“Suyu bildin mi Çelebim?”
“Lütfedip bildirirsen Lalam”
“Su
hayatın aynıdır. Hayat sudan ibarettir. Can olan ne varsa nebatatta
hayvanatta ve adem oğlunda
suyu çekip aldığında ondan hayatı da alırsın…”
“Doğrudur Lalam”
“Su temizler
tâhirdir. Susuz kalan nesne kirlenir. İnsan kendini de nefsini de su ile temizlemelidir”
“Hakikattir
Lalam”
“Ve dahi su muallaktır
kalb gibi. Durduğu gibi durmaz
değişir. Gâhi buhar olur göğe uçar
gâhi buz olur yerinde kâvi kalır.”
“Ben su gibi miyim Lalam?”
“Senin özün topraktır ve dahi tabiatın 'ebu tûrab' olsa gerektir.”
Çelebi bir nice zamandır zihnini meşgul eden düşüncelerde yüzüp giderken beş vaktin beşinde de bulunması gereken yerde birkaç defa yokluğunu hissettirmişti. Ders esnasında da zihni bir yerde takılıp kalıyordu. Geçip giden o hadiselerden sonra sükûnete ermişken Çelebi’nin bu hali Lalasını endişelendirmişti.
“Toprağı bildin mi Çelebim ?”
“Lütfederseniz öğrenirim Lalam.”
“Toprak
suyun vatanıdır
hayatın var olduğu
varlığın kendini bulduğu yer. Toprak cesettir
su ona can verir. Ademoğlu topraktandır”
“Lalam öyle buyurursun da lakin ben etten kemikten bir beden görürüm. Toprak nerdedir.”
“Çelebim günlerdir bunu mu düşünür?”
“Çok şey düşünürüm amma bu sualime cevap değildir ?”
“Sualine cevap da vardır. Bilmez misin
ol Hüdai ‘Nebi idin dahi Adem dururken mâ ü tin içre’ der. İnsanı yoktan var eden onu balçıktan halk etmiştir. Balçık
su ve topraktandır. Dersin ki Çelebim etten ve kemiktenim
lakin söyle bakalım bu dediklerinin özü nedir
kökü nerdendir ve dahi sonunda yine neye dönerler?”
“Lalam lütfedip izah ederse…”
“O bedeni et ve kemik haline getiren su ve topraktır. Toprakta yetişen
su ile büyüyen nebatat ve dahi topraktan bitenlerle kanlanıp canlanan hayvanat değil midir yediğin içtiğin? Etini et yapan topraktan gelen değil midir? Can çıkıp gittiği vakit o beden yine toprak olmayacak mıdır? Ve sen bilmez misin
her şey aslına döner. Ol can dediğin de ruhtur. Ruh
toprak ve sudan evveldir. ”
Çelebi sustu
yersiz bir gerginlige neden olmuştu. Gerçi hocası alışıktı böyle çıkışlarına ama kendini elevermek istemiyor gibi geri çekildi. Yine göğsünü daraldığını hissetti
midesinde de yanma vardı
yüzü ekşidi. İzin isteyip odadan ayrıldı.
Sarayburnu’nda gitmeyi adet edindiği çınar ağacının altında durdu. Ne zaman gelse buraya sanki kendisiyle birlikte zamanda dururdu. Hayata ara verir
düşünür
hesap yapar
ağlar
söylenir
güler
bazan küfreder ve sonra bu mola bittiğinde hayata kaldığı yerden devam ederdi.
Geride bıraktığı günleri ayları yaşanmışlıkları düşündü burda
kimi yerde güldü kimi yerde ağladı. “Ben ne yapmışım” dedi
“Bunu nasıl söylemişim” dedi. Çocukluğundan beri sesiz
sakin
kendi halinde biri olarak bilinirdi. Ama son üç ay yapmadığı kalmamıştı. Bereket ki saltanat ailesine mensuptu. Der-saadet yaptıklarına tahammül etmiş
edemediği yerde çok sevdiği Lala’sını devreye sokmuştu. Çok şükür artık her şey sütlimandı. Gerçi annesi onun için aklı gidip geliyor
demişti ya; buna çok güldüğünü hatırladı. Sonra yüzü asıldı
başka bir şeyi daha hatırlamıştı. O acem kızını köşkün hizmetinden çıkarıp tekrar saraya gönderen Lala’sına “Emrini geri al yoksa kelleni alırım” diye haber yollamış
o da “kellemiz size fedadır
lakin bir kaşı karaya feda değildir” cevabını vermişti. Sırçalı köşke geldiğinde mutfak işlerine bakan bu Acem kızı okuma yazma bildiğinden Lala’nın hizmetine bakmış
mektup ve yazışmalarla ilgilenmişti. Lala’nın yanında ayrı bir kıymeti vardı. Fakat bu kız Çelebi’nin gönlüne düşünce ve Çelebi kızdan bir karşılık görmeyince her şey değişti. İçinden çıkamadığı bir labirentte dolaşıp durdu
dolaştıkça hırçınlaştı. Acem kızının saraya tekrar gönderilmesiyle bu fırtına sakinleşmişti biraz. Bir gün Lalası “Mecazlarla uğraşma
aşkın hakikati varken” dediğinde “Anlat Lalam” dedi…
* * *
“Ateşi bildin mi Çelebim”
“En çok onu bildim Lalam”
“Getirenden mi bildin
gönderenden mi?”
