Derin42
Bayan Üye
Evlilikle İlgili Güzel Bilgiler
Ailevî sorunların meydana gelmesinde ve sürmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorun olan ailelerde iki taraf da, kendisini hatasız ve kusursuz görüyor. Her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünüyor.
İşte burada Nasreddin Hoca'nın ünlü bir fıkrası akla geliyor. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hocanın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır. Bunu dinleyen Hoca:
"Haklısın" der.
Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:
"Haklısın" der.
Olaya şahit olan Hocanın eşi dayanamaz ve itiraz eder:
"Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın, dedin."
Hoca, biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:
"Hanım, sen de haklısın."
Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde "yüzde yüz haklı" olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır. İşin asıl önemli yanı şudur:
Eşlerden birisinin olumlu veya olumsuz davranışı, diğerini etkiler. Bu yüzden eşinizi doğru tanımak, onun davranışlarını doğru yorumlamak zorundasınız. Eğer davranışın ardında yatan niyeti keşfedemezseniz, boşu boşuna kendinizi üzer, yanlış değerlendirmelere gidersiniz.
Bu konuda ilginç ipuçları vereceğine inandığım iki mektubu özetlemek istiyorum.
İkisi de aynı kişiye ait. İlki, ikincisinden iki ay önce yazılmış. Karamsar, ümitsiz, suçlayıcı bir mektup. aöyle diyor okuyucumuz ilk mektubunda:
Ben, bir sene dinî nikâhla evli kaldım. Sizin aileyi etkileyen psikolojik sorunlar hakkındaki görüşlerinizi öğrenince, öyle bir ferahladım ki, anlatamam. Beyimin, bahsettiğiniz gibi, hırçın, aşırı kıskanç, şüpheci bir sürü huyları oldu. Başlangıçta böyle değildi. Bir senedir beni aşağılayıp, hakir gördükçe, ben sadece ağlayabiliyordum. Zamanla uzaklaştım. Onu tanıyamıyordum. Kocam olduğu için hakkını biliyor, ne derse kabul edip, hizmet etmeye çalışıyordum.
Eşim aslında çok dindar ve iyi kalplidir. O hep şeytanın vesvesesinden bahsederdi. Bunun için bir hocaya gidip muska bile yaptırdık. Ama fayda vermedi hiçbiri. Bu, bizden de kaynaklanabilir. Bana, Seni ezmeme izin verme diyordu.
Ama nasıl izin vermeyeyim; bağırarak, hak aramak olmaz ki? O zaman pek bilinçli de değildim. Ona yardım edemedim. Eminim o da böyle istemezdi.
Sorunlar böyle devam edince boşandık. Ailesi önceden doktora götürmüş. Ama, psikiyatristlere antipatisi olduğu için devam ettiğini sanmıyorum. Bugüne kadar onu suçlayıp, nefret etmeyi, böylece aklımdan çıkarmayı çok denedim.Ama, başaramadım.
Çünkü, hâlâ çok seviyorum. Sizin psikolojik sorunlar üzerine yazdıklarınızı öğrenince onu daha çok sevmeye başladım. Demek ki, sıkıntılarımız hastalıktan dolayı imiş. İnşaallah böyle hastalara tez zamanda şifa verir Rabbim. Bundan sonraki hanımına iyi davranması için dua ediyorum. Tabiî, gönül ister ki, düzelsin, iyileşsin de bana dönsün. Pek umudum da yok ya, Allah bilir artık.
Görüldüğü gibi, psikolojik sorunların aileyi sarstığı bir örnek var. Eşler, ne birbirlerinden vazgeçebiliyorlar, ne de mutlu olmanın yolunu bulabilmişler. Birbirlerini tanımıyorlar ve anlamıyorlar. Sonuçta, yanlış davranış içindeler. Ama bunun farkında değiller. Çünkü, doğru yaptıklarına inanıyorlar.
Aradan iki ay geçince aldığım mektupta, bakış açıları değişiyor, okuyucum eşini değil, kendisini suçluyor. İşte bir dizi olumlu gelişmenin müjdecisi olan satırlar:
Bu, size yazdığım ikinci mektup. Rabbime hamdolsun, size öyle hayırlı, sevinçli haberlerim var kiÖncelikle Ömür Boyu Aşk isimli eserinizi okudum. Gördüm ki, eşime karşı ne kadar hatalarım olmuş. Üzüldüm ve pişmanlık duydum. Sonra düşündüm, acaba başarabilir miyim, diye. Hani diyorsunuz ya, İnanırsanız, başarırsınız diye. Ben inanamıyordum ki Korkuyordum, ya eşim beni sevmiyorsa artık, diye.
Ailevî sorunların meydana gelmesinde ve sürmesinde en önemli faktörlerden birisi, eşlerin birbirlerini yanlış tanıması ve yanlış anlamasıdır. Sorun olan ailelerde iki taraf da, kendisini hatasız ve kusursuz görüyor. Her zaman en doğruyu kendisinin yaptığını, gereken fedakârlığı gösterdiğini, ancak hep haksızlığa uğradığını düşünüyor.
