. ¢ỉм¢ỉмє .
Bayan Üye
Ey diriler! Bir gün öleceksiniz. O gün “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Al-i İmran/185) ayetini yaşamış olacaksınız. Dostlarınız bu haberinizi duyar duymaz yanınıza koşacaklar. O an başınız çok kalabalık olacak. Onlar cansız yatmakta olan bedeninize bakacaklar ve birçok hatıralar canlanacak zihinlerinde. Kara haberinizin ulaştığı zihinlerde ne tür şeyler canlandıracağınız size bağlı bir şey. Daha doğrusu sizin elinizde. Sizden sonraki insanların sizi nasıl anacaklarına siz karar vereceksiniz. Nasıl mı? Önce iradenizi ALLAH’a teslim edeceksiniz sonra da dilinizle O’na dua edeceksiniz tıpkı Hz. İbrahim (a.s) gibi; “Bana, sonra gelecekler arasında iyilikle anılmak nasip eyle.” (Şuara/84) Sonra dostlarınız sizi gözyaşı ve hüzün içerisinde alıp yıkanacağınız yere götürecekler. Bir yıkayıcı gelip önce sizi soyacak. Ardından evire çevire yıkamaya başlayacak. Halbuki sağlığınızda kimse sizi başka tarafa çeviremezdi. Siz istediğiniz yönde yaşardınız, çevrilmez bir insandınız.
Nihayet yıkama işi biter… Sıra giydirilmenize gelmiştir… Sonunda herkesin giyeceği elbise size de biçilmiştir. Cebi yok, dikişi yok, üstelik de kalitesiz kumaştan. Her şeyden önemlisi de markası yok. Sade, beyaz bir elbise. Oysa siz yaşarken marka giyinirdiniz, her markayı beğenmezdiniz. Bazı markalara ne kadar da heves ederdiniz. Kaliteye önem verirdiniz. Kaliteli elbise giymeyi kaliteli bir insan olmak gibi zannederdiniz değil mi? Böylece insanların gözünü doldururdunuz. Her neyse beğenseniz de beğenmeseniz de giydirirler elbisenizi. Düğmeleri de yoktur ki düğmelesinler. Bu yüzden açılmasın diye ayağınızdan ve başınızdan düğüm atarlar. Bir de belinize kuşak atarlar, açılmayasınız diye. Oysa belki de diri iken tesettürsüz geziyordunuz. Ardından da tabutunuza yerleştirip musalla taşına koyarlar sizi.
Namaz saatini beklersiniz. En yakınlarınızdan, sizi tanımayan insanlara varana kadar, saf tutarlar karşınızda. Müezzin adınızı zikrederek namazınızın kılınacağını ilan eder. Orada sizi tanımayanlar da olduğu halde “Biz filan kimseyi ehli sünnet ve-l cemaat biliriz. Siz merhumu nasıl bilirsiniz?” sorusuna lafın gelişine uygun olarak ve bir alışkanlık gereği “İyi biliriz, ALLAH rahmet etsin” diyerek cevap verirler. Oradakilerin sizi tanımadıkları halde “İyi biliriz” demeleri neye yarar bilmiyorum ama; bu şekilde namazınızı kılanların çokluğu sizi aldatmasın.
Namazınız kılındıktan sonra, sizi hiç bekletmeden omuzladıkları gibi kabristana doğru yola koyulurlar. Oraya vardıklarında sizin için önceden kazılmış çukurun yanına getirip omuzlarından indirirler. Çukuru tekrar gözden geçirdikten sonra tabutunuzu açıp sizi çıkarırlar. “Bismillahi ve ale milleti Resulillah” sesleri arasında sizi kabrinize yerleştirirler ve özellikle yönünüzün kıbleye dönük olmasına çok dikkat ederler. Oysa belki de siz diri iken yönünüz kıbleye dönük değildi. Nasıl dönük olsun ki hayatınızda namaz yoktu. Namazı olmayan adamın kıblesi olur mu? Ya da yerin üstünde diri iken kıbleye dönmeyen adamı ölünce yerin altında kıbleye çevirmişsiniz ne anlamı var?
