DesoLate
Kayıtlı Üye
Eş Zamanlılık ve Morfik Alanlar
Hülya Xanadu
Zamanın Eşiği'nden gördüğüm gelecek ile ilgili vizyonların beni mutsuz ettiğini söylediğim birisi şöyle dedi; ‘ diyelim ki sen kırmızı rengi seviyorsun, önünde bir yol var ve bu yoldan yüzlerce insan geçiyor. Sen kırmızıyı sevdiğin için, sadece kırmızı elbiseli insanları görüyorsun' Aslında seneler önce buna benzer bir iç çözümü ve paralelinde iç huzuru bulmuş iken bu cümle ile bundan sonrasını anlatmak daha iyi olacak. Evet, sadece olumsuz olanlar aklımda kalıyor ve gördüklerim o zamanlar olumsuz olanlardı. Kırmızıyı sevdiğim için değil ama kaybetmekten korktuğum insanlarla ilgili idi.
Olumlu olanları nasıl görmeye başladım hatırlamıyorum ama galiba bunun için Hermes de epey çalıştı. (Hermes'ten daha ilerde detaylıca bahsedeceğim Artık Eşzamanlılık dan biraz bahsedelim. 2-3 ay kadar önce bu konuda (kaynak1)'de okuduğum kitabı okurken ben de ilerde anlatacağım eşzamanlılık deneyimlerini normalde fark ettiğimden daha fazla fark ettim. Kozmik Şakacı, Hermes ile ilgili Net'te kim, ne yazmışı araştırırken Güneş'in sitesine rastladım. O'na gönderdiğim e-maile yazdığı cevapta ise, kitabı seneler önce okuduğunu ve ilginçtir ki bir süredir tekrar masasının üzerine koyduğunu yazmıştı.
EşzamanlılıkHülya Xanadu
Zamanın Eşiği'nden gördüğüm gelecek ile ilgili vizyonların beni mutsuz ettiğini söylediğim birisi şöyle dedi; ‘ diyelim ki sen kırmızı rengi seviyorsun, önünde bir yol var ve bu yoldan yüzlerce insan geçiyor. Sen kırmızıyı sevdiğin için, sadece kırmızı elbiseli insanları görüyorsun' Aslında seneler önce buna benzer bir iç çözümü ve paralelinde iç huzuru bulmuş iken bu cümle ile bundan sonrasını anlatmak daha iyi olacak. Evet, sadece olumsuz olanlar aklımda kalıyor ve gördüklerim o zamanlar olumsuz olanlardı. Kırmızıyı sevdiğim için değil ama kaybetmekten korktuğum insanlarla ilgili idi.
Olumlu olanları nasıl görmeye başladım hatırlamıyorum ama galiba bunun için Hermes de epey çalıştı. (Hermes'ten daha ilerde detaylıca bahsedeceğim Artık Eşzamanlılık dan biraz bahsedelim. 2-3 ay kadar önce bu konuda (kaynak1)'de okuduğum kitabı okurken ben de ilerde anlatacağım eşzamanlılık deneyimlerini normalde fark ettiğimden daha fazla fark ettim. Kozmik Şakacı, Hermes ile ilgili Net'te kim, ne yazmışı araştırırken Güneş'in sitesine rastladım. O'na gönderdiğim e-maile yazdığı cevapta ise, kitabı seneler önce okuduğunu ve ilginçtir ki bir süredir tekrar masasının üzerine koyduğunu yazmıştı.
Carl Jung, zaman ve sebep-sonuç zincirine ait geleneksel fikirlerin açıklayamadığı anlamlı rastlantıları tasvir etmek için ‘eşzamanlılık' terimini ortaya koymuştur. Büyük Kuantum fizikçisi Wolfrang Pauli ile çalışırken Jung bu rastlantıları zihin ve maddeyi, bilim ve ve ruhu içine alan fenomenler olarak açıklama yolunu aradı. Böylece telepati, öngörü ve sezgi gibi parapsikolojik olaylar için mantıklı açıklamalar elde etmeye çalıştı.
Eşzamanlılık fikrinin Jung'un aklına, 1920'lerde Albert Einstein'la yaptığı bir akşam yemeği sırasında geldiği söylenir. Böyle bir fikrin; Jung'un iç dünyada, Einstein'in dış dünyada, kozmosta birlik arayışına büyük katkılarda bulunan bu iki adamın aralarındaki benzer bir sohbetten çıkması uygun görünüyor. Bununla beraber, nedensel olarak birbirleriyle ilişkisiz olayların art arda gelişinin anlamı düşüncesi daha da gerilere gider. Jung'un kendisi Schopenhauer'den fikirlerinin ‘vaftiz babası' olarak söz ediyor.
