinin çevresi karantinaya alınmış hocasının kapı aralığından mübarek hâdis-i şeriflerini öğrenmek için dilenci kılığına giren, aşkına bürünmüş Baki bin Mahret’i duyduktan sonra, Cuma’ları Sana salât ü selam getirenlerin yüzlerini bizzat gördüğün haberiyle sarsılıp utanıyorum.
Ey kalplerin tabîbi!.. Şahsınızda, Sizi Yaratan’ın Zatına (c.c) hürmet gösterip, mübarek hâdis-i şeriflerinizi nakletmek için, bulunduğu mekânda en yüksek yere çıkmayı, edebin bir gereği olarak gören bir ecdada sahipken, bu güzel faziletlerin kalıntılarıyla diri tutmaya çalıştığımız maneviyatımızın tekrar yeşermesine o kadar muhtacız ki! Bizlerin “az”lardan, müjdelediğin “garip”lerden, “mukarrebûn”dan olmamız için şefaatini nasib etsin Rabbimiz.
Muhabbete en çok lâyık olan beşer Sen’sin. Senin sevgini, başta kendi gönlümüzde ve tüm insanlığın gönlünde, İslâm’a hizmetçi olarak diri tutmamız için, Sana “Habîbim!” diyen Vedûd olan Allah’tan yardım diliyoruz. Çünkü Sen’i lâyıkıyla sevmek, Sana “Sevgilim” diye hitâb eden Rabbimizi de lâyıkıyla sevebilmeye bir vesiledir diye ümid ediyoruz.
Sultanım, bizi cürmümüze rağmen sev, sevdiklerine sevdir ve şefaatinle sevindir…
Hiçliğinin dahi idrakine varamamış bu aciz kul, Senin yaratılışının en önemli harcı olan muhabbetle, gönülden gönüle Sana –âdeta- lehimlenmek ister! Şefaatinle ferahnak etmezsen eğer, hâlimiz nice olur Efendim!
Yâ Raûf! Ne mutlu Sen’in kalbine düşene, ne mutlu kalbine Sen düşene!!!