Evrim ve İnanç Arasında Seçim Zorunlu Mudur?
Bugün, ülkemizdeki bazı bilim insaları ve evrim teorisinden haberdar kişiler bir ikilem arasında kalmaktadırlar: “Dine inanıyorsan evrim teorisine inanmayacaksın, evrim teorisine inanıyorsan Tanrı’ya inanmayacaksın.” Dini inancı olan kişilerin kafalarına sürekli olarak, evrim terosinin dine inanan kişinin kabul edebileceği bir şey olmadığı pompalanmakta ve ikilemde kalan bazı kişler, insan üretisi olan bilimi (ve evrim teorisini) tercih etmekten ziyade, Tanrı üretisi olan dini kabul etmek uğruna bilimden vazgeçmekte ve ona güvenlerini kaybetmektedirler.
Bugün, ülkemizdeki bazı bilim insaları ve evrim teorisinden haberdar kişiler bir ikilem arasında kalmaktadırlar: “Dine inanıyorsan evrim teorisine inanmayacaksın, evrim teorisine inanıyorsan Tanrı’ya inanmayacaksın.” Dini inancı olan kişilerin kafalarına sürekli olarak, evrim terosinin dine inanan kişinin kabul edebileceği bir şey olmadığı pompalanmakta ve ikilemde kalan bazı kişler, insan üretisi olan bilimi (ve evrim teorisini) tercih etmekten ziyade, Tanrı üretisi olan dini kabul etmek uğruna bilimden vazgeçmekte ve ona güvenlerini kaybetmektedirler. Bu durumda kimseyi suçlamamak lazım. Kendinizi o insanların yerine koyun: bir elinize Tanrı’yı diğer elinize bilimi varselerdi, siz hangisini seçerdiniz?
* İbn-i Haldun (1332-1406), Mukaddime, Önsöz kısmı
Dönüşümler yoluyla hayvan dünyası çok genişlemiş, sayıları çoğalmış ve oluşum basamağında insana dek varmıştır. Düşünce ve kavrayış sahibi insana kadar ulaşmıştır. ‘Düşünen insan’ aşamasına yükselme ‘duyu ve kavrama’ güçlerinin birlikte bulunduğu zamandır. ...Bu aşamadaki hayvan, kendisinden sonra daha üst aşamada bulunan düşünen insanın ilkel biçimidir. Görebildiğimiz varlıklar içindeki gelişim ve oluşumların en son ulaştığı aşama budur.”
Charles Darwin, Doğal Ayıklama Yoluyla Türlerin Kökeni’ni 1859’da yazdı.
Bilim ve Din Nedir?
Genel olarka kabul edilen bilimin, dinsel ve politik görüşlerle karıştırılmamasıdır. Politik görüşler bizi çevreleyen dünyanın maddesel geröekliğine yöneltmişken, dinsel görüşler maddesel dünyanın dışında kalan şeyleri konu edinir. Bilim insnları, hiç bir zaman özel bir takım öğretilere güvenmemeli, kendi düşünme yöntemlerini özel bir felsefeyle sınırlandırmamalıdır. Bilimci, bilgilerin dayandığı temellerin yeni yeni tecrübelerle daima değişebileceğini her zaman hesaplamalı ve değişime hazır olmalıdır. Edinilen veya kabul edilen ideoloji’leri bir kenara bırakmalı ve bilimi onların üzerinde görmelidir. Dolayısıyla bir bilim insanı ideoloji’leri bir kenara koyup idea (düşünce)’leri ele almalıdır.