Jung, fiziksel olayların açıklanmasında bilimsel düşüncenin sebepsiz bir şekilde nedensellik kavramının baskısı altında olduğu görüşündeydi. Dolayısıyla, kuantum mekaniğindeki olasılık faktörü onu etkilemiştir; bunun nedeni katı nedenselleri ortadan kaldırma eğilimidir ve Jung, bundan şu fikri çıkarmıştır: Nedenselliğin yanı sıra, normalde bağımsız biçimde fonksiyon gördüğü gözlenen olayları bağlayan başka fiziksel prensip var olabilir. “ Olaylar, genelde bir yanda nedensellik zinciriyle ve öte yanda, bir tür anlamlı çapraz bağlantı yoluyla birbirlerine bağlıdır.” İşte bu fiziksel prensibe Jung, “ eşzamanlılık “ adını verdi. Bu eşzamanlılık prensibi için çok sayıda anlatı biçimi ve bir çoğumuzun kolaylıkla bağlantı kurabileceği kanıt topladı; örneğin, bir kişinin uzun yıllar görüşmediği eski bir arkadaşı hakkında konuşmasından hemen sonra onunla karşılaşması ve ya yanlış telefon numarası çevirmemiz sonucu telefonu açan kişinin, yıllardan beri aradığınız kişi olması gibi. Murry Hope, kendi deneyimini şöyle anlatıyor: “ ikinci tesadüf araştırma amacıyla belirli bir kitaba ihtiyacım olduğunda ortaya çıktı. Londra metrosunda yolculuk ederken, gürültülü bir öğrenci grubu trene bindi; gürültü yapmalarının sebebi tıp fakültesinden diplomalarını almış olmalarıydı. Bir kız öğrendi, içinde bir sürü kitap olan bir çanta taşıyordu ve erkek arkadaşı ona şöyle hitap etti; “ hayatım, artık bunlara ihtiyacın yok, hemen dışarı fırlat!” Bunun üzerine kız, üç ciltlik kalın kitabı “ İyi günler!” diyerek kucağıma bıraktı. İşte o anda istasyona geldik, kapılar açıldı ve öğrenciler, şarkı söyleyerek ve çılgınca bağrışarak treni terk ettiler. Söylememe gerek yok, bana verilen hediyeler, tam o sırada aradığım kitapları ta kendileriydi.”
Kaynakwh: Web Hattı - Türkiyenin En Güncel Forumu [Linkler sadece üyelere.... Üye ol]
Paul Davies ise, kuantum mekaniğinin, uzayda birbirinden ayrılmış olan eşzamanlı olaylar arasında bağlantıların varoluşuna izin verdiğini kabul eder. Bu bilindiği üzere, herhangi bir geleneksel bilimsel realite kavramında imkansızdır. Paul Davies, eşzamanlılık prensibinin, bilimsel-metafiziksel geçilmezlik sınırını geçmeksizin parçacık fiziği tarafından içine alınabileceği yolu kavramlandırmıştır.
1-) Bildiğimiz zaman, bir sürü “ bantlardan “ yalnızca biridir. Arada bir bunlar geçici olarak birbirlerine dokunurlar ve ya sadece mikro saniye süresince birbirlerine yaklaşırlar fakat bu, aşırı derecede hassas olan beynin sinir hücrelerinin yakalaması ve yorumda bulunması içi yeterlidir. Her biri özel bir program taşıyan iki zaman bölgesinin belirli bir noktada yakınlaştığını farz edelim. Bir kişi, bir programla meşguldür, diğeri ise, ikincisi ile uğraşmaktadır. Dolayısı ile her ikisinin yolları birleşme noktasında birleşir. Öyle ki, belirli programlar arasında paylaşılan herhangi bir nitelik benim “kitap” anektodu örneğindeki gibi, her ne kadar şuur altında da olsa, söz konusu kişiler tarafından otomatik olarak kaydedilecektir. Eminim ki bu kavram kuantum terimleriyle kolay bir şekilde açıklanabilir.
2-) Evren içinde belirli bir frekansta tüm zaman bir oluğundan ve bütün sezgi sahibi varlıklar pekala, hem İç hem de Dış Zamanı (Bknz. Ekte Teminolojik terimler), şuurlu olmasa da şuur dışı bir biçimde, aynı anda yaşama yeteneği ile donatılmış olabileceklerinden, o zaman hem birey, hem de daha geniş kapsamda dünya içinde evrimsel süreçleri gerçekleştiren kozmik kanunlar işin içine karışacaktır. Başka bir deyişle, zaman doğru olduğunda gelişmemiz için önemli farz edilen olaylar, olayların doğal akışı içinde oluşacaktır. Şunu göz önünde bulundurunuz; yakından bakıldığında kaotik biçimde görünen küçük parçacık hareketleri, uzaktan bakıldığında, büyük güzellik simetrilerine ve tek amaca sebebiyet verebilirler; tıpkı fraktalların incelenmesindeki gibi. (ekte terminolojiye bakınız) Bilgisayar Bilimi ile Kaos Biliminin birleşimi son zamanlarda, bilhassa fraktallar konusunda, soyuta biçim vermemize yardımcı olarak, değişik frekanslarda işleyen kozmik ilkeler bilgimize cömertçe katkıda bulunmuştur.
Murry Hope, Telepati konusunda şöyle diyor;
Bizim zamanı incelememiz ile tamamen ilgili olan bir şeyde telepati gücüdür çünkü, hem zamanı, hem de uzayı (mekan) dışarıda bırakmaktadır ve mesajları, ışık hızının önünden gitmektedir. Hope, düşüncelerin ‘şeyler' olduğu kanısında. Anlamı da, her düşüncenin bir enerji parçası taşıması ve bunun sonucunda bir zaman bölgesinden diğerine transfer edilebilmeleridir. Düşünceler, büyük ölçüde soyut ve yönsüz olduklarından, bana öyle görünüyor ki kuantum dünyalarında yer alabilirler. Başka bir deyimle, belirli tür parçacıklar olduklarını varsayarak, bazılarının “bulanık” (belirsiz veya düzensiz), bazılarının ise “göze çarpan” veya “belirgin” oldukları zamanlar vardır.; bu ikinci özellikte olanlar ayrıca belirli bir yönü ima ederler. Dolayısı ile eğitimli zihin, göze çarpan parçacıklar üretmeye disiplin altında olmayan zihinden daha çok eğilimli olacaktır. Bu da şu olguyu açıklar: Bazı kişiler, kendi sağlıkları ve fiziksel bünyeleri ( veya genel olarak fiziksel fenomenler) üzerine zihinsel bir kontrol gerçekleştirebilirler; halbuki, kendi kendine şifa veya veya zihinde canlandırma gibi popüler pratiklere başvuranlar ise çok küçük bir başarıyla karşılaşabilirler.
Bir çok kişi, düşüncelerinin kontrolsüz bir şekilde zaman ve uzay içinde dolaşmalarına izin verirler ve böylelikle, telepatlar için kolay hedef olurlar (bunlara psişikler adı verirler). Benim inancıma göre psişizm diye geçen şeyin çoğu, yalnızca telepatidir. (Psi için Bknz. Terminoloji)
Morfik Alanlar (Morphic Fields)
Bu konudaki en bilinen örnekler, kedi ve köpeklerle sahipleri ile aralarında olan bir tür telepatik ilişki. Prof. Rupert Sheldrake'ye göre ise bu bağ, iki canlı arasındaki son derece gizemli bir ilişkiden kaynaklanıyor. Kaynak e-kolay:
Rupert Sheldrake, farklı organizma türlerinin her birinin kendi eşsiz, karakteristik biçimine nasıl geliştiği konusuna özel ilgisi olan bir biokimyacıdır. Bu “morfogenetiğin” ya da organizmalarda karakteristik, belirgin biçimlerin meydana gelişinin araştırılmasıdır.
Sheldrake'nin ana düşüncesi, canlı bir organizmanın gelişmesinin, bir tür holistik alan ya da güç (enerji) tarafından kontrol edildiğidir. Böyle bir düşünce yeni değildir. Oluşum ilkesi fikri, bu dünyanın “daha az yetkin formlarına modellik hizmeti gören, kendi yüksek realitelerinde var olan, Platon'un “ideal biçimlerine” dek izlenebilir.
Sheldrake'nin biçimlendirici alan önerisi, “morfik alan” aynı zamanda değişime açık bir modele göre form oluşumu sağlıyor.
Morfik alan doğanın bir tür alışkanlığıdır. Atom, molekül ya da kar tanesi gibi organik olmayan olsun veya çiçek, kuş, insan gibi canlılar olsun belirli bir form meydana geldiğinde, bunun tekrar oluşması olasıdır. Sheldrake, Morfik alanların düşünce veya davranışla ilişkili beyin faaliyeti modellerini de etkilediğine inanıyor.
Aksamını değiştirmeden, radyo üzerinde etkide bulunarak, yayına belirgin biçimini veren ses dalgası gibi, Morfik alan da embriyolojik gelişmede DNA molekülü üzerinde etkide bulunur. Radyo dalgasının önemli bir yönü, radyodan sesi oluşturmak gerekli enerji çok azını sağlamasıdır. Daha doğrusu, radyo dalgaları sonunda radyodan çıkan, kendisi için çok fazla miktarda enerji içerebilen, yayını yönlendiren ve düzenleyen çok az bir enerji sağlar. Benzer bir biçimde Morfik alanlar da, doğa üzerinde canlı etkiler meydana getirmek için az bir enerji gerektirirler. Bu önce tuhaf bir fikir görünebilir, fakat doğada birçok süreç en küçük enerji miktarından kolayca etkilenen mikro düzeylerde başlar. Büyüyen güller ve zambaklar arasındaki farkı düşünün. Baştaki embriyonik moleküler olaylar esnasında mümkün olan en küçük güçler, daha sonraki gelişmelerde birbirlerini çekebilirler. Bu aşamada konu enerji sorunu değil, bilgi sorunudur. Gülün genetik kodu, zambağınkinden daha farklı bilgi içerir ve Sheldrake'nin dediği gibi farklı bir bir Morfik alanı temsil eder. Benzer bir örneği, çok küçük enerji düzeylerinde başlayan ve sinir sisteminin geniş alanlarını içeren beyindeki elektrik faaliyeti için de verebiliriz. Gerçekten, sinir sistemi Morfik alanların çok ince tesirlerini aramak için doğal yerdir.
