I. “MAL AYRILIĞI” YASAL MAL REJİMİMİZİN DEĞİŞTİRİLMESİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER
1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu’ndan iktibas edilen 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, o tarihte İsviçre’de yasal mal rejimi olan “Mal Birliği yerine, “Mal Ayrılığı” rejimi kabul edilmiştir. Bu farklılığın nedeni ; Türk toplumunun örf ve adetleri gereği, “erkeğin, karısının malını ve parasını kullanmak istemeyeceği” yönündeki fikirler yanında , Mal Ayrılığı sisteminin Türk kadınının sosyo-ekonomik özgürlüğünü sağlayabileceği düşüncesi idi .
Bu sistemde her eş kendi mülkiyetinde bulunan malları yönetmekte ve yararlanmakta bağımsız olduğundan; kadın, malları üzerinde kocasının baskı ve yönetme arzusuna karşı korunabilmekte ve aynı zamanda evliliğin sona ermesi durumunda; evlilik mallarının tasfiyesi diğer mal rejimlerine nazaran daha basit ve pratik olmaktadır.
Kadını koruyucu özelliği dolayısıyla tercih edilen bu mal ayrılığı rejimi, zaman içinde kadının aleyhine işleyen ve özellikle, boşanmalarda onun aczine ve mağduriyetine yol açan bir sisteme dönüşmüştür . Şöyle ki, Türk ailesi bünyesinde, bir meslek ve sanatı olmayan ev kadınlarımız çoğunluktadır. Erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü toplumumuzda, boşanma ile birlikte kadın, tamamen kocanın insafına bırakılmaktadır.
Özellikle kırsal kesimlerde ve tarım sektöründe, kadın, evin dışında da çalışıp erkeğine bir ekonomik katkı sağladığı halde, kazanılan malların mülkiyeti çoğunlukla erkeğe ait olmaktadır. Hatta bazı yörelerde kadının üzerine tapu geçirmek yadırganmakta ve erkekler arasında alay konusu yapılmaktadır.
Büyük şehirlerde ise; kadının kocasının işyerinde çalışıp ona yardımcı olması, apartman ve ev işlerinde temizlikçi olarak çalışması veya evde ürettiği el emeğini satması sonucu kazanç elde ettiği, hatta bu gelir ile eve baktığı bir gerçektir. Kadın tarafından kazanılan ve bir tasarrufa yatırılan malvarlıklarının kocanın mülkiyetine geçirilmesine, kadın, aile düzeninin sarsılmaması için çoğu zaman ses çıkaramamaktadır. Hatta kocasının bozulan işi için veya ona sermaye yapsın diye, ailesinden kalan kişisel mallarını (özellikle düğünde hediye edilen ziynet eşyalarını) satarak katkıda bulunması da, yine bizim toplum hayatımızda karşılaşılan gerçeklerdir.
Bu şekilde kocaların mal edinmelerine büyük katkıda bulunan kadınlarımız, karşılık olarak, boşanma ile birlikte sokağa atılıyor ve erkeğin üç beş kuruş nafakasına mahkûm ediliyorsa, söz konusu kanuni mal rejiminin kadını koruyucu özelliği kalmamış demektir .
Ayrıca, çocukların velayetinin anneye bırakıldığı çoğu somut olayda; kötü niyetli koca, gerçek gelirini göstermeyerek nafaka borcunu ödemekten kaçınmakta ve bir de bunun yanı sıra, kendi üstüne kayıtlı olan ortak konuttan eski karısını ve çocuklarını sokağa atabilmektedir. Uygulamada rastlanılan bu adaletsiz örneklerin çoğalması sonucu, yasal mal rejimi olan Mal Ayrılığı sisteminin, özellikle Türk aile yapısı içinde adil ve eşitlikçi bir sistem olmadığı anlaşılmıştır.
İşte Mal Ayrılığı sisteminin, gelişen ve hızla değişen Türk toplumunun aile yapısında sebep olduğu bu sakıncalar nedeniyle, artık terk edilmek zorunluluğu sonucu, onun yerini alacak daha adil ve özellikle “ev kadınlarını” koruyucu başkaca kanuni mal rejimleri arayışı çabaları başlamıştır. 1950’li yıllardan sonra birçok batılı ülkede aile hukuku alanında yapılan revizyonlarda da yasal mal rejiminin eşler arasında adil ve eşitlikçi bir anlayış ile yeniden düzenlendiğini görüyoruz. Aşağıda kısaca değineceğimiz bu gelişmeler ve nihayet ülkemizin taraf olduğu bazı uluslar arası sözleşmeler de yeni yasal mal rejiminin kabulünde etkili olmuştur.
II. KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA MAL REJİMLERİ SİSTEMİNDE YAPILAN DÜZENLEMELER
1-Genel Olarak
II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan büyük ekonomik kriz ve sosyal problemler sonucu; Birleşmiş Milletler Örgütü ile birlikte tüm dünya ülkeleri; barışın, insan haklarına saygının, kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı yeni bir dünya arayışı içine girmişlerdir. Böylece, ülkelerin büyük çoğunluğunda hukuki alanda bir kadın-erkek ayrımcılığının varlığı saptanarak, özellikle bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması çalışmalarına yoğunluk verilmiştir.
50’li yıllardan sonra toplumdaki sosyal değişime paralel olarak, sabit rollere dayalı aile anlayışı da terk edilmeye başlanmıştır. Bunun yerini “eşit haklara dayalı evlilik modeli” almıştır. Birçok ülke Anayasalarında bu ilkeyi kabul etmiş ve bu anayasal değişiklikler daha sonra Medeni Kanun değişikliklerine etkili olmuştur .
Eşlerin evlilik birliğinde eşit haklara sahip olması ilkesi aynı zamanda bazı uluslar arası antlaşmalar ve konferansların da konusunu oluşturmuştur. Örneğin CEDAW olarak anılan “B.M. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”.
Bu ilkeler doğrultusunda; birçok batılı ülkelerde karı koca mal rejimleri de yeniden ele alınmış ve mevcut hukuki düzenlemelerin yetersizliği -ve özellikle kadın aleyhine sonuçlar doğurduğu- tespit edilerek, bu alanda yeni çalışmalara başlanmıştır.Türk Medeni Kanunu’nun temel kaynağı niteliğindeki İsviçre Medeni Kanunu’nda yapılan bir dizi değişiklikle, Aile Hukuku’nda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına çalışılmıştır. İsviçre’de konu ile ilgili çalışmalara 1957’lerde başlanmıştır. “Aile Reformu Kanunu” 5 Ocak 1984’te kabul edilip. 23 Ağustos 1985’de halkoyuna sunularak, %55’lik bir çoğunlukla desteklenmiştir. Nihayet söz konusu kanun, 1 Ocak 1988 tarihinden itibaren İsviçre’de yürürlüğe girmiş bulunmaktadır .
