Evrendeki Güçler Arasındaki Olağanüstü

zegamemati

Kayıtlı Üye
Uzayda sayıp bitiremeyeceğimiz kadar çok sayıda yıldızlar, gezegenler, dev galaksiler, milyarlarca güneş sistemi, göktaşları, karadelikler, süpernovalar ve evrenin sonsuzluğunda yer alan adı konulmamış daha nice ayrıntı bulunduğunu hemen herkes bilir. Peki evrenin yoktan var edildiği Big Bang (Büyük Patlama)'in ardından evrene dağılan ve yaşadığımız evrenin yapısını belirleyen tüm bu maddeler bütününü temelde dört kuvvetin dengelediğini biliyor muydunuz? Yüce Rabbimiz, bu kuvvetlerin değerlerini evrenin şimdiki biçimiyle var olabilmesi ve yaşama imkan sağlayabilmesi için belli bir ölçüyle yaratmış ve kendi aralarında çok hassas oranlar ve dengeler var etmiştir.

Evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar, modern fizik tarafından dört temel kuvvet olarak adlandırılan; "yerçekimi kuvveti", "elektromanyetik kuvvet", "güçlü nükleer kuvvet" ve "zayıf nükleer kuvvet"in birbiri ile etkileşimi ve dengesi sayesinde gerçekleşir. Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler atomun yapısını belirler. Yerçekimi ve elektromanyetik kuvvet ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm cisimler arasındaki dengeyi belirler. Bu dört temel kuvvet Big Bang'in sonrasında ortaya çıkmış ve evrene dağılan madde, bu dört temel kuvvete göre belirlenmiştir.

Ancak bu kuvvetler incelendiğinde ortaya çıkan tablo oldukça dikkat çekicidir. Çünkü bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere sahiptir. Bu kuvvetlerin birbirlerine olan oranları, ortak bir birim kullanılarak şöyle ifade edilebilir:

Güçlü nükleer kuvvet: 15
Zayıf nükleer kuvvet: 7.03 x 10-3
Yerçekimi kuvveti: 5.90 x 10-39
Elektromanyetik kuvvet: 3.05 x 10-12

Dikkat edilirse, üstteki sayılar arasında çok büyük farklar vardır. Örneğin güçlü nükleer kuvvetin değeri, yerçekimi kuvvetinin değerinden yaklaşık "milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyar" kadar daha büyüktür. Peki acaba neden bu kadar farklı bir güç dağılımı bulunmaktadır?

Ünlü Fizik Profesörü Paul Davies, evrendeki güç dağılımının ve hassas dengelerin amacını ve insan yaşamına en uygun biçimde belirlenmiş olduğunu şöyle belirtir:

Eğer doğada biraz daha farklı sayısal değerler seçilmiş olsaydı, evren çok daha farklı bir yer olacaktı. Ve büyük olasılıkla onu görmek için biz burada olamayacaktık... Ve insan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki son bulgular, genişlemekte olan evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır. (Paul Davies. The Accidental Universe, Cambridge: Cambirdge University Press, 1982, Önsöz)

Yerçekimi Kuvvetindeki Hassas Ölçü

Rabbimiz'in üstün yaratışının delili olan kainattaki muazzam düzene vesile olarak yaratılan kuvvetlerin en önemlilerinden biri "kütle çekimi" veya diğer adıyla "yerçekimi" (gravitasyon) kuvvetidir. Newton, bu gücün yalnızca elmaları ağaçtan düşürmeye değil, aynı zamanda gezegenleri de yörüngelerinde tutmaya yarayan bir güç olduğunu belirtmiştir. Einstein ise, yerçekiminin dev yıldızları nasıl içlerine çökertip kara deliklere dönüştürdüğünden bahsetmiştir. Yerçekimi kuvveti, evrenin en kritik kuvvetlerinden biridir. Evrenin genişlemesini kontrol altında tutan kuvvet de yine yerçekimi kuvvetidir.

