Salvo
Kayıtlı Üye
Emevi İdaresi
Emeviler, İslam'ın ilk yıllarındaki fetih savaşlarına katılıp bunlardan kar etmeye hazır, fakat ne şekilde olursa olsun, merkezi bir otoriteye bağlı olmaktan nefret eden, vahşi Bedevi kabilelerinden bir devlet oluşturmuşlardı. Herhangi bir krala veya efendiye bağlı olmaya mizaçları gereği karşı olan bu Bedeviler, kabilelerinin bağımsızlıklarını ve çöldeki hürriyetlerini titizlikle korumaktaydılar. Temel bağlılıkları kabile ve aşiret olan bu insanlar için, belli bir yerde merkezileşmiş, güç ve otorite sahibi, milli ölçülerde bir devlet fikri çok yabancı bir şeydi. Şimdi ise, imparatorluğun idari sınıfını oluşturuyorlardı. Tebaları ise, çok değişik kökenlere ve dinlere bağlı insanlardı. Fakat, idari dehalarıyla, Emeviler İslam diniyle uyumlu ve bu muazzam imparatorluğun her tarafına Arap dilini hakim kılan bir Arap kültürü geliştirmeyi başardılar.
Emevilerin başarısına katkıda bulunan çeşitli faktörler vardı. Bunlardan önemli birisi, başkenti Medine'den Şam'a taşımaları ve ordu ile sivil idarenin çekirdeğini oluşturma konsunda Suriye'ye olan güvenleriydi. Suriye, zaten yüksek bir medeniyete sahipti ve İslam öncesi devirlerde buraya taşınmış olan Araplar, kısa bir süre sonra daha düzenli olmuşlar ve merkezi idareye Emevilerin esas rakipleri olan Şiiler'in üslerini kurdukları Irak halkından daha çok, alışmışlardı. Sivil idare de, önce aynen izlenen sonraları ise, yetenekli müslüman ve gayri müslim danışmanların faydalı hizmetleriyle geliştirilen, denenmiş Bizans sistemine dayanıyordu.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) kendisi hayattayken, her “emin azınlığın” dini ibadetlerini yerine getirmelerine ve ödeyecekleri cizye ve kelle vergisi karşılığında, kendi kendilerini yönetmelerine izin verilmesini açıkça belirtmişti. Bu politika bütünüyle devam ettirildi. Her emin azınlık içişlerinde, kendi dini liderlerinin idaresinde otonomdu. Hatta, Müslümanlarla ilgili olmadığı sürece, medeni ve suç unsurlarıyla ilgili adli meselelerde bile, bunlar, kendi dini liderlerini veya onun atadığı birinin başkanlığında, kendi kanunlarına uygun bir şekilde yargılanıyorlardı. Müslüman ve gayri müslim halk arasındaki ilişkiler iyiydi. İmparatorluğun diğer pek çok bölümünde olduğu gibi, Suriye'de de halkın büyük çoğunluğu Hristiyandı; Muaviye'nin hanımı (Yezid’in annesi Meysun) bir Hristiyandı; şairi ve doktoru da öyle, Müslümanlar, büyük bir Hristiyan nüfusa sahip olan . Suriye'de, kendilerini geriden emniyete alma ihtiyacı hissetmeden, (Hristiyan) Bizanslılarla sık sık savaşlara giriyorlardı. Şam'lı Aziz Yuhanna'nın (yakl. 676-yakl. 757) ömrü, Emevi hanedanîığınınki ile paraleldi. Doğu kilisesinin meşhur bir teologu (ilahiyatçısı) ve ilahi yazarı olan Aziz Yuhanna (St. John), Yunanca olarak, Hristiyanlık akidesinin yalın bir özetinin yanında, içerisinde İslam'ın yeni bir din olmaktan çok, teslis karşıtı bir düşünce olduğunu iddia ettiği risaleler yazmış ve bunları yapmasına izin verilmiş, çoğu zaman da bu fikrini açık tartışmalarda bile dile getirebilmiştir.