Sinir sistemi üzerinde etkisini ortaya koyan Morfik alana “motor alan” denir. Motor alan, bir şahinin gölgesini gördüğünde, saklanmak için koşan küçük hayvanların eğilimleri gibi, genetik olarak programlanmış davranışları meydana getirmede önemli olabilir. Motor Alanlar, öğrenmeyi ve hafızayı açıklama içinde yeni bir model sağlayabilirler, yani hatıralar, geçmiş tecrübelerle kurulan motor alanlara eşittir. Bir kişinin bireysel hatıralarının onun eşsiz sinir sistemi ile uyumlu olması gerekmesine rağmen, bu bir kişinin deneyiminin diğerlerini etkileyebileceği anlamına gelir. Gerçektende bir şey bir kere öğrenildiğinde, daha sonra bir başka kişi tarafından daha kolay öğreniliyor. Bir düşünce veya davranış modeli, daha önceden meydana getirilmişse, daha kolay ortaya konuluyor. İlginçtir, bu teori bütün insanlığın paylaştığı, evrensel imajlar ya da temalar olan, Jung'un psikolojik arşetip kavramının ilk bilimsel, makul açıklamasını veriyor. Jung arşetiplerin, tarihsel zamanının çok uzun dönemleri boyunca inşa edildiğine inanıyordu, bu Morfik alanların oluştuğu söylenilen süreçle çok uyuşmaktadır. Sheldrake, geçenlerde, “morfik titreşim teorisinin”, Jung'un kollektif şuur dışı kavramının, yani arşetiplerin kökten doğrulanmasına yol açacağını söyledi.
Morfik alanlarla eşzamanlılık arasında olan bağlantıyı, iki veya daha fazla bilim adamlarının ya da matematikçinin, birbirinden bağımsız, neredeyse aynı zamanda çok benzer keşiflerde bulunması olayında görebiliriz. Bunun en mükemmel örneği, İngiltere'de Isaac Newton ve Almanya'da filozof bilim adamı ve matematikçi C.W. Leibnitz tarafından aynı zamanda geliştirilen hesaplama metodudur. Newton, Leibnitz' in çalışması hakkında hiç bir şey bir şey bilmiyordu ve gerçekte daha kullanışsız matematik bir yöntemle yetinmişti. ( Bu gün kullanılan Leibnitz'in yöntemidir, fakat yöntem için Newton'a güvenilir.)
Morfik alanların varlığıyla açıklayabileceğimiz anlamlı rastlantıların diğer örnekleri, daha çok yaygın fakat daha az etkileyicidir. İki veya daha çok kişinin, birbirlerinin farkında olmadan, aynı zamanda benzer şeyleri düşündükleri ya da yaptıkları daha sık görülen durumları içerirler. Örneğin, tam siz onu aramayı düşündüğünüzde, bir arkadaşınız sizi arar. Aramadan önce her ikiniz de bu görüşmeyi tasarlıyordunuz ya da tam bir şeyi düşünmeye başlarsınız, yakınınızdaki bir kişi sizi bu dertten kurtaracakmış gibi, aynı konu hakkında konuşmaya başlar.
Sheldrake'nin The Presence of the Past (Geçmişin Varlığı) kitabında küçük bir İngiliz kuşu olan Baştankara'nın öğrendiği bazı basit davranışların yayılması anlatılır. Bu kuşların bir kaçı, insanların evlerine teslim edilen süt şişelerini gagaları ile delerek açıyor ve kapaklarını geriye doğru çekerek sütü içiyordu. Beş santimetre kadar sütü içebiliyor ve bazen da sütte boğulmuş olarak bulunuyorlardı. Dağıtım kamyonlarını izleyen ve şoför sütleri teslim ederken şişelere kırarak giren baştankara kuşlarının raporları da olmuştu. Bu olay ilk 1921'de, İngiltere'de Southhamton'da rapor edildi ve yayılması, düzenli aralıklarla 1947 yılı boyunca, Hollanda, Danimarka, ve İsveç'te olduğu kadar İngiltere, İskoç ve İrlanda'nın bir çok yerinde kayıt edildi. Olayın, sadece taklit etmeyle olduğu biçiminde geleneksel bir açıklaması mümkün olmakla beraber, bazı gerçekler, bu davranışın yapılmasında Morfik alanların aktif rolünün lehine kanıtlar sunuyor. Birincisi, baştankaralar beslenme yerlerinden fazla uzaklaşmayan kuşlardır, oysa süt şişelerini açma alışkanlığı, Avrupa'ya yayılması dahil, daha önce söylenen yerlerden millerce uzak birkaç yerde birden ortaya çıktı. Sheldrake, alışkanlığın birbirinden bağımsız yalnız İngiliz adalarında 89 kere yeniden keşfedildiğini tahmin ediyor. Dahası artan sayıda kuşlar bu alışkanlığı edinince, artan hızla yayıldı. Bu, davranışlarında güçlü motor alanın oluştuğunu akla getiriyor. Yayılmanın öğretici bir örneği süt şişelerinin İkinci Dünya Savaşı sırasında hemen hemen kaybolduğu, fakat 1947 ve 1942'de yeniden yeniden ortaya çıktığı Danimarka'da görüldü. Baştankara kuşlarının çok azı, alışkanlığı savaş öncesi yıllardan ileriye taşıyacak kadar uzun yaşayabildi, buna rağmen, süt şişeleri yeniden mevcut olunca, alışkanlık hızla yeniden ortaya çıktı. (kaynak1)