Söz konusu değişiklik ile, İsviçre’de mal rejimleri konusunda yeni bir kurum olan “Errungenschaftsbeteiligung ( Edinilmiş Mallara Katılma )” yasal mal rejimi olarak, düzenlenmiştir . Bu sisteme göre; evlilik devam ettiği sürece yine “ Mal Ayrılığı” rejiminde olduğu gibi eşler kişisel mallarının mülkiyeti, yönetimi ve bunlar üzerinde tasarruf yetkisine sahiptirler. Ayrıca, yine her eş kişisel borçlarından kendi bütün malvarlığı ile sorumludur. Bu yeni yasal rejim, evlilik herhangi bir şekilde sona erdiği zaman, -eşler aralarında mal rejimi sözleşmesi ile başka bir sistemi kabul etmedilerse –malların tasfiyesinde devreye girer .
İsviçre Aile Hukuku’nda kabul edilen bu yeni yasal mal rejiminin, “Mal Ayrılığı”ndan daha adil ve daha az sakıncalı olduğu kabul edilmekle birlikte, bazı İsviçreli hukukçular bu sistemin uygulamada büyük zorluklar doğuracağı gerekçesi ile eleştirmişlerdir .
2- Türk Aile Hukuku’nda Konu İle İlgili Ön Çalışmalar
a) 1984 tarihli Türk Medeni Kanunu Ön Tasarı Çalışmalarında, eşler arasındaki mal rejimleri, İsviçre’deki Evlilik Hukuku’na ilişkin değişiklik çalışmalarına paralel olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Ancak bu tasarıda “Mal Ayrılığı” sistemi kanuni mal rejimi olarak korunmuş olup (Ön Tasarı m. 162 vd.); “Edinilmiş Mallara Katılma” ise, Mal Birliği yerine geçmek üzere seçimlik mal rejimi olarak düzenlenmişti.
b) Söz konusu tasarının kanunlaşamaması sonucu, sonraki yıllarda konu, Medeni Kanun’un bütününden ayrılarak, Evlilik Hukuku’nda eşler arasındaki cins ayrılığından kaynaklanan bazı eşitsizlikleri düzenlemek amacıyla yeniden ele alınmış, ancak bu çalışmalar da başarılı olamamıştı .
1993 yılında, Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan, “743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı”nda, yasal mal rejimi İsviçre’deki rejim örnek alınarak düzenlenmiştir.
Bu değişiklik çalışmalarının temelinde; Türkiye’nin 1985 yılında imzaladığı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” Uluslararası Sözleşmesi’nin; kadın-erkek arasında tam bir eşitliğin sağlanmasını öngören 15 ve 16. maddelerine uyumun sağlanması çabaları görülmektedir.
Söz konusu Bakanlık tarafından hazırlanan Ön Tasarı’nın “Gerekçe Bölümü”nde belirtildiği gibi; bu Kanun Tasarısı ve Ön Çalışmanın amacı; “Türk aile yapısını tümüyle değiştirmek değil, bir yandan Medeni Kanun’un toplumun gerisinde kalmış bazı maddelerini, güncel, sosyal gerçekçilik ve çağdaş gereksinim ve ölçütler doğrultusunda yeniden düzenlemeyi, diğer yandan da Türkiye’nin imzalamış bulunduğu uluslar arası sözleşmenin gereklerini, çekinceleri kaldırarak eksiksiz yerine getirmeyi amaçlamaktadır.”şeklinde belirtilmişti.
Söz konusu Tasarı’nın konumuzla ilgili düzenlemesi ve madde metinleri; “MÜKERRER BİRİNCİ FASIL-Edinilmiş Mallara Katılma” başlığı altında, 1984 Ön Tasarısındaki düzenlemenin aynısıdır. Bir farkla ki; 1984 Tasarısında “Edinilmiş Mallara Katılma ,” seçimlik rejim olarak düzenlenmişken, Tasarı’da “kanuni rejim” olarak benimsenmiştir.
c) 1998 Tasarısı ve “Paylaşmalı Mal Ayrılığı”;
1994 yılında Adalet Bakanlığınca oluşturulan yeni bir komisyon, Türk Medeni Kanunu’nu yenileme çalışmalarını 1998 yılında tamamlamış ve Tasarı halinde 20. yasama döneminde Millet Meclisi’ne sunulmuştur.
İşte 50’li yıllardan beri süregelen Medeni Kanun’un yenilenmesi çalışmaları sonucu ilk defa 1998 yılında “TASARI” haline gelebilen bu çalışmada, yasal mal rejimi olarak “PAYLAŞMALI MAL AYRILIĞI REJİMİ” kabul edilmişti.
Ancak 1998 tarihli tasarı, o yıldaki milletvekili seçimlerinin yenilenmesi sonucu, Meclis İçtüzüğü’nün 77. maddesi gereği, hükümsüz sayılmıştır.
d) 1999 Tasarısı;
Ecevit hükümeti döneminde kurulan yeni komisyon, 1998 tarihli tasarıyı yeniden gözden geçirerek, yasal mal rejimini “Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi olarak kabul etmiş, önceki tasarıdaki yasal mal rejimi olan “Paylaşmalı Mal Ayrılığı” ise, seçimlik mal rejimi olarak kalmıştır. 1999 yılında, Yürürlük Kanunu ile birlikte yeni Tasarı Meclis’e sunulmuştur.
Mal rejimlerine ilişkin yürürlük maddesi olan 10. maddede, bu yasal mal rejiminin kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlilikler için de geçerli olacağı kuralı getirilmişti.
Bu kanuni mal rejiminin esası, -Tasarı’nın “Gerekçe Bölümü’nde “eşler arasındaki hakkaniyeti gözeten türden, dolayısıyla geliştirilmiş bir mal ayrılığı sistemi” olarak belirtilmişti. Bu rejimde her eş, kişisel mallarının ve evlilik süresince edindiği diğer malların mülkiyetine sahip bulunmaktadır. Bu malların yönetimi, onlardan yararlanma ve tasarruf hakkı, malın sahibi olan eşe aittir. Ancak bu mal rejiminin en önemli özelliği, evliliğin sona ermesi halinde yapılacak tasfiye sırasında ortaya çıkmaktadır. Her eş kendi mallarını muhafaza etmekte, eğer malın zilyetliği diğer eşte ise bunu geri almaktadır. Ayrıca, edinilmiş mallara katılma rejiminde her eş diğerinin, evliliğin devamı süresince edindiği malvarlığından pay alma hakkına sahiptir. Öte yandan ve en önemlisi, tasfiye sırasında yapılacak hesap sonunda bulunacak artık değerin, eşler arasında paylaştırılması açısından, eşlerden her ikisinin (bunlardan birisinin salt ev işlerini görüyor olsa bile) ailenin refahına aynı ölçüde katkıda bulunduğu varsayım olarak kabul edilmiş ve eşlerden her birine veya mirasçılarına diğer eşe ait artık değerin yarısını isteme hakkı tanınmıştır.”