Yerçekimi kuvveti sayısal olarak, sabit bir değere sahiptir. Eğer yerçekimi sabiti şimdikinden biraz daha fazla olsaydı, yıldızların oluşumu daha kısa sürede gerçekleşecek ve uzaydaki en küçük yıldızın dahi kütlesi Güneş'in en az 1.4 katı büyüklüğünde olacaktı. Bu tür büyük yıldızlar o derece hızlı ve kararsız biçimde yanarlar ki etraflarındaki gezegenlerde canlı yaşamına elverişli şartların meydana gelmesi imkansızdır. Bu nedenle yaşam için ancak Güneş'in küçüklüğünde yıldızlara ihtiyaç vardır. Ayrıca yerçekimi sabiti şimdikinden biraz daha büyük olsaydı, evrendeki büyük yıldızların hepsi birer kara deliğe dönüşmüş olacaktı. Bunun yanı sıra en küçük gezegenlerdeki yerçekimi dahi o kadar güçlü olacaktı ki, böceklerden daha büyük hiçbir şey ayakta kalmayı başaramayacaktı.

Diğer yandan, eğer yerçekimi sabiti biraz daha küçük olsaydı, o zaman da uzaydaki bütün yıldızlar en fazla Güneş'in %80'i büyüklüğünde bir kütleye sahip olacaklardı. Bu küçüklükteki yıldızlar her ne kadar etraflarındaki gezegenlerde canlı yaşamını elverişli kılacak ölçüde uzun ve kararlı biçimde yansalar da, bu sefer gezegenleri ve canlılığı oluşturacak ağır elementler evrende asla oluşamayacaklardı. Çünkü demir ve daha ağır elementler ancak devasa yıldızların çekirdeklerinde üretilebilir ve ancak bu tür ağır yıldızlar ağır elementleri uzaya yayabilirler. Bu tür elementler ise gezegenlerin ve hayat formlarının oluşması için zorunludurlar.

Elektromanyetik Kuvvet

Canlı cansız tüm varlıklar atom adı verilen ve gözle göremeyeceğimiz kadar küçük temel parçacıklardan meydana gelir. Atom, çekirdeğinde proton adı verilen parçacıklar ve çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde dönen elektronlardan oluşur. Atomun çekirdeğinde bulunan protonlar pozitif, etrafında dönen elektronlar ise negatif elektrik yüküne sahiptir. Proton ve elektronun sahip oldukları bu zıt elektrik yükü aralarında bir çekim oluşmasını sağlar ve bu çekim, elektronları atom çekirdeğinin çevresindeki yörüngelerinde tutar. İşte zıt elektrik yüklü proton ve elektronları birbirine bağlayan bu kuvvete "elektromanyetik" kuvvet adı verilir.

Atom çekirdeği etrafındaki elektron yörüngelerinin özellikleri, atomların kendi aralarında birleşerek ne tür moleküller oluşturabileceklerini belirler. Etrafınızda gördüğünüz herşey bu atomların birleşerek oluşturduğu moleküllerden meydana gelmiştir. Oturduğunuz sandalyeden elinizde tuttuğunuz dergiye, arabanızın c******* üzerinize giydiğiniz giysilere kadar herşey gibi kendi vücudunuz da moleküllerden oluşmaktadır.

Evrendeki dört temel kuvvetten biri olan elektromanyetik kuvvetin değeri biraz daha küçük olsaydı, çok az elektron çekirdeğin etrafındaki yörüngelerde tutunabilirdi. Biraz daha büyük olsaydı, o zaman da hiçbir atom diğerleriyle birleşmek üzere yörüngesini paylaşamazdı. Her iki durumda da canlılığı mümkün kılan moleküller oluşamazlardı.

Atom Çekirdeğini Bir Arada Tutan Güçlü Nükleer Kuvvet

Güçlü nükleer kuvvet atomun çekirdeğindeki protonları ve nötronları bir arada tutan kuvvettir. Daha önce de belirtildiği gibi, protonlar artı elektrik yüklü parçacıklardır. Elektromanyetik kanununa göre zıt elektrik yüklü parçacıklar birbirlerini çeker, aynı elektrik yüküne sahip parçacıklar ise birbirlerini iterler. Bir başka ifadeyle, elektron ve protonlar birbirlerini çeker; protonlar diğer protonları, elektronlar da diğer elektronları iterler.