Kaynakwh: Web Hattı - Türkiyenin En Güncel Forumu [Linkler sadece üyelere.... Üye ol]
Yine bununla ilgili bir çalışmada, Yale Üniversitesi psikologu Gary Schwartz öğrencilere Eski Ahit'ten alınmış çok sayıda İbranice sözcükler verdi. Sözcüklerin bazılarını normalde basıldığı gibi verdi, değerlerinin bazı harflerini rastgele karıştırdı. İbranice bilmeyen öğrenciler, her biri tahmine olan güvenlerini belirterek sözcüklerin anlamını tahmin ettiler. Sheldrake'nin teorisinin tahmin edeceği gibi, Schwartz, öğrencilerin, karıştırılmış olan sözcüklerin daha fazla güvenle asıl sözcükleri değerlendirdiklerini buldu. (Anlamlarını doğru tahmin etmemelerine rağmen.) Dahası, Eski Ahit'te nadiren rastlanan sözcüklerle kıyaslandığında sık sık rastlanan sözcüklere duyulan güven oranlarının yaklaşık iki kez yüksek olduğunu keşfetti. Buradaki fikir, tarih boyunca, güçlü Morfik alanlar oluşturan sayısız insanın gerçek sözcükleri öğrenmiş olmasıdır; elbette en sık rastlanan sözcükler en fazla görülmüş ve okunmuşlardır. Gerçek sözcüklerin daha kolay kavranıldığı ihtimali, karışık sözcüklerin, gerçek sözcükler kadar yapısal olarak sağlam olduğunu bulan dil bilimci psikologların değerlendirmeleriyle ortadan kalktı. Farsça sözcükler, hatta Mors alfabesi kullanılarak benzer deneyler yapılmıştır.
Sheldrake'nin teorisini Bohm'un örtülü düzen düşüncesi ile uyumlu kılan çok şey var. Hem Bohm hem de Sheldrake yaklaşımlarında holistik ve her iki teoride “yersizliği” (nonlocality) varsayıyor. Sheldrake'nin Morfik alanlarını, Bohm'un örtülü düzeninin bir özelliği olarak görmek mümkün müdür?
Sheldrake ile konuşan Bohm, Morfik alanlar düşüncesinin kuantum potansiyeli kavramında öne sürdüğü özeliklerin birçoğuna sahip olduğunu fark etti. Bu fikrin kökleri, 1927'de, elektron gibi tek partülüklerin, “kılavuz dalgalar” tarafından yönlendirildiğini öne süren, kuantum fiziğinin Fransız öncüsü De Broglie'nin ortaya attığı daha eski bir düşüncede yatıyor. Öneri o zamanlar iyi bir kabul görmedi. Bununla beraber, 1950'lerde Bohm, kuantum potansiyeli biçiminde benzer bir fikir tasarladı ve geliştirmek için De Broglie ‘yle birlikte çalıştı. Daha yenilerde, Bohm yine bu kavramla ilgilenmeye başladı. Kuantum potansiyelinin Morfik alanların özelliklerinin bir çoğuna sahip olduğunu belirtiyor. Etkisi yerel değil, bir radyo sinyalinin enerjiden çok, bilgi sağlayarak bir uçağı ya da gemiyi “yönlendirmesi” ne benzer bir şekilde partiküle yol gösterir. Dahası içinde oluşturduğu bütünsel durumun bir ürünü olması anlamında holistiktir. Elbette, Morfik alan tek partikülün hareketinden daha fazla yönlendirici olmak zorundadır. Bir organik yapının tüm karmaşık gelişimini, davranış modelini ya da hafıza yönlendirmek zorundadır. Fakat fikir aynıdır.
Kuantum dünyasının mikro yapısıyla, Morfik alanların ve eşzamanlılığın makro dünyası arasındaki büyük boşluğu kapama sorunu, sistemler teorisyeni Ervin Laszlo'nun parlak teorik çalışmalı ile çözümlenebilir. O'nun psi alanı hipotezi, Bohm'un kuantum potansiyeline eşit, matematiksel dalga işlevinin, gittikçe artan bir şekilde, gerçek dünyanın karmaşık olayları üzerine direkt etkisi olan yüksek düzenli “yerleşik” yapıları oluşturduğu varsayılıyor.Bu yapılar ya da modeller, Sheldrake'nin Morfik alanlarına benzeyen yerel olmayan psi alanlarında muhafaza ediliyor. Bu iki teori aynı değil, çünkü psi alanı hipotezi açıkça, kuantum düzeyindeki gerçekliğe değiniyor. Dahası, bunun ana amacı, geniş kapsamlı olguları, özelliklede bizi burada ilgilendirmeyen organik evrimin bazı yönlerini de açıklamaktır. Bununla beraber Laszlo, mikro dünya olaylarını, gündelik hayatın makro olaylarına dönüştürme sorununda, derin ilerlemeler kaydetmiş görünüyor. Fikirleri, eşzamanlılığın gözlemlenen olaylarıyla uyumlu, bir fiziksel dünya perspektifi için tam gerekli olan fikirlerdir.