1999 Tasarısı ile yasal mal rejimi olarak kabul edilen “Edinilmiş Mallarla Katılma Rejimi”ile ilgili Yürürlük Kanunu Tasarısı’nın 10. maddesinde, eski evliliklere de uygulanacağı kabul edilmişti. Ancak aşağıda da belirteceğimiz üzere, söz konusu 10. madde Adalet Komisyonundaki tartışmalar sonucu değiştirilerek kabul edilmiştir.
3.“Edinilmiş Mallara Katılma” Rejiminin Yasal Mal Rejimi Olarak Kabulünün Fayda ve Sakıncaları
Ülkemizde evliliklerin %99’unda geçerli olan “Mal Ayrılığı” sisteminin, artık hızla değişen toplum karşısında, aile birliğinde eşler arasındaki eşitliği ve adaleti sağlayamadığı bir gerçektir. Özellikle “Ev kadını” konumundaki birçok evli kadının evlilik esnasında bağımsız bir malvarlığına sahip olmadığı toplumumuzda; boşanma ile birlikte malların tasfiyesi halinde, kadının katkısı ile edinilen mallar genellikle kocanın mülkiyetinde kalmaktadır. Her ne kadar karı-koca arasındaki paylaşma, uygulamada, eşya hukukunun genel kurallarına göre istihkak davası yoluyla ve son yıllardaki Yargıtay kararları uygulamasında “Katkı payı alacağı” adı altında, şahsi alacak hakkı talebi ile sağlanmaya çalışılmaktaysa da, kanıtlama güçlüğü nedeniyle her zaman adaletli bir çözüm sağlanamamaktadır .
Böylece “Mal Ayrılığı” sisteminin adil bir mal paylaşımı sağlayamaması sonucu, meslek sahibi olmayan kadınlarımız boşanma ile birlikte ekonomik açıdan zaruret halinde bırakılmaktadır. Kadınlarımız, alıştığı yaşam düzenini kaybetme korkusu ve bu sonuçları yaşamak istemediğinden dolayı; çökmüş bir evliliği –sürekli dayak yemeyi de göze alarak sürdürmek zorunda kalmaktadır.
“Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi, özellikle kadınlarımızın yaşadığı bu sokağa atılma korkusu yerine, evlilik için gösterdiği çabalarının maddi karşılığına kavuşabilme güvencesi sağlamaktadır. Boşanmanın kolaylaştırılması konusundaki son değişiklikler (özellikle fiili ayrılık nedeniyle boşanma ) karşısında, bu yasal mal rejiminin kabul edilmesi isabetli olmuştur.
Bu mal rejiminin sakıncalarının başında, karmaşık olması nedeniyle, uygulama güçlüğü yaratacağı endişesi gelmektedir . Söz konusu rejimin uygulanmasındaki zorluklar ve pratik olmaması yönündeki sakıncaları, İsviçre Hukuku’nda dahi kabul edilmektedir .
Ayrıca bazı görüşlere göre bu mal rejimi, evliliği bir nevi “şirket ortaklığına” dönüştürecektir. Bu görüş yanlılarına göre, “yatırım evlilikleri”nin doğması, eşler arasında güvensiz bir iş ortaklığı tedirginliği ve birbirinden mal kaçırmak amacıyla çeşitli muvazaalı işlemler ile karşılaşılması olasıdır .
Bu sakıncalar yanında, uygulanabilme güçlüğü de yargıçların ağır olan dava yükünü daha da arttıracaktır. Her mal grubunun değerinin belirlenmesi için ayrı ayrı uzman bilirkişilere başvurulacaktır. Buna bağlı olarak mal tasfiyesi de sağlıklı yapılamayacak ve yıllarca sürecek davalar ile karşılaşılabilecektir. Ayrıca; evlilik devam ettiği sürece eşlerin resmi envanter tutulması konusunda göstereceği hassasiyet de, bizim aile ve toplum yapımızda oldukça istisnai bir durum olarak kalacağından, tasfiyeye dahil olacak malvarlıklarının ispatı da büyük tartışmalar doğuracaktır.
Bu sakıncaları nedeniyle; öğretide, “Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi yerine, daha basit, Türk toplumunun gelenek ve alışkanlıklarına daha uygun yeni rejim arayışları ve alternatif çözümler teklif edilmiştir.4721 ve 4722 sayılı Kanunla ilgili meclis tutanaklarında bu tartışmalar yer almaktadır.
III. YENİ MEDENÎ KANUN'DA KABUL EDİLEN YASAL MAL REJİMİNİN YÜRÜRLÜK MADDESİNİN ANAYASA’YA AYKIRILIĞI
1. 4722 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde, “Tasarı üzerinde” yapılan değişiklik:
Bilindiği üzere yeni Medeni Kanun değişikliğinin en esaslı ve önemli kısmı, "Evliliğin Genel Hükümleri ve Eşler Arasındaki Mal Rejimi" bölümlerine ilişkin olmuştur. Kamuoyunda en çok üzerinde durulan ve sanki Medeni Kanun değişikliğinin sadece bu alanda olduğu kanaati uyandıran söz konusu bölümler, kanunlaştırma çalışmaları esnasında da büyük tartışmalara sebep olmuştur.
Yeni yasal mal rejiminin özellikle kanunun yürürlüğe girmesinden önceki evliliklere uygulanıp uygulanmayacağı açısından, 4722 Sayılı "Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun" un 10. maddesinde özel bir düzenleme getirilmiştir. Söz konusu yürürlük maddesi, Adalet Komisyonundaki tartışmalar sonucu değiştirilerek kabul edilmiştir.
Ancak Tasarıdaki gerekçesine baktığımızda, eski evliliklere evlenme tarihinden itibaren uygulanacağı kuralının yer aldığını görmekteyiz.
Bu son şekli gereğince, yeni Kanunla benimsenmiş Yasal Mal Rejimi olan "Edinilmiş Mallara Katılma Sistemi"; eski evliliklere ancak, eşler Kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde bu tarihten (kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002’den) itibaren ileriye dönük olarak uygulanabilecektir.
(Oysa hükümetin teklif ettiği metinde maddenin birinci fıkrası aynen şöyle idi: "Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak 6 ay içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, EVLENME TARİHİNDEN GEÇERLİ OLMAK ÜZERE, yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar")
Ancak bilindiği üzere, bizde eşler arasında böyle bir mal rejimi sözleşmesi yapma alışkanlığı olmadığından, bu 1 yıllık geçiş süresinde çok az sayıda eş “edinilmiş mallara katılma rejimi”ni, evliliklerinin başından itibaren geçerli kılmak üzere noterde anlaşma yapmıştır. Bu sayı Tüm Türkiye’de yaklaşık 17 milyon evli çift içinde 2000’i geçmemektedir. Bunun dışında, bu amaçla yapılan bazı mal rejimi sözleşmeleri de – o dönemde noterlerin de bilgisizliği nedeniyle – “Mal Ortaklığı” adı altında yapılmıştır ve bunların sayısı da çok düşüktür.