Emeviler, İslam'ın ilk yıllarındaki fetih savaşlarına katılıp bunlardan kar etmeye hazır, fakat ne şekilde olursa olsun, merkezi bir otoriteye bağlı olmaktan nefret eden, vahşi Bedevi kabilelerinden bir devlet oluşturmuşlardı. Herhangi bir krala veya efendiye bağlı olmaya mizaçları gereği karşı olan bu Bedeviler, kabilelerinin bağımsızlıklarını ve çöldeki hürriyetlerini titizlikle korumaktaydılar. Temel bağlılıkları kabile ve aşiret olan bu insanlar için, belli bir yerde merkezileşmiş, güç ve otorite sahibi, milli ölçülerde bir devlet fikri çok yabancı bir şeydi. Şimdi ise, imparatorluğun idari sınıfını oluşturuyorlardı. Tebaları ise, çok değişik kökenlere ve dinlere bağlı insanlardı. Fakat, idari dehalarıyla, Emeviler İslam diniyle uyumlu ve bu muazzam imparatorluğun her tarafına Arap dilini hakim kılan bir Arap kültürü geliştirmeyi başardılar.
Emevilerin başarısına katkıda bulunan çeşitli faktörler vardı. Bunlardan önemli birisi, başkenti Medine'den Şam'a taşımaları ve ordu ile sivil idarenin çekirdeğini oluşturma konsunda Suriye'ye olan güvenleriydi. Suriye, zaten yüksek bir medeniyete sahipti ve İslam öncesi devirlerde buraya taşınmış olan Araplar, kısa bir süre sonra daha düzenli olmuşlar ve merkezi idareye Emevilerin esas rakipleri olan Şiiler'in üslerini kurdukları Irak halkından daha çok, alışmışlardı. Sivil idare de, önce aynen izlenen sonraları ise, yetenekli müslüman ve gayri müslim danışmanların faydalı hizmetleriyle geliştirilen, denenmiş Bizans sistemine dayanıyordu.
Hz. Peygamberin (s.a.v.) kendisi hayattayken, her “emin azınlığın” dini ibadetlerini yerine getirmelerine ve ödeyecekleri cizye ve kelle vergisi karşılığında, kendi kendilerini yönetmelerine izin verilmesini açıkça belirtmişti. Bu politika bütünüyle devam ettirildi. Her emin azınlık içişlerinde, kendi dini liderlerinin idaresinde otonomdu. Hatta, Müslümanlarla ilgili olmadığı sürece, medeni ve suç unsurlarıyla ilgili adli meselelerde bile, bunlar, kendi dini liderlerini veya onun atadığı birinin başkanlığında, kendi kanunlarına uygun bir şekilde yargılanıyorlardı. Müslüman ve gayri müslim halk arasındaki ilişkiler iyiydi. İmparatorluğun diğer pek çok bölümünde olduğu gibi, Suriye'de de halkın büyük çoğunluğu Hristiyandı; Muaviye'nin hanımı (Yezid’in annesi Meysun) bir Hristiyandı; şairi ve doktoru da öyle, Müslümanlar, büyük bir Hristiyan nüfusa sahip olan . Suriye'de, kendilerini geriden emniyete alma ihtiyacı hissetmeden, (Hristiyan) Bizanslılarla sık sık savaşlara giriyorlardı. Şam'lı Aziz Yuhanna'nın (yakl. 676-yakl. 757) ömrü, Emevi hanedanîığınınki ile paraleldi. Doğu kilisesinin meşhur bir teologu (ilahiyatçısı) ve ilahi yazarı olan Aziz Yuhanna (St. John), Yunanca olarak, Hristiyanlık akidesinin yalın bir özetinin yanında, içerisinde İslam'ın yeni bir din olmaktan çok, teslis karşıtı bir düşünce olduğunu iddia ettiği risaleler yazmış ve bunları yapmasına izin verilmiş, çoğu zaman da bu fikrini açık tartışmalarda bile dile getirebilmiştir.