Bilim gerçekte laik ve apolitik bir etkinliktir. Bilim, maddi evreni anlamak için oluşturulmuştur. Ancak, bilimin laik olması, mutlaka Tanrı’nın varlığını reddettiği anlamına gelmez. Bu sadece, bilimsel gerçeklerin geçerliliğinin, her ne şekilde olursa olsun, herhangi bir ruhani otoriteye bağlı olmadığı anlamına gelir. Bilim için gözlem, deney ve mantık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyen tek hakemdir. Buna rağmen bir bilim insanı herhangi bir dine inanabilir ve dini gereklerini sonuna kadar yerine getirebilir. Hem Galileo hem de Newton dindar Hıristiyanlardı. Daha yakın zamanda ise, elektromanyetik ve zayıf kuvveti birleştirmeleri nedeni ile Müslüman fizikçi Abdüsselam’a, dini inancı olmayan Steven Weinberg’e ve Sheldon Glashow’a Nobel ödülü verildi (1979). Oysa, her ikisinin arasında çok derin inançsal uçurum vardı. Biri evereni yaratan bir Tanrı’ya inanırken, diğerinin hiçte böyle bir inancı yoktu. Buna karşın, tamı tamına aynı fizik kuramına, aynı zamanda ulaştılar. Bundan farklı bir örnek te, derin dini inancı olan sinir bilimin babası sayılabilecek John Carew Eccles ve ateist bir felsefeci olan Karl Popper’in tartışmaları çok seviyeli ve yeni ufuklar getirici olmuştur. Buna karşın, her ikisinin de ortak yönü evrime inanmalarıydı. Aslında, bilimin ve dinin gerçek anlamına ulaşmış insanlar için bunda garip olan hiç bir şey yoktur, çünkü bilim tek doğru yoldur. Bilim insanları bir kuramı sevip sevmediklerine göre değil, kuramın deneye uygun olarak ön görülerde bulunup bulunmadığına bakarlar. Bir kuramın, dinsel ve ideolojik olarak hoşa gidip gitmemesi veya kolay anlaşılıp anlaşılmaması, hatta sağduyu bakımından çok makul olmaması sorun oluşturmaz.
Bilimin Eğemenliği Ele Geçirmesi Din ve bilim, bilimin olgunluğunu ele geçirdiği son 150 yılda belirgin olarak çatışmaya girmişlerdir. Eski Yunanistan’da din, bilim ile bugünkü anlamda bir mücadele içinde değildi. Ortaçağ Avrupa’sında ise din bilim mücadelesi, dinin baskı altına aldığı bir bilim şeklindeydi. Hıristiyanlığın, bütün beşeri hayata hakim olma sevdasının olduğu bu dönemde bilimin verilerinin ve felsefi düşüncenin ürünleri bir şekilde, dinle uyum içinde yorumlanması gerekmekteydi. Bu yapılmazsa, dinin baskısı altında ezilen bir bilim şekli ortaya çıkmaktaydı. Bilim ve dinin kendi alanları ne kadar geniş olursa olsun, yetki ve hareketlerini bu alanlarla sınırlama eğiliminde değildiler. Son 150 yıldır kontrolü mele geçiren bilim, bütün gerçekler dünyasının kendi inceleme alanında olduğunu öne sürerek dine açıkça savaş ilan etti. Sonuçta kavga kaçınılmaz oldu.
Din duygusu insanoğlunda bizzat dış dünyanın algılanması ile oluşmuştur. İnsan suda, aynada ve rüyada kendi hayalini görür. Başka insanları da rüyasında görür. Gördüğü bu “eşler” aslına benzemesine karşın, aslı ile aynı değildir. İlk yapılan şey bunları ayrı varlıklar olarak değerlendirmektir. Ancak rüya bitince “eş” ne oluyor? Muhtemelen daha sonraki rüyalarda da benzer görüntüleri gördüğünden, demek ki “eş”ler yok olmuyor düşüncesi doğar. O zaman “ben ölünce” eş ne olacak düşüncesi de bir ölümsüzlük fikrini geliştirir. Ve buradan da bedenden ayrı var olan, farklı bir bilinç durumu olan rüyalarda gözükebilen “ruh” kavramı ortaya çıkar. Bu bakış, sonra da dinin söylemi olarak ruh-beden ikiliği olarak karşımıza çıkar.
Bilimin, insan=ruh+beden konusunda söyledikleri ya da söyleyebildikleri aslında çok fazla değildir. Bilim insanları, konunun kendi alanları içinde olmadığını söyleyerek ilgi göstermezler. Çünkü tek kabulu vardır: monizm (bircilik). Yani, beden madedir ve maddeden başka bir şey yoktur. Bilim insanlarının ilgisinin uzağında kalan bu alan, ilahiyatçıların ve metafizikçilerin elinde kalmak zorunda kalır. Onlarda boş buldukları bu alanda akıllarına geleni ve kendi kişisel bilgilerini, herhangi bir yönteme sokmadan söylerler. Zaten, konu bilimin yöntemi içinde değildir.