Böylece devam eden eski evliliklerin halen %99’unda iki farklı yasal mal rejimi geçerli olmaktadır. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar eşlerin edinmiş oldukları mal varlıklarına "Mal Ayrılığı Sistemi", yürürlük tarihinden sonra evliliğin sona ermesine kadar olan süre içinde edinmiş oldukları mal varlıklarına ise "Edinilmiş Mallara Katılma Sistemi" uygulanmak gerekecektir. Eski Kanunun ileriye dönük etkisi ile yeni Kanunun geçmişe etkili olamayacağı kuralı ilk defa bu yürürlük maddesi ile bir arada kabul edilmektedir.
2.Yürürlük K. 10. Maddenin Eleştirisi
Mal rejimi ile ilgili düzenleme aile kurumuna dairdir. Böylece toplumsal kurumlardan en önemlisi olan aile kurumunu derinden etkileyen bu düzenleme, kamu düzeniyle doğrudan ilgilidir. Bu nedenle yeni Medeni Kanun’daki yasal mal rejimi ile ilgili düzenlemenin önceki evliliklere de uygulanması bir zorunluluktur.
Kanunların toplumsal ahengi sağlama gibi bir işlevleri daha vardır. Tasarıdaki mal rejiminin, tasarının yasalaşmasından sonraki evliliklere uygulanması; eski evlilikler için de yürürlük tarihine kadar eski düzenlemenin devam etmesi, kanunların toplumsal ahengi sağlama işlevi ile bağdaşmaz. Böyle iki başlı bir uygulama Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırılık teşkil eder ve toplumsal kaosa sebebiyet verebileceğinden de kamu düzenini zedeler.
Nihayet İsviçre'de 1984 tarihinde yapılan ve 1 Ocak 1988'de yürürlüğe giren Aile Hukuku Reformunun yürürlük maddeleri olarak yer alan 9a-e düzenlemesi de yukarıda yer verdiğimiz gerekçelere uygun olarak yeni kanunun MEVCUT evliliklere de uygulanacağı şeklindedir. Yasal mal rejimini aynen İsviçre Medeni Kanunu’ndan alan bir sistemin, yürürlük rejimini de aynen alması beklenirken, bu sistemden ayrılarak yeni bir yürürlük rejimi oluşturmaya çalışılması anlaşılamamaktadır.
Bu haliyle 10. madde gerekçesinde yer alan, "bu değişiklikle beklenen amaç" gerçekleşemeyecek ve bir devrim olarak nitelendirilen Medeni Kanun değişikliği, milyonlarca mağdur kadının yakınmalarını ortadan kaldıramayacaktır. Kanun koyucu, özellikle ev kadınlarının mağduriyetini ve toplumun ihtiyacını sübjektif nedenlerle görmezden gelmiştir. Oysa Kanunlar yapılırken toplumun çıkarları, adalet ve hakkaniyet gözetilmek gerekir. Kanun koyucunun "uygulanma güçlüğü"nü bahane ederek, toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren yeni yasal mal rejiminin eski evliliklere uygulanmaması kararı, "devrim" olarak nitelendirilen bu yeni Medeni Kanun değişikliğini gölgelemiştir. Bu mevcut düzenleme, Anayasanın 10.Maddesi ile belirlenen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi, adeta iki ayrı hukuk kuralının uygulanması yolunu da açmıştır.
2. Uygulamada Anayasaya aykırılık iddiaları
Aile Mahkemelerinde açılan davalarda 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10.maddesinin Anayasaya ve Uluslar arası Sözleşmelere aykırılığı ileri sürülmüş ve bugüne kadar İstanbul’ da üç Aile Hâkimi bu iddiaları ciddi bularak, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştur. (Başvuru gerekçeleri ile ilgili ayrıntı için bkz. www. turkhukuksitesi.com)
4722 sayılı Yasa’nın 10. maddesinin, tasarıdaki eski haliyle kabul edilmesi hem “kamu düzeni” açısından; hem de “Anayasanın eşitlik ilkesi” açısından bir zorunluluktur. Aksi halde yeni durum toplumsal adalet duygusunu rencide edecektir. Bu nedenle yasal mal rejiminin mevcut evlilikler için de, evlenme tarihinden itibaren uygulanmasının kabul edilmesi gerektiği kanaatindeyim.
SONUÇ
Bütün bu yukarıda belirttiğimiz sakıncalarına rağmen biz, söz konusu yeni yasal mal rejimimizin; toplumumuzda cinsiyet ayrımına dayalı fiili eşitsizliği ve ayrıca yine Türk ailesinde özellikle kadının ekonomik mağduriyetine sebep olan fiili durumları geniş ölçüde ortadan kaldıracağına inanıyoruz.
Bu nedenle; söz konusu sistemin uygulanma güçlüğünün en aza indirgenebilmesi ve hukuk hayatımızda benimsenebilmesi için, acilen bazı çalışmalar yapılması gerekmektedir.
1. Öncelikle bu yeni düzenleme ve kuralların hukukçular tarafından çok iyi özümsenmesine yönelik çalışmalara hız vermek gerekir. Yasal mal rejimi 5 yılı aşan bir zamandır yürürlükte olduğu halde, mahkemelerde daha yeni olarak tasfiyelere başlanmıştır. Zira boşanma kararlarının kesinleşmesinden sonra tasfiye başlatılmaktadır.
2. Yasal mal rejiminin ölüm halinde de uygulanması, mirasta çift yönlü tasfiyeye yol açmaktadır. Bu durum uygulamada büyük sakıncalar doğuracaktır. Bu nedenle kişisel görüşüm olarak söyleyebilirim ki, mal rejiminin ölüm halinde uygulanmaması, onun yerine sağ kalan eşin miras payının artırılması yolu “ de lege ferenda” bir çözüm olarak düşünülmelidir.
3. Türk Hukukunda hiçbir geçmişi ve benzer düzenlemesi olmayan ve toplumumuzun da ilk defa tanışacağı bu yasal mal rejiminin evlenecek veya boşanacak olan çiftlerce iyice tanınması ve bilgi sahibi olabilmeleri için, toplumun da aydınlatılması gerekir.
4. Evlenecek olan çiftleri, kendilerine en uygun mal rejimini seçmeleri konusunda teşvik etmelidir. Bu çalışmalar ise, hukuçular, barolar ve yerel yönetimler işbirliği içinde kurulacak olan aile danışma merkezlerinde olabilir.