Kıbleye dönük olan bedeninizi güzelce yerleştirme işi bitince, üzerinize sıra sıra tahtaları / beton kalıpları dizmeye başlarlar… Sonuncusu ile birlikte yattığınız yer karanlığa bürünür... Kabre yerleştirme işlemi bittikten sonra sizi defnetmeye gelenler, küreklere sarılarak çıkarılan toprağı tekrar üstünüze yığmaya başlarlar. Bu iş öyle hızlı olur ki mevcut toprağın üstünüze yığılması sadece birkaç dakika sürer, yeter ki ölmeye görün…
Kabriniz üzerinize kapatıldıktan sonra, oradakiler biraz kenara çekilerek oturur. Hemen ardından Yasin suresi okunmaya başlanır. Derin bir sessizlik kaplamıştır ortalığı. Herkes Yasin suresini dinlemeye koyulur. Arapça okunan sureyi oradaki dirilerin kaç tanesi anlar bilmiyorum ama yerin altındaki ölünün işine yaramadığından eminim. Resulullah (s.a.v)’in bu konudaki rivayetini “Ölmek üzere olanlarınıza, yani dirilere, Yasin suresini okuyun” şeklinde anlıyorum ve öyle inanıyorum. Ayrıca bu rivayetin uydurma olduğunu söyleyen birtakım görüşlerin olduğunu da belirtmeliyim. Çünkü Resulullah (sav)’in pratiğinde ölüye Kur’an okunduğuna dair bir şey bilmiyoruz.
Peki , Yasin süresi nelerden bahsediyor? Özet halinde bir göz atalım:
“Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan kimseleri uyarman için mutlak güç sahibi ve çok merhametli ALLAH tarafından indirilmiştir.”(36/5-6)
“Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz, onların yaptıkları her işi ve bıraktıkları her izi yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta bir bir kaydetmişizdir.”(36/12)
“Sizden hiç ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir. Hem ben, ne diye yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz. O’nu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”(36/21-24)
“Onlara ‘önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahrette göreceğiniz azaplardan) sakının ki, size merhamet edilsin’ denildiğinde aldırış etmezler.”(36/45)
“Eğer doğru söyleyenler iseniz bu tehdit ne zaman gelecek” diyorlar. Onlar ancak çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler ne de ailelerine dönebilirler. Sura üfürülür bir de bakarsın kabirlerinden çıkmış Rablerine doğru akın akın gitmektedirler. Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip kabrimizden çıkardı? Bu Rahman’ın vaat ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler. Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın hepsi birden huzurumuza çıkarılmışlardır. O gün kimseye hiçbir haksızlık yapılmaz. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.”(36/48-54)
“Şüphesiz cennetlikler o gün nimetler içinde safa sürerler”(36/55)
(ALLAH şöyle der): “Ey suçlular! Ayrılın bugün! Ey Adem oğulları! Ben size şeytana kulluk etmeyin.Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”(36/59-61)
“İnkar ettiğinizden dolayı bugün girin oraya! O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur.Ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.”(36/63-65)
“Diri olanları uyarması ve kafirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.”(36/70)
“İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki, ‘Çürümüş olduğu halde bu kemikleri kim diriltecek?’ De ki, onları ilk defa var eden diriltecektir. O her türlü yaratmayı hakkıyla bilendir.”(36/77-79)
“Her şeyin hükümranlığı elinde olan ALLAH’ın şanı ne yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz”(36/83)
Biz sürece devam edelim. Yasin ve diğer surelerin okunması bitirildikten sonra görevli hoca kabrinizin başında ayakta durarak o an yerin altında sorgu melekleri tarafından sorgulamaya alınan size yardımcı olma mantığıyla mealen şu şekilde telkinde bulunmaya başlar: “Ey ALLAH’ın kulu ……………oğlu / kızı ………………. Sağlığında yaptığın gibi ALLAH’tan başka ilah olmadığına ve Hz. MUHAMMED(s.a.v) in ALLAH’ın kulu ve elçisi olduğuna dair şahadetini hatırla. Şüphesiz cennet haktır, cehennem haktır, öldükten sonra dirilmek haktır, kıyametin gelmesi haktır ve bunda hiç şüphe yoktur. ALLAH kabirdekileri diriltip mahşer yerinde mutlaka toplayacaktır. Sen de biliyorsun ki, Rab olarak ALLAH’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Hz. MUHAMMED(s.a.v)e, önder olarak Kur’an’a, kıble olarak Kâbe’ye ve bütün mü’minlerin kardeş olduğuna razı olmuştun. Rabbim ALLAH’tır, O’ndan başka ilah yoktur, ben ancak O’na dayandım, O büyük arşın Rabbidir. Ey ALLAH’ın kulu! De ki : ALLAH’tan başka hiçbir ilah yoktur. Rabbim ALLAH’tır. Dinim İslam’dır. Peygamberim Hz. MUHAMMED(s.a.v) dir. Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın.”