Bugün, ülkemizdeki bazı bilim insaları ve evrim teorisinden haberdar kişiler bir ikilem arasında kalmaktadırlar: “Dine inanıyorsan evrim teorisine inanmayacaksın, evrim teorisine inanıyorsan Tanrı’ya inanmayacaksın.” Dini inancı olan kişilerin kafalarına sürekli olarak, evrim terosinin dine inanan kişinin kabul edebileceği bir şey olmadığı pompalanmakta ve ikilemde kalan bazı kişler, insan üretisi olan bilimi (ve evrim teorisini) tercih etmekten ziyade, Tanrı üretisi olan dini kabul etmek uğruna bilimden vazgeçmekte ve ona güvenlerini kaybetmektedirler.
Bugün, ülkemizdeki bazı bilim insaları ve evrim teorisinden haberdar kişiler bir ikilem arasında kalmaktadırlar: “Dine inanıyorsan evrim teorisine inanmayacaksın, evrim teorisine inanıyorsan Tanrı’ya inanmayacaksın.” Dini inancı olan kişilerin kafalarına sürekli olarak, evrim terosinin dine inanan kişinin kabul edebileceği bir şey olmadığı pompalanmakta ve ikilemde kalan bazı kişler, insan üretisi olan bilimi (ve evrim teorisini) tercih etmekten ziyade, Tanrı üretisi olan dini kabul etmek uğruna bilimden vazgeçmekte ve ona güvenlerini kaybetmektedirler. Bu durumda kimseyi suçlamamak lazım. Kendinizi o insanların yerine koyun: bir elinize Tanrı’yı diğer elinize bilimi varselerdi, siz hangisini seçerdiniz?
* İbn-i Haldun (1332-1406), Mukaddime, Önsöz kısmı
Dönüşümler yoluyla hayvan dünyası çok genişlemiş, sayıları çoğalmış ve oluşum basamağında insana dek varmıştır. Düşünce ve kavrayış sahibi insana kadar ulaşmıştır. ‘Düşünen insan’ aşamasına yükselme ‘duyu ve kavrama’ güçlerinin birlikte bulunduğu zamandır. ...Bu aşamadaki hayvan, kendisinden sonra daha üst aşamada bulunan düşünen insanın ilkel biçimidir. Görebildiğimiz varlıklar içindeki gelişim ve oluşumların en son ulaştığı aşama budur.”
Charles Darwin, Doğal Ayıklama Yoluyla Türlerin Kökeni’ni 1859’da yazdı.
Bilim ve Din Nedir?
Genel olarka kabul edilen bilimin, dinsel ve politik görüşlerle karıştırılmamasıdır. Politik görüşler bizi çevreleyen dünyanın maddesel geröekliğine yöneltmişken, dinsel görüşler maddesel dünyanın dışında kalan şeyleri konu edinir. Bilim insnları, hiç bir zaman özel bir takım öğretilere güvenmemeli, kendi düşünme yöntemlerini özel bir felsefeyle sınırlandırmamalıdır. Bilimci, bilgilerin dayandığı temellerin yeni yeni tecrübelerle daima değişebileceğini her zaman hesaplamalı ve değişime hazır olmalıdır. Edinilen veya kabul edilen ideoloji’leri bir kenara bırakmalı ve bilimi onların üzerinde görmelidir. Dolayısıyla bir bilim insanı ideoloji’leri bir kenara koyup idea (düşünce)’leri ele almalıdır.