“Kendimden bildim Lalam?”
“Nice haldir bu
söyle bakalım”
“Şöyle ki Lalam
ateş zahirde ışıktır
alevdir
hârdır. Aydınlık gibi gelir evvelinde
gözünü gönlünü alır ve dahi sonunda da aklını başından. Birdenbire sarar dört yanını…”
“Acem sarmaşığı gibi mi Çelebim?”
“Acem sarmaşığı gibi Lalam. Öyle bir ateşdir ki ahirinde pervaneler gibi düşersin avucuna… Amma Lalam bildim ki hepsi bendendir… Baktığım zaman
görmeyi murat ettiğim şeyi gördüm; duymayı murat ettiğim şeyi duydum. Alevler sardıkça her yanımı
daha da sarsın istedim. Anladım ki Lalam
ateş bendedir benim gözümde
gönlümde
idrâkimde. Başı da sonu da bende.”
“Sendendir de oğul
yine de gönderenden bi-haber
getirenden de gafil olma. Ol ateş-i aşk ki bazen hezimettir bazen ganimet; kimine ferasettir kimine dalalet. Sen onu kendinden ve dahi getirenden bilirsin. Kamil insan getirenden bilmez gönderenden bilir. Getirene meyl etmez
gönderene meyl eder. Ondandır ki muhabbeti Mevla’dan bilir
muhabbetle ancak O’na yönelir. Mevla’da fani olur
aşkta son mertebede budur Çelebim”
“Erenler nasıl fâni olmuşlar Lalam”
“Bizler toprağız Çelebim
içimizde can taşırız
su dahi bize hayat verir
toprak gibi filizler veririz. Bir yanımız hayattır
hayattan geçemeyiz. Ol demir de topraktandır ve lakin toprak gibi değildir
kâvidir
cevheri kuvvetlidir
kendini arındırıp saflaşmıştır. Ol erenler demir gibidir
insandaki cesedî yönlerden sıyrılmışlardır
nefsi arzular bedenî arzulardır
bed huylar
kem sözler
kötü davranışlar insan olmamızdandır. Bunlardan sıyrılan saflaşır
saf olan kıymetlenir. İşte ilahi aşk saf cevherde şekillenir
Ol Erhame’r rahimin
“Yere göğe sığmadım
mümün kulumun kalbine sığdım.” buyurur ve bu hal yalnızca kalb-i selim yani teslim olmuş
saflaşmış bir kalp için mümkündür. İşte bu hal ile fani olunduğunda erenler kendi benliklerinden geçerler. Hallac-ı Mansur’un “ene’l hak” dediği bu hal üzredir. Ve dahi aslında “ene’l aşk” dense yeridir.
“Lalam ben aşk dedim helak oldum
ol erenlerden Mansur böyle bir kelam eder de nasıl helak olmaz?”
“Sabır
Çelebim sabır… Onun da cevabı var.“
Çelebi Lalasının bir sualden kaçtığını daha önce hiç görmemişti
şaşırdı ama anladı ki bu işin ardı var. Beraber pazar yerini dolaşmaya çıktılar
sonra Lala bir demirci dükkanının önünde durdu. Çelebi’yi yanına alıp dükkandan içeri girdi. Demirci hürmetle selamladı içeri girenleri ve yer gösterip işine devam etti. Lala
merakı yüzünden okunan Çelebi’ye
ustanın elindeki demiri gösterdi.
“Bu demir midir Çelebim?”
“Öyledir Lalam”
“Peki bu ateş midir?”