Evet, telkinde ölünün başında bunlar seslendirilir. ALLAH için bir an ön yargılarınızı ve alışkanlıklarınızı bir kenara bırakarak Rabbimizin verdiği akıl nimetiyle düşünün… Telkinde ifade edilen hususların hepsinin dünya hayatına ait ve daha siz yaşarken tebliğ ve telkin edilmesi gereken şeyler olduğunu göreceksiniz.
ALLAH’tan başka ilah tanımayıp sadece O’na kulluk edilmesi gerektiği, bu konuda Hz. MUHAMMED (s.a.v)’e bir peygamber olarak iman edip örnek alınması gerektiği, cennetin, cehennemin, öldükten sonra diriltilip hesap vermenin ve kıyametin gerçek olduğu, Rabbim ALLAH’tır dedikten sonra dosdoğru olmak gerektiği, ALLAH katında tek geçerli dinin İslam olduğu, hidayet rehberi olarak Kur’an’a iman edilip uyulması gerektiği, Kâbe’ye kıble olarak inanıp oraya yönelerek namaz kılınması gerektiği ve bütün mü’minlerin kardeş olduğu gerçeği...
Bütün bunlar bir insanın dünya hayatında iken yani diri iken inanıp bir yaşam tarzı olarak uyması gereken gerçeklerdir. Bunlar hayatın ta kendisi olduğundan ölmüş bir kimsenin bunlarla işi yoktur.
Peki, insanlar öldükten sonra yapılan bu telkinin dayanağı nedir?
Telkin konusunda Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölülerinize ‘lailahe illALLAH’ı telkin ediniz.” Bu hadisin yanlış anlaşılması maalesef günümüzdeki ölülere yapılan telkinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Oysa hadisin doğru anlamı “ölmek üzere olanlarınıza ‘lailahe illALLAH’ı telkin ediniz şeklindedir. Bu da ancak şuuru açık ise yapılır. Hadis-i şerifi böyle anlamamızın sebebi Resulullah (s.a.v)in pratik hayatında günümüzdeki gibi ölülere bir telkin yapmamış olmasından dolayıdır.
Eğer siz yukarıdaki telkinde zikredilen esaslar çerçevesinde inanıp yaşamaya çalışırsanız, inşALLAH mü’min olarak ölürsünüz. Yine eğer siz kabirde sorulacak olan Rabbin kimdir?,Peygamberin kimdir?,Kitabın nedir?,… gibi sorulara dünyada doğru cevap verip gereğini yaşamaya çalışmışsanız inşALLAH orada da doğru cevap verirsiniz. Zaten bu soruların cevaplandırılması gereken yer Ahiret hayatı değil, dünya hayatıdır. Hayat öyle bir imtihandır ki, Rabbimiz hem soruları sormuş hem cevapları vermiştir. İstenen şey; senin dünya hayatında iken bu soruları ALLAH’a göre pratik olarak cevaplandırmış olmandır. Bu şekilde davranan herkes dünya imtihanını kazanmış olur. Ölen her insan dünya imtihanından çıkmıştır. İmtihandan çıkan öğrenciye, senin doğru cevapları vermenin ne anlamı var? Hem imtihan dediğimiz şey, söz değil hayatın kendisidir. Adamın hayatı bitmişse imtihanı da bitmiştir.
Resulullah (s.a.v)’in sünnetine bakıyorsun O’nun pratiğinde hiçbir zaman bir ölüye ne bir Kur’an okuduğu ne de telkin verildiği tespit edilmiş değildir. Bunlar sonradan türetilmiş bidatlardır.
Bu telkin işinin mahiyetini bu şekilde izah ettikten sonra diyorum ki; bu yazıyı okuyan herkes kendi ismini yukarıda yazılan telkinin başındaki noktalı boş yerlere yazarak tekrar okusun ve düşünsün.
VALLAHi! telkinde ifade edilen hususların hepsi doğrudur. Ama zamanı geciktirilmiştir. Telkinin zamanı insan ölmeden önce yaşıyorken olmalıdır. Ey hocalar! ALLAH için telkinlerinizi zamanında yapın. Değilse size de yazık olacak onlara da.