Pek çok atom türünün çekirdeğinde onlarca proton birbirine yapışık bir şekilde bulunur. Doğal olarak bu protonların bir araya gelir gelmez büyük bir enerjiyle birbirlerini itmeleri ve her birinin uzaklaşarak uzay boşluğuna dağılmaları gerekirdi. Ancak böyle olmaz ve atomun çekirdeğindeki protonlar büyük bir kararlılıkla birbirlerine bitişik bir biçimde dururlar. Çünkü onları birbirine adeta yapıştıran ve elektromanyetik itme kuvvetinden çok daha güçlü olan bir kuvvet vardır: "Güçlü nükleer kuvvet".

Güçlü nükleer kuvvet, -Allah'ın vesile kılması ile- evrendeki düzeni sağlayan en güçlü kuvvettir. Bu muazzam güç atom bombalarında ve hidrojen bombalarında kullanılır. Bu enerji kaynağı, Güneş'in 4.5 milyar yıldan bugüne dek tükettiği yakıtı ve bundan sonra da tüketebileceği hesaplanan 5 milyar yıllık yakıtı sağlamaktadır. Bu muhteşem kuvvetin sayısal değeri evrenin en kilit sayılarından biridir. Güçlü nükleer kuvvetin sabit değerindeki yüzde birkaçlık azalma ya da artmayla yaşamın en temel elementi olan karbon var olamazdı. Biraz daha ciddi bir oynama ise tüm fizik kanunlarının değişmesine ve evrendeki denge ve düzenin alt üst olmasına neden olurdu.

Atom çekirdeğini bir arada tutan bu "güçlü nükleer kuvvet"le diğer bir evrensel kuvvet olan "elektromanyetik kuvvet" arasındaki oran da, Rabbimiz'in üstün yaratışının delillerinden biri olarak son derece hassas değerlerde düzenlenmiştir.

Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, yukarıda belirttiğimiz gibi atom çekirdeğini oluşturacak protonlar bir arada tutunamaz ve elektromanyetik güç nedeniyle birbirlerini iterek uzaya dağılırlardı. O zaman da birden fazla proton içeren başka hiçbir atom oluşamazdı. Dolayısıyla, evrendeki yegane element tek protonlu "hidrojen" olurdu.

Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık daha güçlü olsaydı, bu sefer de evrende tek protonlu atomlar yani "hidrojen" atomları hiçbir zaman oluşamayacaktı. Bunun nedeni, nükleer kuvvet elektromanyetik kuvvete çok daha baskın geleceğinden evrendeki tüm protonlar birbirleriyle birleşme eğilimine girecek ve biraz önce belirtildiği gibi tek protonlu hidrojen atomları var olamayacaktı. Bu durumda yıldızlar ve galaksiler, eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı. Ayrıca hidrojen elementinin olmadığı bir dünyada suyun varlığından da söz edilemeyeceği, bu oranın ne denli önemli olduğunu belirten başka bir husustur; çünkü bilindiği üzere su, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelen bir moleküldür.

Tüm bu gerçekler göstermektedir ki; eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlerde olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom var olmayacaktı. Bunun sonucunda elbette hayat diye birşey de olmayacaktı.

Zayif Nükleer Kuvvet

Evrendeki bir diğer temel kuvvet olan "zayıf nükleer kuvvet" de çok özel hesaplanmış bir değere sahiptir. Zayıf nükleer kuvvet, bazı atom altı parçacıklar tarafından taşınan ve bir tür radyoaktif parçalanmaya sebep olan bir kuvvettir.

Zayıf nükleer kuvvetin sebep olduğu radyoaktif parçalanmaya bir örnek olarak nötronların, bir proton, bir elektron ve bir anti-nötrino açığa çıkararak parçalanması verilebilir.

Atom çekirdeğindeki temel parçacıklardan biri olan "nötron" aslında bu sayılan diğer üç parçacığın bir araya gelmesiyle oluşur. Zayıf nükleer kuvvet ise, az önce de belirtildiği gibi, nötronların bu bileşenlerine ayrılarak parçalanmasına neden olur. Fakat zayıf nükleer kuvvetin büyüklüğü bu olayı çok hassas bir dengede tutacak biçimde ayarlanmıştır.