Rupert Sheldrake gelişim biyolojisinin morfogenetik alan kavramını ciddi bir şekilde ele alıp, bu fenomenleri tamamen yeni bir türden fiziksel etkiler şeklinde yorumlamıştır. Önerdiğine göre, alan, embriyonun son şekli konusundaki bilgiyi belirli bir şekilde depolar ve büyüdükçe, gelişmesine yol göstermeye devam eder. Sheldrake, “morfik rezonans” şeklinde yeni bir unsur ortaya atmaktadır. Buna göre, yeni bir form türü ortaya çıktığında, bu tür kendi morfogenetik alanını kurmaktadır. Daha sonra bu teknolojik bilgi yayılır ve doğa, adı geçen organizmaların gelişmesine kılavuzluk edebilir. (kaynak2)
Bu morfogenetik alanlar, yalnızca yaşayan organizmalara özgü değillerdir. Sheldrake'nin dediğine göre, kristaller de bu alanlara da sahiptirler ve bu alanlar ayrıca hatırlama yeteneği ile yakından ilişkilidirler. Örneğin, bir hayvan yeni bir şey öğrendiğinde, aynı türün diğer hayvanları onu taklit ederler. Sheldrake'nin alanları, uzay ve zaman içinde normal sebep-sonuç bağı içinde hareket etmezler. Gelecekte ise onların doğası, genelde fizikçiler için aforoz edilecek bir şeydir ve dolayısı ile Sheldrake'nin çalışması, ana bilim buluşlarının bir parçası olarak kabul edilmez. ( Kaynak2)
Peki bunları okuduktan sonra biraz da benim örneklerime bakalım;
bazen düşünürüm gören gerçekten gözlerim mi, duyan kulaklar mı diye. Rüyalarında gördüğü bazı yerlerin gerçekte de var olduğunu öğrenen insanları duymuşsunuzdur. Gözler görmemizi sağlıyor ise, uykudayken bir yeri görmek nasıl mümkün ve orası hiç gitmediğiniz bir yer ise..?
Bir defasında rüyamda, o gün yaptığım bir hesabı tekrar yapmıştım. Ezberimde olmayan farklı çarpanlarla, matris oluşturan bir hesaplama idi. Gündüz yaptığım hesabı, rüyamda tekrar hesapladığımda başka bir sonuç bulmuştum. Uyanıp, bir hesap makinesi ve hesaplamada kullanmam gereken birim fiyatların olduğu tabloyu bulup, kontrol ettiğimde rüyamdaki sonucun doğru olduğunu görmüş ve ertesi gün ilk iş yanlış hesaplamayı düzeltmiştim. Tabi ki çok şaşırmıştım. Hesap makinesi olmadan yapamayacağım, en az 30 farklı çarpan (sadece gündüz ilk kez baktığım ve gördüğüm 4-6 basamaklı rakamlar) içeren bu rakamlar uyanıkken aklımda değilken, nasıl olmuştu da hiç bir çaba göstermeden rüyamda doğru olarak gelmişti. Uyanık olmayan bilinç, gerektiğinde harika bir hesap makinesi olabiliyor mu ya da fotografik hafıza gibi kayıt mı ediyor?
Lisedeyken sabah 6.30'da uyanırdım. Bir gün çalar saat çalmadan 6.00'da gördüğüm rüya ile birlikte uyandım. Rüyamda bizim apartmanda oturan Osman Amca ölmüştü, uyanınca “oh neyse rüyaymış “ dedim ve daha yarım saat daha olduğunu görüp biraz daha uyumak üzere geri yattım ve uyudum. 15 dakika sonra bu sefer kapı zilinin sesine uyandım. Osman Amca'nın yakınları Osman Amca'nın az önce öldüğünü kapıyı açan babama söylüyorlardı. Uykuda iken bildiğimi, uyanık bilincim rüya olduğu için reddetmişti ama bilinç biliyordu…
Bedenimizin/bilicimizin bir radyo alıcısı gibi duyu organlarının haricindeki alanları ve frekansları algılayabildiğini düşünüyorum. Bu alınan semboller bazen, anlaşılıp, çözülebiliyor.
Tinker Vadisi'ndeki Yolcu adlı kitabında Annie Dillard'ın anlattığı bir örnekle bu konuya devam edelim. "Bir kaç on yıl önce, göz operatörleri kataraktları ilk kez güvenli şekilde almaya başladıklarında, doğuştan kör insanlara bir gecede görme duygularını geri verdiler. Birden ışığa kavuşan insanlar kendilerini özgür hissetmediler. Dillard , “ Her iki cinsiyetten ve her yaştan hastaların büyük çoğunluğunun uzay hakkında hiçbir fikri yoktu," diye yazıyor. “Şekil, mesafe ve boyut sadece anlamsız hecelerden ibaretti. Bir hastada ‘Bir hastada hiç derinlik duygusu yoktu, onu yuvarlaklarla karıştırıyordu.'
