Efsunkar
Bayan Üye
Yeni bir şehre girmek siyahtı
Renkleri yalanlayan bir yanla çıkagelmişti gitme hissi
Önce eşyalarında olan düzene hayret etti, sonra çalan şarkının gereksizliğini ve sonra isabetli bir karala koyduğu çayın fokurdadığını
Önce siyah vardı Beyazın genç kızlık hayallerini perdeleyen siyah, önce valizi attı yatağın üzerine. Çayını hızla karıştıran ve çay kaşığını hınçla çay tabağına atan ve dünyalık olan yaşlılara benzeyen bir yanının olduğunu kesik bir kokuyla da olsa fark etti. Fark etmek dizlerine çöken yalnızlığa benziyordu Çayı tek başına bırakıp gitmek büyük kabalık olurdu, bunu içine sindiremediğinden bardaktan içine boşanırcasına çay döküldü, zira şehirde yağmurun zerresi bile yoktu
Bir fon tutturma vaktiydi İçinden geçen gürültülü şehirleri bir kenara koymak ve ağlamadan ve başı dik ve susuz yola çıkma vaktiydi. Yola çıkmalı, çıktıkça kalmalıydı Belli söz öbekleriyle bir şiire başlamalı, suya sabuna dokunmamalıydı Anne ve teyzelerini anımsarsa ne ala Anımsamazsa bulaşıkları bırakıp yola çıkma ihtimali yüksek biri O evde kalmış bir siyah, en az şehirler kadar O, Hazan Evde kalmış şehirlerin yolcusu!
Sözün hükmünün hükümsüz kaldığı bir yer vardı içinde. Elleriyle devirdiği yaşamına baktı ve bir ahlık nefes payı bıraktı kendine. Ne çok nefes alıyordu, ne çok susuyordu Yağmurun sesini duymak için olsa gerek hava raporlarını seyrediyordu.
Valiz artık hazırdı. En altta yirmi beşinci yaş günüyle ilgili bir çizelge, üzerinde insanların adları ve yanında ki artı işaretleri vardı Sanıldığı gibi doğum gününü anımsayıp tebriklerini iletenlerin isimleri değildi bunlar Bu kocaman yoklama çizelgesinde, okulu eken ve (en kötüsü bu ya) geç kalanların isimleriydi Yanında ki artılarda hediyeleri. En büyük hediye dostundan gelmişti, en renkli kalemle atmıştı artısını
Geç kalanlarla yola çıkıyordu Gönlünden hiç ayırmadığı yârinin bir yerlerde pısıp kalmış olma ihtimali canlı tutuyordu gözlerini Yağmura olan hıncını ayaklarında olan hınç karışımı dirençte görüyordu yeryüzü Gökyüzünün burnu havadaydı, onu görmek için ne bir çabası ne yağdıracak yağmuru vardı! Hazan gözleriyle yağdırdı önce Sonra bir iki kelime döküldü dizlerinden;
- Ey gece! Tadın yok Okunmuyorsun bile
Gece, cevapsız bıraktı onu Hazanın dizlerinden dökülen kelimeler artık yüklüğünü zorlamıyordu. Günün şefkatli avuçlarında dost terennümlerindeydi Hazan artık, koskoca kadın olduğunu anımsatan aynalar aramaya başlamıştı Mevlananın ayna dediği şeyi, yüreğinde taşıyor olsaydı(aynası olsaydı taşımaz mıydı?) gerek kalır mıydı? - Kalmazdı - İyi o zaman boş konuşmayı bırakıp yola devam etmesi isabetli olurdu Hazan, sonbaharı kıskandıran bir toprak kokusunu üzerine dökerek yola çıkmış biriydi
Gözlerini devirdi yola. Sağa baktı, sayısız kenti birden yaktı! Sola baktı, şehirlerin silikliğini, isli bir hava soluyormuşçasına içine çekti Yola baktı, yola Gözlerini sattı gitmelere
Şehirler Hazana kollarını açtı
Yerlerinizi şimdiden ayırtın, sonbahar, yola çıktı!