Telkin, kabirde sorgulanan kimsenin şaşırmayıp sabit kalması için yapılmaktadır. Bu mantık Kur’an’a aykırıdır. Şöyle ki;
Rabbimiz bir misal getirerek şöyle buyuruyor: “Görmez misiniz? ALLAH nasıl bir misal verdi. Hoş bir söz (kelime-i tayyibe), kökü sağlam, dalları göğe doğru uzanan hoş bir ağaca benzer ki, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. İnsanlar ibret alsın diye ALLAH onlara misal veriyor. Çirkin bir söz, yerden koparılmış kökü olmayan kötü bir ağaca benzer. ALLAH inananları sağlam söz sayesinde dünya hayatında da ahrette de sabit tutar. Zalimleri de saptırır, dilediğini yapar” (İbrahim/24-27)
Bu ayetlerde “Hoş bir söz “olarak zikredilen şey kelime-i tevhiddir. Bu aynı zamanda en sağlam sözdür. Kim dünya hayatında bu sağlam söze iman ederse, bu iman tıpkı hoş bir ağacın meyveleri gibi o kimsenin davranışlarına salih ameller olarak yansır. Hoş bir ağaç meyve ürettiği gibi kelime-i tevhid de mü’minin hayatında salih ameller üretir.
Ayetlerde “çirkin söz” den maksat ise küfür ve şirk sözüdür. Kim de bu çirkin kelimelere tutunur öyle yaşarsa bu da kökü olmayan her an yıkılmaya hazır ve meyvesi olmayan, yani kimseye faydası olmayan kötü bir ağaca benzer.
Ayetlerde çok açık bir şekilde sağlam söze, yani kelime-i tevhide inanıp gerekleriyle beraber yaşamını sürdüren kimselerin, bu söz sayesinde hem dünyada hem de ahrette sabit kalacağını vurguluyor Rabbimiz.
Kısacası; eğer bir kimse dünyada ki yaşamında ve ahretteki sorgulamada sabit kalmak istiyorsa daha dünyada iken sağlam söze (Kelime-i tevhide) iman edip gerekleriyle amel edecek. Kur’an’ın söylediği budur. Dünyada iken ALLAH’ın sözüne sarılmayıp şaşırmış bir kimsenin ne yaparsanız yapın ahrette sabit kalması mümkün değildir. Dünyada sağlam sözle yaşayanın ahrette de sabit kalacağını zaten Kur’an söylüyor.
Bir kimseyi defnettikten sonra, onun günahlarının bağışlanması ve hesabının kolay olması noktasında o kardeşimize dua etmek İslam’ın gerekli kıldığı bir sorumluluktur.
Defin işleminiz böylece tamamlandıktan sonra orada kısa bir taziye verilir ve herkes evine, işine gücüne dağılır. İman ve ameliniz dışında (eğer varsa) her şey sizi terk eder…
Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki, “Bir kimse öldüğü zaman üç şey onu kabrine kadar takip eder: Yakınları, malı, ameli. Bunlardan ikisi yani yakınları ve malı geri döner, kişi ameliyle baş başa kalır.”
O andan itibaren o kimse için Ahiret hayatı başlamıştır. Eğer insan kendini çok düşünüyorsa sonunda baş başa kalacağı şeylere önem vermelidir. Bu yüzden herkes kendi hayatını çok okuyacak. Rabbimiz bu gerçeği şöyle ifade ediyor:
“Kitabını oku, o gün hesap görücü olarak sana nefsin yeter.”(İsra/14)
Herkesin amellerinin yazıldığı bir kitabı vardır. Ahiret günü o kitaptan sorguya çekileceksin.
İşte bu yüzden “kitabını oku” demek “Hayatını ve amellerini gözden geçir” anlamına geliyor.
Biz, hep başkalarının filmlerini izleriz. Gündüzlerimiz ve akşamlarımız hep böyle geçer. Film ve dizi dediğiniz nedir? Bir senarist, bir senaryo, bir yönetmen üç beş insan ve bir kaç kamera. Oyuncular hep rol yapıyorlar. Ama sen de bir dizi film çeviriyorsun ey insan! Senin hayatın bir filmdir. Yaşadığın her bir gün bu filmin dizileridir ve sen bu dizi-filmin başrol oyuncususun. Üstelik sen rol değil gerçeği oynuyorsun. Dolayısıyla başkalarının rollerini izledikçe kendi gerçeğinden uzaklaşıyorsun. Sen bırak başkalarının filmlerini kendi filmini izle. Dünyada çevirmekte olduğun film hesap görücü olarak sana yeter.