İşte burada Nasreddin Hoca'nın ünlü bir fıkrası akla geliyor. Bir gün aralarında anlaşmazlık bulunan iki kişi Hocanın yanına gelir. Birinci adam, olayı kendi açısından güzelce anlatır. Bunu dinleyen Hoca:
"Haklısın" der.
Sözü alan diğer adam da, kendine göre nasıl haklı olduğunu bir güzel açıklar. Hoca aynı şekilde:
"Haklısın" der.
Olaya şahit olan Hocanın eşi dayanamaz ve itiraz eder:
"Hocam nasıl olur, ikisine de haklısın, dedin."
Hoca, biraz sıkılır ve eşini tasdik etmekten başka çare bulamaz:
"Hanım, sen de haklısın."
Aslında eşler arasındaki olaylar, tıpkı bu fıkrayı andırır. Neredeyse tüm ikili ilişkilerde "yüzde yüz haklı" olan taraf yoktur. Herkes aralarında geçen olayları kendi açısından değerlendirir ve bir bakıma herkes haklıdır. İşin asıl önemli yanı şudur:
Eşlerden birisinin olumlu veya olumsuz davranışı, diğerini etkiler. Bu yüzden eşinizi doğru tanımak, onun davranışlarını doğru yorumlamak zorundasınız. Eğer davranışın ardında yatan niyeti keşfedemezseniz, boşu boşuna kendinizi üzer, yanlış değerlendirmelere gidersiniz.
Bu konuda ilginç ipuçları vereceğine inandığım iki mektubu özetlemek istiyorum.
İkisi de aynı kişiye ait. İlki, ikincisinden iki ay önce yazılmış. Karamsar, ümitsiz, suçlayıcı bir mektup. aöyle diyor okuyucumuz ilk mektubunda:
Ben, bir sene dinî nikâhla evli kaldım. Sizin aileyi etkileyen psikolojik sorunlar hakkındaki görüşlerinizi öğrenince, öyle bir ferahladım ki, anlatamam. Beyimin, bahsettiğiniz gibi, hırçın, aşırı kıskanç, şüpheci bir sürü huyları oldu. Başlangıçta böyle değildi. Bir senedir beni aşağılayıp, hakir gördükçe, ben sadece ağlayabiliyordum. Zamanla uzaklaştım. Onu tanıyamıyordum. Kocam olduğu için hakkını biliyor, ne derse kabul edip, hizmet etmeye çalışıyordum.
Eşim aslında çok dindar ve iyi kalplidir. O hep şeytanın vesvesesinden bahsederdi. Bunun için bir hocaya gidip muska bile yaptırdık. Ama fayda vermedi hiçbiri. Bu, bizden de kaynaklanabilir. Bana, Seni ezmeme izin verme diyordu.
Ama nasıl izin vermeyeyim; bağırarak, hak aramak olmaz ki? O zaman pek bilinçli de değildim. Ona yardım edemedim. Eminim o da böyle istemezdi.
Sorunlar böyle devam edince boşandık. Ailesi önceden doktora götürmüş. Ama, psikiyatristlere antipatisi olduğu için devam ettiğini sanmıyorum. Bugüne kadar onu suçlayıp, nefret etmeyi, böylece aklımdan çıkarmayı çok denedim.Ama, başaramadım.
Çünkü, hâlâ çok seviyorum. Sizin psikolojik sorunlar üzerine yazdıklarınızı öğrenince onu daha çok sevmeye başladım. Demek ki, sıkıntılarımız hastalıktan dolayı imiş. İnşaallah böyle hastalara tez zamanda şifa verir Rabbim. Bundan sonraki hanımına iyi davranması için dua ediyorum. Tabiî, gönül ister ki, düzelsin, iyileşsin de bana dönsün. Pek umudum da yok ya, Allah bilir artık.
Görüldüğü gibi, psikolojik sorunların aileyi sarstığı bir örnek var. Eşler, ne birbirlerinden vazgeçebiliyorlar, ne de mutlu olmanın yolunu bulabilmişler. Birbirlerini tanımıyorlar ve anlamıyorlar. Sonuçta, yanlış davranış içindeler. Ama bunun farkında değiller. Çünkü, doğru yaptıklarına inanıyorlar.
Aradan iki ay geçince aldığım mektupta, bakış açıları değişiyor, okuyucum eşini değil, kendisini suçluyor. İşte bir dizi olumlu gelişmenin müjdecisi olan satırlar:
Bu, size yazdığım ikinci mektup. Rabbime hamdolsun, size öyle hayırlı, sevinçli haberlerim var kiÖncelikle Ömür Boyu Aşk isimli eserinizi okudum. Gördüm ki, eşime karşı ne kadar hatalarım olmuş. Üzüldüm ve pişmanlık duydum. Sonra düşündüm, acaba başarabilir miyim, diye. Hani diyorsunuz ya, İnanırsanız, başarırsınız diye. Ben inanamıyordum ki Korkuyordum, ya eşim beni sevmiyorsa artık, diye.