Bilim gerçekte laik ve apolitik bir etkinliktir. Bilim, maddi evreni anlamak için oluşturulmuştur. Ancak, bilimin laik olması, mutlaka Tanrı’nın varlığını reddettiği anlamına gelmez. Bu sadece, bilimsel gerçeklerin geçerliliğinin, her ne şekilde olursa olsun, herhangi bir ruhani otoriteye bağlı olmadığı anlamına gelir. Bilim için gözlem, deney ve mantık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyen tek hakemdir. Buna rağmen bir bilim insanı herhangi bir dine inanabilir ve dini gereklerini sonuna kadar yerine getirebilir. Hem Galileo hem de Newton dindar Hıristiyanlardı. Daha yakın zamanda ise, elektromanyetik ve zayıf kuvveti birleştirmeleri nedeni ile Müslüman fizikçi Abdüsselam’a, dini inancı olmayan Steven Weinberg’e ve Sheldon Glashow’a Nobel ödülü verildi (1979). Oysa, her ikisinin arasında çok derin inançsal uçurum vardı. Biri evereni yaratan bir Tanrı’ya inanırken, diğerinin hiçte böyle bir inancı yoktu. Buna karşın, tamı tamına aynı fizik kuramına, aynı zamanda ulaştılar. Bundan farklı bir örnek te, derin dini inancı olan sinir bilimin babası sayılabilecek John Carew Eccles ve ateist bir felsefeci olan Karl Popper’in tartışmaları çok seviyeli ve yeni ufuklar getirici olmuştur. Buna karşın, her ikisinin de ortak yönü evrime inanmalarıydı. Aslında, bilimin ve dinin gerçek anlamına ulaşmış insanlar için bunda garip olan hiç bir şey yoktur, çünkü bilim tek doğru yoldur. Bilim insanları bir kuramı sevip sevmediklerine göre değil, kuramın deneye uygun olarak ön görülerde bulunup bulunmadığına bakarlar. Bir kuramın, dinsel ve ideolojik olarak hoşa gidip gitmemesi veya kolay anlaşılıp anlaşılmaması, hatta sağduyu bakımından çok makul olmaması sorun oluşturmaz.
Bilimin Eğemenliği Ele Geçirmesi Din ve bilim, bilimin olgunluğunu ele geçirdiği son 150 yılda belirgin olarak çatışmaya girmişlerdir. Eski Yunanistan’da din, bilim ile bugünkü anlamda bir mücadele içinde değildi. Ortaçağ Avrupa’sında ise din bilim mücadelesi, dinin baskı altına aldığı bir bilim şeklindeydi. Hıristiyanlığın, bütün beşeri hayata hakim olma sevdasının olduğu bu dönemde bilimin verilerinin ve felsefi düşüncenin ürünleri bir şekilde, dinle uyum içinde yorumlanması gerekmekteydi. Bu yapılmazsa, dinin baskısı altında ezilen bir bilim şekli ortaya çıkmaktaydı. Bilim ve dinin kendi alanları ne kadar geniş olursa olsun, yetki ve hareketlerini bu alanlarla sınırlama eğiliminde değildiler. Son 150 yıldır kontrolü mele geçiren bilim, bütün gerçekler dünyasının kendi inceleme alanında olduğunu öne sürerek dine açıkça savaş ilan etti. Sonuçta kavga kaçınılmaz oldu.
Din duygusu insanoğlunda bizzat dış dünyanın algılanması ile oluşmuştur. İnsan suda, aynada ve rüyada kendi hayalini görür. Başka insanları da rüyasında görür. Gördüğü bu “eşler” aslına benzemesine karşın, aslı ile aynı değildir. İlk yapılan şey bunları ayrı varlıklar olarak değerlendirmektir. Ancak rüya bitince “eş” ne oluyor? Muhtemelen daha sonraki rüyalarda da benzer görüntüleri gördüğünden, demek ki “eş”ler yok olmuyor düşüncesi doğar. O zaman “ben ölünce” eş ne olacak düşüncesi de bir ölümsüzlük fikrini geliştirir. Ve buradan da bedenden ayrı var olan, farklı bir bilinç durumu olan rüyalarda gözükebilen “ruh” kavramı ortaya çıkar. Bu bakış, sonra da dinin söylemi olarak ruh-beden ikiliği olarak karşımıza çıkar.
Bilimin, insan=ruh+beden konusunda söyledikleri ya da söyleyebildikleri aslında çok fazla değildir. Bilim insanları, konunun kendi alanları içinde olmadığını söyleyerek ilgi göstermezler. Çünkü tek kabulu vardır: monizm (bircilik). Yani, beden madedir ve maddeden başka bir şey yoktur. Bilim insanlarının ilgisinin uzağında kalan bu alan, ilahiyatçıların ve metafizikçilerin elinde kalmak zorunda kalır. Onlarda boş buldukları bu alanda akıllarına geleni ve kendi kişisel bilgilerini, herhangi bir yönteme sokmadan söylerler. Zaten, konu bilimin yöntemi içinde değildir.