Nihayet yıkama işi biter… Sıra giydirilmenize gelmiştir… Sonunda herkesin giyeceği elbise size de biçilmiştir. Cebi yok, dikişi yok, üstelik de kalitesiz kumaştan. Her şeyden önemlisi de markası yok. Sade, beyaz bir elbise. Oysa siz yaşarken marka giyinirdiniz, her markayı beğenmezdiniz. Bazı markalara ne kadar da heves ederdiniz. Kaliteye önem verirdiniz. Kaliteli elbise giymeyi kaliteli bir insan olmak gibi zannederdiniz değil mi? Böylece insanların gözünü doldururdunuz. Her neyse beğenseniz de beğenmeseniz de giydirirler elbisenizi. Düğmeleri de yoktur ki düğmelesinler. Bu yüzden açılmasın diye ayağınızdan ve başınızdan düğüm atarlar. Bir de belinize kuşak atarlar, açılmayasınız diye. Oysa belki de diri iken tesettürsüz geziyordunuz. Ardından da tabutunuza yerleştirip musalla taşına koyarlar sizi.
Namaz saatini beklersiniz. En yakınlarınızdan, sizi tanımayan insanlara varana kadar, saf tutarlar karşınızda. Müezzin adınızı zikrederek namazınızın kılınacağını ilan eder. Orada sizi tanımayanlar da olduğu halde “Biz filan kimseyi ehli sünnet ve-l cemaat biliriz. Siz merhumu nasıl bilirsiniz?” sorusuna lafın gelişine uygun olarak ve bir alışkanlık gereği “İyi biliriz, ALLAH rahmet etsin” diyerek cevap verirler. Oradakilerin sizi tanımadıkları halde “İyi biliriz” demeleri neye yarar bilmiyorum ama; bu şekilde namazınızı kılanların çokluğu sizi aldatmasın.
Namazınız kılındıktan sonra, sizi hiç bekletmeden omuzladıkları gibi kabristana doğru yola koyulurlar. Oraya vardıklarında sizin için önceden kazılmış çukurun yanına getirip omuzlarından indirirler. Çukuru tekrar gözden geçirdikten sonra tabutunuzu açıp sizi çıkarırlar. “Bismillahi ve ale milleti Resulillah” sesleri arasında sizi kabrinize yerleştirirler ve özellikle yönünüzün kıbleye dönük olmasına çok dikkat ederler. Oysa belki de siz diri iken yönünüz kıbleye dönük değildi. Nasıl dönük olsun ki hayatınızda namaz yoktu. Namazı olmayan adamın kıblesi olur mu? Ya da yerin üstünde diri iken kıbleye dönmeyen adamı ölünce yerin altında kıbleye çevirmişsiniz ne anlamı var?
Kıbleye dönük olan bedeninizi güzelce yerleştirme işi bitince, üzerinize sıra sıra tahtaları / beton kalıpları dizmeye başlarlar… Sonuncusu ile birlikte yattığınız yer karanlığa bürünür... Kabre yerleştirme işlemi bittikten sonra sizi defnetmeye gelenler, küreklere sarılarak çıkarılan toprağı tekrar üstünüze yığmaya başlarlar. Bu iş öyle hızlı olur ki mevcut toprağın üstünüze yığılması sadece birkaç dakika sürer, yeter ki ölmeye görün…
Kabriniz üzerinize kapatıldıktan sonra, oradakiler biraz kenara çekilerek oturur. Hemen ardından Yasin suresi okunmaya başlanır. Derin bir sessizlik kaplamıştır ortalığı. Herkes Yasin suresini dinlemeye koyulur. Arapça okunan sureyi oradaki dirilerin kaç tanesi anlar bilmiyorum ama yerin altındaki ölünün işine yaramadığından eminim. Resulullah (s.a.v)’in bu konudaki rivayetini “Ölmek üzere olanlarınıza, yani dirilere, Yasin suresini okuyun” şeklinde anlıyorum ve öyle inanıyorum. Ayrıca bu rivayetin uydurma olduğunu söyleyen birtakım görüşlerin olduğunu da belirtmeliyim. Çünkü Resulullah (sav)’in pratiğinde ölüye Kur’an okunduğuna dair bir şey bilmiyoruz.
