DüsLerForum Dev Tarih Ansiklopedisi

đєνiŁ's

Kayıtlı Üye
CTRL+F KOMBİNASYONU İLE ARADIĞINIZ KELİMEYİ VEYA KONUYU ARAMA YAPARAK BULABİLİRSİNİZ

Birinci Dünya Savaşı Sonunda Osmanlı Devletinin Durumu ve Mondros Ateşkes Antlaşması (30 Ekim 1918)

Savaş devam ederken İtilâf Devletleri aralarındaki gizli antlaşmalarla Os- manlı Devleti 'ni paylaşmışlardı. Mondros Ateşkes Antlaşması'da bunların deva- mı olduğundan şartları çok ağırdı. Antlaşmada alınan kararlar kısaca şöyleydi:
1) İtilâf Devletlerinin boğazlardan serbestçe geçişi sağlanacak ve boğazların , tünellerin , demiryollarının ve haberleşme ağlarının askeri kontrolü İtilâf Devletlerine bırakılacak.
2) İtilâf Devletlerinin fazla gördüğü Osmanlı askerleri terhis edilecek.
3) İtilâf Devletleri Osmanlı Devleti 'nin liman ve tersanelerinden yararlanacak.
4) Osmanlı Devleti 'nin savaş gemileri zincirlenecek.
5) İtilâf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri yerleri işgal edebilecek.
6) Erzurum , Elazığ , Bitlis , Van , Diyarbakır ve Sivas 'ta karışıklık çıkarsa bölge işgal edilecek.
Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti fiilen sona ermişti. Boğazların işgaliyle Anadolu ve Rumeli bağlantısı kopmuştu ; ayrıca 7. ve 24. Maddelere göre ülke- nin tamamının işgali kabul edilmiş oluyordu.
Antlaşmadan sonra İngilizler, Fransızlar ,İtalyanlar, Yunanlılar yurdun büyük bir bölümünü işgal ettiler.
Paris Barış Konferansı (18 Ocak 1919) ve İzmir 'in İşgali
Savaş sonunda İtilâf Devletleri yenilenlerin durumunu görüşmek üzere Paris'te toplandı. Konferansta Yunanistan sahte belgelerle Anadolu'ya sahip çıktı ve bu İngiltere 'nin işine gelince Yunanistan 'ın İzmir 'i işgaline karar verildi.
Yunanlılar İzmir'e girmeden "Türkler Rumlar'ı katlediyor." Diyerek Mon- dros Ateşkes antlaşmasına göre haklı hale geldiler ve tüm dünyayı kandırdılar. Yunanlılar'ın İzmir'e girince taşkınlıklar yapması üzerine Kurtuluş Savaşı başladı
Milli Mücadelede Cemiyetler
Mondros Ateşkesi 'nden sonra yurtta bir çok cemiyet kuruldu. Bunlar ikiye ayrılır :
1. Yararlı Cemiyetler :
Ülkenin kötü durumu bölgesel cemiyetlerin kurulmasına neden oldu. Bu cemiyetler sadece kuruldukları bölgeyi ve çevresini koruyabiliyordu. Bunlara örnek verirsek :
Edirne ve İstanbul 'da Trakya Paşaeli cemiyeti, İzmir 'de İzmir Müdafaa-i Hukuk cemiyeti, doğuda Doğu Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Ayrıca halka yardım etmek amacıyla bir çok cemiyet kurulmuştur.
2. Zararlı Cemiyetler :
a-) Azınlıkların kurduğu zararlı cemiyetler :
Mavri mira cemiyeti, Rumların Yunanistan 'a yardım için kurduğu bir cemiyettir. Pontus Rum cemiyeti de bu cemiyetin bir kolunu oluşturur.
b-) Türklerin kurduğu zararlı cemiyetler :
Padişahlığı geri isteyenlerin kurduğu Teâli İslâm Cemiyeti bu cemiyetlere örnektir. Ayrıca İngiliz sevenler Cemiyeti,İngiliz mandalığı isteyenlerin, padişa- hında yardımlarıyla kurduğu bir cemiyetti. Bu cemiyete, padişah ve Osmanlı Devleti hükümetinden pek çok kişi üyeydi.
KURTULUŞ SAVAŞI
Savaş 'tan önce, kurulan yararlı cemiyetler bir çatı altında toplandı. Buna Kuvayı Milliye hareketi denir. Bu birlikler Anadolu'nun işgali, Osmanlı orduları- nın terhis edilmesi ve İstanbul hükümetinin otoritesini kaybetmesi nedenleriyle kuruldu. Birlikler, düşmanın ilerleyişini yavaşlatmış, meclis toplanana kadar askerlik yapmış ve çıkan ayaklanmaları bastırmışlardır. Ancak halktan zorla para topladıkları ve düşmanı tamamen durduramadıkları için kaldırıldılar.
Atatürk ülkenin ancak Anadolu 'da yapılacak bir örgütlenmeyle
kurtulabileceğine kesin olarak karar verdikten sonra Samsun 'a gitmek için yola çıktı. 19 Mayıs 1919 'da Samsun 'a çıktı ve faaliyetlerine başladı. Buradan Amasya 'ya geçerek Amasya genelgesini yayınlayan Atatürk Osmanlı Devleti- 'ndeki görevinden de istifa etti.
Amasya Genelgesi
Genelge bağımsızlık hareketinin ilk adımı ve Milli mücadelenin başlangıcı olması nedeniyle çok önemlidir. İlk kez bu genelgede hakimiyet halka verilmiştir ve yurdun tümü bağımsızlık kapsamına alınmıştır. Atatürk Anadolu'da bu genel- geyi yayınlarken, Osmanlı padişahı ve hükümeti Atatürk'ü ve yandaşlarını vatan haini ilan etmişlerdi. Fakat halk asıl vatan haininin kim olduğunu biliyordu. Bu genelgede alınan kararların başlıcaları şunlardır :
1) Vatanın bütünlüğü ve bağımsızlık tehlikededir.
2) Osmanlı hükümeti iyi çalışmamakta ve milleti iyi temsil edememektedir.
3) Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı belirleyecektir.
4) Bağımsızlığın sağlanması için bir heyetin toplanması lazımdır. Bu heyet için illerden üç kişinin Sivas 'a yollanması gerekmektedir.
Erzurum Kongresi ( 23 Temmuz - 6 Ağustos 1919 )
Kongre halk arasında birliği koru¤¤¤¤¤, azınlıkların çalışmalarını etkisizleş- tirmek için toplandı. Burada Amasya genelgesinde alınan kararlar tekrar gözden geçirilerek herkesin görüşü alındı. Bu arada İstanbul hükümeti hâlâ İngiltere'nin himayesine girmek istiyordu. Kongre toplanış yönünden bölgesel , kararları yönünden ise ulusal bir kongredir. Kapitülasyonlara ilk kez burada karşı çıkılmış ve yeni bir devlet kurma fikri ilk kez burada ortaya atılmıştır. Ayrıca kongrede alınan kararların uygulanabilmesi için bir temsil heyeti oluşturuldu.
Sivas Kongresi ( 4 - 11 Eylül 1919 )
Erzurum'dan sonra Sivas 'ta da bir kongre toplandı. Bu kongrede, Erzurum kongresinde alınan kararlar halka mal edildi ve başka bir ülkenin himayesine girmek kesin olarak reddedildi. Temsil heyetinin artık bütün milleti temsil edeceğine karar verildi. Osmanlı hükümeti bu kongrenin toplanmasına karşı çıktı fakat kongreyi dağıtacak gücünün olmaması nedeniyle bir şey yapamadı ve İngiltere'den yardım istedi. İngiltere bu kongreyi küçük bir ayaklanma olarak gördü ve önemsemeyip yardım etmedi.
Bu sırada Osmanlı Devleti 'nde hükümet değişikliği oldu. Yeni kurulan Ali Rıza Paşa hükümeti ve temsil heyeti arasında Amasya 'da bir görüşme oldu. Gö- rüşme sonucunda ilk kez bir İstanbul hükümeti milli mücadeleyi kabul etmiş oldu.
Misak-ı Milli
Atatürk 'ün Misak-ı Millide yayınladığı kararlar şöyledir :
· Çoğunluğu Türk olan topraklar vatanın bölünmez bir bütünüdür.
· Boğazların güvenliği sağlanırsa , o bölge dünya ticaretine açılabilir.
· Azınlıklara önceden tanınmış olan fazla haklar kaldırılmalıdır.
· Kapitülasyonlar hiçbir şekilde kabul edilmez.
Bu kararlar sonrasında İtilâf Devletleri 16 Mart 1921 'de İstanbul 'u işgal ettiler. Osmanlı Devleti ve hükümeti de olanları seyretti ve hatta İtilâf Devletleri 'ni destekledi. Halk çeşitli protestolarla, İtilâf Devletleri'nin subaylarının tutuklanmasıyla ve bunun gibi daha bir çok şekilde işgale tepki gösterdi.
T.B.M.M. 'nin Açılması ( 23 Nisan 1920 )
Mustafa Kemal 'in 16 Mart 1921 'de yayınladığı bildirge ile yeni seçimler yapıldı. Seçimler sonunda, Mustafa Kemal'in ilkeleri doğrultusunda , yeni meclis dolayısıyla yeni devlet kurulmuş oldu. Meclisin açılmasının ikinci gününde Mustafa Kemal bir önerge yayınladı. Buna göre :
1) T.B.M.M. en üstün güçtür ve yasama , yürütme erklerine sahiptir.
2) Hükümet kurmak mecburidir, meclis başkanı aynı zamanda hükümet başkanı olacaktır.
Bu mecliste farklı düşüncelerin oluşu , meclisin en üstün güç oluşu ve sürekli oluşu meclis için büyük avantaj oluşturmuştur.
T.B.M.M. 'ye Karşı Yapılan İsyanlar
Anadolu 'nun işgalinin devlet otoritesini zayıflatması, halkın devletten daha güçlü olmasına neden oldu. İstanbul hükümeti , İngilizlerin ve Yunanlıların da baskısıyla bizzat isyanlar çıkardığı gibi çıkan isyanları da destekledi. Ayrıca Kuvayı Milliye birliklerinin halka kötü davranması, halkın ayaklanmasına neden oldu. Bunların sonucunda ülkenin her yerinde bir çok isyanlar çıktı.
İsyanlar sonunda meclisin yıpranmasına rağmen devlet otoritesi korundu. İtilâf Devletleri ile Osmanlı hükümetinin meclisi yıkma çabaları sonuçsuz kaldı.
Sevr Barış Antlaşması ( 10 Ağustos 1920 )
Bu antlaşmanın asıl sebebi , İtilâf Devletleri 'nin kendi aralarında Osmanlı Devleti 'ni paylaşma konusunda çıkan anlaşmazlıktır. İtilâf Devletleri Antlaşma-yı Osmanlı Devleti 'ne gönderdiklerinde hiç bir itiraz kabul etmeyeceklerdi, zaten Osmanlı padişahının veya hükümetin itiraz etmeye niyetleri yoktu. İşgalciler antlaşmayı bir an önce yapabilmek için Yunanistan'ı destekledi. Yunanlı askerler yurdun içlerine kadar rahatça girdi.
Damat Ferit başkanlığındaki bir heyet bu antlaşmayı imzaladı. T.B.M.M. Sevr antlaşmasını kabul etmediğini ve kabul edenleri vatan haini ilan ettiğini açıkladı. Çünkü bu antlaşma tamamen bağımsızlığı ve vatanın bütünlüğünü engelliyordu ve devleti bir sömürge devleti durumuna düşürüyordu.
Düzenli Orduya Geçiş
Mondros 'tan sonra Osmanlı orduları terhis edilmişti. Kurulan kuvvetler düşmanı ancak yavaşlatabiliyordu. Batı cephesine getirilen İsmet Paşa 1920 'de düzenli orduya geçişi başlattı. İsyanların da bastırılmasından sonra batıda tama- men düzenli orduya geçilmiş oldu. T.B.M.M. işgallerden kurtulmak için üç cephede savaşmıştır :
1-) Doğu Cephesi :
Birinci Dünya Savaşı'nda Ermeniler'e vaat edilen doğudaki Ermeni devleti fikri Ermeni hareketlerini hızlandırdı. Ermenilerin Oltu'yu işgal etmeleriyle , Türk birlikleri savaş ilan etti. 3 Aralık 1920 'de Ermeniler zor durumda kaldı ve barış istedi. İmzalanan Gümrü Antlaşması sonunda Sarıkamış, Kars ve Gümrü geri alındı. Bu antlaşma T.B.M.M.'nin ilk askeri ve siyasi başarısı olduğundan çok önemlidir. Ayrıca bu antlaşmayla Sevr 'in geçersiz olduğu herkese gösterildi ve bölgedeki askerler batı cephesine gönderildi.
2-) Güney Cephesi :
İngilizler Mondros Antlaşmasına dayanarak Güney Doğu Anadolu 'yu önce işgal edip sonra Fransızlara bıraktılar. Fransızlar bu bölgedeki Ermenileri Türklere karşı kışkırttı. Fakat yerli halkın Fransızlara ve Ermenilere karşı kahramanca savaşı yabancı askerleri zorladı.12 Şubatta Maraş, 10 Nisanda Urfa ,20 Ekimde Adana, Fransızları yurttan attı. Bu başarılar Fransızların tutumunun yumuşamasını ve işgal ettikleri yerleri terk etmelerini sağladı.
Antalya ve çevresinde bulunan İtalyanlar ile ciddi bir mücadele olmadı. Fransa'nın yenildiğini gören İtalyanlar, korkup yurdu terk etti. Güney cephesin- deki birliklerinde batıya gönderilmesiyle Batı Cephesi güçlenmiştir.
3-) Batı Cephesi :
En uzun ve en kanlı savaşlar, bu cephededir. Cephedeki savaşlar :
1. İNÖNÜ SAVAŞI ve SONUÇLARI ( 6-11 Ocak 1921 )
Sevr 'den önce Eskişehir'e kadar gelen Yunanistan, Anadolu demiryolları- nın bu önemli noktasını ele geçirmek ve güçlerini ispat etmek istiyordu. Fakat Türklerin gücü hem Yunanlıları püskürttü, hem de bölgedeki ayaklanmaları bastırdı. Savaş sonunda Yunanistan ilk kez geri çekildi, halkın Meclise güveni arttı ve İtilâf Devletleri paniğe kapıldı.
LONDRA KONFERANSI ( 23 Şubat 1921 )
Türkiye'nin başarıları İtilâf Devletleri'ni, Sevr Barışını gözden geçirmeye yöneltti. Amaçları antlaşmada çok az değişiklik yapıp dünya kamuoyunu kandırmaktı.T.B.M.M. bu konferansa katılmazsa , İtilâf Devletleri meclisin savaş taraftarı olduğunu söyleyeceklerdi. T.B.M.M. bu konferansa Misak-ı Milli 'yi kabul ettirmek için katılıyordu.
Konferansta İstanbul Hükümeti'nin temsilcisi Tevfik Paşa'nın sözü, mille- tin asıl temsilcileri olarak ifade ettiği T.B.M.M. temsilcilerine vermesi İtilâf Devletleri 'nin plânlarını bozmuş oldu. Konferansın sonunda İtilâf Devletleri arasındaki anlaşmazlıklar belirginleşti ve İtilâf Devletleri T.B.M.M. 'ni resmen tanıdılar.
MOSKOVA ANTLAŞMASI ( 16 Mart 1921 )
Rusya'da çıkan ihtilâl ile değişen yönetim ve İtilâf Devletleri'nin izlediği politikalar Sovyet Rusya ve T.B.M.M. 'ni birbirine yakınlaştırdı. Sovyet Rusya bu yakınlaşma ile kendine bir tampon bölge kurmak ve Boğazlar açısından kendini güvene almak istiyordu.T.B.M.M. ise Sovyetlerden savaş araçları ve asker gücü desteği istiyordu. T.B.M.M.'nin kazandığı başarılar Sovyet Rusya-'nın tereddütlerini ortadan kaldırdı ve antlaşma imzalandı. Antlaşmaya göre :
· Taraflardan birinin imzalamadığı bir antlaşmayı diğeri de kabul etmeyecekti. Yani Sovyet Rusya, Sevr Barışını kabul etmediğini resmen açıkladı.
· Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki eski antlaşmalar geçersiz sayılacaktı.
· Sovyet Rusya Misak-ı Milli 'yi kabul edip Kapitülasyonları geçersiz sayacaktı.
Bu antlaşmayla ilk kez bir batılı devlet, Misak-ı Milli 'yi kabul etmiş oluyordu. Bu antlaşmadan sonra ayrıca, Misak-ı Milli'yi ilk kabul etmiş olan Afganistan ile dostluk antlaşması yapıldı, İstiklal Marşı ve Teşkilat-ı Esasiye ( ilk T.B.M.M. Anayasası )kabul edildi.
2. İNÖNÜ SAVAŞI ( 23 - 31 Mart 1921 )
Yunanlılar Eskişehir'i alıp İtilâf Devletleri'nin desteğine layık olduğunu ispatlamak istiyordu. Fakat başarılı olamadı ve geri çekilmek zorunda kaldı, geri çekilirken de büyük kayıplar verdi. Mustafa Kemal Eskişehir-Kütahya savaşlarından sonra Türk ordusunu Sakarya 'nın doğusuna çekti. Gelişmeler ülkede büyük üzüntüye neden oldu, bazıları devlet merkezinin Kayseri 'ye taşınmasını istedi fakat meclis bunu kabul etmedi. Mustafa Kemal 5 Ağustos 1921 'de üç aylık süre ile başkomutan seçildi.
Tekâlif - i Milliye Kararları
Bu kararlar orduyu her yönüyle güçlendirmek amacıyla kabul edilmiştir.Bunlar:
· Kararların yerine getirilebilmesi için her ilde bir komisyon kurulacak.
· 40 yaşına kadar olan erkekler askere alınacak.
· Erkek giyim eşyalarının, yiyeceğin, akaryakıtın ve haberleşme araçlarının %40 'ına el konacak.
· Özel araçlar devlet adına kullanılacak.
Sakarya Meydan Savaşı ( 23 Ağustos - 13 Eylül 1921 )
Kütahya-Eskişehir savaşlarının ardından Yunanistan İngiltere'ninde deste- ğini alıp Türk ordusunu tamamen ortadan kaldırmak istiyordu. Yunanlılar 23 Eylül 'de Türk mevzilerine girdiler. Fakat Türk ordusu 13 Eylül 'de düşmanı Sakarya doğusuna attı. Savaş sonunda düşmanın taarruz gücü kırıldı.Fransa ile İtalya, Yunanistan'dan desteğini çekti ve Türkiye ile bir an önce barış yapmak istediğini belirtti, İngiltere ile yapılan antlaşma sonucu Malta'daki esirler serbest bırakıldı.
Kars Antlaşması
Rusya'nın arabuluculuğu ile 13 Ekim 1921'de Ermenistan, Gürcistan ve Azarbeycan ile bir dostluk antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada bugünkü doğu sınırımız yaklaşık olarak çizilmiş oldu.
Ankara Antlaşması
Fransa 'nın topraklarımızı terk etmesinden sonra yapıldı. Antlaşmada Türkiye-Suriye sınırı çizilmiş oldu , Fransa Misak-ı Milliyi kabul etmiş oldu.
Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi
Mecliste , bir grup hemen saldırıya geçilmesini istiyordu , Mustafa Kemal ise ordunun savaşa hazır olmadığını düşünüyordu. İngilizler ise bu ordunun bir taarruz yapamayacağını söylüyordu. Mustafa Kemal, Haziran 1922'de saldı- rı kararı aldı ve 26 Ağustosta saldırı başladı. Buna dayanamayan düşman geri çekildi ve ağır bir darbe ile bozguna uğradı.
Mudanya Ateşkes Antlaşması
Türk ordularının Trakya'ya yönelmesi İtilâf Devletlerini endişe- lendirdi. Fakat dünyanın yeni bir savaş istememesi tarafları yeni bir antlaşma yapmaya sevketti. Mudanya'da yapılan görüşmelere İtalya, İngiltere, Fransa ve Türkiye katıldı. Antlaşmada Trakya'nın on beş gün içinde boşaltılması, kesin barışa kadar bölgede Türk askeri bulundurulması, boğazların idaresinin Türkiye'ye bırakılması ve kesin barıştan sonra İstanbul'daki İngiliz güçlerinin geri çekilmesi konuları karara bağlandı. Antlaşma ile Türkiye'nin savaş dönemi bitti, Trakya savaş yapılmadan kurtarıldı, boğazların idaresi Türklere verildi. Osmanlı devleti hukuken sona erdi.
Lozan Barış Antlaşması
Görüşmelere 20 Kasım 1922 de Lozan'da başlandı. Burada kapitülasyon- ların kaldırılması, Osmanlı dış borçları ile Irak sınırının belirlenmesinde ilerleme sağlanamayınca görüşmeler kesildi. 23 Nisan 1923 de tekrar başlayan görüşmeler sırasında İtilâf Devletleri biraz daha yumuşak davrandı. 24 Temmuz 1923 de kesin barış sağlandı.
a) Yunanistan sınırı Mudanya'da belirlenen şekli ile kalacak.
b) Irak sınırı İngiltere ile yapılan bir antlaşma ile belli olacak.
c) Kapitülasyonlar tamamen kaldırılacak.
d) Yunanistan Karaağaç'ı Türkiye'ye verecek.
e) Boğazlar askerden arındırılacak, geçişlerin kontrolü için Türkiye başkan- lığında bir komisyon kurulacak.
f) Dış borçlar, Osmanlı Devletinden bağımsızlığını ilan eden devletlerle Türkiye arasında paylaştırılacak.
g) İtalya, elindeki Ege adaları üzerindeki egemenliğini sürdürecek.
h) Azınlıkların elindeki ayrıcalıklar alınacak.
i) Antlaşma onaylandıktan altı hafta sonra, İtilâf Devletleri İstanbul'u boşaltacak.
Bu antlaşma ile Misak-ı Milli tüm dünya tarafından kabul edildi ve Türkiye diğer devletlerle eşit haklara sahip oldu. Antlaşma sonunda Boğazlar ile ilgili kararlar milli hakimiyet ve bağımsızlığı sınırladı. Osmanlı Devleti 'de tarih oldu.
 
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI NIN BAŞLAMASI VE NEDENLERİ

Sanyi ve ticaret alanın daki gelişmelerden dolayı Avrupa devletlerinin arasındaki ekonomik rekabet.
Hammadde ve pazar ihtiyacını gidermek içinAvrupa devletlerinin sömürge yarışına katılmaları.
Sömürgede geç kalan Almanya ve İtalya nın da güçlerini arttırmak için sömürge yarışına katılmaları.
İngiltere ve Fıransa nın,Almanya nın güçlenmesinden rahatsız olup,silahlanmaya başlamaları.
Fıransa nın almanya ya kaptırmış olduğu Alsas-Loren bölgelerini geri almak istemeleridir.
Rusya nın tarihi emellerine ulaşmak istemiş olması.
Milliyetçilik akımının yayılmış olması.
Blakanlardaki Slav (Rus) –Germen (Alman) çekişmesi.

Yukarideki nedenler,Avrupa devletlerinin gruplaşarak ayrılmasına neden olmuştur.Bunlar iki
gruba ayrılmaktatır.

İTİLAF DEVLETLERİ İTTİFAK DEVLETLERİ

.İngiltere.Almanya
.Fransa.İtalya
.Rusya.Avusturya-Macaristan İMP.
.Sırbistan

Avusturya-Macaristan velihahtının öldürülmesi sonucu (28 Haziran 1824’te) Avusturya’nın Sırbistan’a savaş açması sonucunda 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebep olarak gösterilmiş tir.
Svaş başladıktan sonra Japonya,Belçika,Romanya,A.B.D ve Yunanistan İTİLAF GRUBU savaşa katıldılar.
Osmanlı Devleti ve Bulgaristan İTTİFAK grubuna katıldılar.

OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞAGİRMESİ

Nedenleri: 1)Son zamanlarda kaybettiği toprakları gerialmak
2)Almanya’nın savaşı kazana bileceği inancı
3)Almanya’nın itilaf devltleri arasındaki bağlntıyı kesmek,savaşın alanını genişletmek,Osmanlı Devleti’nin insan gücü ve hammadde kaynaklarından yararlanmak istemleri.

4 Ağustos 1914’de gizli bir anlaşma imzalandı.Böylece Osmanlı İttifak grubunda yeraldmış oldu.11 Ağustos 1914’De İngiliz Osmanlı’ya sığınan iki Alman savaş gemisi (Goben ve Breslav) Rusya’nın karadeniz limanını bombalamasıyla fiilen savaşa girmiş oldu(11 Ağustos 1914)

OSMANLI DEVLETİ’NİN SAVAŞTIĞI CEPHELER
1)Kafkasya Cephesi(Sarıkamış Cephesi)
Enver Paşa bu cephede Rusları doğrudan sıkıştırmak,Türkistan yolunu açmak ve Azer abaycan petrollerine ulaşmak için taarruza geçti. Ancak ağır kış şartlarından dolayı 90.000 asker şhit oldu ve bu olaydan sonraRuslar kolayca Anadolu Bölgesi’ni koyca işkal ettiler.
Mustafa Kemal Paşa 1916 yılında Muş ve Bitlis’i Ruslardan geri almıştır.Sovyet Rusya 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması’nı imzala¤¤¤¤¤ savaştan çekilmiş,Osmanlı Devleti Berlin Antlaşması’yla kaybettiği yerlerden Kars,Ardahan ve Batum’u geri almıştır.
2)Çanakkale Cephesi
Boğazları ele geçirerek Osmanlı’yı safdışı bırakıp,Rusya’ya yardım etmek ve Balkan devletlerini kendi yanlarına çekmek istiyen İtilaf Devletleri,19 Şubat 1915’de Çanakkale Boğazı’na saldırdılar.Başlangıçta 7 savaş gemisini kaybeden İtilaf Devletleri,deniz savşını kaybettiler.Karadan çıkarma yapmak isteyen İtilaf orduları,Gelibolu,Conkbayırı,
Anafartalar veArıburnu’nda ağırbir yenilgiye uğru¤¤¤¤¤ geri çekildiler.Mustafa Kemal askerlerine ‘’Ben size taarruzu değil,ölmenizi emrediyorum’’sözünü bu cephede söylemiştir.
Çanakkale Savaşının Sonuçları

Busavaşta 500.00 e yakın insan öldü.Rusya,İtilaf Devletlerinden yardım almadığı için bu ülkede ihtilal olamuş Çarlık Rusya yıkılarak yerine Bolşevik rejimi kurulmuştur.Bulagaristan’ın savaşa girmesiyle birlikte Berlin-İstanbul demir yolu bağıntısı kurulmuştur.Çanakkale Savaşı 1.Dünya Savaşı’nın 2 yıl gecikmesine sebep olmuştur ve Mustafa Kemal’in milli mucadelede önder olamasına zemin hazırlamıştır.
3)Irak Cephesi
1914’ İngilizler Rusya ile bağlantı kurmak için ve Irak petrollerine sahip olmak için Basra Körfezi’ne asker çıkararak cepheyi açtılar.
Bölgede az a******iz olamasına rağmen bu bölgede büyük başarı gösterdiğimiz halde İngilizler Bağdat’ı ele geçirmiş oldular.
4)Kanal Cephesi
Almanların istemesi üzerine Osmanlı Devleti’nin,İngiltere’nin Hindistan’la olan bağıntısını kesmek için Süveyş Kanalı’nı elegeçirmek amacıyla açmış olduğu bir cephedir.Ancak Osmanlı Devleti bu cephede başarısız olmuştur.
5)Filistin Cephesi
Kanal cephesinde başarısızlık gösterdikten sonra İngilizler’in ilerleyişini durdurmak için bu cepheyi açmışlardır.Yıldırım Orduları komutanı Mustafa Kemal Paşa İngilizleri Halep civarında durdurmuşlardır.Osmanlı Devleti bu cephe dışında Yemen,Arabistan,Romanya ve Makedonya cephelerindede savaşmıştır.
 
Kanûnî Sultan Süleyman

Kanûnî Sultan Süleyman 27 Nisan 1495 Pazartesi günü Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Hatun'dur. Hafsa Hatun Osmanlı ya da Çerkezdir. Kanûnî Sultan Süleyman yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı, uzun boylu ve seyrek sakallıydı.

Kanûnî Sultan Süleyman devri, Türk hakimiyetinin doruk noktasına ulaştığı bir devir olmuştur. Babası Yavuz Sultan Selim, onu küçük yaşlardan itibaren çok titiz bir şekilde yetiştirmeye başladı. Benzeri görülmemiş bir terbiye ve tahsil gördü. İlk eğitimini annesinden ve ninesi Gülbahar Hatun'dan (Yavuz Sultan Selim'in annesi) aldı. Yedi yaşına gelince tahsil için İstanbul'a, dedesi Sultan İkinci Bayezid'in yanına gönderildi. Şehzade Süleyman, burada Karakızoğlu Hayreddin Hızır Efendi'den tarih, fen, edebiyat ve din dersleri alırken, savaş teknikleri konusunda da öğrenim görüyordu.

15 yaşına kadar babası Yavuz Sultan Selim'in yanında kalan Şehzade Süleyman, kanunlar gereği sancak istemesi üzerine, önce Şarki Karahisar'a oradan da Bolu, kısa bir süre sonra da Kefe sancakbeyliğine tayin edildi (1509).

Yavuz Sultan Selim'in 1512 de tahta geçmesi üzerine İstanbul'a çağırılan Şehzade Süleyman, babasının kardeşleriyle mücadeleleri sırasında İstanbul'da kalarak babasına vekalet etti. Bu sırada Saruhan sancakbeyliğinde de bulundu. Babası Yavuz Sultan Selim'in ölümü üzerine, 30 Eylül 1520'de 25 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.

Kendisinden başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi kolay ve çatışmasız oldu. Çok ciddi ve kendinden emin bir padişah olan Kanûnî Sultan Süleyman, azim ve irade sahibiydi. Yapacağı işlerde hiç acele etmez, gayet geniş düşünür ve verdiği emirden asla geri dönmezdi. İş başına getireceği adamlara, kabiliyet derecelerine göre görev verirdi. Zigetvar kuşatmasını idare ederken, 7 Eylül 1566 yılında 71 yaşında vefat etti.

Kendisine "Kanûnî" denmesi, yeni kanunlar icad etmesinden değil, mevcut kanunları yazdırtıp çok sıkı bir şekilde tatbik etmesinden dolayıdır. Kanûnî Sultan Süleyman adaleti seven bir padişahtı. Mısır'dan gelen vergiyi haddinden fazla bulup, yaptırdığı araştırma sonunda halkın zulme uğradığını düşünmesi ve Mısır Valisini değiştirmesi bunun açık kanıtıdır.

Kanûnî Sultan Süleyman, tahta çıktığı sırada Osmanlı Devleti dünyanın en zengin ve en güçlü devleti konumundaydı. Babasının ölümü ve kendisinin padişah olması, "Arslan öldü, yerine kuzu geçti" diye düşünen Avrupalıları sevindiriyordu. Ancak Avrupalılar, çok geçmeden hayal kırıklığına uğradılar.

Büyük bir devlet adamı olan Kanûnî Sultan Süleyman aynı zamanda ünlü bir şairdi. Meşhur şiirlerinden birisi şudur:

"Halk içinde muteber bir şey yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda, bir nefes sihhat gibi.
Saltanat dedikleri bir cihan kavgasıdır,
Olmaya baht ü saadet dünyada vahdet gibi".

Erkek çocukları: İkinci Selim, Bayezid, Abdullah, Murad, Mehmed, Mahmud, Cihangir, Mustafa

Kız Çocukları: Mihrimah Sultan, Raziye Sultan
 
Sırpsındığı Savaşı (1363)

Edirne'nin fethi Türklere Balkan fetihlerinin yolunu açtı. Lala Şahin Paşa, Bulgaristan'a girerek Filibe'yi, komutanlarından Evrenos Bey ise Serez'i aldılar (1363). Yeni fethedilen yerlere Türkler yerleştirildi. Edirne ve Filibe'nin fethi bir haçlı seferinin düzenlenmesine neden oldu. Papa V. Urban'ın teşvikiyle Sırplar ve Bulgarlar başta olmak üzere Macar, Bosna ve Eflaklılar, büyük bir haçlı ordusu hazırla¤¤¤¤¤ Edirne üzerine harekete geçtiler.

Osmanlı komutanlarından Hacı İlbey, ordusu ile beraber Meriç vadisi boyunca düzensiz bir şekilde ilerleyen düşmanların bu durumundan yararlandı. Kuvvetlerini üçe ayırarak bir gece baskını düzenleyen Hacı İlbey, büyük bir zafer elde etti (1364). Tarihe 'Sırp Sındığı Savaşı' olarak geçen bu zaferle, Rumeli'deki Türk hakimiyeti kesinleşti ve ilk Haçlı Ordusu etkisiz hale getirildi.

Osmanlı birlikleri Sırp Sındığı Savaşından sonra Bulgaristan'a girdiler ve yukarı Bulgaristan'ı fethettiler. Karşı koyamayacağını anlayan Bulgar Kralı Yuvan Şişman, Osmanlı Hakimiyetini kabul etti ve kız kardeşi Maria'yı Murad Hüdavendigar'a verdi (1369). Osmanlı Ordusu Makedonya üzerine yürüdü. 1371 yılında kazanılan Çirmen Zaferi ile Makedonya Osmanlı topraklarına katıldı. Sırp Kralı Lazar da, Bulgaristan Kralı gibi Osmanlı hakimiyetini kabul etti ve yıllık vergiye bağlandı.

Çandarlı Hayreddin Paşa komutasındaki Türk birlikleri Selanik Zaferini kazandı (1374), Niş (1375), İştip, Manastır, Pirlepe (1382) fethedildi. Osmanlı birlikleri Arnavutluk ve Bosna-Hersek içlerine akınlar düzenledi. 1385 yılında Ohri fethedildi. Aynı yıl Arnavutluk'ta Savra zaferi kazanıldı. Bir yıl sonra Sofya'nın fethi gerçekleştirildi.

1381 yılında Şehzade Bayezid'ın Germiyan Hükümdarı Süleyman Şah'ın Kızı Devlet Hatun'la evlenmesi dolayısıyla, Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı Osmanlılara verildi. Aynı yıl, Hamidoğulları Beyliği'nden altı şehir parayla satın alındı. Balkanlardaki fetihler devam ederken, Murad Hüdavendigar bir yandan da Anadolu taraflarına yöneldi. 1386 yılında Konya Ovası'nda ilk Osmanlı Karaman Savaşı yapıldı
 
Prut Seferi (1711)

Rus çarlarından Birinci (Deli) Petro (1682-1725), İsveç kralının Lehistan’da harp etmesinden faydalanarak, 1702 yılında ilk defa Fin Körfezine çıkarak bugün Petersburg (Leningrad) şehrinin bulunduğu kıyıyı zaptetti. 1703’te, bu kıyıda Deli Petro’nun adı ile Petersburg diye anılan şehir kurulmaya başlandı. Lehistan Seferini bitirdikten sonra, Rusya’ya harp ilan eden İsveç Kralı, Demirbaş lakaplı, XII. Şarl (1697-1718), 1709’da Poltava Muharebesinde yenilince, ricat (geri dönüş, geri çekilme) yolu kesilmiş olduğundan, maiyetiyle beraber, Osmanlı topraklarına en yakın olan Bender Kalesine sığındı. XII. Şarl’ı takip eden Çar Petro’nun ordusu da Osmanlı sınırını geçerek tahribatta bulundu.

Gerek bu tecavüze karşılık vermek, gerekse İsveç Kralının Bender Kalesinden İstanbul’a gönderdiği yardım dileyen mektupları ve Rusya’nın emellerine set çekmek için, Sultan Ahmed Han, Rusya’ya sefer açtırdı. Vezîriâzam Baltacı Mehmed Paşa, sefere Serdâr-ı ekrem (Başkumandan) tayin edildi. Yüz bin kişilik Osmanlı ordusu, 9 Nisan 1711’de sefere çıktı. Osmanlı donanması da üç yüz altmış gemiyle Karadeniz’e açılarak, Azak Denizindeki Rus donanmasını imha ve Azak Kalesini zaptetmek vazifesiyle denizden sefere katıldı. Osmanlı ordusu, Prut adındaki Kıpçak boyunun adını taşıyan Prut Nehri kıyısında Rus ordusuyla karşılaştı. Çar Deli Petro kumandasındaki Rus ordusunun mevcudu, altmış bin kadardı.

Osmanlı ordusunun öncüleriyle, Rus öncü kuvvetleri, Prut Nehri karşı kıyısında nehir geçiş hazırlıkları içinde karşılaştılar. Osmanlı öncü kuvvetleri, karşı kıyıda bir köprü başı ele geçirdi. Emniyetle nehrin karşı tarafına geçti. Bu sırada, düşman öncülerinin geri çekilme hareketini sezen Baltacı Mehmed Paşa, kuvvetli bir süvari kolunu ileri göndererek Ruslara ağır kayıplar verdirdi. Diğer taraftan Kırım Hanı Devlet Giray da, 20 Temmuz günü Rus nakliye kollarını basarak epeyce kayıp verdirdi. Ayrıca çeşitli eşyâ ile dolu 600 arabayı da ele geçirdi. Bu suretle, Rus ordusu ağırlıklarını tamamen kaybetti. Öğleden sonra Rus askerine verilen istirahatten faydalanan Devlet Giray, Tatar birlikleriyle Yaş yolunu kesince, Rus ordusu çok kötü duruma düşürüldü. Kuzey, yani ricat hattı, Kırım atlıları; sağ kanat da Çerkez Mehmed ve Salih paşaların emrindeki sipahiler tarafından tutulunca, Rus ordusu artık tamamen sıkıştırılmış bulunuyordu. Ruslar, ilk gün, topçu desteği olmadan açıktan yapılan yürüyüşü, yeniçerilerin gayretsizliği sebebiyle durdurmaya muvaffak oldular. Fakat bu çarpışmalar sonunda, çarın hareket imkânları da tamamen önlendi. Prut Irmağının karşı kıyısına da Cin Ali Paşa komutasındaki Bender askerleri yerleştirilince, çevirme işi tamamlanmış ve Osmanlı topçusunun mevzîlere girmesiyle de Ruslar, büyük zayiat vermeye başlamıştı.

Ordusunun gıdasızlık yüzünden fena bir durumda olduğunu, çemberden kurtulmanın imkânsızlığını ve zayiatının da git gide artmakta olduğunu gören Petro, bir meclis topladı ve bu mecliste Türklere sulh teklifinde bulunmayı kararlaştırdı. Çarın müsaadesiyle Mareşal Şeremitiyev bir mektup yazarak, resmen sulh teklif etti. Baltacı Mehmed Paşa, mektubu getiren Rus subaylarının karnını doyurup tevkif ettirdi ve Rus ordusunun bombardıman edilmesini, top ateşine ara verilmemesini emretti.

Bunun üzerine Şeremitiyev, ikinci bir mektup yazarak daha fazla kan dökülmeksizin sulh için bir karar vermesini Baltacı Mehmed Paşaya tekrar rica edip, aksi takdirde canla başla tekrar harp edeceklerini bildirdi. Serdâr-ı ekrem, 21 Temmuz’da, Şeremitiyev’den ikinci mektubu aldıktan sonra, bu hususu görüşmek için Kırım Hanı ve ordu erkânını toplayıp, sulh yapılıp yapılmaması hakkında görüştü. Topladığı heyete; “Rus çarı sulh istiyor ve her ne talep edilirse vermeyi kabul ediyor, ne dersiniz? Arzumuz gibi hareket ederse sulha mı müsaade edelim, yoksa emanına bakmayıp harbe mi devam edelim?” diye sordu. Kırım Hanı, sulha muhalif olmasına rağmen, ordu erkânının ekserisinin; “Eğer istediğimiz kaleleri bize teslim eder ve tekliflerimize razı olursa, sulh yapmak kazançtır. Ayrıca yeniçeriler arasında savaşa karşı bir isteksizlik sezilmesi ve maazallah fena bir durumda savaşın bozgunla neticelenme ihtimali vardır” diye mukabele ettiğinden sulha karar verildi. Ertesi gün ordugâha davet edilen Rus murahhası Pyotr Şafirov ile görüşmelere başlandı ve 22 Temmuz 1711’de antlaşma imzalandı. (Bkz. Prut Antlaşması)

Bu antlaşma sırasında, Rus Çariçesi Katherina ile Baltacı Mehmed Paşanın buluşmaları, tamamen hayal mahsulüdür. Devrin hiçbir Türk ve Avrupa kaynağında, böyle bir iddia yoktur. Prut Seferinden hemen sonra Baltacı’yı sadaretten (sadrazamlıktan) düşürmek için çalışan devlet adamları dahi böyle bir iddiada bulunmamışlardır. Bu tür iftiralar, edep, ahlâk ve vatanperverliğin numunesi olan bazı Osmanlı paşalarını gözden düşürmek isteyen veya onları da kendileri gibi zanneden romancıların kaleminden çıkmış, uydurma hikâyelerden öteye gidemez.
 
93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı)

Son asır Türkiye tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eden ve Rumî 1293 tarihine rastladığından, tarihimize “Doksanüç Harbi" diye geçen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı.
Çarlık Rusyası; asırlık emellerini gerçekleştirmek için, Osmanlıları Avrupa’dan atmak, İstanbul’u ele geçirerek sıcak denizlere inmek, Hıristiyanları ve özellikle Slavları korumak bahanesiyle Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmaktaydı. Bu husus, harbin en önemli sebebini teşkil edecektir. Osmanlı ülkelerine saldırmayı millî bir hedef kabul eden Rusya, Kırım Hanlığını istilâ etmiş, Karadeniz’in kuzey ve doğu kıyılarını almış, Volga boylarındaki Türk ülkelerini istilâ ederek Türkistan’a ilerleyip kuzey kısımlarını elde etmişti. 1853 Kırım mağlûbiyeti, Rusların bu emellerini bir müddet için durdurmuştu. Ancak Rusya, büyük bir gayretle eski birliğini sağlamış ve Kırım mağlûbiyetinin acısını çıkarmak için fırsat gözetmeye başlamıştı. Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğüne en çok taraftar olan Fransa’nın, 1870 yılında Prusya karşısında ağır bir mağlûbiyete uğraması, kuvvetler dengesinin Osmanlılar aleyhine bozulmasına yol açmış ve Rusya beklediği fırsatı elde etmişti. Bunu değerlendiren Rusya, Paris Antlaşması'nın, Karadeniz’de donanma ve tersane bulundurulmaması hakkındaki maddelerini tanımadığını resmen ilan edip, bu teşebbüsünü Londra Konferansı'nda tescil ettirdi. Böylece Rusya, Karadeniz’de kuvvetli bir donanma meydana getirme imkânına sahip oldu.

Bu gelişmeden sonra Rusya, Panislavizm fikirlerini Balkanlarda yaymak için Moskova’da bir kongre topladı. Rus Panislavistleri, Bosna-Hersek ve Bulgaristan Slavlarını ayaklandırmak için Balkanlarda yoğun propagandaya giriştiler. Ayrıca Romanya ve Karadağ’da birer teşkilat kurdular. Rusya bu tür faaliyetlerinden başka, Osmanlı Devletine de baskı yapmaktaydı. Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, Bulgarların, Fener Rum Kilisesi'nden ayrılarak millî bir kilise kurmalarını kabul etti. Böylece, Bulgarların siyâsî bağımsızlıklarına yol açıldı.

Çok geçmeden, Panislavizm propagandası etkisini gösterdi. İlk olarak Bosna-Hersek eyaletindeki Hıristiyanlar ayaklandı. Daha bu isyan bastırılmadan yine Rus tahrikiyle Karadağlılar ve Sırplar da ayaklandılar. Osmanlı Devleti, bu iki isyanı bastırınca, bunlar, Avrupa devletlerinden yardım istediler. İşe karışan Rusya, Osmanlı Devletine Karadağ ve Sırbistan’la anlaşma yapması için ültimatom verdi. Bunun üzerine muhtemel bir savaştan çekinen Avrupa devletleri, Balkan meselesini görüşmek üzere İstanbul’da bir konferans tertip ettiler (23 Aralık 1876). Aynı gün Osmanlı Devleti, Konferansın çalışmalarına mâni olmak için Kânun-i Esâsî’yi ilan etti. Çalışmalarına devam eden Tersane Konferansına, Osmanlı Devletinden başka İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya, Almanya ve İtalya katıldı. Yabancı delegeler, önceden hazırladıkları metni Osmanlı delegelerine sundular. Buna göre, Osmanlı askeri, Karadağ ve Sırbistan’dan çekilecek, Bulgaristan’da doğu ve batı Bulgaristan adı ile iki ayrı eyalet kurulacak ve Bosna-Hersek’le birlikte bu iki eyalete muhtariyet verilecekti. Osmanlı Devletinin bu şartları kabul etmemesi üzerine konferans dağıldı. Konferansa katılan İngiltere Başmurahhası Hindistan Nazırı Lord Salisbury, savaşı önlemek hususunda çok gayret gösterdi. O, Midhat Paşa'nın aksine, bir savaş çıktığında İngiltere’nin, Osmanlı Devletine yardım etmeyeceği kanaatindeydi. Lord Salisbury, Sultan İkinci Abdülhamid’le de görüşerek durumun vahametini izah etti. Padişah, savaş istemiyordu, fakat, savaş isteyen devlet adamlarının baskısı altında idi. Bunların başında Sadrazam Midhat Paşa ve Harbiye Nazırı vekili Müşir Redif Paşa geliyordu. Midhat Paşanın teşvikiyle, yüksek medrese talebesi sokaklara dökülüp, Padişahın penceresi altına kadar giderek “Harb istiyoruz!” diye bağırdı.

Tersane Konferansında müspet bir netice alınamayınca, Londra’da bir konferans daha toplandı. Bu konferansta Bâbıâlî’ye, Tersane Konferansının kararlarından daha hafif ıslahat şartları teklif edildi, ancak Osmanlı devlet adamları, bu teklifi de reddettiler. Londra protokolünün Osmanlılar tarafından reddedilmesinden sonra Çar, Karadağ’a sadece Nikşik kazası bırakılırsa savaşı önleyebileceğini Bâbıâlî’ye bildirdi. Ancak, bu teklif de sadrazam İbrahim Edhem Paşa tarafından reddedildi.

Avrupa devletlerinin savaşa mâni olma teşebbüsleri başarısız kalınca, Rusya, 24 Nisan 1877’de Osmanlı Devletine savaş ilan eti. Sırbistan, Romanya ve Karadağ prenslikleri de Osmanlı Devletine isyan ederek Rusya’nın yanında yer aldılar. Yunanistan da düşmanca bir tavır takınınca, Osmanlı Devleti savaşta yalnız kaldı.

93 Harbi, Tuna ve Kafkasya cephelerinde cereyan etti. Tuna cephesi başkumandanı, Serdâr-ı ekrem Müşir Abdülkerim Nâdir (Abdi) Paşa idi. Emrindeki kuvvetler, üç orduya ayrılmıştı. Bunlardan Garp ordusunun başında Müşir Osman Paşa, Şark ordusunun başında Müşir Ahmed Eyüp Paşa, Cenup ordusunun başında ise Müşir Süleyman Paşa bulunuyordu. Bu cephedeki denge, Osmanlıların hayli aleyhineydi.

Abdülkerim Nâdir Paşanın, düşmanın Tuna’yı geçmesine seyirci kalmasıyla, harp yarı yarıya kaybedildi. Halbuki Osmanlılar için en büyük ümit, Rusları Tuna seddi üzerinde durdurabilmek ve bu seddi aşmalarına engel olabilmekti. Bu zafiyetinden dolayı Serdâr-ı ekrem, bir müddet sonra Dîvân-ı harbe verilip mahkum olacaktır.

7 Temmuz’da Tırnova, 16 Temmuz’da Niğbolu’yu alan Ruslar, Şıpka Geçidine hâkim olup, Balkan Dağlarını aşmaya başladılar. Abdülkerim Nâdir Paşanın azledilip yerine çok genç, müşir Mehmed Ali Paşanın başkumandan olması ve ordu içindeki diğer ayrılıklar, müşirler arasında rekabeti artırdı. Bu husus, savaşın kaybedilmesinde önemli sebep teşkil etti. Müşir Süleyman Paşa, Şıpka Geçidini ele geçirmek için, bir hafta gece-gündüz demeden taarruzda bulundu, ancak muvaffak olamadı. Bu defa Şıpka’yı geçmek için, Müşir Mehmed Ali Paşa taarruza geçti. Ayazlar, Karahasan, Ablova ve Kaçılova Meydan Muhârebelerini kazandı ise de, devamlı takviye alan Rus kuvvetlerini söküp atamadı. Müşir Osman Paşa ise savunma savaşına yeni prensipler getirerek, Plevne’de düşmanı üç defa mağlup etti. Üçüncü Plevne Zaferinden sonra, Sultan İkinci Abdülhamid Han tarafından “Gâzi” unvânı verildi. Yeni takviyelerle güçlenen düşman karşısında Osman Paşa, yardım alamadığından Plevne de düştü. Plevne’nin düşmesi ile, sayıca pek fazla olan Rus birlikleri serbest kaldılar. Bu sırada Sırplar Niş’e girmişler, Karadağlılar da İşkodra çevresine kadar ilerlemişlerdi. İleri harekâtlarına devam eden Ruslar, Sofya, Niş ve Vidin’i aldıktan sonra Edirne’ye ve burayı da alıp Yeşilköy’e ulaştılar. Grandük Nikola, sulh şartlarını dikte etmek üzere, umumî karargâhını burada kurdu. Böylece Tuna cephesindeki savaş, Osmanlıların aleyhine netîcelendi.

93 Harbi’nin ikinci cephesi Kafkasya idi. Kesin neticenin alınacağı ve alındığı Tuna cephesi kadar mühim olmamakla beraber, burada da pek büyük savaşlar oldu. Cephe kumandanı Ahmed Muhtar Paşa idi. 125.000 kişilik Rus ordusunun başında ise, Ermeni asıllı Melikof bulunuyordu.

Devamlı takviye alan Ruslar, 30 Nisan’da Doğu Bayezid’i ele geçirdiler. Muhtar Paşa, Ruslara karşı 21 Haziranda Halyaz, 25 Haziranda Zivin, 25 Ağustosta Gedikler Meydan Muhârebelerini kazandı. Ahmed Muhtar Paşaya bu zaferlerden sonra, “Gâzi” unvanı verildi. 4 Ekimde Yahniler Meydan Muharebesi de kazanıldı, ancak takviye alan Rusları durdurmak mümkün olmadı. 15 Ekim 1877 Alacadağ Meydan Muharebesi, Kafkas cephesinin dönüm noktası oldu. Ahmed Muhtar Paşa, fazla zayiat vermemek için Erzurum’a çekilmek zorunda kaldı. Kars açıkta kaldığından, 18 Kasım’da Rusların eline geçti. Fakat Ruslar, Erzurum halkının da katıldığı destanlaşan savunma karşısında, Erzurum’u alamadılar. Bu sırada Ahmed Muhtar Paşa, Padişah tarafından İstanbul’un muhafazası ile görevlendirilip İstanbul’a çağrılınca yerine Müşir Kurd İsmail Paşa getirildi.

93 Harbi, Osmanlı Devletinin ağır mağlûbiyetiyle neticelendi. Rumeli Türklüğü, Rus birlikleri ve Bulgarların büyük katliamı sebebiyle, büyük sarsıntıya uğradığından, Türk nüfusu azınlığa düştü. Son asır Türk tarihinin en büyük göç faciâsı vuku buldu. Balkanlardan Anadolu’ya uzanan yollar, göçmen kafileleriyle doldu. Bunların büyük bir kısmı, yine Ruslar ve Bulgarlar tarafından imha edildi.

Rusların Yeşilköy’de karargâh kurmalarından sonra, Babıâlî, 19 Ocak 1878’de Rusya’dan mütareke istedi. 9 ay 7 gün süren savaşa, 31 Ocak 1878’de imzalanan Edirne Mütarekesi son verdi. Sonradan, 3 Mart 1878’de, Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması imza edildi, ancak yürürlüğe girmedi. Abdülhamid Han, siyasî dehasıyla, bu antlaşmayı yürürlüğe koydurmadı. Ayrıca bu antlaşma, Rus nüfuzunu son derece arttırdığından, Avrupa devletlerini telaşa düşürmüştü. Avrupa devletlerinin iştirakleriyle tertiplenen Berlin Antlaşması'na göre (13 Temmuz 1878), önceki antlaşmanın bazı maddeleri hafifletildi. Ancak, Osmanlı Devleti bu antlaşmaya göre, bugünkü Türkiye’nin üçte birine yakın toprak ve büyük nüfus kaybına uğradı. Ayrıca, 800 milyon altın franklık savaş tazminatı ödeme mecburiyetinde bırakıldı. Balkanlarda ise Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız birer devlet oldular.
 
Fevzi Çakmak
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk genel kurmay başkanı. Çakmakoğullarından topçu miralayı Ali Sırrı Beyin oğlu olan Mustafa Fevzi, 1876 yılında İstanbul’da doğdu. 1895’te Harbiye’den mülâzım olarak çıktıktan sonra, kurmay sınıfına ayrıldı. 1898’de yüksek öğrenimini tamamla¤¤¤¤¤ kurmay yüzbaşısı oldu. 1899’da Arnavutluk’taki On Sekizinci Nizâmiye Fırkası Kurmay Başkanlığına tâyin oldu ve 1913’e kadar burada kaldı. Burada sırasıyla kolağası, binbaşı, kaymakam ve miralay oldu. 1906 yılında dayısı şehid Nûri Beyin kızıyla evlenen Çakmak’ı 1908’de Meşrûtiyetin îlânı üzerine iktidâra gelen İttihat ve Terakkî Cemiyeti, Mitroviça İttihat ve Terakkî şûbesinin gizli yönetim kuruluna seçti. Ancak particiliği sevmeyen Çakmak, politikadan uzak durmaya çalıştıysa da fiilen içindeydi.
1912 Ekiminde başlayan Balkan Harbinde Müşir Ali Rızâ Paşa komutasındaki Vardar Ordusunun Harekât Şûbesi Başkanlığını yaptı. 1914 yılında ise Mirlivâlığa yükseltildi ve Ankara’daki Beşinci Kolordu Komutanlığına getirildi. Bu sırada Osmanlı Devleti, Birinci Dünyâ Harbine girmiş ve Çakmak’ın Kolordusu da Çanakkale cephesinde vazîfelendirilmişti. Burada üzerine düşen vazîfeyi eksiksiz yerine getirerek, düşman taarruzlarını Karlıdere ve Kerevizdere’de karşılayıp püskürttü.

Fevzi Çakmak, bundan sonra sırasıyla Kafkas cephesindeyken Birinci ve İkinci Şeria Savaşlarında düşman saldırılarına başarıyla karşı koyup, Ferik rütbesine yükseltildi. Çok geçmeden ağır bir hastalığa tutulan Çakmak, İstanbul’a geldi. Ardından Mondros Mütârekesinin imzalanmasıyla İtilâf Devletleri donanması da İstanbul’a girdi. 1918 yılı sonlarında Genel Kurmay Başkanlığına getirildi. 1920 yılında ise, fiilen yurt savunmasına katılmak üzere Anadolu’ya geçti ve Sakarya Meydan Savaşının kazanılmasında önemli rol oynadı. Atatürk’e meclis tarafından müşirlik rütbesi ile gâzîlik şânı verilmesi konusundaki önergeyi İsmet Paşa ile Çakmak vermişlerdi. Fevzi Çakmak, 30 Ağustos 1922’de kazanılan Büyük Zaferden sonra Mareşalliğe yükseltildi.

Fevzi Çakmak, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan 1944 yılına kadar aralıksız olarak 22 sene Genel Kurmay Başkanlığı yaptı. 1944 yılında yaş haddi kânunu uyarınca emekliye ayrıldı. Onun en bâriz vasfı, demokrasi hayâtında Atatürk’ün birinci yardımcısı olup, inkılâpların yerleşmesinde önemli ölçüde çaba sarf etmesidir.

10 Nisan 1950 Pazartesi günü ölen Çakmak, Eyüp Mezarlığına gömüldü.
 
Osman Bey

Osmanlı Devleti'nin kurucusu.

Saltanatı: 1299-1326
Babası: Ertuğrul Gazi -Annesi: Hayme Hatun
Doğumu: 1258 Vefatı: 1326

Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi Ertuğrul Gâzi'nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt'te doğdu. Küçük yaştan îtibâren İslâm ilimlerini öğrenen Osman Gâzi, ayrıca mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye gördü. 1277'de Anadolu'nun İslâmlaştırılıp, Türkleşmesi faâliyetlerine katılan gönül sultanlarından ve ahîlerden biri olan Şeyh Edebâlî'nin kızı ile evlendi. Babası Ertuğrul Gâzi'nin 1281'de vefatı üzerine bey seçilip idâreyi ele aldı.

Osman Bey, Kayıların başına geçince Söğüt'ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gâzi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans'a karşı fetihlere girişti. 1285'te Kulaca Hisarı fethedildi. 1288'de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce'de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gâzi'nin kardeşi Saru Batu şehit oldu.

Osmanlıların daha sonra Karacahisar, Taraklı ve Göynük'ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gâzi'yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostu, Harmankaya hâkimi Köse Mihal'in (ki daha sonra İslâmiyet'i kabûl ederek Mihal Gâzi adını almıştır.) haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osman Gâzi süratle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar'ı zaptetti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gâzi ile nikahladı.

1299'da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gâzi istiklâlini îlân etti. 1301'de Yenişehir'i alarak İznik ve Bursa'nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

1308'de İznik'in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylece İznik-İzmit karayolu Türklerin hâkimiyetine girmiş oldu. Osman Bey artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit'in zabtını ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa kuşatması, on seneden fazla sürdü. 1324'de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan'a devretti.

Osman Gazi sâlih bir müslüman olup, İslam ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünyanın en uzun ömürlü hânedânını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devlet teşkîlâtının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı. Ömrü, Rum kâfirleri ile savaşmakla ve İslâmiyet'i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey'e gönderdiği vasiyetnâmesi, İslâmiyet'e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına da gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir.

Osman Gâzi'nin, Oğlu Orhan Gâzi'ye Nasihatı

"Oğul! Din işlerini her şeyden evvel ele alıp, yürütmek gayret ve esasını daima göz önünde bulundur ve bu esası sakın gevşekliğe uğratma. Çünkü bir farzın yerine getirilmesini sağlamak, din ve devletin kuvvetlenmesine sebep olur.

Din gayretine sahip olmayan, sefahate düşkün olan, tecrübe edilmemiş kimselere devlet işlerini verme! Zira, yaratanından korkmayan bir kimse, yarattıklarından da çekinmez.

Zulümden ve hangisi olursa olsun bid'atten, yani İslâmiyet'e aykırı şeylerden son derece uzak dur! Seni zulüm ve bid'ate teşvik edip sürükleyenleri, devletinden uzaklaştır ki, bunlar seni yıkılışa sürüklemesinler.

Allahü teâlânın rızası için, devlet hizmetinde ömrünü tüketen devlet adamlarını daima gözet. Böyle kıymetli kimselerin vefatından sonra, aile efradını koru, ihtiyacı olanların da ihtiyacını karşıla, tebeandan hiç kimsenin malına mülküne dokunma. Hak sahiplerine hakkını ver, layık olanlara ihsan ve ikramlarda bulun ve ailelerini de gözet. Özellikle, devletin ruhu mesabesinde olan ve en büyük dayanağı bulunan asker taifesini güzelce idare edip rahatlarını temin eyle.

Devletin bedeninde kuvvet mesabesinde olan hakiki alimleri ve fazilet sahiplerini, edip ve yazarlarını, sanat erbabını gözetip koru. Onlara hürmet, ihsan ve ikramda bulun. Bir ülkede, olgun bir alimin, bir arifin, bir velinin bulunduğunu duyarsan, uygun ve layık bir usul ve ifade ile onu memlekete getirt. Onlara her türlü imkanı tanı¤¤¤¤¤ ülkene yerleştir ki, hükümetin süresince alim ve arifler, bilginler memleketinde çoğalsın. Din ve devlet işleri nizama oturup ilerlesin.

Sakın, orduya ve zenginliğe mağrur olma. Hakiki alim ve ariflere, bilginlere hürmet edip, sarayında onlara yer ver. Benim halimden ibret al ki, zayıf, güçsüz bir karınca misali, hiç layık olmadığım halde buraya geldim ve Allahü tealanın nice ihsanlarına ve inayetlerine kavuştum. Sen de benim uyduğum ve uyguladığım nizamı uygula. Muhammed aleyhisselâmın dinini, bu yüce dinin mensuplarını ve itaat eden diğer tebeanı himaye eyle! Allahü teâlânın hakkını ve kullarının hakkını gözet. Dinimizin tayin ettiği beytülmaldeki gelirin ile kanaat eyle! Devletin zaruri ihtiyaçları dışında sarfiyatta bulunmaktan son derece sakın! Senden sonra geleceklere de aynı nasihatlerde bulun ve iyice tembih eyle. Daima adalet ve insaf üzerine bulun. Zulme meydan verme. Herhangi bir işe başlayacağın zaman Allahü teâlânın yardımına sığın! Tebeanı, düşmanların ve zalimlerin saldırılarından koru. Haksız olarak hiç kimseye muamelede bulunma. Daima halkını hoşnut edecek şeyleri arayıp, yapılmasını sağla. Onların gönüllerini kazanmayı, bunun devamını ve artmasını büyük nimet bil! Tebeanın sana olan güveninin sarsılmamasına son derece dikkat eyle!"

Osman Bey'in Rüyası

Bizans'ın hakimiyetindeki batı Anadolu sihat diyarı olduğundan, bölgede gaza niyetiyle pek çok kumandan, mücahit derviş ve herbiri gönül sultanı şeyh ve alim bulunuyordu. Osman Gazi, Anadolu'nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan bu gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Karamanlı Şeyh Edebali'nin sohbetlerini hiç kaçırmamaya gayret ederdi. 1277 senesinde, Edebali hazretlerinin dergahında misafir olduğu bir gün acaip bir rüya gördü. Rüyasında, hocası Edebali'nin koynundan bir ayın çıkıp, kendi koynuna girdiğini, arkasından da kendi göbeğinden bir çınar ağacının bitip, alemi tuttuğunu, gölgesinde nice dağların bulunup, nehirlerin aktığını, bir çok insanların kaynaştığını, kimisinin bahçe ve tarla sulayıp, kimisinin çeşmeler akıttığını gördü. Gördüğü rüyayı ertesi gün hocasına anlattı. Şeyh Edebali O'na; "Müjde ey Osman! Hak teala sana ve senin evladına saltanat verdi. Bütün dünya, evladının himayesinde olacak, kızım Mal Hatun da sana eş olacak." deyip rüyasını tabir etti. On dokuz yaşında iken Şeyh Edebali'nin kızı Mal Hatun ile evlendi. Bu izivaçtan Orhan Gazi doğdu. Orhan Gazi'nin doğduğu sırada, Ertuğrul Gazi de vefat etti (1281). Bazı kaynaklarda Edebali'nin kızının adı Bala Hatun olarak geçmekte ve Mal Hatun'un Ömer Bey'in kızı olduğu yazılmaktadır.
 
Sultan Çelebi Mehmed Sultan Çelebi Mehmed

Babasi . Sultan Yildırım Bayezid

Annesi . Devlet Hatun

Dogumu : 1389

Vefati . 26 Mays 1421
Saltanati : 1413 - 1421 (8*) sene

*****************************

Çelebi Sultan Mehmed, orta boylu, yuvarlak yüzlü, çatık kaşlı, beyaz tenli, kırmızı yanaklı, geniş gögüslü idi. Kuwetli bir vücuda sahipti.Gayet hareketli ve cesurdu. Güreş yapar ve çok kuvvetli yay kirişlerini de çekerdi. Padişahlığı müddetince bizzat 24 muharebede bulunmuş ve kırka yakın yara almıştı.Başında kullanmış olduğu sarık, altın işlemeli kavuğu ile gayet güzel görünürdü. İçi kürklü ve yakası dik olan bir kaftan kullanırdı.Müslümanlara karşı göstermiş olduğu adaleti, aynı zamanda hıristiyan tebaasına karşı da gösterirdi.Çelebi Sultan Mehmed, tahsilini Bursa sarayında tamamladı. Daha sonra babası tarafından Amasya sancağına vali tayin edildi.Valiliği sırasında da devlet işlerini öğrendi.Çelebi Sultan Mehmed'e bir bakıma Osmanlı İmparatorluğu'nun ikinci kurucusu gözüyle bakılabilir. Onun uzun müddet ve başarı ile yapmış olduğu mücadeleyi kısaca şöyle sıralayabiliriz Yeşil Türbe (Çelebi Mehmed Türbesi Bursa) Evvela Anadolu'nun birliği için kardeşleri ile mücadele etti. 1410 senesinde Süleyman Çelebi'yi, 1413 senesinde de Musa Çelebi'yi tasfiye ederek birliği sağladı. Osmanlı tahtında yalnız kalınca ilk işi etrafındaki beylikleri itaati altına almaya girişmek oldu. 1414'de Karaman'a sefer yaptı ve Karaman Bey'ini esir aldı. Ona "Bir daha müslümanlara zararım dokunmayacak" diye yemin ettirdikten sonra serbest bıraktı. Candar Beyliği'ni de hakimiyeti altına aldı. 1415'de Venediklilerle ilk deniz savaşı yapıldı. 1416 ve 1417 senelerinde Avrupa'ya akınlar düzenledi, büyük zaferler kazanıldı.1419'da Tuna Nehri tekrar geçildi. 1420'de Eflak Voyvodası bir harpte öldürüldü, yerine kardeşi tayin edildi. Candar Beyliği ise tamamen Osmanlı topraklarına katıldı. 1420'de Şeyh Bedreddin diye birisi bugünkü komünizmin temel şartlarına çok benzeyen fikirlerle ortaya çıktı İslâmi ilimleri de çok iyi bilen bu şeyh bir çok fakir fukarayı sizi zengin yapacağım vaadiyle, gayrı müslimleri ise "Sizin dininiz de haktır" diyerek etrafında topladı. Birçok yerlerde mühim tahribatlar yaptı. Sonunda yanındakiler dağıtılıp kendisi yakalandı ve mahkeme edildi. Mahkemede suçunu itiraf ederek idam edilmesini bizzat kendisi istedi ve idam edildi. Timur'un yanından döndüğü söylenen bir şehzade ile daha mücadele edip onu da saf dışı yaptı. 1421 yılında 32 yaynda iken Edirne'de vefat etti. Naaşı, Bursa'ya getirilerek Yesil Türbe'ye defnedildi. (Allah rahmet eylesin.)Çelebi Sultan Mehmed vefat edeceği sırada, Bayezid Paşa'yı yanına çağırttı ve Ona :"Halef olarak yerime oğlum Murad'ı tayin ettim. Bana karşı göstermiş olduğun itaat ve sadakati ona karşı da göster. Derhal, Murad'ı buraya getirmenizi istiyorum. Zira ben artık bu döşekten kalkamam. Murad gelmeden önce emr-i hak vaki olursa Murad gelinceye kadar sakın ölümümü kimseye duyurmayın." Şehzade Murad henüz Amasya'da iken,Çelebi Sultan Mehmed 26 Mayıs 1421'de vefat etti. Padişahlar arasında ilk defa vefatı gizlenen zat kendisi olmuştur.Tarikat sahibi Seyyid Şerif Ali Cürcani,Kaamus-ı Muhıyt sahibi Allame Mecdüddin Firuzâbâdi Sultan Çelebi Mehmed zamanında vefat etmiş büyüklerdi.

Erkek çocukları : Mustafa Çelebi, Ikinci Murad, Ahmed, Yusuf, Mahmud.

Kızları : Fatma ve SeIçuk Hatun.
 
Sultan İkinci Murat

Babasi Çelebi Sultan Mehmed

Annesi . Emine Hatun
Dogumu : 1402

Vefati .3 şubat 1451

Saltanatı : 1421 - 1451 (30) sene

*****************************

İkinci Murad, uzun boylu, beyaz tenli, doğan burunlu ve gayet güzel yüzlü bir padişahtı. Çok güzel konuşurdu. Kendisinin en büyük saadeti, Fatih Sultan Mehmed gibi eşine ender rastlanacak ve çok kıymetli bir zatın babası olmakti.Sultan Murad. süküneti ve huzurlu yaşamayı arzu eden fakat icap ettiği takdirde gayet hareketli, cesur ve hiçbir şeyden yılmayan bir kimse idi. Otuz senelik saltanatı müddetince, memleketini çok büyük bir şan ve şerefle idare ederek, emri altında bulunan herkeste, dindar. âdil ve lütufkâr bir padişah nâmı bırakmıştır.

Sultan ll. Murad çocukluğu Amasya'da geçti. 18 yaşında tahta çıktı. Şâir ve hattattı.Çok iyi bir askerdi. Şiirler yazmıştır. Zamanında Venedik donanmasıyla harbedildi. Selânik yeniden fethedildi. Düzmece Mustafa isyanı oldu ve bu isyanı bastırdı. 1422'de İstanbul'u muhasara etti. 1423'de Mora yeniden alındı. 1428'de Germiyan Beyliği Osmanlılara katıldı. Venedik ve haçlılara karşı Güvercinlik zaferi kazanıldı. 1430'da Selânik yeniden alındı. 1438'de Bosna'ya hakim olundu. 1439'da Belgrad muhasara edildi. 1443'de haçlılara karşı İzlâdi Derbendi zaferi kazanıldı.1444 Temmuz'unda Segadin antlaşması yapıldı, fakat haçlılar sözlerinde durmadılar. İkinci Murad küçük yaştaki oğlunu tahta çıkarınca,ümide kapılarak Osmanlı topraklarına girdiler.Oğlu İkinci Mehmed (Fatih) ordunun başına babasını başkumandan tayin etti. Kasım 1444'de Varna Zaferi kazanıldı. Varna Zaferinden sonra İkinci Murad tekrar tahta geçti. 1445'de Mora'ya ve Arnavutluğa sefer açtı. 1448 senesinin Ekiminde haçlılar yeniden saldırdılar.Bu defa da İkinci Kosova Zaferi kazanıldı. 1451 senesinde Sultan Murad bütün esirlerini salıverdi. 47 yaşında olduğu halde Edirne Sarayında vefat etti. Vasiyeti üzerine Bursa'da Muradiye Camii yanına defnedildi. Mezarının üzerini örtmemeyi, kenarlarına hafızların oturup Kur'an okuyabilmeleri için yerler yapılmasını ve Cuma günü mezara konulmasını vasiyet etmişti. Vasiyeti öylece yerine getirildi.Sultan Murad zamanında memleketin bir çok yerlerinde, camiler, medreseler, saraylar ve köprüler yapılmıştır. Bunlardan birisi Edirne'deki"Üç Şerefeli Cami"dir. Cami'in yanında bir medrese ve fakirler için bir imarethane mevcuttur. Yine Edirne'de "Muradiye Camii"ni bina ettirmiştir. Bu caminin duvarları ve mihrabı son derece güzel çinilerle süslenmiştir. Bursa'daki "Muradiye Camii"ni ve Ergene Nehri üzerindeki 170 ayaklı "Uzun Köprü"yü de Sultan Murad yaptırmıştır.Silsile-i Sââdât-ı Nakşıbendiyye'den, Hâce Yâkub Darhi (k.s.), ,Seyhi Emir Sultan, Hacı Bayram Veli, İbn-i Haceri Askalâni, Muhammediye kitabmın müellifi Yazıcızâde Mühammed Efendi İkinci Murad devrinde vefat eden büyüklerdir.

Erkek çocukları : Fatih Sultan Mehmed, Ahmed, Alâaddin, Orhan, Hasan, Ahmed (ll.)

Kız çocukları : Şehzâde ve Fatma Hatun.
 
Genel Türk Tarihi Ders Notları 1.KONU:

TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI


TÜRKLERİN ANA YURDU

Arkeolojik kazılar sonunda ortaya çıkan bulgular, Türk tarihinin günümüzden 4000 yıl öncesine uzandığını göstermektedir.

Son yapılan araştırmalar Türklerin ilk ana yurdu Altay-Sayan dağlarının kuzey batısı, Tanrı dağlarının kuzeyi, Hazar Denizi’nin doğusu, Sibirya steplerinin güneyi olarak belirlenmiştir.

Orta Asya, karasal bir iklime sahiptir. Türklerin yaşadıkları bu coğrafya, onların göçebe bir hayat tarzını benimsemelerine ve mücadeleci bir karaktere sahip olmalarına neden olmuştur.

ANAYURTTA KURULAN İLK UYGARLIKLAR

1-Anav kültürü ( M.Ö. 4500-M.Ö. 1000)

Anav kültürü, bugünkü Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat yakınlarındaki Anav bölgesinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılmıştır.

Yapılan araştırmalara göre Anav kültürü insanları yerleşik hayata geçmişlerdi, dokumacılığı biliyorlardı, topraktan ve bakırdan eşyalar yapabiliyorlardı.

2-Afanasyevo kültürü (M.Ö.3000-M.Ö. 1700)

Altay ve Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda gelişen bir kültürdür. Afanasyevo toplumu, avcı ve savaşçı bir toplumdu. Bu kültür Orta Asya uygarlığının temelini oluşturmuştur.

3-Andronova kültürü ( M.Ö.1700- M.Ö. 1200)

Altay-Tanrı dağları, Güney Sibirya ve Hazar Denizi’nin doğusuna kadar olan bölgede oluşmuş bir kültürdür. Afanasyevo kültürünün gelişmiş bir halidir. Bu dönemde ilk defa tunçtan ve altından eşya yapılmıştır. Bu kültürde insanlar atı binek ve yük hayvanı olarak kullanmışlardır.

4-Karasuk kültürü ( M.Ö. 1200-M.Ö.700)

Bu kültür adını, Yenisey ırmağının kollarından biri olan Karasuk nehrinden almıştır. Demir ilk olarak bu kültürde kullanılmıştır. Bu kültürde toplum keçeden çadır yapmayı öğrenmiş ve üzeri çadırla örtülü, dört tekerlekli arabalar kullanmışlardır.

5-Tagar kültürü ( M.Ö. 700-M.Ö 100)

Abakan bölgesinde görülen kültürdür. Tagar kültürüne ait çok sayıda kalıntı bulunmuştur.



HUNLARDAN ÖNCEKİ TÜRKLERİN YAŞAYIŞI

Çin kaynaklarında Orta Asya’nın Hunlardan önceki sahiplerinden Hiung-nu diye bahsedilmektedir.

Bozkır iklimi Türklerin karakterini etkilemiştir. Zor koşulların getirdiği kendine güven, güçlü bir irade, dayanıklılık ve kanaatkarlık Türk milletinin başlıca özellikleri olmuştur.

Bozkırlar tarımdan çok hayvancılığa elverişlidir. Atın ehlileştirilmesi Türklerin hayatını kolaylaştırmıştır. Ekonomik hayatın temeli hayvancılığa dayanmaktadır. Türkler sürülerine ot ve su bulabilmek için konar göçer bir hayat yaşamışlardır.

Evcilleşen hayvanların beslenmesi için bazı bitkileri ekmek zorunda kalınca tarıma önem vermişlerdir. Türkler tarımla uğraşmaya başladıktan sonra toprağa büyük önem vermişlerdir. Türkçe’de bilinen ilk tarım sözcüğü saban bu dönemde ortaya çıkmıştır. Türkler hayvanlarına yem olarak yonca, kendi beslenmeleri için de mısır yetiştirmişlerdir.





ORTA ASYA TÜRK GÖÇLERİ

Orta Asya’daki Türk göçlerinin yoğun olarak M.Ö. 1700’lerde başladığı kabul edilmektedir.

Yüzyıllarca devam eden Türk göçlerinin sebepleri şunlardır:

1-Orta Asya’da iklim değişiklikleri ( Soğuk hava)

2-Nüfusun hızla artması sebebiyle geçim kaynaklarının yetersiz kalması

3-Dış baskılar (Çin, Kitan baskıları)

4-Özellikle Çin, Moğol saldırıları sonucu esaret altına girmektense yurtlarını terkedip bağımsız yaşama arzusu

5-Yeni ülkeler fethetme arzusu

6-Türk boyları arasındaki mücadeleler

7-Hayvan hastalıkları



MİLLATTAN ÖNCEKİ TÜRK GÖÇLERİ

Milattan önce Türkler Çin’in kuzeybatısındaki Kansu ve Ordos bölgelerine doğru göç etmeye başladılar. Bir kısım Türk boyları da İran üzerinden geçerek Mezopotamya ve Anadolu’ya yerleştiler. Yakut ve Çuvaş Türkleri de Sibirya’ya doğru göç ettiler.



MİLATTAN SONRAKİ TÜRK GÖÇLERİ

Bu dönemdeki göçler daha çok güney ve batı yönlerine olmuştur. Güneye göç edenler Çin içlerine yerleşerek çeşitli Türk devletleri kurdular. Batıya yapılan göçler 9. yüzyıl sonlarına kadar devam etti. Orta Macaristan’a kadar ilerleyen topluluklardan Hunlar, Avarlar, Bulgarlar ve Macarlar Avrupa’da devletler kurdular. Batıla göç eden türklerden bir kısmı ise Afganistan ve Kuzey Hindistan’a yerleşerek Akhunlar (Eftalitler) Devleti’ni kurdular.



GÖÇLERDEN SONRA ANA YURT

Anayurtta kalan Türkler Orhun-Selenga ırmakları ve Baykal Gölü çevresinde yaşamaya devam ettiler. Bu Türkler, Orta Asya’da Asya Hun Devleti’ni, Göktürk Devleti’ni, Kutluk Devleti’ni (II.Göktürk Devleti) ve Uygur Devleti’ni kurdular.



ORTA ASYA TÜRK GÖÇLERİNİN GENEL SONUÇLARI

1-Göç eden Türkler Asya ve Avrupa’nın siyasal ve kültürel yapısının değişmesine sebep oldular.

2-Göç ettikleri yerlerdeki yerli kavimlerin başka yerlere göç etmelerine sebep oldular.

3-Batıya göç eden Hunlar, Kavimler Göçü’nün gerçekleşmesine ve Roma İmparatorluğu’nun zayıflayıp parçalanmasına yol açtılar.

4-Göçlere katılan bazı boylar Hazar ve Sabar devletlerini kurarak Kafkasya’da üç yüz yıldan fazla hakimiyet sürdüler.

5-Horosan topraklarında Büyük Selçuklu Devleti’ni kuran Oğuzlar Yakın Doğu’ya egemen oldular. Anadolu Selçuklu Devleti’ni, Anadolu Türk beyliklerini ve Osmanlı Devleti’ni kuran Oğuzlardır.



İSKİTLER ( SAKALAR)

Asya kavimlerinden olan İskitlerin M.Ö. 7. yüzyılda Tanrı dağları ile Fergana bölgesinde yaşadıkları tahmin edilmektedir.

Yunan kaynaklarında İskit, İran kaynaklarında Saka olarak geçerler.

Atlı göçebe bir topluluk olan İskitler, üstü çadırlarla örtülü arabalar kullanıyordu. Göktanrı inancına sahiptiler. Eşyalarında hayvan üslubunu ustalıkla kullanmışlardır.





2. KONU*

İLK TÜRK DEVLETLERİ



HUNLAR (BÜYÜK HUN DEVLETİ)

Tarihte bilinen ilk Türk devleti Hunlardır (Asya Hunları).

Hun Türkçe’de halk, insan anlamına gelir.

Hunlarla ilgili ilk yazılı belge M.Ö. 318’de Çinlilerle yapılan bir antlaşmadır.

Hun Türklerinin ana yurdu Orhun- Selenga ırmakları arasındaki Ötüken şehridir. Ötüken kutsal başkent olarak bilinir.

Çinliler Hun saldırılarına karşı koymak için Çin Seddi’ni yapmışlardır.

*Hunların bilinen ilk hükümdarı Teoman’dır. Teoman’ın en büyük başarısı Orta Asya’daki Türk boşlarını bir bayrak altanda toplamasıdır.

Teoman’ın oğlu Mete, babasını öldürerek tahta çıkmıştır. Mete bu gün de dünyada kullanılan onluk askeri sistemi bulmuştur.

Mete han Çin’i işgal etmiş ancak Türklerin Çin’e yerleşmesine izin vermemiştir. Bunun sebebi Çin medeniyetinin Türkleri yok etmesini engellemektir.

Hun hükümdarlarından Ki-ok’un en büyük hatası Çinli bir prensesle evlenmesidir. Çünkü bu prensesler:

1-Türk akınlarını önceden Çin’e haber verdiler

2-Yanlarında getirdikleri hizmetçilerine casusluk yaptırdılar

3-Türk beylerinin arasını açtılar

4-Türkleri lükse ve sefahata alıştırdılar.



Sonuçta Hun hükümdarı Hohan-yeh Çin’in hakimiyetine girmek istedi. Ancak kardeşi Çi-çi buna karşı çıktı. Böylece Hun Devleti doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı.

Batıyı yöneten Çi-çi’nin iki hatası vardı:

1-Kendine bağlı boylara çok sert davrandı. Bu da Türklerle Çinlilerin işbirliği yapmasına sebep oldu.

2-Şehirlerin etrafını surlarla çevreleyerek Türk savunma sistemine ters düşen bir uygulama yaptı.

Bu sebeplerle M.Ö. 38’de Batı Hunları yıkıldı.

Doğu Hunları kuzey ve güney olarak ikiye ayrıldı. Bu iki topluluk da Çin hakimiyetine girmiştir.


KAVİMLER GÖÇÜ

Orta Asya’daki hakimiyetlerini kaybeden Hunlar Balamir başkanlığında İtil (Volga) ırmağının kıyısına kadar geldiler. Bunları gören Barbar kavimler (Barbar: Romalı olmayan) Roma’ya doğru yöneldiler. Bu kavimlerin Türklerden korkarak Batıya doğru göçlerine Kavimler Göçü adı verilir.


KAVİMLER GÖÇÜ’NÜN SONUÇLARI

1-Bu olay ilk çağın sonu, orta çağın başlangıcı kabul edildi.

2-Roma İmparatorluğu 395’te doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı.

3-Barbar kavimler Avrupa’da İngiltere, Fransa, İspanya gibi devletler kurdular.

4-Avrupalı krallar güçlerini kaybettiler ve feodalite (derebeylik) rejimi ortaya çıktı.

5-Avrupa’da kalan Türkler Avrupa Hun Devleti, Avarlar, Bulgaristan ve Macaristan’ı kurdular.


AVRUPA HUN DEVLETİ

4. yüzyıl sonlarında Macaristan’da Balamir’in torunu Uldız tarafından kuruldu.

Uldız, Bizans’ı devamlı baskı altında tuttu. Cermen kavimleriyle işbirliği yaparak Batı Roma’ya saldırdı.

Uldız, “Güneşin battığı yere kadar her yeri zabt edebilirim” sözü ile ünlüdür.

Uldız’dan sonra yerine geçen Rua, devleti kardeşleri Muncuk, Oktar ve Aybars ile birlikte yönetti.

Rua’dan sonra yerine Muncuk’un oğlu Attila çıktı.


ATTİLA DÖNEMİ

Attila, amcası Rua’nın yerine tahta çıktı. Devleti kardeşi Bleda ile yönetti.


ATTİLLA’NIN SEFERLERİ


BİZANS SEFERİ

Tarihi: 434

Tarafları: Avrupa HunlarıX Bizans

Sebep: Attila Bizans’a sığınan Hun kaçaklarını yakalamak istiyordu.

Sonuç: Margos Antlaşması ile savaş sona erdi.


MARGOS ANTLAŞMASI

Tarih:

Taraflar:

Maddesi:


I.BALKAN SEFERİ

Tarih: 441

Taraflar: Avrupa Hunları X Bizans

Sebep: Bizans, Margos Antlaşması şartlarına uymamıştı.

Sonuç: Bizans, Hunlara verdiği vergiyi artırdı.

Önemi: Avrupa Hunlarına Balkanların yolu açıldı.


II.BALKAN SEFERİ

Tarih:447

Taraflar:Avrupa Hunları X Bizans

Sebep: Bizans vergisini vermiyordu.

Sonuç: Anatolyos Antlaşması ile savaş sona erdi.


ANATOLYOS ANTLAŞMASI

Tarih:

Taraflar:

Maddesi:


BATI ROMA (GALYA) SEFERİ

Tarih: 451

Taraflar: Avrupa Hunları X Romalılar

Sebep: Roma imparatorunun kız kardeşi Honoria Attila ile evlenmek istemişti. Attila da çeyiz olarak Roma’nın yarısını istedi. Çeyiz verilmeyince Attila sefere çıktı.

Sonuç: İki ordu da ağır kayıplar vererek geri çekildi.


İTALYA SEFERİ

Tarih: 452

Taraflar: Avrupa Hunları X Romalılar

Sebep: Attila’nın Roma’ya son darbeyi vurmak istemesi

Sonuç: Papa I.Leo Attila’ya Roma şehrinde veba salgını olduğunu söyleyince Attila geri çekildi.



AKHUNLAR

Afganistan’da kurulmuştur.

Akhunlar, İpek Yolu’nu ellerinde bulunduruyorlardı. Göktürkler Sasanilerle birleşerek Akhunları yıktılar ve topraklarını aralarında paylaştılar.


GÖKTÜRKLER

*Tarihte Türk adı ile kurulan ilk Türk devletidir.

*Büyük Hun Devleti’nden sonra Orta Asya’da kurulan 2. büyük Türk devletidir.

*Orta Asya’daki en geniş topraklara sahip olan Türk devletidir.



Bumin Kağan tarafından 552’de Ötüken’de kuruldu. Demircilikle uğraşıyorlardı ve Avarlara silah satıyorlardı.

Göktürklerden İstemi Yabgu, (Yabgu: Batıyı yöneten Türk hakanı) bütün hayatını ipek yolunu ele geçirmek için geçirmiştir. İstemi Yabgu önce Sasanilerle birleşerek Akhunları yıktı. Daha sonra Bizans ile anlaşarak Sasanilerin elindeki İpek Yolu’nu ele geçirdi. İstemi Yabgu 568’de ilk kez Orta Asya’dan Bizans’a bir elçi gönderdi.

Göktürk hakanı Ta-po Kağan, Budizm’i kabul etti. Kardeşi İşbara bu kararına karşı çıktı. Bunun üzerine Göktürkler doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı.

Doğu Göktürkler 630’da Çin’in hakimiyetine girdiler. Aynı yıl Batı Göktürkler de Çin’in hakimiyetini kabul ettiler.



II.GÖKTÜRK DEVLETİ (KUTLUK DEVLETİ)

682 yılında Kutluk bilge Kağan tarafından Ötüken’de kuruldu. Kutluk Kağan’ın diğer ismi İlteriş Kağan’dır. İlteriş, devleti derleyen ve toparlayan demektir.

İlteriş Kağan 47 kez Çin Seddi’ni aştı. Bunun sebebi:

1-Çin’de yaşayan esir Türkleri kurtarıp nüfusunu çoğaltmak

2-Çin’den ganimet elde etmek



Göktürk Kitabeleri II. Göktürk Devleti’nin kağanı, Bilge Kağan, kardeşi Kültigin Kağan ve baş danışman (aygucı) Tonyukuk adına dikilmiştir.

Bu kitabeler Türk edebiyatının ilk yazılı örnekleridir.


UYGURLAR

745 yılında Kutluk Bilge Kül Kadir Han tarafından Ordubalık (Karabalgasun) şehrinde kuruldu.

Çinliler Göktürklere yaptıklarını Uygurlara yapmadılar. Uygurlara farklı bir taktik denediler. Bu da Budizm’in Uygurlar arasında yayılmasıydı. Budizm et yemeyi ve canlı öldürmeyi yasaklıyordu. Böylece Türkler et yemediler ve savşçı özelliklerini kaybettiler. Ayrıca Budizm sebebiyle mabetler yapmaya başladılar ve yerleşik hayata geçtiler.

Uygurların Türk tarihindeki önemi ilk kez yerleşik hayata geçen Türk devleti olmalarıdır.

Uygurlardan Baga Tarkan ilk kez Türk tarihinde yazılı kanunları çıkarmıştır.

Uygurlar ikiye ayrıldılar:

1-Kansu Uygurları

2-Doğu Türkistan Uygurları (Turfan Uygurları)


UYGURLARIN TARİHTEKİ ÖNEMİ

1-İlk kez Göktanrı dinini bırakarak Budizm’e geçen Türk topluluğudur.

2-İlk kez yerleşik hayata geçen Türk topluluğudur.

3-Uygurlar okuma yazma bilmeyen Moğolların devlet memuru oldular ve Moğolların Türkleşmesinde büyük rol oynadılar. Moğolların resmi dili Uygurca oldu.



3. KONU
DİĞER TÜRK DEVLETLERİ


KIRGIZLAR

840’da Uygurları yıkarak Ötüken’de kuruldular.

Kırgızları Moğollar yıkmıştır.

Türk tarihinde ilk kez Moğol hakimiyetine giren Türk devleti Kırgızlardır.

Kırgızlar 1991’de başkent Bişkek olmak üzere Kırgızistan Devleti’ni kurmuşlardı.



SABARLAR

Bu günkü Sibirya adını Sabar Türklerinden almıştır.



AVARLAR

560 yılında Bayan Han tarafından Macaristan’da kuruldular.

Avarlar 619 ve 626’da iki kez İstanbul’u kuşattılar. İki kuşatma da başarısız olmuştur.

805 yılında Franklar tarafından yıkıldılar.

Avarlar Balkanlardaki Slavları etkilemişler, onların devlet ve askeri teşkilatlarını kurmuşlardır.



HAZARLAR

630 yılında Hazar Denizi’nin yakınında kurulmuşlardır. Hazar Denizi adını Hazarlardan alır.

Hazarlar ilk ve son Yahudi Türk kavimidir.

Hazarların bölgede oluşturduğu barış Rusya’nın kurulmasına sebep olmuştur.



BULGARLAR

Kavimler Göçü sonucunda Bulgaristan’a giren Türkler oradaki Ogur Türkleri ile karışarak karışmak anlamına gelen Bulgar Devleti’ni kurdular.

Büyük Bulgar Devleti kısa zamanda ikiye ayrıldı:

1-İtil (Volga) Bulgarları

2-Tuna Bulgarları



*İtil Bulgarları 10. yüzyılda Almış Han zamanında Müslüman oldular.



*Tuna Bulgarları ise Boris Han zamanında Hıristiyanlığı kabul ederek Türklük özelliklerini kaybettiler.



TÜRGİŞLER

630 yılında Baga Tarkan tarafından kuruldu.

Türgişler, Maveraünnehir’e gelen İslam ordularını durdurarak Türklerin Araplaşmasını engellediler.



KARLUKLAR

Karluklar Talas Savaşı’ndan sonra Müslüman oldular.

Karluklar Müslümanlığı kabul eden ilk Türk boyudur.

Karluklar Karahanlı Devleti’ni kurmuşlardır.



MACARLAR

Kavimler Göçü sonucunda Türkler tarafından kurulmuştur.

Avrupalılar Macarlara Hunlar adını vermiştir. 1000 yılında Hıristiyanlığı kabul edip Türklük özelliklerini kaybetmişlerdir.



PEÇENEKLER

Oğuz boylarından olan Peçenekler bir devlet kuramamışlardır.

1090’da Çaka Bey ile İstanbul kuşatması için anlaştılar. Peçenekler karadan, Çaka Bey denizden İstanbul’u kuşatacaktı. Fakat Bizanslılar Peçenekleri başka bir Türk boyu olan Kumanlara kırdırdılar.

Peçeneklerin tarihteki en önemli başarıları 1071 Malazgirt Savaşı’dır. Bu savşta Uzlarla beraber Bizans ordusunda ücretli asker olan Peçenekler savaştıkları ordunun Türk olduğunu anlayınca saf değiştirdiler ve Alparslan Malazgirt Savaşı’nı kazandı.



OĞUZLAR

Oğuz kelimesi ok+ uz’dan oluşmuştur. Ok, hakimiyet sembolü, uz, aile demektir. Yani Oğuz Hakim aile anlamına gelir.

Oğuzların Hıristiyan olanları Romanya’ya yerleştiler ve Gagavuz (Gök Oğuz) adını aldılar.

Müslümanlığı kabul eden Oğuzlar ise Büyük Selçuklu Devleti’ni, Türkiye Selçuklu Devleti’ni, Akkoyunluları, Karakoyunluları, Osmanlıları, Safevileri ve bütün Anadolu beyliklerini kurmuşlardır.

Türkiye Türklerinin ataları Oğuzlardır.



KUMANLAR (KIPÇAKLAR)

Kumanlar bir devlet kuramadılar. Çaka Bey’in İstanbul kuşatmasında Peçenekleri yok ettiler.

Romanya’nın kurulmasına sebep oldular.

Kıpçak-Oğuz savaşlarından Dede Korkut Hikayeleri ortaya çıkmıştır.





4.KONU

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK



TOPLUM YAPISI

Türklerde aile toplumun en küçük birimidir.

Aileye Oguş adı verilir.

Oguşların birleşmesiyle Urug (sülale) oluşur.

Urugların birleşmesiyle boy, boyların birleşmesiyle bodun (millet), bodunların birleşmesiyle il (devlet) oluşur.

Boyları boy beyi, bodunları han yönetirdi. İlleri yönetenlere kağan, hakan adı verilirdi.

Türklerde toplum sınıflara ayrılmazdı. Çünkü Türkler Aşina adlı bir kurttan geldiklerine inanıyorlardı.

Türkler hükümdarlarına kağan, hakan, şenyü, ilteber, yabgu, idi-kut, tanhun adını verirlerdi.

Türkler hükümdarlık yetkisinin Göktanrı’dan geldiğine inanırlardı. Buna kut denirdi.

Türklerin yazılı kuralları yoktu. Töre ile yönetilirlerdi.

Türklerde hükümdarlık sembolleri:

1-Otağ (hükümdar çadırı)

2-Örgün (taht)

3-Tuğ

4-Sancak

5-Davul’dur.



VERASET SİSTEMİ (TAHTA GEÇME SİSTEMİ)

Orta Asya Türklerinde hükümdarın oğullarından her biri taht üzerinde hak sahibiydi. Bu sistem Türk devletlerinin çok kolay parçalanmalarına ve yıkılmalarına sebep olmuştur. Bu sistemi Türklere benimseten Çinlilerdir. Çinliler bu sistemle Türk devletlerini parçala¤¤¤¤¤ himayelerine almışlardır.

Bu sisteme Orta Asya Veraset Sistemi adı verilir.

Daha sonraki Türk devletleri bu sistemi kaldırıp ekberiyet (en büyük oğlun tahta çıkma) sistemine geçmişlerdir.



KURULTAY-HÜKUMET

İlk Türk devletlerinde devlet işlerinin görüşüldüğü meclise kurultay (toy- kengeş) adı verilirdi. Türkler hükumete ayukı adını vermişlerdir. Başbakana aygucı, bakanlara buyruk, dışişleri bakanına bitikçi veya tamgacı, saraydaki askeri komutanlara tarkan, vergi memurlarına tudun adı verilmişti.



İKİLİ TEŞKİLAT

Orta Asya Türk devletlerinde devlet doğu ve batı olarak ikiye ayrılırdı. Göktanrı inancına göre Güneş’in doğduğu yer olan doğu kutsal sayılır ve hakan tarafından yönetilirdi. Güneş’in battığı yer olan batı ise ikinci derecede kutsal yerdi ve hakanın kardeşi yabgu tarafından yönetilirdi.



ORDU

Türk ordusunun özellikleri:

1-Ücretsiz

2-Daimi

3-Gönüllü

4-Atlı



TURAN TAKTİĞİ

Bütün dünya Türklerinin bir bayrak altında toplanacağı hayal devlete Turan Devleti adı verilir.

Turan taktiğinde ordu üçe ayrılır. Sağ kol, sol kol ve merkez. Savaş sırasında merkez önce ileriye, sonra geriye çekilir (sahte çekiliş-sahte ricat) sağ ve sol kollar hilal biçimini alarak düşmanı kuşatır. Bazen de dolunay yapılarak düşman çember altına alınır. Bütün Türk savaşları hatta Büyük Taarruz bile turan taktiği ile yapılmıştır. Turan taktiğinin diğer bir adı da kurt kapanıdır.



DİN VE İNANIŞ

1-Şamanizm (Putperest bir dindir. Bir totem ve etrafında dönen şamandan (kamdan) oluşan bir dindir. Şaman aynı zamanda kötü ruhları dans ederek kovar ve hastalara şifa verir.)

2-Göktanrı dini

3-Tabiat kuvvetlerine inanma

4-Atalar kültü ( Atalara ait her şeye saygı duyma, özellikle mezarlara saygı duyma)

5-Hıristiyanlık

6-Musevilik

7-Budizm (Çinlilerin Türklere benimsettiği bir dindir. Budizm et yemeyi ve canlı öldürmeyi yasaklıyordu. Bu sebeple Türkler kısa sürede Budizm’den vazgeçtiler.)

8-İslamiyet



DİL VE EDEBİYAT

Türkler Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardır.

Türklerden kalan en önemli eser Göktürk Kitabeleri (Orhun Yazıtları)’dir. Kitabeler II.Göktürk Devleti hakanlarından Bilge Kağan ve Kültigin ile meşhur aygucı tonyukuk adına dikilmiştir.

Bilge Kağan ve Kültigin kitabelerini Yollığ Tigin yazmıştır. Bu sebeple Yollığ Tigin bilinen ilk Türk yazarıdır. Tonyukuk kendi kitabesini kendisi yazmıştır.



İPEK YOLU

Çin’den başlayıp Orta Asya’yı aşarak Akdeniz’de sona eren ticaret yoludur.



KÜRK YOLU

Hazar Denizi’nden başla¤¤¤¤¤ İpek Yolu’na paralel olarak Çin’e kadar ulaşan ticaret yoludur.



*Uygurlar minyatür sanatı ile ilgilendiler. Minyatür boyutu olmayan resime verilen isimdir.

Ayrıca Türkler balbal adı verilen küçük taşlara çok önem vermişlerdir. Balballar mezarların etrafına dikilir ve o kişinin öldürdüğü düşman sayısını gösterirdi.



*Türkler şehirlerine balık adını vermişlerdir. Ordubalık gibi



5.KONU
İLK TÜRK DEVLETLERİNİN DİĞER DEVLETLERLE İLİŞKİLERİ



TÜRK-ÇİN İLİŞKİLERİ

Çin kaynaklarında Türklere ait ilk belge M.Ö. 318 yılında yapılan Kuzey Şansi Savaşı sonunda imzalanan antlaşmadır.

Hunlar Çinliler üzerine:

1-İpek Yolu’na hakim olmak için

2-Türklerin ihtiyacı olan ipek, buğday ve pirinci temin etmek için saldırılar düzenlemişlerdir.

Çinliler Türklere karşılık:

1-Çin Seddi’ni inşa ettiler.

2-Ordularını Türkler gibi kurdular.

3-Çinli prensesleri Türk hakanları ile evlendirdiler.

4-İpek Yolu hakimiyeti için Türkler aleyhine bütün devletlerle birleştiler.

5-Türklere Budizm’i benimseterek onların savaşçılığını yok etmeye çalıştılar.

6-Orta Asya Veraset sistemini Türklere benimseterek Türk ülkelerinin parçalanmasını sağladılar.



Çin kültürü:

1-Şehircilik alanında

2-Tarım alanında

3-Felsefi alanda Türkleri etkiledi.



Türk kültürü:

1-Askeri teşkilatta

2-Kıyafette

3-Takvimde

4-Göktanrı inancıyla Çinlileri etkiledi.



TÜRK-MOĞOL İLİŞKİLERİ

Uygurlar Moğolların devlet memurlarıydı. Bu sebeple Moğollar Türk sanılmaktadır.

Uygurlar Moğolları:

1-Tarımda

2-Yazıda

3-Hukukta

4-Devlet teşkilatlanmasında

5-Orduda etkilemişlerdir.



TÜRK-ARAP İLİŞKİLERİ

Hz.Osman zamanında başlayan İslam saldırıları Orta Asya’ya gelmeye başladı. Bu orduları Türgişler durdurarak Orta Asya’nın Araplaşmasını engellemişlerdir.

Emeviler döneminde Türkler Müslüman olamadılar. Çünkü Emeviler kendilerinden olmayan halklara iyi davranmıyorlardı.

Abbasiler Emevilerin bu siyasetini uygulamadılar ve Arap olmayanlara iyli davranmaya başladılar. Bu sebeple Abbasiler döneminde Türkler Müslüman oldular.

750 Talas Savaşı’nda Araplar Çinliler ile savaşırken Karluk türkleri Araplara yardım ettiler. Karluklar ilk Müslüman Türk boyu oldular.



TÜRK-İRAN İLİŞKİLERİ

İstemi Yabgu, İpek Yolu için Akhunlara karşı Sasaniler (İran) ile anlaştılar. İpek Yolu’nun büyük bir kısmı Sasanilerin eline geçince İstemi Yabgu bu sefer Bizans ile anlaştı ve İpek Yolu Türklerin kontrolüne geçti. 642 yılında Sasaniler yıkılınca Türklere İran , Irak ve Anadolu’nun yolları açıldı.

6. KONU

TÜRKLERİN İSLAMİYET’İ KABULÜ



İSLAMİYET’İN DOĞUŞU

İslamiyet’ten önce Arap Yarımadası’nda putperestlik hakimdi. Bu döneme Cahiliye Devri adı verilir.



TÜRKLERİN İSLAMİYET’E GİRİŞİ

*Türgişler Orta Asya’ya gelen Arap ordularını durdurarak Türklerin Araplaşmasını engellediler.

*Emeviler Arap olmayanlara iyi davranmadığı için Emeviler döneminde Türkler Müslüman olamadılar.

*Abbasiler döneminde durum değişti. Abbasiler Arap ırkçılığını bıraktılar. Bu sebeple Abbasiler döneminde Türkler Müslüman olmaya başladılar.

*751 Talas Savaşı’nda Araplar ile Çinliler savaşırken Karluklar Araplara yardım ettiler. Karluklar kendilerine benzeyen Arapları örnek alarak Müslüman oldular.

*İlk Müslüman Türk boyları:

1-Karluk

2-Yağma

3-Çiğil boylarıdır.

*İlk Müslüman Türk kavimi İtil(Volga) Bulgarlarıdır.

*İlk Müslüman Türk devleti Karahanlılardır.

*İlk Müslüman Türk imparatorluğu Büyük Selçuklu İmparatorluğu’dur.



TÜRKLERİN MÜSLÜMANLAR İLE BENZER YÖNLERİ

1-Türkler de Müslümanlar da hoş görüye sahipti.

2-Türkler de Müslümanlar da tek tanrıya inanıyorlardı.

3-Türklerin de Müslümanların da ahlak anlayışları aynıydı.

4-Türklerdeki kurban, ahiret, cennet ve cehennem kavramları Müslümanlar ile aynıydı.

5-Türklerdeki cihan hakimiyeti kavramı, Müslümanlardaki cihat kavramına uyuyordu.

6-Türklerde de Müslümanlarda da din adamları üstün bir sınıf değildi.

7-Türkler de Müslümanlar da temizliğe önem verirlerdi.



TÜRKLERİN İSLAM DÜNYASINA HİZMETLERİ

1-Türkler İslamiyet’i Haçlılara karşı korudular.

2-Türkler İslamiyet’i Bizans’a karşı korudular.

3-Türkler İslamiyet’i geniş coğrafyalara yaydılar.

4-Türk bilim adamları eserleriyle İslam dünyasına hizmet ettiler.



7.KONU
İLK TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ



TULUNOĞULLARI

Tulunoğlu Ahmet tarafından 868’de Mısır’da kuruldu.

Tulunoğulları’nın hükümdarları Türk, ordusu Türk, halkı Arap’tı. Bu sebeple 905 yılında Abbasiler tarafından yıkıldılar.

Tulunoğulları Mısır’da kurulan ilk Türk-İslam devletidir.



AKŞİTLER (İHŞİDİLER)

935’te Ferganalı Muhammet tarafından Mısır’da kurulmuştur.

Akşitler Mısır’da kurulan 2. Türk-İslam devletidir.

Akşitlerin hükümdarları Türk, ordusu Türk, halkı Arap’tı. Bu sebeple 969’da Fatımiler tarafından yıkıldılar.



KARAHANLILAR

840 yılında Karluk ve Çiğil boylarının birleşmesiyle Balasagun’da kuruldu.

Karahanlılar devleti ikiye bölmüşlerdi. Doğuyu Arslan Kara Han, batıyı Buğra Han yönetiyordu.

Karahanlı hükümdarı SatuK Buğra İslamiyet’i kabul ederek Abdülkerim adını aldı. Böylece Karahanlılar ilk Müslüman-Türk devleti oldular.

Karahanlılar doğu ve batı diye ikiye ayrıldı. Doğu Karahanlılara Karahitaylar, Batı Karahanlılara Harzemşahlar son verdi (1212).



GAZNELİLER

963 yılında Alp Tigin tarafından Afganistan’ın Gazne şehrinde kuruldu.

Gazneli Mahmut en önemli hükümdarlarıdır. Sultan Mahmut ilk kez sultan unvanını alan Türk hükümdardır.

Sultan Mahmut Hindistan’a 17 sefer düzenledi. Bundaki amacı:

1-Zengin olan Hindistan’ı yağmalamak

2-Hindistan’da Müslümanlığı yaymaktı.

Gazneli hükümdarı Sultan Mesud’un en büyük hatası Horasan’a gelen yurtsuz Türkmenlere yerleşmeleri için toprak vermesidir. Çünkü bu Türkmenler Dandanakan Savaşı ile Gaznelileri yenmişler ve Gazne topraklarının tamamına yerleşmişlerdir. Buna rağmen Gazneliler yaşamaya devam ettiler ve 1187’de Gurlular tarafından yıkıldılar.



BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

Büyük Selçuklu Devleti’ni Oğuzlar kurmuşlardır.

Büyük Selçukluları 1040 Dandanakan Savaşı’ndan sonra Selçuk Bey tarafından kurulmuştur.

Selçuk Bey, Cent şehrine yerleşti. Cent şehrinde İslamiyet’i kabul etti.


DANDANAKAN SAVAŞI

Tarih: 1040

Taraflar: Oğuzlar X Gazneliler

Sebep: Oğuzların Gazne topraklarına yayılmak istemesi.

Sonuç: 1-Gazneliler yıkılma sürecine girdi. 2-Büyük Selçuklu Devleti kuruldu.


MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ

Tarih: 1071

Taraflar: Selçuklular X Bizans

Sebep: Bizans, Türklerin Anadolu’da yayılmasını istemiyordu.

Sonuç: Anadolu’nun kapıları Türklere açıldı.



Selçukluların en önemli hükümdarları Alparslan ve Melikşah’tır.

Melikşah döneminde Hasan Sabbah Haşşaşiler adlı bir tarikat kurdu. Bu tarikatın adamları önemli suikastler yaptılar.Vezir Nizamülmülk’ü öldürdüler. Nizamülmülk ölünce Selçuklular yıkılma sürecine girdiler.

Selçuklu toprakları üzerinde bir çok devlet kuruldu. Bunlar:

1-Irak ve Horasan Selçukluları

2-Suriye Selçukluları

3-Kirman Selçukluları

4-Anadolu Selçukluları

5-Atabeylikler


HARZEMŞAHLAR

1097’de Anuş Tigin tarafından Aral Gölü’nün yakınındaki Harzem bölgesinde kuruldu.

Celaleddin Harzemşah Anadolu’ya gelen Moğol öncü kuvvetlerini yenmişti. Bu sebeple Moğollara karşı birleşmek isteyen Selçuklularla anlaşmadı. Hatta Selçuklularla Yassıçimen Savaşı’nı yaptı. Bu savaş sonunda Harzemşahlar yıkıldı, Selçuklular yıkılma sürecine girdi ve Moğollar Anadolu’yu işgal etti.

8. KONU
TÜRK-İSLAM DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK



HÜKÜMDAR

Türk-İslam hükümdarları genellikle Sultan unvanını kullandılar.

Hükümdarlık sembolleri:

1-Hutbe okutmak

2-Sikke bastırmak

3-Tuğra

4-Nevbet (davul)

5-Sancak

6-Taç

7-Taht

8-Otağ


ÜLKE YÖNETİMİ

Türk-İslam devletlerinde ülke:

1-Eyaletlere

2-Sancaklara

3-Kazalara

4-Köylere ayrılırdı.



Eyaletleri hükümdar soyundan biri yönetiyorsa bu kişilere Melik, hükümdar soyundan olmayan biri yönetiyorsa bu kişilere Şıhne adı verilirdi.

Büyük Selçuklularda hükümdar oğulları olan şehzadeler atabeyleri ile (şehzadelerin erkek öğretmeni) yönetirlerdi.


ORDU
Karahanlılar

Karahanlı ordusunun çekirdeğini Karluk ve Çiğil boyları oluşturuyordu.

Karahan ordusu:

1-Hassa ordusu (Hükümdarın ordusu)

2-Saray muhafızları

3-Eyalet askerlerinden oluşuyordu.


Gazneliler

Gazneli ordusu:

1-Gulam askerleri

2-Eyalet askerleri

3-Gönüllüler

4-Ücretli askerlerden oluşuyordu.

Gulam askeri küçük yaşta alınıp eğitilen Hıristiyan askerlerinden oluşuyordu.


Tulunoğulları ve Akşitler

Bu iki devletin ordularını Kıpçak Türkleri oluşturuyordu. Kıpçaklar savaşçı bir kavimdi ve Nil nehrindeki Ravza adasında eğitim alıyorlardı.


Selçuklular

Selçuklu ordusu:

1-Gulam ordusu

2-Hassa ordusu

3-Eyalet ordusu

4-Sipahiyan

5-Bağlı devletlerin kuvvetlerinden oluşuyordu.

Selçuklularda ikta sistemi vardı. Bu sistemde toprak sahipleri asker yetiştirirlerdi. Bunlara sipahiyan adı verilmiştir.

Selçuklular ve diğer Türk devletleri savaş sırasında Turan taktiğini kullanırlardı.


TOPRAK YÖNETİMİ

Türk-İslam devletlerinde toprağın sahibi devlettir. Bu toprağa Miri arazi adı verilir.



Miri arazi:

1-İkta

2-Has

3-Haraç olmak üzere üçe ayrılırdı.

İkta, devletin topraklarını önemli kişilere ve kahramanlara dağıtmasıdır. Bu kişiler devletten maaş almazlar, topraklarının geliri ile geçinirler ve devlete asker yetiştirirlerdi.

Has, padişaha ve ailesine ait topraklardır. Padişah bu toprakların geliri ile geçinirdi.

Haraç, Selçuklu topraklarında yaşayan gayr-ı müslim halka ait topraklardır.

Selçuklularda padişah çeşitli sosyal kuruluşların devamı için kendi toprağından vakıf arazi ayırırdı. Bu toprağın geliriyle o kuruluşların giderleri karşılanırdı.

Selçuklularda padişah, miri araziden kahramanlara veya istediği kişilere toprak bağışlayabilirdi. Bu topraklara mülk toprak adı verilmiştir.


HUKUK

İslamiyet’ten önceki Türk devletlerinde töre hakimdi. Töre yazılı olmayan toplum kurallarıdır.

İlk Türk-İslam devletlerinde hukuk ikiye ayrılırdı:

1-Şeri hukuk (Dini hukuk)

2-Örfi hukuk (Töre)



Bu iki hukuğu da kadılar yönetirdi. Şeri mahkemelerin başında kadıül-kudat (baş kadı), örfi mahkemelerin başında emir-i dadlar vardı. Ayrıca hükümdarların başkanlık ettiği Divan-ı Mezalim adlı bir mahkeme daha vardı. Bu mahkemede devlete karşı ağır suç işleyenler yargılanırdı.



DİL VE EDEBİYAT
Karahanlılar

Karahanlılar yazıda Uygur alfabesini kullandılar. Türkçe’ye büyük önem verdiler.

Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig adlı eserinde padişahlara yönetim ile ilgili tavsiyelerde bulunmuştur.

Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lugati’t-Türk adlı eserinde Türkçe’nin Arapça’dan daha üstün bir dil olduğunu ispatlamaya çalışmıştır.

Karahanlıların ilk Türk-Müslüman hükümdarı olan Satuk Buğra Han, yazdığı destanda İslamiyet’e nasıl geçtiğini anlatmaktadır.

Ahmet Yesevi, Divan-ı Hikmet adlı eserinde İslamiyet’i Türkçe olarak anlatmaya çalışmıştır.
Gazneliler

Gaznelilerde bilim dili Arapça, edebiyat dili Farsça, halkın konuştuğu dil Türkçe idi.

Gaznelilerin en önemli şairi Firdevsi’dir. Şehname adlı eseri yazmıştır.


Büyük Selçuklular

Büyük Selçuklularda edebiyat ve bilim dili Farsça, halkın konuştuğu dil Türkçe idi.

Bu dönemde Ömer Hayyam ve Nizamülmülk eserler vermişlerdir.


Harzemşahlar

Harzemşahlar çocuklarına Türkçe isimler vermişlerdir. Bu da onların Türkçe’ye verdikleri önemi gösterir.


EKONOMİK HAYAT

Selçukluların başlıca gelirleri şunlardır:

1-Öşür (Müslüman halktan alınan toprak vergisi)

2-Haraç (Gayr-ı müslim halktan alınan toprak vergisi)

3-Cizye (Gayr-ı müslim halktan alınan kafa vergisi)

4-Gümrük geliri

5-Maden geliri

6-Ganimet (Şavaşta elde edilen ganimetin 1/5’i devlete aitti.)

Selçuklularda altın paraya Dinar, gümüş paraya Dirhem adı verilirdi.


AHİLİK

Abbasilerin kurduğu Fütüvvet teşkilatı Selçuklularda Ahilik adını almıştır.

Ahilik aynı mesleğe mensup kişilerin kurduğu dernektir. Bu dernek mensuplarına ham maddeyi sağlar, üretimin düzgün ve temiz olmasına dikkat ederdi.


BİLİM VE SANAT

İlk İslam medresesi Nişabur’da açıldı. Bu medreseyi Bağdat’ta açılan Nizamiye Medresesi takip etti.


MEŞHUR İSLAM ALİMLERİ



FARABİ

Ünlü İslam filozofudur. Eserleri Avrupa üniversitelerinde okutulmuştur.


BİRUNİ

Geometri, astronomi, tarih, felsefe ve fizik dalında eserler vermiştir. ABD Biruni’nin adını Ay’daki kraterlerden birine vermiştir.


İBN-İ SİNA

Avrupalıların Avisenna adını verdikleri İbn-i Sina özellikle tıp alanında eserler vermiştir. Bilinen 220 kitabı vardır.

Küçük ve büyük kan dolaşımını bulmuş, akıl hastalarını müzik ile tedavi etmiştir,


GAZALİ

Ünlü İslam kelamcısıdır.


ÖMER HAYYAM

Selçukluların ünlü matematikçisi ve şairidir.

Harzemşahlara Takvim-i Celaleddin adıyla bir takvim hazırlamıştır.


SANAT

Türkler hat (güzel yazı) sanatına büyük önem vermişlerdir. Hat eserleri tezhiplerle (süsleme sanatı) süslemişlerdir.

Eski Türkler resim alanında minyatürü kullanmışlardır.

Türklerde heykeltraşçılık çok önemliydi.Orhun Kitabeleri yakınındaki Kültigin heykeli bunun ispatıdır.


MÜZİK

Türkler müzik aleti olarak nevbet (davul) ve kopuzu kullanmışlardır.


MİMARİ

Türkler mimariye kubbe, kemer ve kümbeti kazandırmışlardır.



9.KONU

ORTA ASYA VE YAKIN DOĞU’DA KURULAN DEVLETLER


FATIMİLER

Kuruluş tarihi: 909

Yıkılış tarihi: 1171

Kurucusu: Ebu Muhammed Ubeydullah

Başkenti: Tunus



Devlet adını Hz.Ali’nin eşi Hz.Fatıma’dan alır.


EYYUBİLER

Kuruluş tarihi: 1174

Yıkılış tarihi: 1250

Kurucusu: Selahattin Eyyubi

Başkenti: Kahire




HITTİN SAVAŞI

Tarih: 1187

Taraflar: Eyyubiler X Haçlılar

Sebep: Eyyubi kralı Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü Haçlılardan almak istemesi

Sonuç: Kudüs Müslümanların eline geçti.

Önemi: Hıttin Savaşı 3. Haçlı seferinin düzenlenmesine sebep olmuştur.


MEMLUKLER

Kuruluş tarihi: 1250

Yıkılış tarihi: 1517

Kurucusu: Aybek

Başkenti: Kahire



Memlukler (Kölemenler) Eyyubi ordusunda ücretli askerlerdi. Bunlar Kıpçak Türklerinden oluşuyordu. Eyyubiler Memlukleri Orta Asya’dan getirtiyor ve Nil nehri üzerindeki Ravza adasında eğitiyorlardı. Bu Türklerden olan Aybek isyan çıkararak Eyyubileri yıktı ve Memlukleri kurdu.


AYN CALUT SAVAŞI

Tarih: 1260

Taraflar: Memlukler X İlhanlılar

Sebep: Moğolların Suriye ve Mısır’ı almak istemesi

Sonuç: İlhanlılar yenildiler ve geri çekilmek zorunda kaldılar.

Önemi: İlk kez Moğol orduları durdurulmuştur.



Memluklerde saltanat sistemi değişikti. Padişahlık babadan oğula geçmezdi. Padişahlar önemli komutanlar arasından seçilirdi. Bu sebeple Memlukler çok iyi yönetilmişlerdir.

Memlukleri Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye savaşları sonunda yıkmıştır. Bu savaşların orta adı Mısır seferi olup halifeliğin Osmanlılara geçmesini sağlamıştır.


MOĞOL İMPARATORLUĞU

Kuruluş tarihi: 1206

Yıkılış tarihi: 1227

Kurucusu: Cengiz Han

Başkenti: Orta Asya



Cengiz Han, Çin’i hakimiyetine alan tek hükümdardır.

Cengiz han ölünce topraklarında dört devlet kuruldu:

1-Kubilay Hanlığı

2-İlhanlılar

3-Çağataylılar

4-Altın-Orda Devleti



Bu devletlerden Kubilay Hanlığı Orta Asya özelliğini kaybedip Çinlileşti. Diğer üç devlet Türklük özelliklerini kazandılar. Çünkü Moğolların devlet memurları Uygurlar’dı. Uygurlar Türkçe’yi ve Türk geleneklerini Moğollara benimsettiler.

Moğollar Orta Asya’da kurulmuş en geniş topraklara sahip devlettir.

Moğollar’da devlet Cengiz Yasası’na göre yönetilirdi.


TİMUR DEVLETİ

Kuruluş tarihi: 1369

Yıkılış tarihi: 1507

Kurucusu: Timur

Başkenti: Belh



Timur iki büyük hata yaptı:

1-Altın-Orda Devleti’ni yıkarak Rusların güçlenmesine sebep oldu.

2-Ankara Savaşı’nda Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’i yenerek Anadolu Türk birliğinin parçalanmasına sebep oldu.

Timur zengin Hindistan’ı işgal etti ve yağmaladı.

Timur Devleti’nin üç önemli ismi:

1-Hüseyin Baykara

2-Ali Şir Nevai

3-Uluğ Bey




BABÜR DEVLETİ

Kuruluş tarihi: 1526

Yıkılış tarihi: 1858

Kurucusu: Babür Han

Başkenti: Kabil



Babür Devleti 1858’de İngiltere’nin sömürgesi haline geldi.

Babür krallarından Şah Cihan eşi Mümtaz Mahal için Hindistan’ın Agra kentinde Tac Mahal adlı ünlü mezar evini yaptırmıştır.
 
Tarihte Türkdevletleri ASYA HUNLARI

Türk göçlerinin doğu yönünde devam ettiği asırlarda Çin'de kurulan Chou devletinin (M.Ö. 1050-256) Türklerle ilgisi üzerine dikkat çekilmiş, hükümdar sülalesinde Gök dini, Güneş ve yıldızlann kutlu sayılması gibi inançlarla, askerî kuvvette harp arabalannın bulunması ve devletin daha çok Türklerle meskün bölgede (Şensi, Batı Şansi, Kansu) kurulmuş olması çeşitli ilim dallarından bazı bilginleri (F. Hirth, B. Karlgren, Ed. Chavannes, J. C. Anderson, R. Wilhelm, W. Eberhard vb.) bu hanedanın aslen Türk olabileceği, veyahut devlette Türk unsurunun hakim bulunduğu düşüncesine sevk etmiçtir (61)Bununla beraber, aslında daha ziyade Türk kültürü tesiri fazla belirli bir Çin devlet ve cemiyeti gibi görünen Chou devletine ait bu faraziye kesinlik kazanıncaya kadar Asya Türk tarihini Hunlaria başlatmak yerinde olacaktır.
Çin kaynaklarında M.Ö. 4. asırdan itibaren Türklerle birlikte Moğol, Tunguz soyundan bazı gruplann başındaki "Kuzey barbarları hanedanı"nı belirlemek üzere Hiungnu (Hsiungnu) diye anılan kütlenin hangi soydan oldukları hakkında türlü görüşler ileri sürülmüştür: Bu görüşlerde, eskiden, Çin kaynaklannın Hiungnularla ilgili olarak verdikleri örf, adet ve ekonomik faaliyetlere ait iyi incelenmemiş bilgi dikkate alınmış, son zamanlarda ise hayli ilerleyen dil ve kültür araştırmaları esas teşkil etmiştir. Bunlara göre, Hiungnular Türk'tür (J. De Guignes, 1757; J. Klaproth, 1825; F. Hirth, 1899; J. Marquart, 1903; P. Pelliot, 1920; 0. Franke, 1930; Gy. Nemeth, 1930; McGovern, 1939; R. Grousset, 1942; W. Eberhard, 1942; B. Szasz, 1943; L. Bazin, 1949; F. Altheim, 1953; H.V. Haussig, 1954; W. Samolin, 1958; 0. Pritsak, 1959; G. Clauson, 1960 vb.). K. Shiratori (62) önce Türk kabul etmiş, sonra(63) da Moğol olduklannı söylemiştir(64). L. Ligetiye göre Hiungnuların kimliğini tesbit etmek müşküldür. A. v. Gabain(66) Türk-Moğol karışımı oldukları fikrindedir. Her ne kadar, Hiungnuların büyük imparatorluğunda Türkler yanında Moğol, Tunguz vb. yabancı kavimlerin de yer almaları tabiî ise de, devleti kuran ve yürüten asıl unsurun Türk olduğunda şüphe yoktur. Bu devlette, aslında orman kavmi olan Moğol ve Tunguz değil Türk bozkır kültürü hakim olup(68) Gök Tanrı'ya inanılıyor (aslında totemci olan Moğollara Tanrı sözü sonra Türklerden intikal etmiştir. Aile "baba hukuku" üzerine kurulu bulunuyordu.
Nihayet Hiungnu devletınde idareci zümre ve hanedanın dili Türkçe idi Siyasî ve kültürel münasebetler vesilesi ile Çin yıllıklarında Hiungnu dilinden zapt edilen şu kelimeler: Tanrı, kut, börü, il (el), ordu, tuğ, kılıç vb. Türkçe olup Türk dilinin en eski yadigarlarındandır . Ve nihayet devletin sahipleri kendilerine, Türkçe'de "kavim, halk" manasından olan "Hün" (Khun=/tü/ı) diyorlardı . "Hun" adı, bir görüşe göre, M.Ö. 1. bin başlarında Kwan, Gun, 5. asırdan önce Kun, 43. asırlarda ise Khun telaffuz edilmişti. Ağırlık merkezinin, Orhun-Selenga ırmaklan ve Türklerce kutlu ülke sayılan Ötüken havalisiOngm ırmağı üzerindeki Karakum ile Ordos bölgesi arasında bulunduğu anlaşılan Hun siyasî birliğinin kesin tarihini M.Ö. 4. asırdan itibaren takip etmek mümkün olmaktadır. Hunlarla ilgili en eski yazılı vesika olarak M.Ö. 318 yılında yapılan bir anlaşma zikredilmiştir. O zaman Chou iktidarının zayıflaması sonucu meydana çıkan 14 kadar büyük derebeyliğin mücadele sahası olan Çin'de birbirleri ile savaş halindeki bu feodal "muharip devletler"den Ch'in (Ts'in)'in gittikçe kuvvetlenmesinden endişelenen komşu beş "krallık" (derebeylik) zikredilen yılda Hun birliği (Hiungnu) ile ittifak andlaşması yapmıştı. Hunlar daha sonra Çin topraklarında baskıyı artırdılar. Mahallî hanedanlar, uzun müdafaa savaşları sırasında, korunmak maksadı ile, meskün sahaları ve askerî yığınak yerlerini surlarla çeviriyorlardı. Chou'lardan iktidan M.Ö. 256'da tamamen devralan Ch'in devleti(Şensi'de)'nin ünlü hükümdan Shihhuangti (M.Ö. 247-210) kuzey taarruzlarına karşı sınırlarını büsbütün kapamak için, surların iç kısımlarını yıktırarak elde ettiği malzeme ile dış surları birbirine bağlamak ve boş yerleri tamamlatmak sureti ile meşhur Çin Seddi'm (15 m. yükseklik, 9 m. genişlik, düz bir hat halinde uzunluk 1845 km.) meydana getirdi (M.Ö. 214)Böylece Çinlilerin en tesirli korunma tedbiri aldıklarına kanaat getirdikleri bu sırada iki mühim hadise vuküa geldi: Çin'de uzun müddet dirayetli imparatorlar yetiştiren Han sülalesi (îlk Han M.Ö. 206 M.S. 22, İkinci Han M.S. 24220)'nin kurulması ve Hun devletinin başına da Mo-tun (veya Maotun, Mavdun; eski okunuşlar: Moduk, Meitei, Mote, Mete)' un geçmesi (M.Ö. 209).
Çin kaynaklarında Hunların Tuku (=Türk?) adlı aile veya kabilesine mensup olduğu bildirilen Mo-tun (Beğtun), kendi oğlunu tahta getirmeği tasarlayan üvey anasmın teşviki ile babası T'uman tarafından tahttan mahrum bırakılması teşebbüsü karşısında, emrindeki demir disiplin altında yetiştirilmiş 10 bin atlı ile katıldığı bir sürek avında Tuman'ın öldürülmesi üzerine Hun hükümdan ilan edilerek (M.Ö. 209-174), Hun dilinde "imparator" manasında "sonsüz genişlik, yucelik, ululuk" ifade eden ve Asya Türk devletlerinde 6 asır kadar kullanılan Tanhu (türlü okuyuşlar: Tanju, Jenuye, Şanu ve son olarak, aynı Çince işaretin bugünkü söyleniçi ile Şanyü, Şany) unvanını aldı(78). Devletini yeniden düzenledi ve kendisini iyi tanımadıkları anlaşılan Tunghu'lann (doğudaki Moğol-Tunguz kabileler birliği) ısrarla toprak talepleri karşısında savaş açarak onları perişan etti. Böylece hakimiyetini kuzey Peçili'ye kadar genişlettikten sonra, Orta Asya'da Tanrı dağlarıKansu havalisindeki, Hind-Avrupa menşeli sanılan Yüeçi (Yüehch'ih)leri (79) mağlüp etti (M.Ö. 203). O sırada Hun devleti "Sol Bilge elig'i"nin Shangku'da "Sağ Bilge elig'i"nin Shangkün(Şensi)'de ikamet ettiği tahmin edildiği bu dönemde Mo-tun, daha sonra, Çin topraklanna yöneldi, 3 yıl kadar sürdüğü anlaşılan (201-199) bu savaşlarda Mai, Taiyuan bölgelerini zapt etti. Han sülalesinin kurucusu împarator Kaoti (M.Ö. 206-195)'nin 320 bin kişilik ordusunu, Paiteng'de bozkır usülü sahte ric'at gösterisi ("Türan Taktiki" bk. aş. Kültür: Ordu) ile çember içine aldı. împarator, bozkır bölgelerinin Hun devletine terki, yiyecek ve ipek verilmesi ve yıllıkvergi şartları ile kendini ve ordusunu kurtarmağa muvaffak oldu81. Doğu Asya tarihinde iki büyük devlet arasında akdedilmiş ilk milletlerarası mukavele olduğu belirtilen bu andlaşma82 (M.Ö. 201) gereğince Mo-tun'un bir Çin prensesi ile de evlenmesi sonucu Çin ile dostluk havası içinde, împaratoriçe Lü (M.Ö. 195-179) ve împarator Wenti (M.Ö. 179-157) zamanlarında da devam etmiş olan ticarî münasebetler geliştirilirken, Mo-tun, Baykal gölü kıyılanndan îrtiş yatağına kadar olan bozkırları ve daha batıdaki Tingling'ler, bazı Ogur (Hochieh = 0k'ue) kollan ile meskün araziyi, kuzey Türkistan'ı zaptetti ve oradaki Yüeçi'lerin komşusu Wusun'lan himayesine aldı. Bu suretle büyük Hun hükümdarı o çağda Asya kıt'asında yaçıyan Türk soyundan hemen bütün topluluklan kendi idaresinde tek bayrak altında toplamış oluyordu. împaratorluk sınırlannın doğuda Kore'ye, kuzeyde Baykal gölü ve Ob, îrtiş, îşim nehirlerine, batıda Aral gölüne, güneyde Çin'de Wei ırmağı Tibet yaylası Karakurum dağları hattına ulaştığı bu tarihlerde Hunlara tabi olanlar arasında Moğollar, Tibetliler, Tunguzlar ve Çinliler de vardır. Mo-tun tarafından Çin hükümetine gönderilen M.Ö. 176 tarihli mektuptan anlaşıldığına göre, yalnız îç Asya'da Türk devletine bağlı kavim ve şehirdevletçiklerinin sayısı 26 idi ve hepsi, Tanhu'nun ifadesi ile "yay geren"lerle "tek bir aile" halinde birleşmişlerdi.
Mo-tun M.Ö. 174 yılında öldüğü zaman, sivil ve askerî teşkilatı, iç ve dış siyaseti, dini, ordusu, harp tekniği ve san'atı ile yüksek vasıflı bir cemiyet halinde, daha sonraki bütün Türk devletlerine örnek olan, tarihi kesin ilk Türk siyasî teşekkülü; "Büyük Hun Devleti" kudretinin zirvesinde bulunuyordu. Görüldüğü üzere bu devlet, idaresindeki kısıtlı tarım sahalarına karşılık, daha ziyade, otlağı bol, besiciliğe elverişli bozkırlar bölgesinde kurulmuştu. Ekonomisinin temeli başta at olmak üzere, hayvan yetiştiricilik idi. Buna göre sosyal durumu da, toprağa bağlı "köylü" kültüründeki geniş arazi sahibi Çin "gentry" tabakası ile köle sınıfından çok farklı idi. Ne malikanelere, ne de toprak kölelerine rastlanmayan Hun bölgelerinde halk, kan akrabalığı ile birbirine bağlı ailelerin meydana getirdiği sosyal ve siyasî birlikler olarak disiplinli ve kendilerini müdafaa için daima silahlı kabileler (boylar) halinde yaşıyor ve devlet bu kabile birliklerinin (bodunlar) kendi aralarında sıkı işbirliği yapmalanndan doğuyordu. Devlet, bu kuruluşu icabı ve bilhassa ordunun Mo-tun tarafından tanziminden sonra merkezden idare edilen bir "askerî teşkilat" niteliği kazanması sebebi ile askerî karakterde idi ve gerekli şartlar (bozkırda eğitilmiş olmak, at ve silah) hazır olduğu için de fütühata açıktı. Bu yönden de "köylü" Çin devletinden ayrılıyordu. Çin'de esas rejim "feodalite" olduğu halde , Hun devletinde merkeziyetçilik dikkati çekecek kadar belirli idi. Küçük memurlar ve bazı müşavirler belki Çinli idi, fakat emirlerindeki silahlı kuvvetlerle aynı zamanda birer kumandan olan bütün yüksek görevliler ile birinci derecede sorumlu makam sahipleri hep Hun asıldan oldukları gibi, devlet teşkilatının da (mesela, sağsol veya doğubatı taksimatı vb.) Çinlilik ile hiç ilgisi yoktu ; Mo-tun tarafından gerçekleştirilen ve toplulukta kabilecilik gayretlerini kırarak adeta devlete millî topluluk havasını getiren ordudaki 10'lu tertip de Türk idi . Esasen devletin millî karakterinin korunmasına dikkat edildiğine dair bazı davranışlar göze çarpıyordu: Mesela Paiteng'de imparator idaresindeki Çin ordusunu kuçatan Mo-tun'un, Çin içlerine dalarak bozkırdan uzaklaşmasına zevcesi ve herhalde devlet meclisi tarafından engel olunmuştu. înanç yönünden de ne Moğol totemciliği, ne de Çin toprak tanrıcılığı ile ilgisi bulunmayan bozkır Türk GökTanrı itikadındaki Hun devleti'nin meydana geliçinde "Çin imparatorluğu"nun model olduğuna dair yaygın görüş normal ölçülerdeki karşılıklı kültür tesirleri dışında doğru sayılmamalıdır. Zira bu düçüncenin gerekçesinde ileri sürülen, "Hiungnu hükümdarının, tıpkı Çin imparatoru gibi Gök'ün (Tanrı'nın) oğlu olarak görünmek ve Çin'dekine benzer saray erkanına sahip olmak lüzümu" Hun devleti için zarürî değildi. Önce, devlet Çin topraklannda değil, "Hiungnu"lar sahasında kurulmuştu;dolayısiyle Çin meçrüiyet prensiplerini bu devlette aramakta isabet yoktur. Ikincisi, Mo-tun'un "Gök'ün oglu" diye bir unvan takındığı çüphelidir, çünkü onu tavsif eden: T'engli Koto (aynı Çince işaretin bugünkü söyleniçi ile, Ch'engli kut'u) Tan/ıu91 tabirindeki çimdiye kadar "oğul" manasına geldiği sanılan ikinci kelimenin "kut" (siyasî iktidar) demek olduğu anlaçılmıçtır (bk. aş. Kültür: Kut). Üçüncüsü, Çin devletinde "Gök'ün oğlu" kavramı da aslen Çin değil, Türk mençelidir. (Tafsilen bk. aş. Kültür: Hükümranlık). Bütün bunlardan dolayı, Mo-tun zamanında kesin şeklini aldığı görülen Büyük Hun devleti, etnik yönden ve hakimiyet anlayıçı, sosyal yapısı, idarî ve askerî küruluçları (sosyopolitik üniteler, devlet meclisi= toy, sağsol teçkilatı, bilge elig'ler vb.) dini ve dünya görüçü ile, Türk milletinin tarih ve kültüründe feyizli etkilerini iki bin yıl sürdüren bir ana kaynak durumundadır. Bu itibarla, Türk ve dünya tarihinde çok büyük önem taşır.
Mo-tun'un oğlu tanhu Kiok (Chiyü. /Kök?/ veya Laoshang M.Ö. 174160) Hun imparatorluğunun bu büyüklüğünü muhafaza etmeğe çalıçtı. Yurtlanndan oynattığı Yüeçi'lerin Afganistan'a giderek Baktria (Belh) bölgesinde vaktiyle îskender tarafından kurulmuç olan Grek hakimiyetine son verdikleri tarihte (M.Ö. 166), kalabalık ordusu ile Çin'e girerek başkent Ch'angan yakımndaki imparator sarayını yakan Kiok, bu seferdeki gayesine uygun olarak Çin ile iktisadî iliçkilerini dostane bir şekilde sürdürmek için, bir Çin prensesi ile evlendi. Şüphesiz Çin sarayı ile devam ettirilen akrabalık siyasî mahiyette bir davranıçtan ibaretti. Fakat bu suretle ileride, Çin ile temas halindeki hemen bütün Türk devletleri bakımından kötü neticeler verecek olan bir çığır derinleçtirilmiç oldu. Çünkü hanedanlar arasındaki bu yakınlaçmalar, her zaman, Çin hile makinesinin harekete geçmesi için fırsat teçkil etmekte idi. Hun merkezinde Çinli prensesin himayesinden faydalanan Çin diplomat ve vazifelileri Hun imparatorluğu topraklarında serbestçe gezip dolaçıyorlar, Türkler ve tabi kavimler arasında kötü propaganda yapıyorlar, devleti sinsice kuvvetten düşürmeğe çalıçıyorlardı. Bundan baçka, ticaret mah olarak memlekete sokulup Hun ileri gelenleri arasında revaç bulan Çin ipeği, lüks zevki yolu ile rehaveti arttırmakta idi. Kiok devrinde fazla hissedilmeyen bu menfî durumlar onun oğlu Künçin (Chünch'en) zamanında (M.Ö. 160-126) gerçek bir huzursuzluk kaynağı olarak kendini gösterdi. Keza Han sülalesine damad olan bu tanhu, babası ve dedesi ölçüsünde dirayetli ve asker ruhlu bir hükümdar olmadığı için Hun iktidarında sarsıntılar belirdi. Çinlilerin bu devirde (împarator Chingti: 157-141) sınır boylannda ufak çaptaki akınları durdurduğu görülüyordu. îlk defa imparator Wuti (M.Ö. 141-87) kalabalık ordular teşkil ederek Hun hakimiyetinin yıkılmasını hedef tutan planlarını tatbike girişti. Propagandayı arttırdı. Gayelerinden biri de, Çin için büyük gelir kaynağı olan ipeğe batı bölgelerinde yeni pazarlar bulmak ve îç Asyaîran üzerinden Akdeniz kıyılarına ulaşan meşhur "İpekyolu"nu emniyet altına almaktı. Dolayısiyle Orta ve Batı Asya'da yabancıların kudretini kırması lazımdı. Bilindiği gibi, aşağı yukarı M.S. 1. bin sonlarına kadar TürkÇin mücadelelerinin temel sebeplerinden biri, bu kervan yoluna hakimiyet meselesi olmuştur . Wuti'nin îpekyolu üzerindeki memleket ve kavimleri öğrenmek ve Hunlara karşı onlarla işbirliği sağlamak maksadı ile batıya gönderdiği yüksek rütbeli bir asker olan Çangk'ien(Changch'ien)'in, gizli vazifesini yaparken Hunlar tarafından bir süre gözaltında tutulmasına rağmen, buralarda geçirdiği uzun müddet içinde (M.Ö. 138126) edindiği bilgiyi, temaslarını ve hükümete tavsiyelerini ihtiva eden mühim rapor imparatoru memnun etmiş ve sonraki Çin siyaseti için başlıca rehber vazifesini görmüştür96. Bu arada Çinliler çok ehemmiyetli bir başarı daha elde etmişlerdi ki, o da ordularını Türk usülüne göre yetiştirmeleri ve Hun silahlan ile teçhiz etmeleri idi. Daha Mo-tun'dan çok önceleri, 318 andlaşması ile ilgili olup Hunlara karşı askerî gücünü takviyeye çalışan Chao (Şansi'de) krallığında Wuling (M.Ö. 325298) zamanında başlayıp, daha sonra, kuzey Çin'de feodal hükümetlerin yerini alan büyük Ch'in devletinin imparatoru Shihhuangti zamanında hızla devam eden bu askerî ıslahat hareketleri, Han imparatoru Wuti'nin kumandanlarından
Weits'ing ile Hun tarzında 140 bin kişilik bir süvari kuvveti çıkaran Ho K'üping tarafından büyük başarıya ulaştırılmıştı. M.Ö. 127-117 yılları arasında Ordos'daki Hunlara karşı kazandıkları zaferler Hun ağırlık merkezinin Gobi'den kuzeye, Orhun nehri bölgesine kaymasına sebep olmuştu.
Hunlar artık eskisi gibi değildiler. Akınlan duraklamış, bilhassa Tanhu Tsütihoü (Chut'eho) zamanından itibaren (M.Ö. 101-96) 40yıl devamınca, zengin güneybatı topraklarının (Tanrı dağlarıCungarya, Turfan, yarkent, Kuça vb.) düşman istilasına uğraması ile devlet geliri azalmış, o zamana kadar Çin'den vergi ve hediye olarak sağlanan malî destek kesilmişti. îç huzursuzluk, idarecilerle başbuğların arasını açmağa yönelen kesif Çin propagandası ile gittikçe derinleşiyordu. Hun prenslerinin birbirleri ile olan anlaşmazlıkları mücadeleyi şiddetlendirdi. îktisadî darlık ve askerî güçsüzlük karşısında, maddî yardım temin edilir düşüncesi ile çıkar yol olarak Tanhu Hohanyeh (M.Ö. 58-31)'in Çin himayesini isteme meyli durumu büsbütün karıştırdı. Sol Bilge eliği (Sol kanat kralı) olan Çiçi (Chihchih, Tsitki) bu kardeşinin tanhuluğunu tanımadı. Mesele Hun devlet meclisi (Türkçesi: toy. bk. aş.)'nde ağır münakaçalara yol açtı. Hohanyeh'in teklifi; istiklalin feda edilmesini "gülünç ve utanç verici" bir davranış sayan ve kendilerinden ülkenin devralındığı atalara karşı hürmetsizlik kabul eden Çiçi taraftarlarınca reddedildi Tanhu'nun fikrinde direnmesi Hunları ikiye ayırdı (M.Ö. 55). Devlet birliğinin parçalanması ile Çin üzerindeki Hun tehdidi ortadan kalktığı için Doğu Asya tarihinde bir dönüm noktası olan bu yıllarda Hun prensleri arasında iyice alevlenen açık mücadele sonunda, rakiplerini mağlüp, bu arada tanhuluk merkezini de işgal ederek Hun imparatoru durumuna yükselen Çiçi karçısında Hohanyeh, kendine bağlı kütlelerle birlikte, desteğini süğladığı Çin'in kuzeybatı sınır bölgesine (Ordos, Pingçu) çekildi (M.Ö. 54)".
Devletini güçlendirmek ve iktisadî imkanlara kavuşturmak bakımından hakimiyetini batıya doğru yaymağı uygun gören Çiçi Tanhu M.Ö. 51'de harekete geçti. Önce Tanrı dağları kuzeyi Isık göl havalisindeki Wusun'ların ınukavenıetini kırdı'^; Tarbagatay bölgesindeki Ogurlan, daha kuzeydeki Kırgızlan ve İrtiş etrafındaki Tingling'leri tabüyetine aldı. îki yıl içinde kazandığı bu başanlardan sonra, Wusun akınlarının tedirginliğinden kurtulmak isteyen Kangkü (Çugüney Kazakistan bozkırı Maveraünnehir) kralının arzusu üzerine bu devleti himaye etmek vesilesi ile Aral gölüne kadar bütün batı bölgesini idaresi altına alarak geniş Orta Asya Hun imparatorluğunu ihya etti. Çiçi, hükümetinin kuzey Moğolistan'daki ağırük merkezini de ÇuTalas nehirleri arasına kaydırarak orada etrafı surlarla çevrili yeni bir başkent inça ettirdi (M.Ö. 41)ki, böylece, mevkü dolayısiyle îran, Afganistan, Hindistan, Doğu ve Orta Avrupa kıt'aları bakımından Asya tarihinin bundan sonraki gelişiminde sürekli tesiri görülecek olan Türkistan sahasına, Türk halkının iyice nüfüzunu sağlamış oluyor (Batı Hunları) ve Fergane, Baktria (Belh) havalisini kendine bağladıktan sonra, Çin kaynaklanna göre, Ansi bölgesini yani güneybatı sınırları ta Anadolu'ya kadar uzanan Parth imparatorluğunun kuzeydoğu kısmını zaptetmek için planlar hazırlıyordu.
Fakat Çiçi'nin hakimiyeti uzun sürmedi. Topraklan çok genişti ve Hun devleti bu bölgelerde henüz iyice yerleşmiş, idarî nizamı kurmuş, tabi kütleler ve komşulan ile normal münasebetlerini geliştirmiş değildi. Çiçi'nin harekatını adım adım takip eden Çin, Wu'sun'ları, Kangkü devletini kendine çekmeği bildi ve derhal saldırıya geçti. Etraftan aldıkları yardım ve 70 bin kişi civarındaki orduları ile baskın çeklinde Hun topraklarına girerek sür'atle ilerleyen Çin'liler tarafından kuçatılan, Talas ırmağı üzerindeki surlu Hun başkenti tamamiyle tahrip edildi (M.Ö. 36). Baçkentte hayrete değer bir müdafaa yapılmış, sokaklarda kanlı savaşlar verilmiş, hatta tanhuluk sarayı içinde oda oda çarpıçılmıç ve Çiçi, oğlu ve hatunlar dahil, saray mensuplarından 1518 kişi ellerinde kılıç, devletleri uğruna hayatlarını feda etmişlerdi.
Çiçi'nin batıya uzaklaşmasından sonra kendini toplayan ve Çin hükümeti ile anlaşma yaparak (M.Ö. 43), devlet meclisinin kararı ile başkentini Orhun bölgesine nakleden, fakat M.Ö. 36'dan itibaren tekrar Çin tabiliğine giren Hohanyeh (ölm. M.Ö. 31)'e bağlı kütleler, onun evlatlan tarafından bir müddet idare edildikten sonra, tekrar toparlanmağa başlamışlar ve kudretli bir devlet adamı olduğu anlaşılan Yu (Hotodzsisi) Tanhu zamanında (M. 1846) Çin'e karşı istiklallerini elde ederek doğuda Mançurya'ya, batıda Kaşgar'a kadar olan geniş bölgeyi tekrar idarelerine almağa muvaffak olmuçlardı. Fakat Yu'nun ölümünden itibaren iç anlaşmazlıklara düşmeleri ve uzun süren kıtlık yıllannm sebebiyet verdiği çok sayıda hayvan kırımı ile ülkede baçgösteren açlık Hunları müçkül duruma soktu. Yu'nun oğlu Tanhu P'unu'ya karşı mücadele açarak kuzeydeki Hun kabileleri arasına çekilen
Pi (P'unu'nun yeğeni)'nin orada kendini tanhu ilan etmesi hadisesi (M. 48) Hunları tekrar ve artık bir daha birleşememek üzere ikiye ayırdı: Kuzey Hunlan (Kuzey veya dış Moğolistan'da) ve Güney Hunlan (Güney veya içMoğolistan'da).
Böylece M. 48'de ayn siyasî vasıfları kesinlik kazanan iki Hun devleti arasındaki büyük fark, Güney'dekinin Çin tabüyetini devam ettirmesi, Kuzey devletinin ise istiklalini daima koruması idi. Bundan başka, Güney Sibirya, Cungarya ötesine kadar Batı ve İçAsya'da iktisadî ehemmiyeti bilinen bütün şehirdevletleri de Kuzey Hun devletinin idaresinde idi. Dolayısiyle siyasî ve askerî Çin saldınlannın ana hedefini teşkil ediyordu. Daha Hun imparatorluğunun bölünmesi ile sonuçlanan iç mücadeleleri ustaca istismar eden Çin, Hunlara bağlı doğudaki MoğolTunguz kanşımı Wuhuan ve Sienpi (Hsienbi) kütlelerini kışkırtmıç, bunların sürekli baskıları neticesinde Hun devleti, doğu Moğolistan'da kontrolü kaybederken, batı bölgesinde de tahrikçi Çin siyaseti ile karşılaşmıçtı. Bu sebeple, en tesirlisi Yarkent "kırallığı" olmak üzere, Şanşan (loulan, Lobnor'un güneyi), Turfan vb. bölgelerdeki ayaklanmalar ile uğraşmak zorunda kalındı (4660 yılları) Hun devletinin buralarda, bilhassa Çin'in sömürücü tutumu ile Yarkent kralı Kien'in çok merhametsiz davranışından perişan düşen halk tarafından kurtarıcı gibi karşılanması ve duruma hakim olduktan sonra, yeniden baskı altına aldığı Çin'i sınır kasabalarında serbest ticarete mecbur etmesi (61-65) Çin'i tam kararlılık içinde ve doğrudan doğruya askeri harekatla Hun devletini çökertmek hazırlığına sevketti. İmparator Mingti (5875), Ç'engti (75-89) ve Hoti (89-105) devirlerinin ünlü generali Pan Ç'ao'nun yüksek kumandasmda kalabalık Çin ordularının 30 yıl süren harekatı sonunda Kangk'ü'ye kadar (Kaçgar, Hami, Yarkent, Hoten dahil) sayısı 50'yi bulan zengin ve kervan yolu üzerinde olduğu için, iktisadî yönden önemli çehir Çin idaresine geçti. Bilhassa 73-74, 89-90-91 yılları harekatında ağır kayıplara uğrayan Hunlar İç-Asya'da hakimiyetlerini kaybederken, doğuda da Sienpi'lerin hücumlanna (en şiddetlisi 8991 arasında) maruz bulunuyorlardı. îki cephede sürekli savaşlar vermek zorunda kalan Kuzey Hun devleti, son tanhuların başanlı müdafaalarına rağmen, kuvvetten düçtü, durum aleyhte gelişti. Hakimiyetlerini Güney Sibirya'ya ve Cungarya'ya kadar genişletmeğe muvaffak olan Sienpi'lerin hükümdan Tanshihhuai (aç. yk. 147-156) tarafından nihayet saf dışı edilen Kuzey Hunlannın (ihtimal Tanhu Avitokhol zamanında toprakları düşman kabilelerin istilasına uğradı. Siyasî iktidarlannın zayıflamağa yüz tuttuğu tarihlerde esasen memleketi terk etmeğe başlayan Hunlar (büyük çapta göçler 91'de ve 155'e dogru.) dan, Kuça civarında kalan Yüepan-Yüebanlar dışındaki kalabalık kütleler batıya çekilmişlerdi ki, bunların şimdiki Güney Kazakistan bozkırındaki soydaşlarına (Çiçi Hunları) katıldıkları anlaşılmaktadır.
M. 48'den beri Çin sınır bölgesinde yaşayan ve kuzeyden gelecek saldırılar için Çin'in ileri karakolu bir tampon devlet durumunda olan Güney Hunları da pek huzurlu değildi. Kukla tanhulara karşı Hun kabileleri sık sık başkaldırıyorlardı. 94, 124 ve 140 yıllarında görülen ayaklanmalar güçlükle bastınlmış, bunları 153, 158 isyanları takipetmişti. Bu senelerde Kuzey Moğolistan'ı içgal eden Sienpi'ler güneye doğru baskılarını artırarak, Hun devleti için tehlikeli olmağa başladılar (177'den itibaren). 188'de Çin hükümetince tayin edilen tanhunun tamamen Çin'e teslim olma kararı üzerine Hunlar tarafından öldürülmesi, devleti başsız bıraktı. Kabileler diğer tayinli iki tanhuyu da tanımadılar ve dağınık kabile hayatına döndüler. Son tanhunun Çin baçkentinde hapsedilmesi ve ülkenin 5 eyalete bölünerek Çinli askerî valilerin gözetimine verilmesi ile Güney Hun devleti de sona erdi (M. 216)
Bununla beraber, Sienpi baskısı yüzünden bilhassa 3. yy.'ın 2. yarısında güneye gelmek suretiyle Çin'de sayıları gittikçe artan Hunlar, Çin idaresi altında ve Çinli halk arasında varlıklarını korumağı bildiler. Çin'de, Han sülalesi iktidarının zayıflamağa yüz tuttuğu tarihlerde (180'den itibaren) birbirleri ile mücadeleye girişen generallerin tutumu büyük değişiklik meydana getirmiş, siyasî birliğin parçalanmasına yol açmıştı ("16 Devlet" devri). Sui hanedanının birliği ihya ettiği 589 yılına kadar süren bu devrede Türk kütleleri, başta Tabgaç (Wei) sülalesi (bk. aş.) olmak üzere müstakil devletler kurmuçlar ve Han iktidarının son bulması ile M.S. 220'lerde, tekrar sahnede görünen Güney Hun kabile başbuğlarının idaresinde nüfüzlannı artırarak zamanla hemen bütün Kuzey Çin'i Türk hakimiyetine almağı başarmışlardı. Bunu sağlayan kuvvet, yukarıda zikredilen asî generallerden biri olan Ts'aoTs'ao'nun, savaçlarında yardımları olduğu için Şansi bölgesine yerleştirdiği 19 Hun kabilesi idi. Kalabalık olan ve her fırsatta Çin idaresine başkaldıran (msl. 271, 294, 296 yıllarında) bu Türk kütlesi millî benliğini koruyor ve eski tanhu ailesi mensuplarına karşı saygı beslemeğe devam ediyordu.
19 kabileden bin T-opa (Tabgaç), biri de büyük 'l Tanhu Mo-tun ailesinin indiği Tuku veya T'uko idi. Hun Tuku (T'uko) başbuğu, eski tanhular neslinden ve Hun elig'lerinden olan Liu Yüan (Liu, bu devirde Tuku ailesine Çinlilerin verdiği addır) çetin bir hürriyet mücadelesi verdikten sonra, dikkat çekici bir siyasî kavrayışla, 500 sene önceki atalarının eski Han sülalesi ile olan dostluklarını ve "kardeş"liklerini de ileri sürerek ve hatta kendi sülalesine "Han" adını vererek bu Çin bölgesinde (merkez: P'ing ç'eng) Türk devletini kurmağa muvaffak oldu (304-329. 1. Chao). Çin başkenti Loyang'ı zapt etti (311). Kendisinden sonra, Çin'in öteki başkentini de ele geçiren kardeşi Liu Ts'ung'un geliştirdiği bu siyasî hakimiyet şuuru, idare başbuğ aileleri arasında el değiştirmesine rağmen, devam etti (başlıca Hun sülaleri: 2. Chao: 329351, Hsia: 407431, Kuzey Liang: 401439 ve bunun devamı: Loülan krallıgı, 442460; Turfan civarında). Aynı şuur Tsükü (Chuch'ü) Mengsün tarafından kurulmuş olan son Hun devleti "Kuzey Liang"m 439 yılında Tabgaç hükümdarı T'aivvu'nun baskısı ile başkent Gutsang işgal edilerek yıkılması üzerine buradan kaçıp kurtulduğu anlaşılan Türk Açına ailesinin temsil ettiği büyük Gök-Türk hakanlığına ulaştı.
Çin sahasında Hun adı altındaki siyasî hayatları böylece tarihe karışmakla beraber, M.Ö. 1. asırda Çi-çi iktidarının yıkılması neticesinde, etrafa dağılmış olarak Sogdiana /Seyhun-ötesi/'nın doğusunda, Kafkaslar'ın kuzeyinde, hatta Dinyeper nehri civarında ve bilhassa Aral gölünün doğu bozkırlarında varlıklarını devam ettiren Türk kütleleri, oradaki diğer Türk zümreleri ve 1. asır sonlanndan 2. asrın 2. yansına kadar doğudan gelen Hun kalıntılan ile çoğalmışlar ve uzunca bir müddet sakin bir hayat yaçamak suretiyle güçlerini artırmışlardır. Bunların, büyük ihtimalle iklim değişikliği yüzünden veya son yıllarda gelişen yeni bir görüşe göre110, 350 yıllarında doğudan gelen Uar-hun baskısı karşısında batıya yöneldikleri ve sonra Avrupa hun İmparatorluğunu kurdukları anlaşılmaktadır. Bü kütlelerin batıya sibiryaya doğru Çin sahasından uzaklaşmalarından dolayı haklarında 2 asır gibi uzun bir süre yazılı bilgi bulunamadığı gerekçesine dayanılarak Hiung-nularla aynı kavim sayılamayacakları yolundaki bağzı iddialara rağmen, Atilla zamanında bütün Avrupada Türk hakimiyetini gerçekleştirenlerin bu Asya Hunları neslinden oldukları çeşitli vesikalarla belgelenmektedir.

GÖK-TÜRKLER
Asya "Büyük Hun" imparatorluğundan sonra, her bakımdan temsil ettiği Türk kültürü itibariyle 2. "süper" Türk imparatorluğu niteliğinde olan Gök-Türk hakanlığı, "Türk" sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak benimsemekle bütün bir millete ad vermek şerefini kazanmış, Doğu Sibirya'daki Yakut Türkleri ile batıda Ogur (Bulgar) Türklerinin bir kısmı dışındaki Türk asıllı bütün kütleleri kendi idaresinde birleştirmiştir. Hakanlığın yıkılmasından sonra bir yelpaze gibi açılarak dört tarafa yayılan çeşitli Türk zümreleri gittikleri yerlerde 'Türk" adını ve Gök-Türk idarî, siyasî ve iktisadî geleneklerini yaşatmışlardır. Yine bütün bu Türklerin tarihinde Gök-Türk teşkilatının, edebiyatının, töre ve hayat telakkisinin izleri görülmüştür. Gök-Türk-lerden sonraki çağlarda, R Türkçesi (Ogur lehçesi) müstesna, bütün Türk lehçe ve ağızları Gök-Türk Türkçesi'nin damgasını taşır. Doğudan batıya:Orta Asya, Türkistan, Maveraünnehir, Kuzey Hindistan, îran, Anadolu, Irak, Suriye ve Balkan Türkleri, Gök-Türkler yolu ile Türk'tür.
Bizim bugün diğer Türk devlet ve zümrelerinden ayırdetmek üzere Gök-Türk (Kök-Türk) dediğimiz bu topluluk ve devletin adı "Türk" veya "Türük" idi. Ancak, kitabelerin bir yerinde kendini Gök-Türk olarak tanıtmıtır ki, "Gök'e mensup, ilahî Türk" manasma gelen bu tabir V. Thomsen'e göre hakanlığın parlak devresine işaret etmekte olmalıdır (herhalde Mu-kan Kagan zamanı).
Gök-Türk hakanlığı çağında, daha doğrusu 6.-9. asırlarda Orta Asya'da tarihî rol oynayan toplulukların, çeşitli adlar altında gruplaşan Tölesler olduğu anlaşılmaktadır. Türkçe Töles kelimesi ihtimal "asıl, kök, temel" manalarına gelmektedir. Bk. L. Bazin, Les Calendriers..., s. 661, 667.
Töles (Tölös, Tolis, Çince'de T'ie - lo, T'ieh - le)'ler, Çin kaynaklannda eski Hun boylanndan olarak zikredilen ve bütün Orta Asya'ya yayılmış kalabalık Türk kütleleri bütünüdür. Sui-shu (Çin Sui hanedanımn - 581 - 618-yıllığı)'da 50 kadar kabilesi sayılmakta ve şöyle sıralanmaktadır: l'i Baykal gölünün kuzeyinde, 5'i Tola ırmağı kuzeyinde, 5'i Tanrı dağları kuzey eteğinde, 9'u Altaylar'ın güneybatısında, 4'ü K'ang (Semerkant havalisi) "krallığı"nın kuzeyinde, 10'u Seyhun boyunda, 4'ü Hazar'ın doğusu ve batısında, 6'sı Fu-lin(Bizans)'in doğusunda" . Ancak Baykal gölünden Karadeniz'e kadar yayılan bu toplulukların hepsini de Türk menşeli saymak doğru olmasa gerektir. En batıda gösterilen bazılarının (mesela Alanlar) îranlı oldukları biliniyor. Wu-hun (=Ugor)'lar da Urallı bir kavim grubudur .Ayrıca Ogur boylarının da T'ieh-le'ler olarak zikredildiği anlaşılmaktadır. Töles boylarının, taşıdıklan adlar henüz tamamen çözülememiş olmakla beraber, Hunlardan geldikleri ve umümîyetle dil ve örflerinin Gök-Türklerinkinin aynı olduğu belirtilmiştir' ". Bazı Çin kayıtlarına göre, Tabgaçlar devrinde (386-534), yüksek tekerlekli araba kullandıklanndan dolayı Kao-kü (Chao-ch'e = yüksek tekerlek) diye adlandırılan bir kısım Töles kabileleri diğer Türkler gibi kendilerini kurt ata'dan türemiş kabul ederlerdi. Ayrıca, T'ang-shu (Çin T'ang sülalesi -618-906- yıllığı)'da da 15 Töles kabilesinin adlan verilmiştir. Gök-Türk hakanlığı zamanında Orta ve Doğu Asya'da gruplaçan Tölesler ile diğer ilgili bölgelerdeki topluluklar şunlardır:
1. Tarduş (Çince'de Sie Yen-t'o, Hsieh Yen-t'o. Hsie/ = Sir/ Yen-t'o = Tarduş?) lar .Töles kabilelerinden bir grup (herhalde Tarduş: Hakan Tar-du'nun unvanı ile anılanlar: Batı Gök-Türk'leri= On-oklar) Altaylar'ın batı-sında oturmakta olup Töleslerin en zengin ve kuvvetlileri olarak gösterilirler.
2. Uygur'lar. Töleslerden bir kütle. Tola ırmağının kuzey sahasmda yer almışlardı.
3. On-0k'lar (ihtimal "Tarduş" diye de adlandırılan Töles grubu), Altaylar'dan Seyhun (Sır-derya) yakınlarına kadar uzanan geniş bölgede görünüyorlar. Çu ırmağı-Isık göle göre, 5'i doğuda To-lu (sol kanad), 5'i batıda Nu-çi-pi (sağ kanad) adı ile 10 kabileden kurulu olup, "Batı Gök-Türkleri" diye de anılmışlardır. Türgişler (aş.bk.) To-lulardan idiler. Ayrıca bunlar-dan bir kısmı Çu-yüe (Çiğil?) ve Ç'u-mi (Çumul) adları ile anılan Türk kabi-leleri ile birlikte 630'u takip eden yıllarda, Gök-Türk hakanlığının fetret devresinde, Beş-balık civanndaki kurak bozkırlara çekilmişler ve Şa-t'o (Çince çöl veya Türkçe sadak? Veya Çiğil'ler?) adını almışlardır.
4. Karluk'lar. Altaylar'ın batısında idiler .
5. Oğuz'lar (630'dan sonra bu adla ortaya çıkan Töles boyları.) Selenga ırmağı- Ötüken bölgesinde oturuyorlardı .
6. Doğu Avrupa'da Türk topluluklan: Avar'lar , Hazar'lar , Ogur'lar , Peçenek'ler ve ihtimal Kıpçak-Kuman'lar vb.
7. Kırgız'lar. Baykal'ın batısında, Yenisey nehrinin kaynakları bölgesinde idiler .
8. Basmıllar (Çince'de Pa-si-mi). îdi-kut(hükümdar)'unun Türk olduğu belirtilen bu kavmin aslen yabancı olup, Türklerle karıştığı ileri sürülmüştür. Daha ziyade îç-Asya'da Beş-balık havalisinde görünmektedirler.
9. K'i-tan, Tatabı, Dokuz-Tatar, Otuz-Tatar gibi Moğol soyundan kabileler doğu bölgesinde Kerulen ve Onon nehirleri havalisinde bulunuyorlardı.
Ancak hatırlatmak gerekir ki, bütün bu topluluklar, zaman zaman yer değiştirmekte, arada bir çözülen boylardan yeni birlikler meydana gelmekte, hülasa oynak kütleler teşkil etmekte idiler. Yine görülmektedir ki, Tarduç, Uygur, On-ok, Oğuz, Ogur, Hazar vb. gibi isimler Türk soyundan gelen kütlelerin türlü teşkilatlanmalar dolayısiyle aldıkları adlardan ibarettir. "Türk" de, bilinen manası ile önceleri belirli bir topluluğun (Aşına ailesi etrafında toplananların) adı iken sonraları yaygınlaşmıştır.
Gök-Türkler, Çin kaynaklarının açıkça belirttikleri üzere, Asya Hunlarından iniyorlardı Başbuğ ailesi olan Aşına soyunun bir dişi kurttan türediğine dair o çağda pek yaygın olduğu anlaşılan rivayetler Gök-Türklerin erken tarihini efsanelerle karıştırmaktadır. Ancak kurttan-türeme geleneğinin Asya Hunları arasında da mevcut olması ve kurt ata'nın Türkleri dar, geçilmez yollardan selamete ulaştırdığı (Bozkurt Destanı'nın aslı) rivayetinin Hunlarda görülmesi Gök-Türklerin Hunlara nisbetini ortaya koymaktadır. Aşına ailesinin, yalnız bir erkek çocuk hayatta kalmak üzere, katliama uğramış olduğu rivayeti , Tsü-kü (aslında Asya Hun devletinde bir unvan) adlı Hun ailesine mensup Meng-sün tarafından kurulan Kuzey Liang Hun devletinin (yk. bk.) 439'da Tabgaçlar tarafından yıkılması hadisesine bağlamak mümkündür. Sui-shu (Çin yıllığı, 581-618)'ya göre, bu Hun devletinde idareyi elinde tutan Tsü-kü(Chü-ch'ü)'ler imha edildiği zaman A-shih-na (Açına) kolu 500 ailelik bir kütle halinde, Kan-su bölgesinden göçerek, Juan-juanlara sığınmışlardı. Gök-Türklerin nüvesini teşkil ettiği belirtilen ve Meng-sün'ün oğlu An-çu ve sonra torunu Şu'nun öldürülmesi üzerine önce Hsi-hai'da iken sonra Altaylar'a nüfüz eden bu kütle, Chü-ch'ü (Tsü-kü)ler yolu ile de Asya Hunlarına bağlanmaktadır ve hatta, bu kısa göç hareketini idare eden Aşına soyunun, Güney Hun tanhuları yolu ile Mo-tun'un mensup olduğu ünlü T'u-ko (Tu-ku) ailesinden gelmesi kuvvetle muhtemeldir . Kurt ata inancı dolayısiyle Gök-Türk hakanlık belgesi, altından kurtbaşlı sancak (tug) olmuştur

DOĞU TÜRKİSTAN (TURFAN) UYGUR DEVLETİ


İç Asya'ya doğru göçen Uygurların başında Vu-hi Tegin'in kardeşi, Ngu-nie Tegin bulunuyordu. Kendisi 13 Uygur kabile birliğinin son "kagan"ı (846-848) kabul edilmektedir. Batıya gelen bu Uygur kolu Tanrı Dağlan, Beş-balık, Turfan taraflanna yerleşerek, 840'da Ordu - balık'da istilacılar eli ile öldürülen Uygur hakanının yeğeni Mengiryi "kagan" (Ulug Tanrıda kut bulmış Alp Külüg Bilge) seçti (856). Tibetlilerin hücumuna karşı, nüfuzu altında tutmak istediği bu bölgede kendisine bir dost arayan Çin, bu Uygur devletini derhal tanıdı. 873'e doğru "kagan"ın Buku Cin olması muhtemeldir. Tang'lar ismen de olsa kendilerine bağlı ve siyasetlerine uygun bir tutum içinde bulunan bu Uygur devletinin, meçrü Çin idaresine isyan eden Turfan, Beş-balık askerî valilerini ortadan kaldırarak Hami'ye kadar hakimiyet kurmalarına şüphesiz müdahale etmiyorlardı. Bu suretle siyasî nüfuzu gittikçe artan ve İç-Asya'nın ticaret yolları üzerinde olması ile de iktisaden gelişen Uygur devleti aynı zamanda Maniheizm'in bölgede yayılmasına vasıta oluyordu. Nitekim T'ang'ların yıkılışı sırasında Tun-huang askerî bölgesini işgal eden Çinli kumandan, yukarıda bahsettiğimiz muhtar "devlet"ini kurarken "Beyaz elbıse giyen Gök-oğlu" lakabını almıştı (Maniheıstler beyaz giyiniyorlardı). Fakat, bilindiği gibi, Kan-çou Uygurları bu muhtar "devlete son vermişler (911), bu tarihten itibaren Doğu Türkistan Uygur Devleti de müstakil olmuştu.
Bundan sonra, güneyde Tibet, Batı Türkistan'da Karluk bölgesi ile sınırlı ve baçlıca şehirleri Turfan, Kaşgar, Beş-balık, Kuça, Hami olan ülkelerini müdafaa ile iktifa ederek san'at, edebiyat ve ticaret sahasında yükselen bu Uygur devleti ile ilgili siyasî hadiseler hakkında fazla bilgi görülmüyor. Ancak 947'lerde başkentin Koço (Doğu Türkistan'da Turfan'm yakınında Kara-khoço=Kao-ç'ang) şehri ve yazlık merkezin de Beş-balık (Pei-ting) olduğu ve "Kün Ay Tanrıda kut bulmış Ulug kut ornanmış, alpın, erdemin il tutmuş Alp Arslan Kutlug Kül Bilge-Tanrı Han"ın devleti idare ettiği biliniyor. 948'de "Kün Ay Tanrıteg küsönçig körtle yaruk-Tanrı Bögü Tenri-ken"in bulunduğu Khoço'daki bir kitabeden anlaşılmaktadır. Bu Uygur hükümdarları "Iduk-kut" unvanı ile de anılıyor ve başkente "Iduk-kut (îdi-kut) şehri" deniyordu.
Uygurlar hakkında en ilgi çekici bilgiye, Çin'deki Kuzey Sung imparatoru tarafından 981'de Kara-khoço'ya elçi olarak gönderilen Wang Yen-tö'nün seyahat notlarında tesadüf edilmektedir ki, kültür tarihi bakımından büyük değer taşır.
Doğu Türkistan Uygur Devleti'nde, öteki Uygur kolunda olduğu gibi, Budizm çok yayılmış, hatta Maniheizm'den üstün bir mahiyet almış, bunun yanında Nesturi hıristiyanlık ve başlangıçta pek az olmak üzere îslamiyet tesirlerini göstermiştir. Müslüman-Türk Kara-Hanlılar, Kaşgarlı Mahmud'un eserinde (1074) "kafir" diye bahsedilen Uygurlarla mücadele ediyor ve Uygur memleketinde îslamiyeti yaymağa çalışıyorlardı. Sonra îslamiyet Çin'e Uygurlar aracılığı ile girdiği için orada ilk müslüman Çinlilere Huei-ho (Uygur) denilmiştir.
Doğu Türkistan Uygur Devleti 1209'da Cengiz Han'a bağlandığı zaman, başta, o tarihe kadar Kara-Hitaylara tabi durumda olan İdil-kut Barçuk Art-Tegin bulunuyordu.Islam kaynaklannda (Kudame /ölm. 948/, El-Mes'üdî, Gerdîzî, Tamîm b. Bahr, Mervezî, El-îdrîsî /ölm. 1166/) daima "Dokuz-oğuz" (Toquz-guz) diye bahsedilen Uygurların hakimiyeti fiilen sona ermekle beraber, Moğollar tabiiyetinde kalarak Uygur hükümdar ailesi Çin'de Ming devrinin başlanna, yani, son Uygur îdi-kut'u Ho-şang, Ming sülalesi kurucusuna teslim oluncaya kadar (1368) devam etmiştir. Ayrıca, Kara-Hitay devletinde olduğu gibi, meşhur devlet adamı Tata-Tonga ve oğulları ile diğer birçok Uygur, Cengiz Moğolları devletinde de yüksek idarî vazifeler almış ve başta hayvancılık, meyvecilik, dil, yazı olmak üzere Uygur medenî tesirleri Asya'nın doğusunda ve batısında (bilhassa Karluklar, Kara-Hanlılar yolu ile) asırlarca hissedilmiştir.

OĞUZLAR
Oguz adının manası üzerinde türlü açıklama tecrübeleri yapılmıştır. Gy. Nemeth'e göre ise, Oğuz kelimesi Türkçede aynı zamanda "kabile" (bir siyasî kuruluşa bağlı kabile) manasına gelen "ok" sözüne eski Türkçedeki çoğul eki z ilavesiyle türemiş (ok + uz) olup, "kabileler" demektir. Gy. Ne-meth'in bu izah tarzının, bazı itirazlara rağmen , doğru ve -mesele sadece "linguistique" açıdan değil de- Türk tarihinin sosyal ve siyasî gelişmesi bütünü içinde ele alındığı takdirde bilhassa tutarlı olduğu bellidir. Oğuz kelimesinin Çince'ye "kabileler" diye tercüme edilmesi de bu görüçü destekler. Anlaşılıyor ki, "Oguz" adı aslında "ethnique" bir isim olmayıp, doğrudan doğruya "Türk kabileleri" m¤¤¤¤¤¤¤ ifade eden bir kelimeden ibarettir (Oğuz tabirinin r'li söylenişi olan "Ogur" şeklinin ayrı ad olarak Miladdan önceki Çin kaynağında geçmesi eski çağlarda Çinlilerin Türk topluluğunu yakından tanımadıklarından ileri gelmiş olmalıdır.
6. asırdan itibaren Gök-Türk hakanlığında toplanmış olan Türk kabilelerinden bir kısnıı, 630'da başlayan fetret devresinde, diğer birçok Türk boyları gibi, kendi aralarında birlik kurarak, Tola-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz "kaganlığını" meydana getirmişlerdi. 682 yılında îlteriş tarafından mağlüp edilen Oğuzlar (İnekler gölü savaşı) bu durumda idi ve muharebede ölen Oğuz devleti başkanı Baz Kagan'ın balbalı, sonra, îlteriş Kagan'ın mezarına dikilmişti.
Gök-Türk hakanlığı devrinde Oğuzların davranışlarını ve isyanlarını yukarıda görmüştük. Kitabelerdeki ilgili ifadeler, Oğuzlarla Gök-Türkler arasında bir ayırım yapılmadığını, hatta hakanlığın temelini Oğuzların teşkil ettiğini belirtmeye yeter. Bu sebeple Oğuzlaria Gök-Türklerin aynı olduğu zaten kabul edilmişti. Ancak, V. Thomsen, Tonyukuk kitabesine tahsis ettiği son makalesinde Oğuzlan "Türklerin yüksek hakimiyetinde bir kabile birliği" olarak göstermiş ve bu tarihî gerçek sonıa, hatalı olarak, "ethnique" (soy, kavim) açıdan değerlendirilmeğe girişilmiş , mesele yeni araştırmalarla daha da derinleştirilmiştir. Böylece, Oğuzlan "Türk" mü, yoksa "baçka bir ethnique teşekkül" mü saymak gibi çok mühim bir anlaşmazlık noktası ortaya çıkmıştır. Burada, önce üzerinde durulması gereken husus, Oğuzlara mukabil, 'Türk" adını taşıyan bir "ethnique" topluluğun var olup olmadığıdır. Buna hemen menfi cevap vermek mümkündür. Çünkü "güç-kuvvet" manası ile "Türk" adının, Türk soylu kütleler tarafından kurulan Gök-Türk devletini ifade etmek üzere kullaınlmış bir siyasî ad olduğu açıklanmıştı . O halde hem Oğuzlar, hem "Gök-Türkler" aynı kavmî zümreye mensupturlar. İkinci mesele, Gök-Türk devletinin sahibi hangi "Türk" kolundan idi? Bilindiği üzere bu devlet, adı "Aşına" olan eski bir Türk hükümdar ailesi tarafından, etrafındaki "Türk soylu" kütlelerin yardımı ile kurulmuştu. Bu kütleler ise, ancak, kabileler birliği (=Oğuz) haline gelmiş Türkler olabilirdi. W. Barthold'un "Gök-Türk hakanlarının Do-kuz-oğuzlardan neş'et ettiği" görüşü , kadîm Aşına ailesinin tahsisen bu Oğuz bölüğü ile ilgisini isbat etmeği gerektirir ise de, 6.-7. asır Türk (Gök-Türk) kütlesinin doğrudan doğruya Oğuzların bu grubundan teşekkül ettiği Çin kaynaklarınca açıklanmaktadır. T'ang devri vesikalarında (T'ang-shu ve Kiu T'ang-shu yıllıkları ve ayrıca 5 haltercümesi), Dokuz Kabile (Kitabelerdeki "Dokuz-oğuzlar) bazan "Türklerin (Gök-Türklerin) dokuz kabilesi" veya "Dokuz kabilenin Türkleri (Gök-Türkleri)", bazan da "Tö-leslerin dokuz kabilesi" diye kaydedilmiş ve haltercümelerinde bunlardan 5'inin adı da bildirilmiştir. Pa-ye-ku (Bayırku), P'u-ku (Buku, buğu), T'ımg-lo (Tongra), Sse-kie (Sıqar), Hun. Demek ki, Oğuz kabileleri, Gök-Türkleri meydana getiren topluluktan başkası değildi. Çin kaynaklarında Çinlilerce artık çok iyi tanınan Gök-Türk hakanlığı devrinde Oğuzların kendi başlarına (yani doğrudan doğruya "Oğuz" olarak) zikredilmeyip sadece Dokuz Kabile ("kiu sing") diye, Oğuz kelimesinin tercümesinin verilmesi, bizzat T'u-küe (Türk)'den ibaret topluluğun ayrı bir isim altında belirtilmesine ihtiyaç bulunmadığını gösterir. Kitabelerde I. Gök-Türk hakanhğı çağında "Oğuz" adının geçmemesi de aynı sebepten ileri gelmiş olmalıdır. Ancak fetret devrinde bazı kabileler kendi aralarında teşkilatlanarak bir "devlet" kurmuşlardı ki, II. Gök-Türk hakanlığı zamanında hükümdar ailesine karşı ayaklanan ve hükümetin diğer imkanları ile bastırılmasına çalışılan, bu "teşkilatlanmış" birlik (=Oğuz)'tir. "Türk bodun" tabiri de şüphesiz umumî olarak hakana bağlı kütlelerin (Oğuzlardan bir kısmı ile, içinde Uygurların da yer aldığı Töles boyları ve Tarduşlar) tümünü ifade etmekte idi. Kitabelerde hakanın "Oguz bodunu Türk bodunundan idi" demesi ile, bu Oğuzların isyan halinde olmaları arasında bir çelişme görmek güçtür, zira, mesele, "halkın" vaktiyle destekleyip yücelttiği hanedan ile mücadelesinden ibarettir (Türk tarihinde bunun başka misalleri de vardır: Karlukların Kara-Hanhlara karşı direnmeleri ve bizzat bir Oğuz olan Sultan Sencer'in asi Oğuzlarla çarpışması vb.)
Bilhassa İslam kaynaklarında Uygurlardan da "Dokuz-oğuz" olarak bahsedilmesinden doğan karışıklık, Uygur uruglan ile Dokuz-oğuz kabilelerinin tesbitinden sonra (bk. yk. Uygur Hakanlığı) giderilmiş olmalıdır.
Uygur hakanlığının başlangıcında henüz "tegin" olan Moyen-çor Oğuzların başına getirilmişti. O, Dokuz-oğuz'ları topladı, fakat Sekiz-oğuz birliğini meydana getiren öteki boylarla savaşmak zorunda kaldı. Kagan olduktan sonra da Moyen-çor, Otuz-tatarlarla ittifak etmiş olan bu Oğuzları Bur-gu'da ve Selenga kıyısında arka arkaya mağlüp etti. Oğuzlar Selenga'yı geçerek çekildiler.
Bundan sonra, anayurt bölgesindeki "Oğuz" topluluğu hakkında fazla bilgi yoktur .Herhalde batı yönünde geniş ölçüde bir hareketi bahis konusudur. İbn ül-Esîr, halîfe el-Mehdî zamanında (775-785) Oğuzların Mavaünnehir havalisine geldiklerini bildirmekte ve et-Taberî'de zikredilen 820-821 yılında Usrüşana(Seyhun-Semerkand arası)'ya yapılmış bir "Dokuz-Oğuz" akınının bunlarla ilgili olduğu tahmin edilmektedir. Buna dayanılarak "Oğuz birliği" mensuplarının, hem de çok kalabalık kütleler halinde, önce Talas havalisine göç etmiş olmaları gerektiği ve Seyhun Oğuzlarının 11. asırda konuştuklan Türkçenin kelime ve söyleyiş itibariyle Doğu Türklerininkinden farklı olduğu dikkate alınarak, bu göçün 9. asırdan önce vukubulmuş olması lazımgeldiği ileri sürülmektedir. Oğuzlar Sir-Derya (Seyhun) boyunda 9. asrın 2. çeyreğinden beri oturmakta idiler.
10. asrın ilk yarısında Oğuzlar Seyhun bozkırları ile o civardaki Karacuk (Farab) ve Sayram (îsfîcab) şehirleri havalisinde görünüyorlardı. îslam coğrafyacılarına (el-Belhî, İstahrî, îbn Havkal) ve Hudüd iil-Alem'e göre, Oğuzların sahası batıda Hazar denizine (bu denizin doğusundaki yarım ada bu sebeple Türkçe Mankışlak adını almıştır), güneyde Gürgenç şehri ile, bunun kuzeybatısındaki Cit kasabasına ve Aral gölünün güneyindeki Baratekin kasabasına, Maveraünnehir'de Buhara'nın kuzeyine, Karacuk dağlarmın eteğindeki Sabran şehrine kadar yayılmıştı ve Karacuk dağlanndan Hazar uzanan yarı çöle "Oğuz Bozkırı" (Mafazat'ul-Guzîya) denilmekte idi. Buralarda Yeni-kent, Karacuk, Cend, Suğnak, Karnak, Süt-kent Barçınlıg-kent vb. adlı Oğuz şehirleri vardı.
Oğuzlar 10. asrın ilk yarısında, kışlık merkezi Yeni-kent olan bir devlet kurmuşlardı 74. Başta Yabgu bulunuyor, Kül-Erkin unvanlı bir başbuğ ona naiplik yapıyor, orduyu Sü-başı idare ediyordu. Yabgu Devleti'nin komşuları Peçenekler ve Hazarlarla münasebetinin pek dostane olmadığını gösteren deliller vardır. İbn Fadlan (10. asrın ilk çeyreği) ve El-Mes'üdî'ye göre, ara larında savaş eksik değildi. Harezm'in yerli hanedanı Afrîgî'ler, Oğuz baskısı altında idiler. Oğuzların doğudaki komşuları Karluklar ile de mücade halinde oldukları, aralarındaki savaşlardan birinde Oğuz Yabgusunun ölmesinden anlaşılıyordu. Diğer taraftan Kaşgarlı Mahmud, Oğuzlarla Çiğiller arasında köklü bir düşmanlıktan bahseder. Kuzeyde Kimekler ile ise bazan dostça, bazan hasmane münasebetler devam edip gidiyordu.Bu Oguzlar, umumî "Türk" adı yanında, yine siyasî bir isimlendirme olarak "Türkmen" adını da taşıyorlardı ki, müslüman ülkelerine geldiklen sonra İslam kaynaklarında bu isimle de anılmışlardı.
Oğuz Yabgu Devleti'nin tarihi hakkında başkaca açık bilgi yoktur. Son Oğuz Yabgusu olarak Ali Han adında birini zikreden ve Selçukluların "can düşmanı" olarak, Tuğrul ve Çağrı Beyleri hayli uğraştırdığını bildiğimiz meşhur Cend "hakimi" Şah-melik'i de Ali Han'ın oğlu gösteren Reşîd üd-din (14. asrın ilk çeyreği)'in bu haberi gerçekten ziyade "destanî" vasıfta görülmektedir.
Yabgu devleti zamanında Oğuzlar Üç-ok ve Boz-ok diye eski 2'li teşkilat halinde idiler. Kolları meydana getiren kabileler hakkında biri Kaşgarlı Mahmud'un DLT ' ünde, diğeri Reşîd üd-din'in Cami'üt-levarih'inde olmak üzere iki liste mevcuttur. DLT'de ayrı ayrı damgaları ile birlikte 22 kabile gösterilmiş; Reçîd üd-din ise, hem kabile sayısını 24'e çıkarmış, hem Boz-ok Üç-ok tasnifi yapmış; ayrıca, damgalara ilaveten, her kabilenin "ongon"unu belirtmiştir:
Boz-ok'lar. Kayı, Bayat, Alka-evli (Alka-bölük), Kara-evli (Kara-bölük), Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı (DLT'de yok), Afşar, Kızık (DLT'de yok), Beğdili, Karkın (DLT'de yok. Bunun yerine Çaruklu).
Üç-ok'lar: Bayındır, Peçene, Çavuldur, Çepni, Salıır, Eymür, Alayuntlu, Yüreğir, İğdir, Buğdüz, Yıva (Iva), Kınık.
1000 yıllanna doğru Oğuz Yabgu Devleti yıkıldı. Bunun, Kimeklerden bir kol olup 9. asırda bir kuvvet olarak beliren Kıpçaklar(Kumanlar)'ın baskısına ilaveten, Selçuklu ailesinin kendilerine bağlı kütlelerle birlikte ayrılmaları neticesi vukubulduğu kabul edilir. Kaşgarlı'nın haritasına (DLT, II.'e ilave) göre, 11. asır ortalannda Kıpçaklar "Oğuz Bozkırı"nı ve Seyhun nehrinin aşağı yatağı sahasını işgal etmiş bulunuyorlardı.
Yabgu Devleti'nin çöküşü üzerine, Oğuzlardan kalabalık bir kısım Karadeniz'in kuzeyinden batıya göçmüş , diğer bir kısım Cend bölgesine, oradan da Horasan'a ve sonra Anadolu'ya yönelmiştir (Selçuklular). Yerlerinde kalan Oğuzların 11. asır ortalannda Karacuk dağları bölgesinde, Mankışlak'ta ve Seyhun kıyısındaki kasabalarda oturdukları, Moğol istilası sırasında da Cend'de ve Karakum'da "Türkmen"lerin bulunduğu görülmektedir.
Bugün Orta Asya'daki "Türkmenistan" halkı bu Oğuzlann çocuklandır. Anadolu'da da birçok köy yukarıda zikredilen Oğuz boylannın adlarını taşır.
Gök-Türk çağının Türk milletine yön verici, merkezî bir hüviyet taşıdığını baş tarafta söylemiştik. Asya Hunlarından daha geniş ölçüde ve tabir caizse daha şuurlu bir şekilde Asya Türklüğünü idaresi altında birleştirmiş olan bu hakanlık, Orta Asya'nın batı sınırlarında Türk halkının -kesafetini kaybettiği yerlerde- siyaseten zayıf düştüğü zamanlarda bile Türk nüfüzunun yayılmasında büyük rol oynamıştır. Kaynaklardan anlaçılıyor ki, 8. asır ortalarında Maveraünnehir, Taşkent, Fergane, Huttal, Şüman ve Toharistan'da görülen "krallıklar" ya Türkler tarafından kurulmuş veya Türk siyasî ve kültürel tesiri altında gelişmiş teşekküllerdi: Huttal kıralı "Erkin" unvanını taşıyor ve Çin'e Tarhan ünvanlı elçiler gönderiyordu (733, 740, 750 yıllarında). Buhara "kralı" tuğ-şad, 720'de kardeşi Arslan-han'ı Çin'e elçi göndermişti. Şüman "kralı"nın elçileri de (743) tarhun ve şad unvanlarını taşıyorlardı. Taşkent "kral"ının adı "Tegin" idi. Fergane'den gönderilen elçi (749) Ars-lan Tarhan adında idi. Toharistan "kral"ının unvanı ise "yabgu" idi ve bunun Çin'e gönderdiği (738) elçisi İnancu Tarhan idi. 729 yılında Kutlug, Toharis-tan yabgusu bulunuyor ve bu Yabgu ailesi Aşına sülalesine bağlanıyordu.Bir görüşe göre, Abbasî halîfesi el-Mu'tasım zamanında (833-842) ünlü Türk kumandanı Aşnas, Toharistan yabgu'larına mensuptu.
Uygur, Türgiş, Karluk hakanlıkları Gök-Türk hakanlığının devamı idiler. Görüleceği üzere batıda Aşına oğulları tarafından idare edilen Hazar hakanlığı da öyle idi ve Uz, Peçenek, Kuman-Kıpçak boyları Gök-Türk hakanlığından ayrılmış zümrelerdi Yukarı îrtiş bölgesindeki Kimekler Aral Gölü'nün kuzeyinde bir Kıpçak grubu olan Kanglılar ; Kaşgar'ın kuzeydoğusu, Özkent, Talas ve Çu bölgelerinde Karluklardan bir kabile olması muhtemel Yağmalar Isık gölün güney-batısında, sonraları Ta-las civarında, Barsgan ötesinde, Kaşgar havalisinde ve Maveraünnehir'de oturan Çiğiller; yine Karluklara bağlı bir kabile olarak, Isık göl-Çu ırmağı arasında görülen Tohsılar; Toharistan, Gazne, Belh, Sicistan-Kuzey Hindistan'da, Ak-Hunların torunlan olduğu bildirilen Kalaçlar; Kaşgar-Bala-sagun-Talas-Fergane arasında: Argu, Yabaku, Çomııl, Iğrak, Çaruk, Ezgiş, Kençek vb. toplulukları aslında hep "Doğu Türk" kolları olup Gök-Türklerle bağlantılı bulunuyorlardı.
Ayrıca Karluk, Yağma, Çiğil karması olarak ve Aşına ailesinden inen hükümdar sülalesi ile Kara-Hanlı hakanlıkları;
Vaktiyle aynı toplulukta yer alan çeşitli Türk grupları yolu ile: Gazneliler devleti;
Harezmşahlar ; Hindistan Türk devletleri; ve Oğuz boylan yolu ile;
Büyük Selçuklu împaratorluğu, Selçuklu devletleri, Atabeylikler, Türkmen beylikleri, Kara-koyunlu ve Ak-koyunlu devletleri, Kadı Burhaneddin, Ramazan-oğullan, Dulkadırlılar, Berçem-oğulları ve Y***lular, îran'da Av-şar, Kaçar hanedanları vb. Anadolu beylikleri, Osmanlı împaratorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti;
Hep Gök-Türk hakanlığının kavmî, sosyal, idarî, askerî ve kültürel varisleri olmuşlardır. Bu durum çeşitli Türk kütleleri arasında, bilhassa 11. asırdan itibaren 200 yıl süren göçleri ile bütün Orta-doğu sahasını tutarak yukarıdaki siyasî teşekkülleri ve Anadolu'da ebedî bir Türk vatanı kuran Oğuz zümresinin Türk, îslam ve dünya tarihindeki seçkin mevkiini ortaya koyar.
 
Çırağan Sarayı'nın Mimari özellikleri Süslemesi
Çırağan Sarayı

Çırağan Sarayı'nın Mimari özellikleri

Üslup ve Planı

Çırağan Sarayı, 1863-80'li yıllarda yaygınlık kazanmış olan oryantalist üslubun en önde gelen örneklerinden birini teşkil etmektedir. Geç dönem Osmanlı mimarlığına egemen olan eklektik üslup anlayışı 1860 sonrasında oryantalist eğilimlerin de katılımcılarıyla daha da çeşitlenmiştir. Geçen yüzyılda batı dünyasında büyük ilgi ve beğeni kazanarak farklı türlerdeki yapılarda uygulanmış olan oryantalizm, Türkiye'de ilk kez Sultan Abdülaziz döneminde çok sayıda yapıda uygulanmış ve Osmanlı bezeme geleneğine de yabancı düşmediğinden doğal olarak beğeni kazanmıştır.

Batı Avrupa çıkışlı olan bu modanın İstanbul'daki yansımasında özellikle Mağrib mimarlığı izlerinin baskın unsur olduğu gözlenmektedir. Model alınan, aynı içerikli Avrupa Oryantalizminin ilk ve ana kaynağının İspanya'daki Elhamra Sarayı olması, bu yapıyı Osmanlı örneklerinde de dolaylı olarak pay sahibi yapmıştır.

Sarayın iç ve dış mekânların arasında üslup açısından farklılıklar gözlenir. Cephede klasik vurgular arasında neo-gotik motifler kullanılmıştır. İç mekânlar ise oryantalist bir anlayışla düzenlenmiştir.

Saray plan açısından başlıca dört kısma ayrılır. Bunlar; Mabeyn, Yatak ve Valide Daireleri'nden oluşan Büyük Saray-ı Hümayun, Harem Dairesi, Ağalar Dairesi ve çeşitli yapılardan oluşan müştemilatı. Sarayın bulunduğu alan 115 metre genişliğinde 664 metre uzunluğunda olup toplam 76.360 m2 lik bir alanı kaplamaktaydı.

Büyük Saray-ı Hümayun; bodrum kat dahil üç kattan oluşmuştu. Toplam olarak 9.850 m2 lik bir alanı kaplıyordu. En üst katta birbirinden şekil itibariyle farklı yapılmış, fakat büyüklükleri birbirine yakın olan üç sofası vardır ve üçü de merkezi tiptedirler. Her birinin deniz ve kara tarafında eyvanlar vardır. Yalnız Ortaköy tarafındaki bölümdekinin o tarafa nazır bir eyvanı daha vardır. Bölümler merdivenlerin iki tarafına alınmış çifte koridorlarla birbirine bağlıdır. Merdivenler iç aydınlıklardan ışık alırlar. Odalar her sofanın dört köşesine muntazam bir şekilde taksim edilmiştir. Yalnız kara tarafından ayrıca bölünmüşlerdir. Binanın planı cephede tamamiyle ifade edilmiştir. Planda mihverler gayet tertiplidir. Orta sofanın cephesi iki yandakilerden biraz daha geniş tutulmuştur. Selamlık hamamı bütünüyle dışarıya çıkarılmıştır.

Binanın cephe düzenlenmesinde, 120 m.'ye varan uzunluğunun ortası çökmüş görünmemesi için, optik bir düzenlemeye başvurulmuş ve orta kısım biraz yükseltilip iki yana doğru hafif eğilim vererek düzeltilmiş bir algılama sağlanmıştır. Tek bir kitleden oluşan cephe ritmik bir düzen içerisindedir. Pencereler boyut bakımından birbirinin aynıdır. Salon, oda ve balkonlu oda pencereleri yalnızca üst kısımlardaki dekoratif biçimler bakımından ayrılır.

Saraya deniz tarafında iki yönlü büyük mermer merdivenlerle girildiği gibi, öteki yönlerinde de mermer merdivenler bulunmaktadır. Deniz tarafındaki merdivenlerle "Direkli Salon"a girilir. Bu salon 40 m. uzunluğunda, 20 m. genişliğinde ve 14 m. yüksekliğindeydi. Sarayın dış cephelerinde ve içinde 1.300 mermer, porfir, somaki direk bulunuyordu. İçinin duvarları tümüyle beyaz, pembe ve yeşil mermer ile işlenmişti.

Harem dairesi, büyük Saray-ı Hümayun dairesi gibi bir bodrum ve iki ana kattan oluşmaktaydı. Toplam on dört odadan oluşan yapı, 6.180 m2 büyüklüğündeydi. Ağalar Dairesi de yine bodrum, birinci ve ikinci katlardan oluşuyordu. Ağalar Dairesi'nin toplam büyüklüğü 2.400 m2 idi.

Sarayın, cadde üzerinde bulunan köprü ile birleştiği noktada vaktiyle bir Çini Köşkü mevcuttu. 1905 yılı tamiratında harap bir vaziyette olduğu için çinileri sökülüp muhafaza altına alınmış ve 360 m2 büyüklüğündeki yapı yıkılmıştı. Yine, rıhtımda "Mermer Köşk" adında bir yapı daha mevcuttu. Bu da önce 1888 ve daha sonra 1905 yıllarındaki tamiratlarda yıkımına karar verilen yapılardan biriydi.

Sarayın muhafaza duvarları kısmen taş ve kısmen dökme demirlerden oluşmaktaydı. Rıhtımda bulunan üstü parmaklıklı muhafaza duvarları Marsilya taşından inşa olunmuştu. Muhafaza duvarlarının toplam uzunluğu 3.070 m. idi.








Süslemesi

Çırağan Sarayı süsleme açısından oldukça zengin bir görünüşe sahipti. Saray içerisinde ağırlıklı olarak geometrik süslemeler kullanılmıştı. Temelde saray, bütün yönleriyle birbiriyle uyum içinde olan bir düzene sahiptir. Mobilyasından kapılarına, pencerelerinden sütunlarına ve halılarından tavanlarına varıncaya kadar bilinçli bir süsleme anlayışı içerisindedir.

Sarayın tasarımını yapanlar, genel olarak bütün sarayın bir geometri armonisi içerisinde ayrı ayrı unsurlarda hemen hemen aynı motifi kullanarak muazzam bir denge yakalamışlardı. Bu ince tasarım sarayın inşa faaliyetleri sırasında birer birer siparişleri verilen her üründe kendini göstermekteydi.

Sarayın inşası devam ederken, Gördes ve Uşak'a sipariş olunan halıların kontratında bir nokta dikkati çekmektedir. Kontratın ikinci bendinde istenilen halıların özellikleri sayılırken, halılarda bulunması istenilen ve "şeşper" adı verilen altıgen bir madalyonun üzerine vurgu yapılmakta ve gösterilen bu motifin uygulanmasına dikkatle riayet olunması istenmekteydi.

Çırağan Sarayı ile aynı anda yapılmış olan Beylerbeyi Sarayı için böyle bir siparişte bulunulmamıştı. Dolmabahçe Sarayı için dahi motifleri belirtilerek halı siparişi verilmemişti. Burada Çırağan Sarayı için özel olarak halı dokutturma konusunun asıl nedeni , saray içerisindeki önceden plan ve programı yapılmış olan ortak süsleme dengesini yakalama kaygısıydı. Nitekim halılarda kullanılan motifin hemen aynısı sarayın tavanlarına da uygulanmıştır.

Sarayda kullanılacak olan mobilyalar da özel olarak yaptırılmıştı. Dolmabahçe Sarayı için yurt dışından birçok mobilya getirtilmesine rağmen, Çırağan Sarayı için böyle bir durum söz konusu değildi. Bunun nedeni de; yine sarayda uygulanması düşünülen süsleme bütünlüğünü sağlayabilmekti. Bunu sağlamanın tek yolu da , halı siparişinde olduğu gibi, mobilyada da istenilen tarz ve kumaşın kullanılarak saray için en ideal formda üretimi yapabilecek birine bu işi havale etmekti. Sarayın Doğramacıbaşısı Vortik Kemhaciyan'a, sırf bu amaca yönelik olarak Beşiktaş'ta bir atölye açılmış ve mobilyalarla birlikte, sarayın kapı, dolap ve pencerelerinin üretimi de kendisine verilmişti.

Sarayın iç süsleme dengesi ile , dış cephe arasında farklılıklar vardır. İçerde bulunan geleneksel motiflere yakınlık ve şark havası, dışarda yerini gotik ve neo-klasik anlayışa bırakır. Cephe süslemesinde kullanılmış olan sütunların rumilerle süslü zar başlıkları ve pencerelerin üst kısmını süsleyen gotik havalı ajur şebekeler yapıya özel bir üslup kazandırmıştır. Döşeme seviyesine kadar inen pencere boşluklarından tam ortadaki diğerlerinden hiçbir fark gözetmeksizin giriş haline getirilmiştir. Merdivenin iki kolunun sarayın cephesine dayandığı bölümü, pencereler, arasına yerleştirilmiş, ileri fırlayan sütunlarla olduğu kadar pencere ayağı sütunlarla da belirginleştirilmiştir. Deniz cephesinde, iki yanda kanatların orta kısımları da aynı şekilde sütunlarla vurgulanmıştır. İki katın arasında ileri fırlamış olan silme, bütün cephe boyunca devam eder, sütunlarla dışarı taşkın olan kısımlarını da dolaşır ve cepheyi hareketlendirir. Ajurlu ve düz panolarla süslenmiş geniş ve ağır bir korniş üstten sarayı taçlandırır. Yakından bakıldığında gotik espiri ile geliştirildiği görülen zarif bir friz iki katı ayıran silme ve kornişin altında iki sıra halinde dolaşır.

Çırağan Sarayı'nın iki saltanat kapısı son derece haşmetlidir. Fakat bu haşmet ve büyüklük kapıların zarafetinden hayret edilecek şekilde hiçbir şey kaybettirmez.

Yol üzerinde yer alan köprü iki saltanat kapısı arasındadır. Taştan yapılmış olup üstleri kemerlidir. Bu kemerler sekiz sütun ve aynı sayıdaki payeler üzerinde yükselmişlerdir. Payeler kare olduklarından her bir köşesine birer çift mermer yekpare sütun isabet ediyor. Bunlar kapıların sütunlarının aynı modelindedir. Köprünün korkuluğu da taştan olup geometrik kabartmalarla süslenmiştir.

Sonuç olarak, Batı sanatı etkisi ile yenilikler arayan ve yerli motifleri ve elemanları değişik bir şekilde yeniden yorumla¤¤¤¤¤ bir üsluba ulaşan XIX. yüzyıl Osmanlı mimarisi, bu üslubu Çırağan Sarayı'nda en güzel ve zarif şekilde uygulanarak dönemin en güzel saray yapısını meydana getirmiştir.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol puff
Geri
Üst