Doktor başka bir hastadan bahsederken ‘Onda hiç boyut hissi yoktu,; hatta dokunuş yardımı ile yardımıyla hissedebileceği dar sınırlar bile' diye yazıyor. Bu yüzden annesinin ne kadar büyük olduğunu sorduğumda, ellerini açmak yerine işaret parmaklarını bir kaç inç birbirinde ayırdı.
Görme duyusunu yeni kazanmış biri karmaşık bir dünyayla karşı karşıya gelir; çünkü hepimizin garanti kabul ettiğimiz görsel yaratıcıktan yoksundur. Görüş şekillendirilmemiş bir vaziyette kucaklarına bırakıldı; bu onun, zihnin onu şekillendirmeden önceki halidir. Bazı hastalar bir evin onun içindeki odalardan birinden daha büyük olduğunu fark edemediler. Bir mil uzaktaki bir bina onlara yandaki kadar yakın göründü. Şekiller renkli, düz yamalar gibiydi ve bazı hastalar bir ağacı geçip, arkalarına döndüklerinde, ağacın şimdi arkalarında kalmış olduğunu görünce çok şaşırdılar. Lillard “Görmenin yeni görmeye başlayan biri için anlamı olmayan bir saf bir duygu” olduğunu söyler. Yalnızken gözlerini kapattılar; nesneleri elleri ve dilleriyle hissettiler, başlarının dönmesini önlemek için merdivenleri gözleri kapalı çıktılar.
Bir kıza bazı resimler ve fotoğraflar gösterildi. “Niye üstlerine bu karanlık işaretleri koyuyorlar?” diye sordu. Annesi “Onlar karanlık işaretler değil,“ diye açıkladı, “onlar gölgeler” Bu, gözün nesnelerin bir şekle sahip olduklarını bilmesinin bir yolu. Eğer gölgeler olmasaydı, pek çok şey düz görünürdü. Kız cevap verdi, “Her şey bu karanlık yamalarla düz görünüyor:”
Ben Deepak Chopra'nın kitabında tam bu bölümü okurken, TV'de de ilginçtir (Belki de başka bir eşzamanlılık örneği..) bu konuda bir film vardı. Filmin kahramanı ameliyatla görmeye başladıktan sonra, benzer sıkıntıları yaşıyordu ve terapisti ona gerçek elma ile elma fotoğrafını bakarak ayırt etmeyi öğretiyordu. Dünyanın o her zamanki haline çok alıştık diye bu onun halen var olduğu anlamına gelmiyor. Diğer insanlar eğer bizim görüş kodumuzu kabul etmiyorsa, bizim gerçeklik kodumuzu kabul etmeyebilirler. Göz, zihnin bilmediği bir şeyi görmeyi reddeder. İlk kez sinema filmi izlediklerinde lokomotif görüntüsünün duvardan çıkacağını sanarak panik içinde sinemadan dışarı fırlayan insanların hikayeleri; Afrika'daki pigmelerin ilk kez sahraya çıktıklarında uzaktaki su bufalolarının iki inç boyda olduklarını sanmalarına dair ve kendi resimlerine bakan Eskimoların yüzlerini görmediklerine, sadece gri ve siyah lekeler gördüklerine dair hikayeleri hatırlıyorum. Bunlar “ilkel” tepkiler değil; fakat başka bir koddan gelen, başka bir dünyadan gelen tepkiler. Her insanın kabul ettiği bir kod vardır.
Doç. Dr. Nusret KAYA, alt beyinin RNA denilen bir molekül yardımı ile bilgi şifrelerini taşıdığını ve depoladığını yazmış. Şöyle de devam etmiş: “Üst beyinde hiçliği bulun, alt beyinde mikrokozmosla tanışın. Zerdüşt öğretilerinin beyaz enerjisiyle I. Ching felsefesinin aydınlığı ile, hatta Isis-Osiris öğretilerinin hiyeroglif gözüyle, yaratıcılıkla, Rahim-Rahman, anima-animus, Yin-Yang güçleriyle tanışın, arkatiplerle, sembollerle, gizemle tanışın. Şeklin ötesine geçin, psiko-estetik felsefesiyle tanışın. Sıfır'ı bulun. Gönül gözünüz açılsın.”
Sn. Nusret KAYA'ya katılmakla birlikte, adının Morfik alan olabileceğini bilmeden RNA'larla taşınmayan ama bir yerde var olan ve bazen kullanabildiğimiz sanal bilgi depolarının olduğunu tahmin ediyordum. Bu Pc, network ve ağ gibi. Şöyle örneklendirirsek; şuan okumakta olduğunuz yazım, web siteme upload edene kadar sadece benim PC'de idi. Internet bağlantım ve kullandığım programlarla web alanımın olduğu servere bu yazıyı gönderdim. Kullandığımız PC'ler aynı network u kullanmıyor( yani RNA yok) ama benim sitemin olduğu servere, internet bağlantınız var ve bir şekilde url adresini öğrendiyseniz bu yazıyı okuyor olacaksınız. Burada önemli olan ilginizi çekiyor mu ve upload etmeden önce sadece benim PC'de olan bu yazıya internet bağlantınız sizi getirecek mi? Tabi bir de burada yazdığım dili anlayabilecekmişsiniz, sembolleri anlamak ya da anlamamak gibi…Belki de Ağ'a hep bağlıyız, anlamadığımız ise, semboller…
Morfik Alanlar konusunda epey yabancı web sitesi gezdiğim halde bu örneği görmedim ama ben böyle bir düşünce enerjisi ile çalışan, fakat aralarda kablo bağlantısına ihtiyaç olamayan bir sistem olduğunu düşünüyorum. Ve RNA'lar PC'deki donanım gibi fonksiyona sahip olmalı.