1926 yılında İsviçre Medeni Kanunu’ndan iktibas edilen 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, o tarihte İsviçre’de yasal mal rejimi olan “Mal Birliği yerine, “Mal Ayrılığı” rejimi kabul edilmiştir. Bu farklılığın nedeni ; Türk toplumunun örf ve adetleri gereği, “erkeğin, karısının malını ve parasını kullanmak istemeyeceği” yönündeki fikirler yanında , Mal Ayrılığı sisteminin Türk kadınının sosyo-ekonomik özgürlüğünü sağlayabileceği düşüncesi idi .
Bu sistemde her eş kendi mülkiyetinde bulunan malları yönetmekte ve yararlanmakta bağımsız olduğundan; kadın, malları üzerinde kocasının baskı ve yönetme arzusuna karşı korunabilmekte ve aynı zamanda evliliğin sona ermesi durumunda; evlilik mallarının tasfiyesi diğer mal rejimlerine nazaran daha basit ve pratik olmaktadır.
Kadını koruyucu özelliği dolayısıyla tercih edilen bu mal ayrılığı rejimi, zaman içinde kadının aleyhine işleyen ve özellikle, boşanmalarda onun aczine ve mağduriyetine yol açan bir sisteme dönüşmüştür . Şöyle ki, Türk ailesi bünyesinde, bir meslek ve sanatı olmayan ev kadınlarımız çoğunluktadır. Erkek egemenliğinin hüküm sürdüğü toplumumuzda, boşanma ile birlikte kadın, tamamen kocanın insafına bırakılmaktadır.
Özellikle kırsal kesimlerde ve tarım sektöründe, kadın, evin dışında da çalışıp erkeğine bir ekonomik katkı sağladığı halde, kazanılan malların mülkiyeti çoğunlukla erkeğe ait olmaktadır. Hatta bazı yörelerde kadının üzerine tapu geçirmek yadırganmakta ve erkekler arasında alay konusu yapılmaktadır.
Büyük şehirlerde ise; kadının kocasının işyerinde çalışıp ona yardımcı olması, apartman ve ev işlerinde temizlikçi olarak çalışması veya evde ürettiği el emeğini satması sonucu kazanç elde ettiği, hatta bu gelir ile eve baktığı bir gerçektir. Kadın tarafından kazanılan ve bir tasarrufa yatırılan malvarlıklarının kocanın mülkiyetine geçirilmesine, kadın, aile düzeninin sarsılmaması için çoğu zaman ses çıkaramamaktadır. Hatta kocasının bozulan işi için veya ona sermaye yapsın diye, ailesinden kalan kişisel mallarını (özellikle düğünde hediye edilen ziynet eşyalarını) satarak katkıda bulunması da, yine bizim toplum hayatımızda karşılaşılan gerçeklerdir.
Bu şekilde kocaların mal edinmelerine büyük katkıda bulunan kadınlarımız, karşılık olarak, boşanma ile birlikte sokağa atılıyor ve erkeğin üç beş kuruş nafakasına mahkûm ediliyorsa, söz konusu kanuni mal rejiminin kadını koruyucu özelliği kalmamış demektir .
Ayrıca, çocukların velayetinin anneye bırakıldığı çoğu somut olayda; kötü niyetli koca, gerçek gelirini göstermeyerek nafaka borcunu ödemekten kaçınmakta ve bir de bunun yanı sıra, kendi üstüne kayıtlı olan ortak konuttan eski karısını ve çocuklarını sokağa atabilmektedir. Uygulamada rastlanılan bu adaletsiz örneklerin çoğalması sonucu, yasal mal rejimi olan Mal Ayrılığı sisteminin, özellikle Türk aile yapısı içinde adil ve eşitlikçi bir sistem olmadığı anlaşılmıştır.
İşte Mal Ayrılığı sisteminin, gelişen ve hızla değişen Türk toplumunun aile yapısında sebep olduğu bu sakıncalar nedeniyle, artık terk edilmek zorunluluğu sonucu, onun yerini alacak daha adil ve özellikle “ev kadınlarını” koruyucu başkaca kanuni mal rejimleri arayışı çabaları başlamıştır. 1950’li yıllardan sonra birçok batılı ülkede aile hukuku alanında yapılan revizyonlarda da yasal mal rejiminin eşler arasında adil ve eşitlikçi bir anlayış ile yeniden düzenlendiğini görüyoruz. Aşağıda kısaca değineceğimiz bu gelişmeler ve nihayet ülkemizin taraf olduğu bazı uluslar arası sözleşmeler de yeni yasal mal rejiminin kabulünde etkili olmuştur.
II. KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA MAL REJİMLERİ SİSTEMİNDE YAPILAN DÜZENLEMELER
1-Genel Olarak
II. Dünya Savaşı sonrası yaşanan büyük ekonomik kriz ve sosyal problemler sonucu; Birleşmiş Milletler Örgütü ile birlikte tüm dünya ülkeleri; barışın, insan haklarına saygının, kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı yeni bir dünya arayışı içine girmişlerdir. Böylece, ülkelerin büyük çoğunluğunda hukuki alanda bir kadın-erkek ayrımcılığının varlığı saptanarak, özellikle bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması çalışmalarına yoğunluk verilmiştir.
50’li yıllardan sonra toplumdaki sosyal değişime paralel olarak, sabit rollere dayalı aile anlayışı da terk edilmeye başlanmıştır. Bunun yerini “eşit haklara dayalı evlilik modeli” almıştır. Birçok ülke Anayasalarında bu ilkeyi kabul etmiş ve bu anayasal değişiklikler daha sonra Medeni Kanun değişikliklerine etkili olmuştur .
Eşlerin evlilik birliğinde eşit haklara sahip olması ilkesi aynı zamanda bazı uluslar arası antlaşmalar ve konferansların da konusunu oluşturmuştur. Örneğin CEDAW olarak anılan “B.M. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”.
Bu ilkeler doğrultusunda; birçok batılı ülkelerde karı koca mal rejimleri de yeniden ele alınmış ve mevcut hukuki düzenlemelerin yetersizliği -ve özellikle kadın aleyhine sonuçlar doğurduğu- tespit edilerek, bu alanda yeni çalışmalara başlanmıştır.Türk Medeni Kanunu’nun temel kaynağı niteliğindeki İsviçre Medeni Kanunu’nda yapılan bir dizi değişiklikle, Aile Hukuku’nda kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına çalışılmıştır. İsviçre’de konu ile ilgili çalışmalara 1957’lerde başlanmıştır. “Aile Reformu Kanunu” 5 Ocak 1984’te kabul edilip. 23 Ağustos 1985’de halkoyuna sunularak, %55’lik bir çoğunlukla desteklenmiştir. Nihayet söz konusu kanun, 1 Ocak 1988 tarihinden itibaren İsviçre’de yürürlüğe girmiş bulunmaktadır .
Söz konusu değişiklik ile, İsviçre’de mal rejimleri konusunda yeni bir kurum olan “Errungenschaftsbeteiligung ( Edinilmiş Mallara Katılma )” yasal mal rejimi olarak, düzenlenmiştir . Bu sisteme göre; evlilik devam ettiği sürece yine “ Mal Ayrılığı” rejiminde olduğu gibi eşler kişisel mallarının mülkiyeti, yönetimi ve bunlar üzerinde tasarruf yetkisine sahiptirler. Ayrıca, yine her eş kişisel borçlarından kendi bütün malvarlığı ile sorumludur. Bu yeni yasal rejim, evlilik herhangi bir şekilde sona erdiği zaman, -eşler aralarında mal rejimi sözleşmesi ile başka bir sistemi kabul etmedilerse –malların tasfiyesinde devreye girer .
İsviçre Aile Hukuku’nda kabul edilen bu yeni yasal mal rejiminin, “Mal Ayrılığı”ndan daha adil ve daha az sakıncalı olduğu kabul edilmekle birlikte, bazı İsviçreli hukukçular bu sistemin uygulamada büyük zorluklar doğuracağı gerekçesi ile eleştirmişlerdir .
2- Türk Aile Hukuku’nda Konu İle İlgili Ön Çalışmalar
a) 1984 tarihli Türk Medeni Kanunu Ön Tasarı Çalışmalarında, eşler arasındaki mal rejimleri, İsviçre’deki Evlilik Hukuku’na ilişkin değişiklik çalışmalarına paralel olarak ele alınmaya çalışılmıştır. Ancak bu tasarıda “Mal Ayrılığı” sistemi kanuni mal rejimi olarak korunmuş olup (Ön Tasarı m. 162 vd.); “Edinilmiş Mallara Katılma” ise, Mal Birliği yerine geçmek üzere seçimlik mal rejimi olarak düzenlenmişti.
b) Söz konusu tasarının kanunlaşamaması sonucu, sonraki yıllarda konu, Medeni Kanun’un bütününden ayrılarak, Evlilik Hukuku’nda eşler arasındaki cins ayrılığından kaynaklanan bazı eşitsizlikleri düzenlemek amacıyla yeniden ele alınmış, ancak bu çalışmalar da başarılı olamamıştı .
1993 yılında, Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan, “743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı”nda, yasal mal rejimi İsviçre’deki rejim örnek alınarak düzenlenmiştir.
Bu değişiklik çalışmalarının temelinde; Türkiye’nin 1985 yılında imzaladığı “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi” Uluslararası Sözleşmesi’nin; kadın-erkek arasında tam bir eşitliğin sağlanmasını öngören 15 ve 16. maddelerine uyumun sağlanması çabaları görülmektedir.
Söz konusu Bakanlık tarafından hazırlanan Ön Tasarı’nın “Gerekçe Bölümü”nde belirtildiği gibi; bu Kanun Tasarısı ve Ön Çalışmanın amacı; “Türk aile yapısını tümüyle değiştirmek değil, bir yandan Medeni Kanun’un toplumun gerisinde kalmış bazı maddelerini, güncel, sosyal gerçekçilik ve çağdaş gereksinim ve ölçütler doğrultusunda yeniden düzenlemeyi, diğer yandan da Türkiye’nin imzalamış bulunduğu uluslar arası sözleşmenin gereklerini, çekinceleri kaldırarak eksiksiz yerine getirmeyi amaçlamaktadır.”şeklinde belirtilmişti.
Söz konusu Tasarı’nın konumuzla ilgili düzenlemesi ve madde metinleri; “MÜKERRER BİRİNCİ FASIL-Edinilmiş Mallara Katılma” başlığı altında, 1984 Ön Tasarısındaki düzenlemenin aynısıdır. Bir farkla ki; 1984 Tasarısında “Edinilmiş Mallara Katılma ,” seçimlik rejim olarak düzenlenmişken, Tasarı’da “kanuni rejim” olarak benimsenmiştir.
c) 1998 Tasarısı ve “Paylaşmalı Mal Ayrılığı”;
1994 yılında Adalet Bakanlığınca oluşturulan yeni bir komisyon, Türk Medeni Kanunu’nu yenileme çalışmalarını 1998 yılında tamamlamış ve Tasarı halinde 20. yasama döneminde Millet Meclisi’ne sunulmuştur.
İşte 50’li yıllardan beri süregelen Medeni Kanun’un yenilenmesi çalışmaları sonucu ilk defa 1998 yılında “TASARI” haline gelebilen bu çalışmada, yasal mal rejimi olarak “PAYLAŞMALI MAL AYRILIĞI REJİMİ” kabul edilmişti.
Ancak 1998 tarihli tasarı, o yıldaki milletvekili seçimlerinin yenilenmesi sonucu, Meclis İçtüzüğü’nün 77. maddesi gereği, hükümsüz sayılmıştır.
d) 1999 Tasarısı;
Ecevit hükümeti döneminde kurulan yeni komisyon, 1998 tarihli tasarıyı yeniden gözden geçirerek, yasal mal rejimini “Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi olarak kabul etmiş, önceki tasarıdaki yasal mal rejimi olan “Paylaşmalı Mal Ayrılığı” ise, seçimlik mal rejimi olarak kalmıştır. 1999 yılında, Yürürlük Kanunu ile birlikte yeni Tasarı Meclis’e sunulmuştur.
Mal rejimlerine ilişkin yürürlük maddesi olan 10. maddede, bu yasal mal rejiminin kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlilikler için de geçerli olacağı kuralı getirilmişti.
Bu kanuni mal rejiminin esası, -Tasarı’nın “Gerekçe Bölümü’nde “eşler arasındaki hakkaniyeti gözeten türden, dolayısıyla geliştirilmiş bir mal ayrılığı sistemi” olarak belirtilmişti. Bu rejimde her eş, kişisel mallarının ve evlilik süresince edindiği diğer malların mülkiyetine sahip bulunmaktadır. Bu malların yönetimi, onlardan yararlanma ve tasarruf hakkı, malın sahibi olan eşe aittir. Ancak bu mal rejiminin en önemli özelliği, evliliğin sona ermesi halinde yapılacak tasfiye sırasında ortaya çıkmaktadır. Her eş kendi mallarını muhafaza etmekte, eğer malın zilyetliği diğer eşte ise bunu geri almaktadır. Ayrıca, edinilmiş mallara katılma rejiminde her eş diğerinin, evliliğin devamı süresince edindiği malvarlığından pay alma hakkına sahiptir. Öte yandan ve en önemlisi, tasfiye sırasında yapılacak hesap sonunda bulunacak artık değerin, eşler arasında paylaştırılması açısından, eşlerden her ikisinin (bunlardan birisinin salt ev işlerini görüyor olsa bile) ailenin refahına aynı ölçüde katkıda bulunduğu varsayım olarak kabul edilmiş ve eşlerden her birine veya mirasçılarına diğer eşe ait artık değerin yarısını isteme hakkı tanınmıştır.”
1999 Tasarısı ile yasal mal rejimi olarak kabul edilen “Edinilmiş Mallarla Katılma Rejimi”ile ilgili Yürürlük Kanunu Tasarısı’nın 10. maddesinde, eski evliliklere de uygulanacağı kabul edilmişti. Ancak aşağıda da belirteceğimiz üzere, söz konusu 10. madde Adalet Komisyonundaki tartışmalar sonucu değiştirilerek kabul edilmiştir.
3.“Edinilmiş Mallara Katılma” Rejiminin Yasal Mal Rejimi Olarak Kabulünün Fayda ve Sakıncaları
Ülkemizde evliliklerin %99’unda geçerli olan “Mal Ayrılığı” sisteminin, artık hızla değişen toplum karşısında, aile birliğinde eşler arasındaki eşitliği ve adaleti sağlayamadığı bir gerçektir. Özellikle “Ev kadını” konumundaki birçok evli kadının evlilik esnasında bağımsız bir malvarlığına sahip olmadığı toplumumuzda; boşanma ile birlikte malların tasfiyesi halinde, kadının katkısı ile edinilen mallar genellikle kocanın mülkiyetinde kalmaktadır. Her ne kadar karı-koca arasındaki paylaşma, uygulamada, eşya hukukunun genel kurallarına göre istihkak davası yoluyla ve son yıllardaki Yargıtay kararları uygulamasında “Katkı payı alacağı” adı altında, şahsi alacak hakkı talebi ile sağlanmaya çalışılmaktaysa da, kanıtlama güçlüğü nedeniyle her zaman adaletli bir çözüm sağlanamamaktadır .
Böylece “Mal Ayrılığı” sisteminin adil bir mal paylaşımı sağlayamaması sonucu, meslek sahibi olmayan kadınlarımız boşanma ile birlikte ekonomik açıdan zaruret halinde bırakılmaktadır. Kadınlarımız, alıştığı yaşam düzenini kaybetme korkusu ve bu sonuçları yaşamak istemediğinden dolayı; çökmüş bir evliliği –sürekli dayak yemeyi de göze alarak sürdürmek zorunda kalmaktadır.
“Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi, özellikle kadınlarımızın yaşadığı bu sokağa atılma korkusu yerine, evlilik için gösterdiği çabalarının maddi karşılığına kavuşabilme güvencesi sağlamaktadır. Boşanmanın kolaylaştırılması konusundaki son değişiklikler (özellikle fiili ayrılık nedeniyle boşanma ) karşısında, bu yasal mal rejiminin kabul edilmesi isabetli olmuştur.
Bu mal rejiminin sakıncalarının başında, karmaşık olması nedeniyle, uygulama güçlüğü yaratacağı endişesi gelmektedir . Söz konusu rejimin uygulanmasındaki zorluklar ve pratik olmaması yönündeki sakıncaları, İsviçre Hukuku’nda dahi kabul edilmektedir .
Ayrıca bazı görüşlere göre bu mal rejimi, evliliği bir nevi “şirket ortaklığına” dönüştürecektir. Bu görüş yanlılarına göre, “yatırım evlilikleri”nin doğması, eşler arasında güvensiz bir iş ortaklığı tedirginliği ve birbirinden mal kaçırmak amacıyla çeşitli muvazaalı işlemler ile karşılaşılması olasıdır .
Bu sakıncalar yanında, uygulanabilme güçlüğü de yargıçların ağır olan dava yükünü daha da arttıracaktır. Her mal grubunun değerinin belirlenmesi için ayrı ayrı uzman bilirkişilere başvurulacaktır. Buna bağlı olarak mal tasfiyesi de sağlıklı yapılamayacak ve yıllarca sürecek davalar ile karşılaşılabilecektir. Ayrıca; evlilik devam ettiği sürece eşlerin resmi envanter tutulması konusunda göstereceği hassasiyet de, bizim aile ve toplum yapımızda oldukça istisnai bir durum olarak kalacağından, tasfiyeye dahil olacak malvarlıklarının ispatı da büyük tartışmalar doğuracaktır.
Bu sakıncaları nedeniyle; öğretide, “Edinilmiş Mallara Katılma” rejimi yerine, daha basit, Türk toplumunun gelenek ve alışkanlıklarına daha uygun yeni rejim arayışları ve alternatif çözümler teklif edilmiştir.4721 ve 4722 sayılı Kanunla ilgili meclis tutanaklarında bu tartışmalar yer almaktadır.
III. YENİ MEDENÎ KANUN'DA KABUL EDİLEN YASAL MAL REJİMİNİN YÜRÜRLÜK MADDESİNİN ANAYASA’YA AYKIRILIĞI
1. 4722 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde, “Tasarı üzerinde” yapılan değişiklik:
Bilindiği üzere yeni Medeni Kanun değişikliğinin en esaslı ve önemli kısmı, "Evliliğin Genel Hükümleri ve Eşler Arasındaki Mal Rejimi" bölümlerine ilişkin olmuştur. Kamuoyunda en çok üzerinde durulan ve sanki Medeni Kanun değişikliğinin sadece bu alanda olduğu kanaati uyandıran söz konusu bölümler, kanunlaştırma çalışmaları esnasında da büyük tartışmalara sebep olmuştur.
Yeni yasal mal rejiminin özellikle kanunun yürürlüğe girmesinden önceki evliliklere uygulanıp uygulanmayacağı açısından, 4722 Sayılı "Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun" un 10. maddesinde özel bir düzenleme getirilmiştir. Söz konusu yürürlük maddesi, Adalet Komisyonundaki tartışmalar sonucu değiştirilerek kabul edilmiştir.
Ancak Tasarıdaki gerekçesine baktığımızda, eski evliliklere evlenme tarihinden itibaren uygulanacağı kuralının yer aldığını görmekteyiz.
Bu son şekli gereğince, yeni Kanunla benimsenmiş Yasal Mal Rejimi olan "Edinilmiş Mallara Katılma Sistemi"; eski evliliklere ancak, eşler Kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde bu tarihten (kanunun yürürlüğe girdiği 1 Ocak 2002’den) itibaren ileriye dönük olarak uygulanabilecektir.
(Oysa hükümetin teklif ettiği metinde maddenin birinci fıkrası aynen şöyle idi: "Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce mal rejimi sözleşmesi yapmamış olan eşler, Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak 6 ay içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, EVLENME TARİHİNDEN GEÇERLİ OLMAK ÜZERE, yasal mal rejimini seçmiş sayılırlar")
Ancak bilindiği üzere, bizde eşler arasında böyle bir mal rejimi sözleşmesi yapma alışkanlığı olmadığından, bu 1 yıllık geçiş süresinde çok az sayıda eş “edinilmiş mallara katılma rejimi”ni, evliliklerinin başından itibaren geçerli kılmak üzere noterde anlaşma yapmıştır. Bu sayı Tüm Türkiye’de yaklaşık 17 milyon evli çift içinde 2000’i geçmemektedir. Bunun dışında, bu amaçla yapılan bazı mal rejimi sözleşmeleri de – o dönemde noterlerin de bilgisizliği nedeniyle – “Mal Ortaklığı” adı altında yapılmıştır ve bunların sayısı da çok düşüktür.
Böylece devam eden eski evliliklerin halen %99’unda iki farklı yasal mal rejimi geçerli olmaktadır. Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar eşlerin edinmiş oldukları mal varlıklarına "Mal Ayrılığı Sistemi", yürürlük tarihinden sonra evliliğin sona ermesine kadar olan süre içinde edinmiş oldukları mal varlıklarına ise "Edinilmiş Mallara Katılma Sistemi" uygulanmak gerekecektir. Eski Kanunun ileriye dönük etkisi ile yeni Kanunun geçmişe etkili olamayacağı kuralı ilk defa bu yürürlük maddesi ile bir arada kabul edilmektedir.
2.Yürürlük K. 10. Maddenin Eleştirisi
Mal rejimi ile ilgili düzenleme aile kurumuna dairdir. Böylece toplumsal kurumlardan en önemlisi olan aile kurumunu derinden etkileyen bu düzenleme, kamu düzeniyle doğrudan ilgilidir. Bu nedenle yeni Medeni Kanun’daki yasal mal rejimi ile ilgili düzenlemenin önceki evliliklere de uygulanması bir zorunluluktur.
Kanunların toplumsal ahengi sağlama gibi bir işlevleri daha vardır. Tasarıdaki mal rejiminin, tasarının yasalaşmasından sonraki evliliklere uygulanması; eski evlilikler için de yürürlük tarihine kadar eski düzenlemenin devam etmesi, kanunların toplumsal ahengi sağlama işlevi ile bağdaşmaz. Böyle iki başlı bir uygulama Anayasanın eşitlik ilkesine de aykırılık teşkil eder ve toplumsal kaosa sebebiyet verebileceğinden de kamu düzenini zedeler.
Nihayet İsviçre'de 1984 tarihinde yapılan ve 1 Ocak 1988'de yürürlüğe giren Aile Hukuku Reformunun yürürlük maddeleri olarak yer alan 9a-e düzenlemesi de yukarıda yer verdiğimiz gerekçelere uygun olarak yeni kanunun MEVCUT evliliklere de uygulanacağı şeklindedir. Yasal mal rejimini aynen İsviçre Medeni Kanunu’ndan alan bir sistemin, yürürlük rejimini de aynen alması beklenirken, bu sistemden ayrılarak yeni bir yürürlük rejimi oluşturmaya çalışılması anlaşılamamaktadır.
Bu haliyle 10. madde gerekçesinde yer alan, "bu değişiklikle beklenen amaç" gerçekleşemeyecek ve bir devrim olarak nitelendirilen Medeni Kanun değişikliği, milyonlarca mağdur kadının yakınmalarını ortadan kaldıramayacaktır. Kanun koyucu, özellikle ev kadınlarının mağduriyetini ve toplumun ihtiyacını sübjektif nedenlerle görmezden gelmiştir. Oysa Kanunlar yapılırken toplumun çıkarları, adalet ve hakkaniyet gözetilmek gerekir. Kanun koyucunun "uygulanma güçlüğü"nü bahane ederek, toplumun büyük bir kesimini ilgilendiren yeni yasal mal rejiminin eski evliliklere uygulanmaması kararı, "devrim" olarak nitelendirilen bu yeni Medeni Kanun değişikliğini gölgelemiştir. Bu mevcut düzenleme, Anayasanın 10.Maddesi ile belirlenen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturduğu gibi, adeta iki ayrı hukuk kuralının uygulanması yolunu da açmıştır.
2. Uygulamada Anayasaya aykırılık iddiaları
Aile Mahkemelerinde açılan davalarda 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 10.maddesinin Anayasaya ve Uluslar arası Sözleşmelere aykırılığı ileri sürülmüş ve bugüne kadar İstanbul’ da üç Aile Hâkimi bu iddiaları ciddi bularak, Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştur. (Başvuru gerekçeleri ile ilgili ayrıntı için bkz. www. turkhukuksitesi.com)
4722 sayılı Yasa’nın 10. maddesinin, tasarıdaki eski haliyle kabul edilmesi hem “kamu düzeni” açısından; hem de “Anayasanın eşitlik ilkesi” açısından bir zorunluluktur. Aksi halde yeni durum toplumsal adalet duygusunu rencide edecektir. Bu nedenle yasal mal rejiminin mevcut evlilikler için de, evlenme tarihinden itibaren uygulanmasının kabul edilmesi gerektiği kanaatindeyim.
SONUÇ
Bütün bu yukarıda belirttiğimiz sakıncalarına rağmen biz, söz konusu yeni yasal mal rejimimizin; toplumumuzda cinsiyet ayrımına dayalı fiili eşitsizliği ve ayrıca yine Türk ailesinde özellikle kadının ekonomik mağduriyetine sebep olan fiili durumları geniş ölçüde ortadan kaldıracağına inanıyoruz.
Bu nedenle; söz konusu sistemin uygulanma güçlüğünün en aza indirgenebilmesi ve hukuk hayatımızda benimsenebilmesi için, acilen bazı çalışmalar yapılması gerekmektedir.
1. Öncelikle bu yeni düzenleme ve kuralların hukukçular tarafından çok iyi özümsenmesine yönelik çalışmalara hız vermek gerekir. Yasal mal rejimi 5 yılı aşan bir zamandır yürürlükte olduğu halde, mahkemelerde daha yeni olarak tasfiyelere başlanmıştır. Zira boşanma kararlarının kesinleşmesinden sonra tasfiye başlatılmaktadır.
2. Yasal mal rejiminin ölüm halinde de uygulanması, mirasta çift yönlü tasfiyeye yol açmaktadır. Bu durum uygulamada büyük sakıncalar doğuracaktır. Bu nedenle kişisel görüşüm olarak söyleyebilirim ki, mal rejiminin ölüm halinde uygulanmaması, onun yerine sağ kalan eşin miras payının artırılması yolu “ de lege ferenda” bir çözüm olarak düşünülmelidir.
3. Türk Hukukunda hiçbir geçmişi ve benzer düzenlemesi olmayan ve toplumumuzun da ilk defa tanışacağı bu yasal mal rejiminin evlenecek veya boşanacak olan çiftlerce iyice tanınması ve bilgi sahibi olabilmeleri için, toplumun da aydınlatılması gerekir.
4. Evlenecek olan çiftleri, kendilerine en uygun mal rejimini seçmeleri konusunda teşvik etmelidir. Bu çalışmalar ise, hukuçular, barolar ve yerel yönetimler işbirliği içinde kurulacak olan aile danışma merkezlerinde olabilir.