Eğer zayıf nükleer kuvvetin değeri biraz daha büyük olsaydı, nötronlar daha kolay parçalanacak ve bu nedenle evrende nadiren bulunacaklardı. Bu durumda da evrenin yaratıldığı Big Bang (Büyük Patlama)'den bu yana çekirdeğinde 2 nötron bulunduran çok az helyum elementi oluşabilecek ya da hiç oluşamayacaktı.

Helyum hidrojenden sonra en hafif ikinci elementtir. Gerekli helyum var olmadan yaşam için zorunlu olan ağır elementler meydana gelemezlerdi. Çünkü "karbon", "oksijen", "demir" gibi ağır elementler, helyum çekirdeklerinin dev yıldızların merkezinde birbirleriyle birleşmeleri sonucunda oluşurlar. Başka bir deyişle, helyum bir anlamda diğer elementlerin temel yapı taşıdır. Dolayısıyla, helyumun olmaması demek, yaşam için zorunlu olan diğer daha ağır elementlerin de oluşamaması demektir.

Öte yandan, eğer zayıf nükleer kuvvetin değeri biraz daha küçük olsaydı, evrenin oluşumu sırasındaki Büyük Patlama'da hidrojenin çoğu hatta tümü helyuma çevrilecek ve sonuçta yıldızlar tarafından üretilen ağır elementlerin sayısında anormal bir artış olacaktı. Bu durum da hayatın varlığını imkansız kılacak bir başka faktördür.

Evren Yaşam İçin Özel Yaratılmıştır

Bütün bu kuvvetlerin arasındaki hassas değerlerden de anlaşıldığı gibi, evrendeki kuvvetlerin hem kendi oranları hem de birbirleriyle oluşturdukları dengeler, tesadüfle açıklanması asla mümkün olmayacak derecede olağanüstüdür. Evrende görülen bu dengelere ilişkin sayısal değerlerde %1'lik veya 2'lik bile bir oynama olmaması bu olağanüstü durumu gözler önüne sermektedir. Üstelik bu dengelerin evren ilk oluştuğu andan itibaren hiç değişmeden varlığını sürdürmesi, hep aynı hassas ayarları koruması, asla bir aksaklık yaşanmaması da dikkat edilmesi gereken başka bir noktadır.

Big Bang'in büyük bir delili olan kozmik fon radyasyonunu ilk kez Robert Wilson ile birlikte gözlemleyen ve bu nedenle 1965'te Nobel ödülü kazanan Arno Penzias, evrendeki bu olağanüstü tasarım karşısında şu yorumu yapmaktadır:

Astronomi bizleri çok olağanüstü bir olaya götürmektedir: Hiç yoktan yaratılmış bir evren. Hayatın oluşmasına izin verecek gerekli şartları tam olarak sağlayacak hassas bir denge ile kurulmuş, bu amaca yönelik bir plana sahip olan bir evren. (Hugh Ross, The Creator and the Cosmos, s. 122-23 Hugh Ross, The Creator and the Cosmos, s. 122-23)

Ünlü bilim adamının da açıkça ifade ettiği gibi, tüm bunlar evrenin "hassasiyetle düzenlenmiş" ve "hassas bir denge ile kurulmuş" olduğunun kesin birer göstergesidir. Bu kusursuz denge sonsuz ilim ve kudret sahibi Yüce Allah'ın yaratışının delillerinden yalnızca biridir. Rabbimiz'in yaratışındaki bu üstünlük bir Kuran ayetinde şöyle bildirilmiştir:

Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, aya ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir. (Araf Suresi, 54)
 
Doğadaki Tasarım

Doğadaki canlılar, son derece kompleks vücut sistemlerine sahiptir. Bir kuşun tüylerini, bir yarasanın sonar sistemini ya da bir sineğin kanat yapısını incelediğimizde, karşımıza olağanüstü derecede detaylı tasarımlar çıkar. Ve bu tasarımlar, bizlere açık bir gerçeği gösterir: Tüm canlıları Allah yaratmıştır.