“Öyledir Lalam”
Sonra usta demiri kor ateşin içine soktu
ateşi harladı. Beklediler… Çelebi “Lalam” diye söze girecek oldu
Lalası “Sabır Çelebim
sabır” deyip susturdu. Sabırla demir ateşin içinde kızardı
korlaştı. O zaman Lala ustaya işaret etti
usta da demiri ateşten çıkarıp Çelebi’ye doğru uzatı.
“Çelebim bu demirin ucundaki kor mudur ve dahi ondan çıkan da ateş midir?”
“Öyledir
Lalam”
“Peki bu demir
“ben ateşim” dese yalan mıdır?”
“Bu hal üzre doğrudur Lalam”
Lala’nın işaretiyle usta demiri suya soktu ve bir süre su içinde tutarak soğuttu. Çıkardığında demir eski halini almıştı.
“İşte Çelebim
erenler bu demir gibidir
ol Mansur da bu demir gibidir. Onlar ilahi aşk içinde sabır ile pişerler öyle bir dem olur ki cisminden sıyrılır
Sevgili de fani olurlar. Demirin ateşte fani olup “ben ateşim” demesi gibi Mansur da “ene’l hak”der. Amma o halde çıkınca demirin suya girip yeniden dirilmesi gibi
cismani ve insani hale döndüğünde ol kişi “ene’l hak” dese sözü yalandır ve dahi katli vacitir. ”
“Lalam
anladım ki demir ateşe teslim oldu bundan dolayı ateşle var oldu. Bende teslim olmuş bir kalp yoktu Lalam
ben onun için küle döndüm. Ben devayı getirenden bildim
gönderenden bilmedim. Sebeblere takılıp kaldım Lalam
müsebbib olanı yani sevilmeye en layık olanı göremedim…Halbuki kalp O’nun için değilse niye vardı…”
“Lütfedip bildirirsen Lalam”
“Su
“Doğrudur Lalam”
“Su temizler
“Hakikattir
“Ve dahi su muallaktır
“Ben su gibi miyim Lalam?”
“Senin özün topraktır ve dahi tabiatın 'ebu tûrab' olsa gerektir.”
Çelebi bir nice zamandır zihnini meşgul eden düşüncelerde yüzüp giderken beş vaktin beşinde de bulunması gereken yerde birkaç defa yokluğunu hissettirmişti. Ders esnasında da zihni bir yerde takılıp kalıyordu. Geçip giden o hadiselerden sonra sükûnete ermişken Çelebi’nin bu hali Lalasını endişelendirmişti.
“Toprağı bildin mi Çelebim ?”
“Lütfederseniz öğrenirim Lalam.”
“Toprak
“Lalam öyle buyurursun da lakin ben etten kemikten bir beden görürüm. Toprak nerdedir.”
“Çelebim günlerdir bunu mu düşünür?”
“Çok şey düşünürüm amma bu sualime cevap değildir ?”
“Sualine cevap da vardır. Bilmez misin
“Lalam lütfedip izah ederse…”
“O bedeni et ve kemik haline getiren su ve topraktır. Toprakta yetişen
Çelebi sustu
Sarayburnu’nda gitmeyi adet edindiği çınar ağacının altında durdu. Ne zaman gelse buraya sanki kendisiyle birlikte zamanda dururdu. Hayata ara verir
Geride bıraktığı günleri ayları yaşanmışlıkları düşündü burda
* * *
“Ateşi bildin mi Çelebim”
“En çok onu bildim Lalam”
“Getirenden mi bildin
“Kendimden bildim Lalam?”
“Nice haldir bu
“Şöyle ki Lalam
“Acem sarmaşığı gibi mi Çelebim?”
“Acem sarmaşığı gibi Lalam. Öyle bir ateşdir ki ahirinde pervaneler gibi düşersin avucuna… Amma Lalam bildim ki hepsi bendendir… Baktığım zaman
“Sendendir de oğul
“Erenler nasıl fâni olmuşlar Lalam”
“Bizler toprağız Çelebim
“Lalam ben aşk dedim helak oldum
“Sabır
Çelebi Lalasının bir sualden kaçtığını daha önce hiç görmemişti
“Bu demir midir Çelebim?”
“Öyledir Lalam”
“Peki bu ateş midir?”
“Öyledir Lalam”
Sonra usta demiri kor ateşin içine soktu
“Çelebim bu demirin ucundaki kor mudur ve dahi ondan çıkan da ateş midir?”
“Öyledir
“Peki bu demir
“Bu hal üzre doğrudur Lalam”
Lala’nın işaretiyle usta demiri suya soktu ve bir süre su içinde tutarak soğuttu. Çıkardığında demir eski halini almıştı.
“İşte Çelebim
“Lalam