Peki , Yasin süresi nelerden bahsediyor? Özet halinde bir göz atalım:
“Kur’an, ataları uyarılmamış, bu yüzden de gaflet içinde olan kimseleri uyarman için mutlak güç sahibi ve çok merhametli ALLAH tarafından indirilmiştir.”(36/5-6)
“Şüphesiz ölüleri ancak biz diriltiriz, onların yaptıkları her işi ve bıraktıkları her izi yazarız. Biz her şeyi apaçık bir kitapta bir bir kaydetmişizdir.”(36/12)
“Sizden hiç ücret istemeyen kimselere uyun, onlar hidayete erdirilmiş kimselerdir. Hem ben, ne diye yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa siz de yalnızca O’na döndürüleceksiniz. O’nu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese, onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar. O taktirde ben mutlaka açık bir sapıklık içinde olurum.”(36/21-24)
“Onlara ‘önünüzde ve arkanızda olan şeylerden (dünya ve ahrette göreceğiniz azaplardan) sakının ki, size merhamet edilsin’ denildiğinde aldırış etmezler.”(36/45)
“Eğer doğru söyleyenler iseniz bu tehdit ne zaman gelecek” diyorlar. Onlar ancak çekişip dururlarken kendilerini yakalayacak korkunç bir ses bekliyorlar. Artık ne birbirlerine tavsiyede bulunabilirler ne de ailelerine dönebilirler. Sura üfürülür bir de bakarsın kabirlerinden çıkmış Rablerine doğru akın akın gitmektedirler. Şöyle derler: “Vay başımıza gelene! Kim bizi diriltip kabrimizden çıkardı? Bu Rahman’ın vaat ettiği şeydir. Peygamberler doğru söylemişler. Sadece korkunç bir ses olur. Bir de bakarsın hepsi birden huzurumuza çıkarılmışlardır. O gün kimseye hiçbir haksızlık yapılmaz. Size ancak işlemekte olduğunuz şeylerin karşılığı verilir.”(36/48-54)
“Şüphesiz cennetlikler o gün nimetler içinde safa sürerler”(36/55)
(ALLAH şöyle der): “Ey suçlular! Ayrılın bugün! Ey Adem oğulları! Ben size şeytana kulluk etmeyin.Çünkü o sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin. İşte bu dosdoğru yoldur, diye emretmedim mi?”(36/59-61)
“İnkar ettiğinizden dolayı bugün girin oraya! O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur.Ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.”(36/63-65)
“Diri olanları uyarması ve kafirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.”(36/70)
“İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir. Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki, ‘Çürümüş olduğu halde bu kemikleri kim diriltecek?’ De ki, onları ilk defa var eden diriltecektir. O her türlü yaratmayı hakkıyla bilendir.”(36/77-79)
“Her şeyin hükümranlığı elinde olan ALLAH’ın şanı ne yücedir! Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz”(36/83)
Biz sürece devam edelim. Yasin ve diğer surelerin okunması bitirildikten sonra görevli hoca kabrinizin başında ayakta durarak o an yerin altında sorgu melekleri tarafından sorgulamaya alınan size yardımcı olma mantığıyla mealen şu şekilde telkinde bulunmaya başlar: “Ey ALLAH’ın kulu ……………oğlu / kızı ………………. Sağlığında yaptığın gibi ALLAH’tan başka ilah olmadığına ve Hz. MUHAMMED(s.a.v) in ALLAH’ın kulu ve elçisi olduğuna dair şahadetini hatırla. Şüphesiz cennet haktır, cehennem haktır, öldükten sonra dirilmek haktır, kıyametin gelmesi haktır ve bunda hiç şüphe yoktur. ALLAH kabirdekileri diriltip mahşer yerinde mutlaka toplayacaktır. Sen de biliyorsun ki, Rab olarak ALLAH’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Hz. MUHAMMED(s.a.v)e, önder olarak Kur’an’a, kıble olarak Kâbe’ye ve bütün mü’minlerin kardeş olduğuna razı olmuştun. Rabbim ALLAH’tır, O’ndan başka ilah yoktur, ben ancak O’na dayandım, O büyük arşın Rabbidir. Ey ALLAH’ın kulu! De ki : ALLAH’tan başka hiçbir ilah yoktur. Rabbim ALLAH’tır. Dinim İslam’dır. Peygamberim Hz. MUHAMMED(s.a.v) dir. Ya Rabbi! Bu ölüyü yalnız bırakma. Sen varislerin en hayırlısısın.”