Reenkarnasyon iddiasında olanların çoğunun doğru söylediğine inanıyorum ama bence onların deneyimi başka bir şey. Bir önceki hayatlarında ben şu kişiydim diyen bu kişiler belki de Morfik alan/örtülü düzen/ psi alan ‘lar dan biri kanalı ile kollektif memory'den aldıkları bilgiyi, kendi deneyimleri sanıyor olabilir mi…?
Aslında bu yazıda Kozmik Şakacı Hermes'ten de bahsetmek istiyordum ama şimdilik benim yazdıklarım üzerine, sizlerin ise okuduklarınız üzerinde düşünmesi daha iyi olacak. Zaten çok uzun bir yazı oldu. Ekteki Terminolojik Terimler ve Kaynaklar bölümleri de çok faydalı olabilir. Yine de şimdilik olumlu (pozitif) düşünmenin, olumlu olayları tetikleyeceğini ve olumsuz (negatif) düşünmenin ise, olumsuz olayları tetikleyeceğini bilin…
Dış Zaman: (Metafizik) Bizim küçük evrenimizi aşan bölümde bulunan, lineer olmayan zamandır. Ayrıca zamansızlığı da kapsar. Zamansızlığın gizli boyutlarda bulunduğuna inanılır ve ruh, fiziksel dünya veya dünyaların İç Zaman devrinden serbest kaldığında, zamansızlığı tecrübe eder.
Eşzamanlılık: Olayların gerçekten aynı zamanda oluşmuş olması için aynı zamanda oluşması yeterli değildir, aynı yerde de oluşması gerekir. Örneğin Jüpiter üzerindeki bir olay, Dünya üzerindeki bir olay ile aynı anda oluşmuş olabilir.Her iki olay da değişik referans boyutu içinde meydana geldiğinden ve bilgi, bir referans boyutundan diğerine ışık hızından daha süratle yolculuk edemeyeceğinden, iki olay aynı anda oluşmuş sayılmaz.
Fraktallar: Bilgisayar Bilimindeki sivri uçlu, karmakarışık, bükülmüş, kıymıklanmış ve kırılmış şekiller ailesi ve düzensiz modeller. Bunların doğadaki organize edilen prensibi temsil ettiğine inanılır ve buna ayrıca “doğa geometrisi” denir. “fraktallar”, kendi kendine benzerlik temel özelliğini ortaya koyarlar bütün uzunluk boyutlarında tekrarlanan ve motifler içinde motifler oluşturan sonsuz bir seridir.
Bu tanım ise, daha anlaşılabilir. Sn. Sinan CANAN'ın sitesinden aldım.
fraktallar kısaca, matematiksel denklemlerin sonucunda bilgisayar tarafından çizilen muhteşem görüntülerdir. Matematiksel tekrarlar (iterasyonlar) sayesinde, oldukça zengin grafik görüntüler elde edilebilmekte. Bu şekiller ayrıca, doğadaki bir çok oluşumun izlediği kuralları da izlediğinden (örneğin kabuklu deniz canlılarının karmaşık biçimleri, ağaçların dallanmaları, yeryüzü şekilleri vb.) oldukça garip ve doğal bir güzellikleri var. Ayrıca, fraktal boyutlar dediğimiz buçuklu veya kesirli boyutlara sahip olmaları açısından da alışılmadık özelliklere sahipler. Ayrıca, bir fraktalin kenar uzunluğunu da hesaplayamıyorsunuz, çünkü sonsuz! Bu şekillerin en önemli özelliği, ne kadar büyütürseniz büyütün, görüntünün her küçük ayrıntısının, bütünün aynısı olması (tabii ürettiğiniz program içindeyken bunlar geçerli; yoksa jpg uzantılı resimler için değil). İlginç değil mi?!...
İç Zaman: Lineer zamandır. Bu zamanı, saatlerimizde görürüz ve bu zaman, gezegenimizin güneşe bağlı olarak hareketlerine göre belirlenir.
Kuantum Teorisi: Bu teoriyi ortaya atan, Berlin Üniversitesinde prof. ike (1889-1947) Alman fizikçi, Max (Karl Earnst Ludwig) Planck (1858-1947) olmuştur. Planck'ın Kuantum Teorisi, ona 1918'de Nobel ödülünü kazandırmıştır. Bu teori, Einstein, Bohr ve diğerleri tarafından 20. Yüzyıl fiziğini değişikliğe uğratarak uygulanmıştır. Bu teori klasik Newton'cu mekanikten uzaklaşmayı içermektedir.
Psi: Parapsikolojide kullanılan bir deyim. Bu deyim, telepati, altıncı duyu, gözle görünmeyen şeyleri görme, prekognisyon, Psikokinezi ve buna bağlı fenomen alanları kapsar.