Bir tasarımcı, aklındaki modelleri boş bir kağıda çizerek tasarlar. Tasarımcının o ana kadar gördüğü her şey, tasarımını şekillendireceği örnekleri oluşturur. Çünkü doğadaki her form, her şekil bir tasarımdır. Hiçbir tasarımcı daha önce hiç görmediği, hiçbir şekilde bilgi sahibi olmadığı bir şeyi tasarlayamaz.

İsterseniz öncelikle bir tasarımcının yeni bir tasarım meydana getirirken izlediği yolu aşama aşama inceleyelim: Tasarımcı öncelikle, tasarlayacağı materyalin kullanım amacını, işlevini belirler. Daha sonra tasarımın kullanıcısını ve onun ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak, tasarımın sınırlarını tespit eder.

Dünyadaki meslek grupları arasında belki de en sakin ve rahat şartlarda çalışanlar endüstri ürünleri tasarımcılarıdır. Bunun nedeni iyi bir tasarımın, çok çalışıp gayret göstermenin yanında, o an insan aklına iyi bir fikir veya detayın gelmesi ile alakalı oluşudur. Bu aşamada tasarımcının elinin altında bulunan, boş bir kağıt ve kalemden başka bir şey değildir. Bu arada tasarlayacağı materyalle ilgili olarak daha önce dizayn edilmiş örnekleri de araştırdığını ve incelediğini unutmamak gerekir.

Aylarca süren eskiz çizimlerinde tasarımcı belki de yüzlerce dizayn çizer. Daha sonra bunlar incelenir ve içlerinden işlev/estetik oranı en elverişli ve üretime en uygun olan bir veya daha fazla çalışma seçilir. Bundan sonra üretim sürecinde çıkması muhtemel detaylar üzerinde çalışılır.

Önce tasarımın ufak ölçekli bir modeli yapılır. Böylece çizimler ilk defa üç boyuta çıkmış olur. Daha sonra tasarımın bitmiş şeklinin görülebilmesi amacıyla birebir boyutlardaki bir modeli de yapılabilir. Bütün bu işlemler zannedildiği kadar kısa sürmez, bilakis senelerce vakit alabilir. Daha sonra, oluşturulan heykel model üzerinde bazı deney ve testler yapılır. Kullanıcıya olan uygunluğu araştırılır.

Piyasaya yeni çıkan bir tasarım, ilk başta doğal olarak görünüşü ile ilgi çeker. Müşterilerinin beğenisini kazanır. Genelde bir malın satışındaki ilk faktör şekil, renk gibi öğeleri içeren dış görünüşüdür, daha sonraki faktör ise fonksiyonudur.

Görüldüğü gibi bir ürünün tasarımı için, ilk adımdan üretim aşamasına kadar oldukça zahmetli bir süreç gerekir. Oysa tüm tasarımların gerçekte tek bir sahibi vardır ve O'nun için yaptığı işlerde hiçbir zahmet yoktur. Allah tüm canlıları kusursuzca ve tek bir "ol" emriyle yaratmaktadır. Bir ayette bu gerçek şöyle bildirilir:

"Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ol der, o da hemen oluverir." (Bakara Suresi, 117)

Örneksiz yaratma ve yoktan var etme gücü yalnız Allah'a mahsustur. İnsan ise sadece olanları kopya eder. İşin daha derinine inilecek olursa, tasarımı yapan insanın zaten en güzel surette tasarlandığı gerçeği ile karşılaşırız. Allah canlıları ve insanı yoktan var etmiş ve insana da bir tasarlama yeteneği vermiştir.

Sadece insan becerisiyle yapıldığını sandığımız birçok şeyin tasarımı ise, gerçekte doğada mevcuttur. Büyük bir bilgi birikimi ve insanların yıllar süren araştırmaları sonucu ortaya çıkan yapılar veya teknolojik ürünler, doğada zaten milyonlarca yıldır durmaktadır. Bunun farkında olan tasarımcılar, mimarlar ve bilim adamları canlıların yaratılış özelliklerini kendilerine örnek alarak, yeni modeller üretme yoluna gitmişlerdir.

Yarasa Sonarı Teknolojinin İlerisinde

Araştırmacılar yarasa sonarının sınırlarını keşfettiler. Yarasanın sahip olduğu sonar sisteminin, insan yapımı sonar teknolojisinden kat kat üstün olduğu ortaya çıktı.