Evet, telkinde ölünün başında bunlar seslendirilir. ALLAH için bir an ön yargılarınızı ve alışkanlıklarınızı bir kenara bırakarak Rabbimizin verdiği akıl nimetiyle düşünün… Telkinde ifade edilen hususların hepsinin dünya hayatına ait ve daha siz yaşarken tebliğ ve telkin edilmesi gereken şeyler olduğunu göreceksiniz.
ALLAH’tan başka ilah tanımayıp sadece O’na kulluk edilmesi gerektiği, bu konuda Hz. MUHAMMED (s.a.v)’e bir peygamber olarak iman edip örnek alınması gerektiği, cennetin, cehennemin, öldükten sonra diriltilip hesap vermenin ve kıyametin gerçek olduğu, Rabbim ALLAH’tır dedikten sonra dosdoğru olmak gerektiği, ALLAH katında tek geçerli dinin İslam olduğu, hidayet rehberi olarak Kur’an’a iman edilip uyulması gerektiği, Kâbe’ye kıble olarak inanıp oraya yönelerek namaz kılınması gerektiği ve bütün mü’minlerin kardeş olduğu gerçeği...
Bütün bunlar bir insanın dünya hayatında iken yani diri iken inanıp bir yaşam tarzı olarak uyması gereken gerçeklerdir. Bunlar hayatın ta kendisi olduğundan ölmüş bir kimsenin bunlarla işi yoktur.
Peki, insanlar öldükten sonra yapılan bu telkinin dayanağı nedir?
Telkin konusunda Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Ölülerinize ‘lailahe illALLAH’ı telkin ediniz.” Bu hadisin yanlış anlaşılması maalesef günümüzdeki ölülere yapılan telkinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Oysa hadisin doğru anlamı “ölmek üzere olanlarınıza ‘lailahe illALLAH’ı telkin ediniz şeklindedir. Bu da ancak şuuru açık ise yapılır. Hadis-i şerifi böyle anlamamızın sebebi Resulullah (s.a.v)in pratik hayatında günümüzdeki gibi ölülere bir telkin yapmamış olmasından dolayıdır.
Eğer siz yukarıdaki telkinde zikredilen esaslar çerçevesinde inanıp yaşamaya çalışırsanız, inşALLAH mü’min olarak ölürsünüz. Yine eğer siz kabirde sorulacak olan Rabbin kimdir?,Peygamberin kimdir?,Kitabın nedir?,… gibi sorulara dünyada doğru cevap verip gereğini yaşamaya çalışmışsanız inşALLAH orada da doğru cevap verirsiniz. Zaten bu soruların cevaplandırılması gereken yer Ahiret hayatı değil, dünya hayatıdır. Hayat öyle bir imtihandır ki, Rabbimiz hem soruları sormuş hem cevapları vermiştir. İstenen şey; senin dünya hayatında iken bu soruları ALLAH’a göre pratik olarak cevaplandırmış olmandır. Bu şekilde davranan herkes dünya imtihanını kazanmış olur. Ölen her insan dünya imtihanından çıkmıştır. İmtihandan çıkan öğrenciye, senin doğru cevapları vermenin ne anlamı var? Hem imtihan dediğimiz şey, söz değil hayatın kendisidir. Adamın hayatı bitmişse imtihanı da bitmiştir.
Resulullah (s.a.v)’in sünnetine bakıyorsun O’nun pratiğinde hiçbir zaman bir ölüye ne bir Kur’an okuduğu ne de telkin verildiği tespit edilmiş değildir. Bunlar sonradan türetilmiş bidatlardır.
Bu telkin işinin mahiyetini bu şekilde izah ettikten sonra diyorum ki; bu yazıyı okuyan herkes kendi ismini yukarıda yazılan telkinin başındaki noktalı boş yerlere yazarak tekrar okusun ve düşünsün.
VALLAHi! telkinde ifade edilen hususların hepsi doğrudur. Ama zamanı geciktirilmiştir. Telkinin zamanı insan ölmeden önce yaşıyorken olmalıdır. Ey hocalar! ALLAH için telkinlerinizi zamanında yapın. Değilse size de yazık olacak onlara da.