Önce siyah vardı Beyazın genç kızlık hayallerini perdeleyen siyah, önce valizi attı yatağın üzerine. Çayını hızla karıştıran ve çay kaşığını hınçla çay tabağına atan ve dünyalık olan yaşlılara benzeyen bir yanının olduğunu kesik bir kokuyla da olsa fark etti. Fark etmek dizlerine çöken yalnızlığa benziyordu Çayı tek başına bırakıp gitmek büyük kabalık olurdu, bunu içine sindiremediğinden bardaktan içine boşanırcasına çay döküldü, zira şehirde yağmurun zerresi bile yoktu
Bir fon tutturma vaktiydi İçinden geçen gürültülü şehirleri bir kenara koymak ve ağlamadan ve başı dik ve susuz yola çıkma vaktiydi. Yola çıkmalı, çıktıkça kalmalıydı Belli söz öbekleriyle bir şiire başlamalı, suya sabuna dokunmamalıydı Anne ve teyzelerini anımsarsa ne ala Anımsamazsa bulaşıkları bırakıp yola çıkma ihtimali yüksek biri O evde kalmış bir siyah, en az şehirler kadar O, Hazan Evde kalmış şehirlerin yolcusu!
Sözün hükmünün hükümsüz kaldığı bir yer vardı içinde. Elleriyle devirdiği yaşamına baktı ve bir ahlık nefes payı bıraktı kendine. Ne çok nefes alıyordu, ne çok susuyordu Yağmurun sesini duymak için olsa gerek hava raporlarını seyrediyordu.
Valiz artık hazırdı. En altta yirmi beşinci yaş günüyle ilgili bir çizelge, üzerinde insanların adları ve yanında ki artı işaretleri vardı Sanıldığı gibi doğum gününü anımsayıp tebriklerini iletenlerin isimleri değildi bunlar Bu kocaman yoklama çizelgesinde, okulu eken ve (en kötüsü bu ya) geç kalanların isimleriydi Yanında ki artılarda hediyeleri. En büyük hediye dostundan gelmişti, en renkli kalemle atmıştı artısını
Geç kalanlarla yola çıkıyordu Gönlünden hiç ayırmadığı yârinin bir yerlerde pısıp kalmış olma ihtimali canlı tutuyordu gözlerini Yağmura olan hıncını ayaklarında olan hınç karışımı dirençte görüyordu yeryüzü Gökyüzünün burnu havadaydı, onu görmek için ne bir çabası ne yağdıracak yağmuru vardı! Hazan gözleriyle yağdırdı önce Sonra bir iki kelime döküldü dizlerinden;
- Ey gece! Tadın yok Okunmuyorsun bile
Gece, cevapsız bıraktı onu Hazanın dizlerinden dökülen kelimeler artık yüklüğünü zorlamıyordu. Günün şefkatli avuçlarında dost terennümlerindeydi Hazan artık, koskoca kadın olduğunu anımsatan aynalar aramaya başlamıştı Mevlananın ayna dediği şeyi, yüreğinde taşıyor olsaydı(aynası olsaydı taşımaz mıydı?) gerek kalır mıydı? - Kalmazdı - İyi o zaman boş konuşmayı bırakıp yola devam etmesi isabetli olurdu Hazan, sonbaharı kıskandıran bir toprak kokusunu üzerine dökerek yola çıkmış biriydi
Gözlerini devirdi yola. Sağa baktı, sayısız kenti birden yaktı! Sola baktı, şehirlerin silikliğini, isli bir hava soluyormuşçasına içine çekti Yola baktı, yola Gözlerini sattı gitmelere
Şehirler Hazana kollarını açtı
Yerlerinizi şimdiden ayırtın, sonbahar, yola çıktı!