sEmih
Kayıtlı Üye
Erkek, kadını güzellik timsali olarak görür ve o güzelliği bir hazine gibi korur.
Kadın da erkeğini yiğitlik, cesaret timsali olarak tasavvur eder ve erkeğin koruması altında sağlam bir
kaleye sığınmış gibi güven duyar.
İman etmek ve Allahın emir ve yasaklarına uymakla insanlar, kadın-erkek aynı şekilde sorumludur. Fiziki farklılıklardan kaynaklanan özel durumlar; kadınların özel hallerindeki hükümler ya da ailenin geçiminde veya savaş gibi durumlarda erkeğin öncelikle sorumlu olması gibi istisnalar dışında, dinimizin bütün hükümleri erkek ve kadın herkese yöneliktir. Herkes iyi amellerine karşılık alacağı mükafatta da, kötü fiillerine karşılık göreceği cezada da eşittir. Bu manada bir ailede eşler arasında bir üstünlük veya aşağılık olmaz. Fakat farklı sorumluluklar ve buna bağlı farklı roller vardır. Allahın insan için takdir ettiği farklılıkları görmezden gelmek, hayat içinde hepsine eşit yük yüklemek büyük bir adaletsizlik ve bir zulüm olur.
Erkek ve kadın yaratılış farklılıklarıyla aile içinde birbirini tamamlar. Allah Tealanın, Onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz (Bakara, 187) buyurduğu üzere eşinin olmaması durumu çıplaklığın verdiği rahatsızlık hissiyle birlikte tarif edilmiştir. Erkek kadınla, kadın erkekle örtünür, korunur, eksiklerini tamamlar ve mahremiyetini muhafaza eder.
Erkek, kadını güzellik timsali olarak görür ve o güzelliği bir hazine olarak korur. Kadın da erkeğini yiğitlik, cesaret, sığınak timsali olarak tasavvur eder ve erkeğin koruması altında sağlam bir kaleye sığınmış, kendi devletine girmiş gibi olur. Kendine güven bulur. Erkek namusunu, şerefini, kıymetli neyi varsa hepsini kadına emanet eder. Kadın da kendisini güçlü kılan bu emanetleri canı pahasına korur ve gölge düşürmez. Erkek de kadını incitilmemesi gereken narin, mukaddes bir emanet olarak görür.
Ailede benlik davası olmaz
Evlilik, bir erkekle bir kadının bir araya gelip aynı evde ayrı ayrı kendi hayatlarını yaşamaları değildir. Dinimiz, evlenmeleri sonucunda erkek ve kadını bütünleştirir, böylece iki ayrı kişi sorumlu oldukları tek bir hayatta birleşir. Artık birbirlerinden ve birlikte bir hayattan sorumlu olurlar. Bu ortak hayat için erkek ve kadın kendilerine düşen görevleri gönül hoşluğuyla kabul eder ve yerine getirirler. Böyle evlilik fıtri ihtiyaçların karşılanmasını aşarak, bir ömür ibadete dönüşür. Nitekim Peygamber Efendimizin (s.a.v), Bir erkek karısının elini tuttuğunda parmakları arasından günahları akar gider buyurduğu rivayet edilmiştir. Çiftlerin birbirlerine güzel muameleleri ibadet niteliğindedir.
Hayırlı, bereketli, hürmete layık bir amel olan evlilik, Allah rızası için yapıldığı zaman kutsiyet kazanır ve ibadete dönüşür. Bunun farkında olan Müslüman erkek ve kadın, yuvalarının idaresinde, birbirleriyle münasebetlerinde Allah rızasına uygunluğu gözetirler. Böylece aynı gayeye yönelmiş insanların birlikte ibadeti gibi birbirlerine saygı ve sevgiyle yaklaşırlar.
İhtiyaçların sınırı var, ama ihtirasların sınırı yok
Allah Teala, gayesi dünya olanlardan dilediğine dünya nimetlerini bolca vereceğini, fakat öylelerinin ahirette nasipleri olmadığını bildiriyor. Ahireti isteyip mümin olarak yaşayanların da ecirlerinin karşılıksız kalmayacağını, hiçbir maddi varlığın, zenginliğin karşılayamayacağı bir saadete ereceklerini müjdeliyor.
Aile ocağına haram lokma girmemesine çok dikkat edilmelidir. Yuvanın temel taşı olan geçim konusunda, harama-helale dikkat etmeyerek, Allahın rızasını göz ardı eden erkek veya kadın huzurlu, mutlu bir yuva kuramaz. Bunun için eşlerin, yuvalarına giren kazancın helal olması için birbirlerine yardımcı olmaları ve kanaat etmeleri büyük önem taşıyor.
Günümüzde insanın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu, buna karşılık ihtiyaçları karşılayan kaynakların da yetersiz ve sınırlı olduğu iddia edilir. Burada ihtiyaçla ihtiras birbirine karıştırılıyor. Gerçekte her ihtiyacın bir sınırı var, ama ihtirasın sınırı yoktur. Dünyanın geçici olduğunu görerek, içinde bulunduğumuz durumu imtihan bilip kanaat etmek, ihtiyaçlarımızın sınırını belirler. Bu sınır, insanın ihtirasının önünde set olur.
Elbette her evin ihtiyaçları vardır. Fakat ihtiyaç adı altında insanın kendine pek çok şeyi yük edinmesi de mümkündür. Eşler arasında eksikliği hissedilmeyen şeyler için huzur bozmaktan, başkalarının sahip olduklarına imrenerek üzülmekten kaçınmalıdır. İnsanın aslen bir tek şeye ihtiyacı var; o da kalp huzuru. Kalp huzuru olmayana, dünyaları versen de gözü doymaz, olanın ise hiçbir şeyde gözü olmaz.
Sıla-i rahim unutulmamalı
Aile saadetini teminde eşlerin dikkat etmesi, birbirlerine yardımcı olması gereken bir husus da sıla-i rahimdir. Yani anne-baba ve akrabalarla irtibatı devam ettirmektir. Böylece aile büyür, yalnızlık hissi yok olur. Eşler bu konuda da gerekli hassasiyeti gösterip, birbirlerinin akrabalarıyla irtibatı sağlamada makul yollar bulmalı, kendi akrabaları için istediğini karşı taraf için de isteyerek adaleti temin etmelidir. Zaten bir akrabalık söz konusu olmasa bile diğer insanlarla doğru bağlar kurmak, iyi ilişkiler içerisinde olmak her Müslümanın görevidir.
Rabbimizin bildirdiği mahremiyet sınırlarına riayet ederek eşlerden birinin sıla-i rahim görevini yerine getirmesinden diğerinin memnuniyet duyması gerekir. Eşlerin aralarında konuşarak, çözüm yolları bularak, taraf tutmadan, ayrım yapmadan akrabalarıyla irtibata devam etmeleri, Müslüman toplumun sağlam bir şekilde ayakta durması için önemlidir.
Aile hayatında saadetin temini için birçok şey söylenebilir, tavsiyelerde bulunulabilir.
Fakat asıl iş, asıl gayret aileyi oluşturan erkek ve kadına düşer. Hiçbir erkek ve kadın mutsuz olmak için bir araya gelmez. Yeter ki kişiler iyi niyetli olsunlar, sabırlı ve akıllı davranarak üç günlük dünya hayatını
kendilerine ve eşlerine zehir etmesinler.