Telkin, kabirde sorgulanan kimsenin şaşırmayıp sabit kalması için yapılmaktadır. Bu mantık Kur’an’a aykırıdır. Şöyle ki;
Rabbimiz bir misal getirerek şöyle buyuruyor: “Görmez misiniz? ALLAH nasıl bir misal verdi. Hoş bir söz (kelime-i tayyibe), kökü sağlam, dalları göğe doğru uzanan hoş bir ağaca benzer ki, Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. İnsanlar ibret alsın diye ALLAH onlara misal veriyor. Çirkin bir söz, yerden koparılmış kökü olmayan kötü bir ağaca benzer. ALLAH inananları sağlam söz sayesinde dünya hayatında da ahrette de sabit tutar. Zalimleri de saptırır, dilediğini yapar” (İbrahim/24-27)
Bu ayetlerde “Hoş bir söz “olarak zikredilen şey kelime-i tevhiddir. Bu aynı zamanda en sağlam sözdür. Kim dünya hayatında bu sağlam söze iman ederse, bu iman tıpkı hoş bir ağacın meyveleri gibi o kimsenin davranışlarına salih ameller olarak yansır. Hoş bir ağaç meyve ürettiği gibi kelime-i tevhid de mü’minin hayatında salih ameller üretir.
Ayetlerde “çirkin söz” den maksat ise küfür ve şirk sözüdür. Kim de bu çirkin kelimelere tutunur öyle yaşarsa bu da kökü olmayan her an yıkılmaya hazır ve meyvesi olmayan, yani kimseye faydası olmayan kötü bir ağaca benzer.
Ayetlerde çok açık bir şekilde sağlam söze, yani kelime-i tevhide inanıp gerekleriyle beraber yaşamını sürdüren kimselerin, bu söz sayesinde hem dünyada hem de ahrette sabit kalacağını vurguluyor Rabbimiz.
Kısacası; eğer bir kimse dünyada ki yaşamında ve ahretteki sorgulamada sabit kalmak istiyorsa daha dünyada iken sağlam söze (Kelime-i tevhide) iman edip gerekleriyle amel edecek. Kur’an’ın söylediği budur. Dünyada iken ALLAH’ın sözüne sarılmayıp şaşırmış bir kimsenin ne yaparsanız yapın ahrette sabit kalması mümkün değildir. Dünyada sağlam sözle yaşayanın ahrette de sabit kalacağını zaten Kur’an söylüyor.
Bir kimseyi defnettikten sonra, onun günahlarının bağışlanması ve hesabının kolay olması noktasında o kardeşimize dua etmek İslam’ın gerekli kıldığı bir sorumluluktur.
Defin işleminiz böylece tamamlandıktan sonra orada kısa bir taziye verilir ve herkes evine, işine gücüne dağılır. İman ve ameliniz dışında (eğer varsa) her şey sizi terk eder…
Resulullah (s.a.v) buyurmuştur ki, “Bir kimse öldüğü zaman üç şey onu kabrine kadar takip eder: Yakınları, malı, ameli. Bunlardan ikisi yani yakınları ve malı geri döner, kişi ameliyle baş başa kalır.”
O andan itibaren o kimse için Ahiret hayatı başlamıştır. Eğer insan kendini çok düşünüyorsa sonunda baş başa kalacağı şeylere önem vermelidir. Bu yüzden herkes kendi hayatını çok okuyacak. Rabbimiz bu gerçeği şöyle ifade ediyor:
“Kitabını oku, o gün hesap görücü olarak sana nefsin yeter.”(İsra/14)
Herkesin amellerinin yazıldığı bir kitabı vardır. Ahiret günü o kitaptan sorguya çekileceksin.
İşte bu yüzden “kitabını oku” demek “Hayatını ve amellerini gözden geçir” anlamına geliyor.
Biz, hep başkalarının filmlerini izleriz. Gündüzlerimiz ve akşamlarımız hep böyle geçer. Film ve dizi dediğiniz nedir? Bir senarist, bir senaryo, bir yönetmen üç beş insan ve bir kaç kamera. Oyuncular hep rol yapıyorlar. Ama sen de bir dizi film çeviriyorsun ey insan! Senin hayatın bir filmdir. Yaşadığın her bir gün bu filmin dizileridir ve sen bu dizi-filmin başrol oyuncususun. Üstelik sen rol değil gerçeği oynuyorsun. Dolayısıyla başkalarının rollerini izledikçe kendi gerçeğinden uzaklaşıyorsun. Sen bırak başkalarının filmlerini kendi filmini izle. Dünyada çevirmekte olduğun film hesap görücü olarak sana yeter.