Yarasa, saniyenin 2 milyonda biri gibi çok kısa aralıklarla, 0.3 milimetre çözünürlükte, insan kulağıyla duyulmayan sesler gönderiyor. Sonra bunları özel sistemi ile toplayarak cisimlerin yerini belirliyor ve bulunduğu yerin haritasını çıkarıyor.

Bilim adamları teknolojik sınırları aşmış olan bu özellikleriyle, yarasa sonarının şu anda gemilerde kullanılan sonar teknolojisinden kat kat ileri olduğunu ifade ediyorlar.

Bilindiği gibi sonar sistemi, denizaltıları tespit için vazgeçilmez bir yöntemdir. Bu yüzden ABD Savunma Bakanlığı, yarasa sonarındaki çalışma prensiplerini kendi sonarlarında uygulamak için harekete geçti. Ünlü Amerikan bilim dergisi Science'ın verdiği habere göre, Bakanlık bu proje için özel bir ödenek tahsis etti.

Bilimsel araştırmalar, yarasalardaki yaratılış mucizelerinin yeni örneklerini ortaya çıkarıyor. Araştırmacılar ise, yarasa sonarı ile aynı derecede bir teknolojiye ulaşmalarının imkansız olduğunu itiraf ediyorlar.

Her haliyle çok üstün bir yaratılışın delili olan yarasa sonarı, şu anki teknolojiyle taklit edilmesi imkansız gibi görünen bir sisteme sahip.

Kaslarımızdaki Tasarım Köprülerde Kullanılıyor

Kaslarımızdaki tendonlar çok özel bir yöntemle inşa edilmiştir. Bu tasarım sayesinde son derece hafif, esnek ama oldukça güçlü bir yapıya sahiptirler.

ABD Rutgers Üniversitesi'nden doğa bilimci Janine Benyus, tendon için "her seviyesinde inanılmaz eksiksiz bir yapı", "Kolunuzdaki tendon, asma bir köprüyü taşıyan halatlarda olduğu gibi, birbirine dolanmış kablo demetlerinden oluşuyor. Her bir kablo demeti, kendi içinde daha ince kabloların birbirine dolanmasından oluşuyor. Bu daha ince kablolar da, birbirine dolanmış molekül demetlerinden oluşuyor ki, atomlar sarmal bir yapı halinde durmaktalar. Her defasında matematiksel bir güzellik açığa çıkıyor. "
Günümüz asma köprülerinde kullanılan çelik halat teknolojisi, insan vücudundaki kasları ve kemikleri birbirlerine bağlayan tendonlardan alınmıştır. Bu tasarım canlıları üstün bir bilgi ile Allah'ın yarattığının kesin bir kanıtıdır.

Uçak Teknolojisinin Hedefi: Baykuşun Sessiz Uçuşu

Baykuşların gecenin sessizliğinde avlarına fark edilmeden nasıl yaklaşabildikleri anlaşıldı. Amerikan Hava Kuvvetleri'nin Hayalet Uçak Projesi için yapmakta olduğu araştırmalar, baykuşlardaki benzersiz kanat tasarımını ortaya çıkardı.

Diğer kuş türlerinin kanatlarındaki tüy yapısı keskin kenarlıdır. Baykuş tüyleri ise bunun tam tersine ince ama keskin olmayan bir tasarıma sahiptir. Bu özel tasarım, gece avlanan bu hayvana mükemmel bir sessizlik sağlıyor.

NASA Langley Araştırma Merkezi'ndeki bilim adamlarının yaptıkları açıklamalara göre, baykuşun yumuşak kenarlı tüylere sahip kanatları, hava türbülansını yani gürültüyü engelliyor. Askeri tasarımcılar, baykuş kanatlarını taklit ederek, hayalet uçakları gökyüzünde daha gizli uçurabilmenin yollarını arıyorlar.

Baykuşun sahip olduğu bu mükemmel kanat yapısını ve sessiz uçuş tekniğini, onun, benzersiz yaratma özelliğine sahip olan Allah'ın yarattığını gözler önüne seriyor
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst