Einstein haklı(mı)ydı!

ToLeRaNS

Kayıtlı Üye
Einstein haklı(mı)ydı!
Prof. Dr. Rennan Pekünlü
Ege Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü
Bilim ve Gelecek
Ekim 2004

�Bir kuram ne denli devrimci olursa olsun, yapısı ne denli �güzel� olursa olsun, bizi bilimsel çalışmalarımızda güden ilke, kuramın gözlem ve/veya deneylerle tutarlı olmasının gözetilmesidir. Son 25-30 yıldaki teknolojik gelişmelerin sağladığı ölçüm aygıtlarıyla Einstein kuramı sürekli sınanmaktadır. Kuram her sınamadan başarıyla çıkıyor. Ancak sınav henüz bitmedi. Unutulmamalıdır ki, Kopernik tarih sahnesine çıkıncaya dek, insanlığın sürekli gelişmekte olan düşünce dokusu, yüzyıllar boyunca Aristoteles mantığının tekeli altında kalmış, donuk ve kısır bir dönem yaşamıştır.�

Bilim ve fen... tesadüfen!� derler. Bu yarı-doğru saptama genel olarak serendip bulgular için kullanılır. �Serendip� (serendipitous) sözcüğü ilk kez yazar ve tarihçi Horace Walpole tarafından 18. yüzyılın ortalarında kullanılmıştır. Bu sözcüğün alındığı peri masalında, Serendip�in (eski Seylan, şimdiki Sri Lanka) üç prensi sürekli olarak güzel bulgular yaparlar. Bu sözcüğü kullanırken Walpole, sözcüğün, raslantısallığın yanı sıra usun da ağırlıklı olarak devrede bulunduğu bulgular için kullanılması gerektiğine işaret etmişti.

Gökbilimdeki serendip bulguların önemli bölümünü us oluşturmaktadır. Bu gerçeği en çarpıcı biçimde Louis Pasteur dile getirmiştir: �Gözlemsel çalışmalarda şans, bulguya ussal olarak en hazırlıklı olan kişiyi yeğler.� lşte Joe Taylor ve Russell Hulse�ın 1974 yazında serendip bulgularıyla başlayan ve 20 yıl sonra bu iki bilim insanına Fizik dalında Nobel ödülü kazandıran, Genel Görelilik Kuramı�nın da gözlemlerle tutarlı olduğunu gösteren öykü, özünde, adı geçen bulguya ussal olarak hazırlıklı olan iki kişinin öyküsüdür.

Bir serendip bulgu
Çift atarcaların (pulsar) serendip bulgusunu yapan Taylor ve Hulse, daha sonra yapılan gözlemleri de dikkate alarak çekimsel dalgaların (gravitatioııal waves) varlığını dolaylı olarak kanıtlamışlardır. Bu süreç, Genel Görelilik Kuramı�nın ciddi bir sınavıydı. Bulgu sonuçları Genel Görelilik Kuramının sınavı bir kez daha başarıyla geçtiğine işaret ediyordu.

Deney ve/veya gözlem; anahtar sözcükler bunlardır. Deney ve/veya gözlemsiz fizik kısır, fiziksel kuram da yalnızca bir kurgudur. Hangi kuram olursa olsun deney ve/veya gözlemler karşısında girdiği sınav sonucunda ya ayakta kalacak veya çökecektir. Uzay, zaman ve çekimin doğasına ilişkin temel bir kuram olan Genel Görelilik ortaya atıldığından beri gözlemlerin dikenli, engelli ve engebeli yolundan geçmektedir.

Kuazar ve atarca gözlemleri ne yazık ki çekimin etkisini sınayabileceğimiz uygun ortamı oluşturamıyor. Kuazar ve atarcaların sergilediği fiziksel süreçler yumağı o denli karmaşıktır ki, çekimin etkisini bu yumaktan ayırıp Genel Görelilik Kuramı�nı sınamamız olası olmuyor.
Aslında, Genel Görelilik Kuramı�nı oluştururken Einstein deneysel sonuçlarla çok ilgilenmiyordu. Ancak yine de kuramın deneyler karşısında sınanması gerektiğinin ayırdındaydı. Bu nedenle kuramın sınanabilecek üç öngörüsünü şöyle sıralamıştı:
1) Işık, çekimsel gizilgüce (potansiyele) sahip bir gök cisminin yakınından geçerken yörüngesi bu cismin yakın komşuluğundaki eğri uzay-zaman süredurumunca saptırılır.
2) Merkür Gezegeni�nin enberi noktası zamanla �ilerler�
3) Işık eğrilmiş olan uzay-zaman süredurumunda kırmızıya kayar (Gravitasyon adı verilen fiziksel süreç, Newton�dan günümüze dek değişik kavramlarla anlatılmaya çalışılmıştır. Önceleri iki kütlenin birbirine �uzaktan etki ettiği� düşünülmüş, daha sonra bu rahatsız edici kavram bırakılıp �alan� sözcüğü kullanılmış ve son olarak Einstein ile birlikte �eğrilmiş uzay-zaman süredurumu� kavramı gelmiştir. Çekim, çekim kuvveti, uzay zaman eğriliği, özünde aynı fiziksel etkileşime gönderi yapmaktadır).

İlk iki öngörü doğrultusunda yapılan gözlemler daha 1960�lı yılların başında başarılı sonuçlar vermiş, üçüncüye ilişkin gözlemlerse sonuç çıkaracak denli iyi olmamıştır. Üçüncü tür gözlemlerde Genel Göreliliğin öngördüğü etkiler gözlenmiş, ancak doğruluk dereceleri çok düşük olduğundan güvenilir sonuçlar çıkarmaya uygun olmadıkları onanmıştır.

Ayrıca o dönemlerde Genel Göreliliğe seçenek oluşturan Brans-Dicke Kuramı da aynı öngörülerde bulunabiliyordu. Ancak 1970�li yılların ortalarına gelindiğin de Brans-Dicke�in çekim kuramı gündemden inişe geçmeye başladı. 1974 yılında Massachusetts Üniversitesi öğretim üyesi ve araştırmacılarından Joseph H. Taylor, 9. Texas Sempozyumu�nda sunduğu konuşmasında çift atarcaların gözlendiğini ve bu dizgenin Genel Görelilik Kuramı için iyi bir denek odağı oluşturduğunu duyurdu. Taylor�a göre çift atarca dizgesine ilişkin gözlemler Einstein kuramının en önemli öngörülerinden biri olan çekimsel dalgaların varlığını kanıtlamaktaydı.

Şimdi bu serendip bulgunun öyküsüne geçelim. 1974 yılının yaz aylarında Joseph H. Taylor, öğrencisi Russeli Hulse�ı Puerto Rico�daki Arecibo radyo teleskobunda atarcalar (pulsarlar) üzerinde çalışmaya göndermişti.
(Sabrınızı zorlamamak için bu sürece yer vermiyorum)
[��..]

Genel Görelilik Kuramı�nın sonuçlarını yayınlayıp işi orada noktalamak Einstein�a tam anlamıyla doyum vermiyordu. Dikkatini yazgısı kötü olan Birleşik Alan Kuramı�na çevirmeden önce Genel Göreliliğin sonuçları üzerinde çalışmaya devam etti. Bu sonuçlardan biri çekim dalgalandır. Newton Çekim Kuramı�na göre iki cisim arasındaki çekim etkileşimi �anlık�tır.

Ancak Özel Görelilik Kuramı�na göre �anlık� etkileşim olası değildir. Çünkü ışık hızı tüm etkileşimlerin sınır hızını simgeler. Genel Görelilik Kuramı da Özel Görelilik Kuramı�yla belli düzeyde uyum sağlamak için tasarlandığından, çekim etkileşimlerinde ışık hızının sınır hız olarak ortaya çıkması anlaşılır bir durumdur. Bunun anlamı şudur: Iki cismin çekimsel olarak etkileştiğini düşünelim. Eğer cisimlerden biri küresel şeklini ansızın değiştirerek bir �Havana purosu� biçimine bürünür ve buna bağlı olarak değişik bir çekim alanı üretirse, ikinci cisim bu değişikliği hemen duyumsayamaz. Bu değişiklik yalnızca birinci cisimden ışık hızıyla uzaklaşan bir bölgede duyumsanacaktır.

Şimdi de, şeklini değiştiren cismin başlangıçtaki şekline döndüğünü varsayalım. Bu şekil değişikliğiyle birlikte ortaya çıkan çekim alanı da cisimden dışarıya doğru ışık hızıyla yayılacaktır. Bu olay tıpkı bir ucuna dürtü verilen ipin davranışına benzer. Dürtü ip boyunca bir dalganın yayılmasına neden olur. Bu dalganın hızını ipteki gerilme ve ipin ağırlığı gibisinden değişkenler belirler. Genel Görelilik Kuramı�ndaki sonuç çekim dalgalarıdır. Bu tür dalgalar çekim kuvvetinin neden olduğu ve özekteki cisimden dışarıya doğru ışık hızıyla yayılan dalgalardır.

Einstein kendine şu soruyu sordu: �Genel Görelilik Kuramı�nın eşitlikleri gerçekten bu tür bir olayı öngörüyor mu? Eğer çekim dalgaları varsa özellikleri nelerdir?� Aslında Einstein�ın eşitlikleri çekim dalgalarını bir çözüm olarak içeriyordu. Örneğin haltercilerin �dambıl� dediği minik halteri düşünelim. Elle tutulacak yerinden dik olarak geçen bir eksen çevresinde dönen �dambıl�, çevresine ışık hızıyla yayılan çekim dalgaları salar. Elektromanyetik dalgaların kaynaktan dışarıya erke taşıdığı gibi çekim dalgaları da dönen dambıldan dışarıya erke taşırlar. Einstein böylesi bir dizgeden taşınan erkeyi hesaplayan bir formül de türetti. Daha sonra Einstein�ın bu konuda yaptığı varsayımların geçerli olmadığı, basit bir matematiksel yanılgı sonunda bulduğu değerin de 2 kat daha büyük olduğu ortaya çıktı. Einstein�ın yanlışını bulan kişi ünlü Ingiliz bilimci si Arthur Eddington�dur.

Einstein�ın çekim dalgalarına ilişkin yazdıkları 1916 yılında yayınlandı. Sonraki 40 yıl içinde bu konuda başka bir şey yazılmadı. Suskunluğun bir nedeni çekim dalgalarının etkilerinin çok zayıf olmasıydı. Bir diğer nedeni de, bu dalgaların �gerçek� mi yoksa matematiksel bir yapaylık mı olduğu konusunda görüş birliği olmamasındandı. Ancak 1960�lı yıllarda Görelilik Kuramın da gözlenen canlanma ve bu canlanmanın bağrında yeşeren iki gelişme, çekim dalgalarını yeniden gündeme getirdi. Bu gelişmelerden biri, çekim dalgalarının gözlenebilir fiziksel olgular olduğunun, bu dalgaların kaynaktan dışarıya erke taşıdığının, dolayısıyla kayrıağın erke yitirdiğinin inandırıcı bir biçimde kanıtlanmasıydı.

Ikinci gelişme Maryland Üniversitesi�nden Joseph Weber�in yerö esi kaynaklardan gelen çekimsel dalgaları algılayacak bir aygıt yapmaya karar vermesidir.

1974 yılında çekimsel dalgalar, çevresinde ateşli tartışmaların geliştiği bir konuydu. Görelilik Kuramı üzerine çalışanlar çekimsel dalga algılayabilmek için birbiriyle delicesi ne yarışıyordu. Weber çekimsel dalgaları 1968 yılında algıladığını savunuyordu.

Ancak diğer gözlemcilerin sonraki yıllarda gösterdiği çabalar bu dalgaların �yine� algılanması için yeterli olmadı. Bu konuda günümüzün yaygın kanısı çekim dalgalarının henüz algılanamadığı yönündedir. Bu düş kırıklığı ortamına bir güneş gibi doğan çift atarca bulgusu relativistik etkilerin gözlenebileceği yeni bir denek ortamı oluşturdu. Eğer dönen bir dambıl çekimsel dalgalar salabiliyorsa, birbiri çevresin de dönen bir çift nötron yıldız da salabilirdi. Dambılın iki küresini bir demir çubuk bir arada tutarken çift nötron yıldızı da çekimsel kuvvet bir arada tutuyordu. Genel Görelilik Kuramı�na göre bu iki cismi bir ara da tutan şeyin neliği hiç önemli değildi. Bu çift atarca dizgesi çekimsel dalgaların araştırılmasında kullanılabilirdi.

Tüm bu olumlu gelişmelere karşın bir de olumsuz yan vardı. Çift atarca dizgesi 16.000 ışıkyılı ötedeydi. Salmış olduğu çekimsel dalgalar zaten o denli zayıftır ki, bu dalgalar Yer�e ulaştığında daha da zayıflamış olacak ve bugünün teknolojisiyle algılanamayacaktır. Diğer yandan, bu dalgalar dizgeden dışarıya erke taşıdığından dizgenin erke yitirmesine neden oluyorlar. Bu yitik kendisini gözlemsel verilerde nasıl gösterir?

Erke yitiğinin kendini sergiledigi yerlerden biri, iki cismin yörunge devinimidir. Çünkü çekimsel dalgaların yayılmasına neden olan etmen yörünge devinimidir. Yörünge erkesindeki yitikse kendini iki cismin yörünge hızlarının artmasında ve aralarındaki uzaklığın azalmasında gösterir. Görünürde çelişkili olan bu durumu daha iyi anlayabilmek için yörünge erkesinin iki bölümden oluştuğunu anımsamalıyız:
1) çift nötron yıldızın devinimiyle ilişkili kinetik erke;
2) yıldızların arasında ki çekim kuvvetiyle ilişkili çekimsel gizilgüç erkesi.

Yıldızların hızlanması onların kinetik erkelerinin artmasına neden olurken aralarındaki uzaklığın azalması da gizilgüç erkenin iki kat azalması anlamına gelir. Sonuç olarak net etki, toplam erkenin azalmasıdır. Yıldızların hızlanması ve aralarındaki uzaklığın azalması, yörünge döneminin azalmasına neden olur.

Bu yöntem dolaylı da olsa çekimsel dalgaları algılamanın bir yoludur. Daha önce de değindiğimiz gibi, çekimsel dalgaların etkisi çok zayıftır ve çift atarca dizgesinin de bu konu da ayrıcalıklı bir konumu yoktur. Yörünge dönemi 27.000 saniye olan bu atarca için kuramın öngördüğü dönem azalma oranı yılda 10 saniyedir. Aslında Taylor ve Hulse için bu değeri gözleyebilmenin olasılığı vardı ve bu denek odağı heyecan ve rici bir ortamdı; ancak çekim dalgalarının zayıflığı cesaret kırıcıydı. 1974 yılında yapılan değerlendirmeler çekimsel dalga etkilerinin algılanabilmesi için en az 15 yıl sürecek sürekli gözlemlere gereksinim olduğu ve sonucun 1990�lı yıllarda alına bileceği yönündeydi. Erken 2000�li yılları yaşadığımız bugünlerde çekim dalgalarını beklemeyi sürdürüyoruz!

Şimdi kaldığımız yerden hızla 4 yıl ilerleyip 1978 yılına ve Almanya�nın Münih Kenti�ne gidelim (Münih Bavyera Eyaleti�ndedir ve Almanya�nın Texas�ı olarak anılır). O yılki Sempozyumda be Taylor çift atarcalar üzerine bir bildiri sunacaktı. Taylor�un çok önemli bir sonucu açıklayacağı üzerine söylentiler dolaşıyordu. Aynı günün sonuna doğru bir basın toplantısı düzenlendi. Sahne 6 Kasım 1919�da Londra�daki sahneye benziyordu. 0 gün de benzer bir biçimde, Einstein, kuramının bir öngörüsüne ilişkin olarak yapılmış olan bir gözlemin sonucu açıklanacaktı: ışığın yörüngesinin çekim alanında bükülmesi. Taylor�un sonucu ışığın çekimsel bükülmesine ilişkin sonuçtan daha az önemli değildi. Bu sonuç, Genel Göreliliğin 20 yıl süren sınanma sürecinin doruk noktasını simgeliyordu.

15 dakika süren kısa ve öz konuşmasında Taylor sonucu açıkladı: 4 yıl boyunca toplanan verilerle yapılan çözümlemelerin çift atarca dizgesinin yörünge döneminde bir azalmaya işaret ettiğini ve elde edilen sonucun Genel Görelilik öngörülerine uyduğunu (gözlemsel yanılgı sınırları içinde) duyurdu. Kuramın önemli bir öngörüsünün bu denli güzel bir biçimde doğrulanması, 1979 yılında kutlanması tasarlanan Einstein�ın 100. doğumgünü için en uygun armağandı.

Atarca adı verilen bu saatin inanılmaz kararlılığı Taylor ve arkadaşlarının veri toplama ve çözümleme de gösterdikleri son derece ayrıntılı ve gelişken yöntemlerle birleşince çekim dalgalarının algılanması için tasarlanmış olan 10 yıllık program 4 yıl gibi kısa bir zaman aralığına sığmıştı. Bu gelişkin yöntemler aynı zamanda çekimsel kırmızıya kayma, zaman yavaşlaması etkilerinin yanı sıra atarca ve yoldaşının kütlelerinin saptanmasında da kullanıldı.
Bu sonuçlar önemliydi, çünkü Genel Göreliliğin erke yitirilme oranına iliş kin öngörüsü dizgenin diğer para metrelerine olduğu gibi kütlelere de bağlıydı. Bu nedenle kesin bir öngörüde bulunmadan önce her iki nötron yıldızın kütlesinin bilinmesi gerekiyordu. Her iki yıldızın kütlesinin 1.4 Güneş kütlesi olması yörünge dönemindeki azalmanın yılda saniyenin 75 milyonda biri olduğuna işaret ediyordu.

1983 yılının Ağustos ayı boyunca alınan veriler bu oranın iyileştirilmiş değerini yılda saniyenin 76±2 milyonda bir olarak veriyordu.

İsviçre�nin Zürih Kenti�ndeki Politeknik Enstitüsü�nde okurken Einstein, 19. yüzyılın ünlü elektromanyetizm ustalarından olan Hermann Helmholtz, James Clark Maxwell ve Heinrich Hertz�in çalışmalarını ciddi bir biçimde inceledi. Bu çaba sonucunda elde ettiği derin bilgiler onun Özel ve Genel Görelilik Kuramları�nı oluşturmasında yardımcı oldu.

Hertz�in 1887 yılında yaptığı bir deney sonunda, �...ışık ve elektromanyetik dalgalar bir ve aynı şeydir� biçimindeki saptaması Einstein�ı çok etkiledi. Hertz�in üzerinde çalıştığı elektromanyetik dalgalar 30 MHz frekansındaki radyo dalgalarıydı. Belki ilginç bir raslantıdan başka bir şey değil ama, Genel Göreliliği sınayan çift atarca dizgesi de Arecibo�daki radyo teleskobun 430 MHz frekans bandından gözlenmişti.

Russell ve Hulse�ın öyküsünü burada noktaladıktan sonra biraz da çekimsel dalgalara değinelim.

Çekimsel dalgalar
Çift atarca dizgesi çekimsel dalgaların varlığını �dolaylı� olarak kanıtladı. Çekimsel dalga erkesinin yitirilmesiyle yörüngenin bozulacağına ilişkin Genel Görelilik öngörüsü gözlemlerle uyum gösterdi. Ancak bu dalgalar henüz dolaysız olarak algılanamadı.

Dolaysız olarak algılandığında, çekim dalgalarını Genel Göreliliğin sınanmasında kullanabilecek miyiz? Hayır!... Çünkü çekimsel dalga kaynağı olabilecek cisimler (çekimsel çökmeler, süpernovaların iç bölgeleri, kara delikler, kısa dönemli çift yıldız dizgeleri, çift atarcalar, vb.) o denli karmaşıktır ki, bu cisimlerin yapı ve dinamiğinin etkilerinin Genel Görelilik etkilerinden ayırmak son derece zordur. Bu nedenle çe kimsel dalgaların algılanması durumunda bile kullanacağımız yöntem, Genel Göreliliği doğru varsayıp, kaynak cisimlerin yapı ve dinamiği ne ilişkin bilgilenmeyi sürdürmek olacaktır.

Çekimsel dalgaların dolaysız algılanması gerçekleştiğinde gökbilimin yeni bir araştırma dalı, Çekimsel dalga gökbilimi başlayacak. Optik, radyo, X-ışınları, moröte ve kızılöte dalgaboylarında çalışan gökbilimciler nasıl ki Maxwell�in elektromanyetik kuramını sınamak yerine, kaynağa ilişkin bilgilenmeyi yeğliyorsa, çekimsel dalga gökbilimcisi de bu dalgaları inceleyerek evrenin yapısına ilişkin bilgilenmeye yönelecektir.

Daha önce verdiğimiz bir örneğe dönelim. Küresel bir cisim ansızın biçim değiştirerek Havana purosu biçimine bürünsün. Cismin biçimsel değişikliği çekimsel kuvvet alanında değişikliğe neden olacak ve değişikliğin etkisi cisimden ışık hızıyla uzaklaşacaktır. Değişen kuvvet alanı beraberinde ne tür değişiklikler getirecektir? Cismin yakın komşuluğundaki uzayın sonlu bir parçasında bu cisme doğru olan çekim kuvve tinde belli niceliklerde değişim olacaktır. Ancak bu değişikliği algılamak olası değildir. Neden? Kendimizi bu cismin dışında cisme doğru özgür düşen bir denek odasında düşünelim. Deneyimizin amacı çekim kuvvetindeki değişikliği algılamaktır.

Cisimdeki biçimsel değişikliğin neden olduğu çekimsel alan değişikliği hem bize hem de denek odasına (denklik ilkesine göre) eşit olarak yansıyacağından değişikliği duyum sayamayacağız. Denek odasıyla birlikte özgür düşmemiz sürecek, çekim alanı nasıl değişirse degişsin denek odamız çekim alanının etkilerinden bağımsız kalacaktır. Ancak, biçimsel değişiklik sırasında özekte ki cismin uyguladığı kabarma (tidal) kuvvet alanı değişecektir. Kabarma alanı sonlu boyutlara sahip bir böl gede bulunan iki nokta arasındaki kuvvet veya ivme ayrımıdır. Özgür düşen bir denek odasında birbirin den yatay olarak biraz ayrı duran iki cismin birbirine doğru düşmesini sağlayan kuvvet işte bu kabarma kuvvetidir. Her iki cisim de çekimsel kuvvet kaynağı olan cismin özeğine doğru düştüğünden aynı zamanda birbirine doğru da düşmektedir.

Bir kürenin kabarma alanı Havana purosu biçimindeki bir cismin kabarma alanından farklıdır. Denek Einstein laboratuvar çalışması sırasında, odamızın ivmesindeki net değişikliği algılayamasak da denek odamızda bulunan iki nokta arasındaki kabarma kuvveti değişikliğini algılayabiliriz.

Işte çekim dalgalarmın temel doğası budur: ışık hızıyla devinen bu dalgalar birbirinden ayrı iki cismin göreli kuvvet duyumsamasına neden olur. Cisimlerin duyıımsadığı kuvvet dalganın yayılma yönüne daima diktir. Bu konunun ayrıntıları bir başka yazının konusu olabilir.

Işığın yörüngesinin çekim alanın da bükülmesi, enberi noktasının zamanla ilerlemesi, zaman yavaşlaması, çekimsel dalgalar, tüm bunlar Genel ve Özel Görelilik Kuramları�nın öngörüleridir. Bir kuram ne denli devrimci olursa olsun, yapısı ne denli� güzel� olursa olsun, bizi bilimsel çalışmalarımızda güden ilke, kuramın gözlem ve/veya deneylerle tutarlı olmasının gözetilmesidir. Son 25-30 yıldaki teknolojik gelişmelerin sağladığı ölçüm aygıtlarıyla Einstein kuramı sürekli sınanmaktadır. Işığın yörüngesinin çekim alanında ki bükülmesi ve gecikmesine ilişkin öngörü gözlemlerle doğrulandı. Merkür Gezegeni�nin enberi nokta sının ilerlemesine ilişkin öngörü gözlemlerle uyuşmakta; çift atarca dizgesi çekimsel dalga yoluyla erke yitirmekte; kuramın öngördüğü erke yitik oranı gözlemlerin belirlediği değerle tutarlı görünmektedir.

Yapılan her yeni gözlem Genel Göreliliğin gözlemlerle tutarlılığını sergilemektedir. Ancak sınav henüz bitmiş değildir. Unutulmamalıdır ki, Kopernik tarih sahnesine çıkıncaya dek, insanlığın sürekli gelişmekte olan düşünce dokusu, yüzyıllar boyunca Aristoteles mantığının tekeli altında kalmış, donuk ve kısır bir dönem yaşamıştır.

KAYNAKLAR
1) A. Alpar, Cumhuriyet Bilim Teknik, 6 Kasım 1993, No. 346.
2) N. Colder, Einstein�s Universe, Viking Press, 1979.
3) L Z. Fang ve R. Ruffini, Bask Concepts in Relativistic Astrophysics, World Scientific, 1983.
4) R. A Hulse ve J. H. Toylor, Astrophysical Journal, Vol. 195,
L51, 1915.
5) W. H. Press ve K. S. Thorne, ARA&A Vol. 10, 1912.
6)1. A. Tyson veR. P. Siffard, ARA&A Vol. 16, 1978.
7) C. M. WilI, Wos Einstein Right, Basic Books, 1986.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst