Dünyanın En Güzel Aşk Hikayesi! Louis Aragon/Cemile

ashli

Bayan Üye
Cemile, ikinci dünya savaşının üçüncü yılında Kursk ile Oreldun meydanında savaşın güç aldığı dönemlerde Talas’ın Kürküröö köyünde yaşanan aşk hikayesidir. Ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov, hikayeye adını verdiği Cemile isimli genç bir kadının savaşın zor ve yokluk yıllarında, herşeyden önce törenin yasaklarına rağmen yaşadığı aşkını kayinbiraderi Seyit’in dilinden anlatır.

Cemile, Bakayır köyündeki yılkıcının kızı. Bizim Sadık da yılkıcı idi. Yayladaki çobanların düyününde Kız Kovalama oyununa katılmış, Cemile’ye yetişemediği için namusundan onu kaçırdığını duymuştum. Eltilerinin, “Öyle değil ikisi de severek evlendiler” dediklerini de hatırlıyorum. Ne olursa olsun onlar sadece üç dört ay birlikte yaşadılar, sonra da Sadık abimi askere götürdüler.

Cemile güzel, canlı, hareketli, büyüklerine saygılı, ancak kimseden de sözünü esirgemeyen bir kadındır, bu karakterleriyle de kayınvalidesinin güvenini ve saygısını kazanmıştır. Köyün bütün delikanlıları, özellikle cepheden geri dönenler ona hayrandır. Savaşın bu zor günlerinde köyün bütün işleri çocuklara ve kadınların üzerine kalır.

Bir gün eve geliyordum, yaklaştığımda annemle köydeki toprakların işlenmesinden sorumlu olan Orozmat’ın nedendir tartışmakta olduğunu gördüm. Orozmat yengemin harmandan savaş meydanına gidecek buğdayları arabayla istasyona taşıması için annemi ikna etmeye çalışıyordu. Annem yengemin bu kadar zor işleri yapmasına karşıydı. “Bırakın gelinimin elindeki orağına dokunmayın, zaten yalnızlığın acisını çekiyor, iki ailenin güçlükleri baş kaldırtmıyor” diye inat ediyordu. Fakat sonunda idareci Orozmat benim ve köyümüze yeni gelen Danyar’ın yengeme yardımcı olmamız şartıyla annemi bu işe ikna etti. Yanımda yengem iş yapıyorsa ne güzel olurdu diyen çocukça bir düşünceyle o an yengemi yakından tanımak için iyi bir fırsat yakaladığıma sevinmiştim. Fakat, bu işin sonunun nasıl sona ereceğinden ne annemin ne de benim haberim vardı.

Köy halkının yeni akraba diye seslenmeye başladığı uzun boylu Danyar, küçükken yetim kalmıştır. Oldukça içine kapalı, yaralı olduğu için cepheden ata yurduna geri gönderilmiş bir Kazak gencidir.

İdareci Orozmat’ın dediği gibi artık Cemile, kayınbiraderi Seyit ve Danyar bir ekip halinde harmandan istasyona yük taşımaya başlarlar. Sabahın erken saatlerinde at arabasına buğday çuvallarını yükleyip Ağustos’un sıcak güneşi altında saatlerce yol alırlar. Birbirinden güzel renkleriyle bürünmüş tabiatın içinde, geniş tarlaların çakıllı yollarından, yaklaşık yirmi kilometrelik yolu aşıp aşağıdaki Kara Dağ’ın boğazından geçerek istasyona gelirler. Dönüşte yeni yeni parlayan yıldızların ışığında düşüncelere dalmış bu üç kişiye arabanın gıcırtıları, taşlara çarpan tekerleklerin takırtıları, çağıldayan dere ve zaman zaman söylediği türkülerle Danyar’ın yanık sesi eşlik ediyordu....

Savaşın birleştirdiği bu üç insanın erzak taşımaları sonbahara kadar devam etti. Ağustosun erken saatleri, yirmi kilometrelik mesafeye at arabayla birlikte gitmeler, akşam yorgun dönüşler, birlikte oturup kalkmalar, dinlenmeler bunlara gönül birliği verdi. Bu gönül birliği gittikçe Cemile ile Danyar’ın kalbinde gizlice gelişti. Danyar, belki imkansız deye düşündüğü içindir ne kadar saklamaya çalışsa da onun türküleri osuz yalnızlık çeken aşkını itiraf ediyordu. Cemile ise ak oramalı hürmeti bu sevdadan çekilmek istedi, yuvasına vefalı olmaya çalıştı. Fakat aşksız orda mesut olamayacağını anlayınca yeni yeşeren aşk filizlerini kalbine gömmektense Danyar ile memleketini terk etmeye karar verdi. Onlar aşk ümitleri ile Kürküröö’den uzaklaşırken bir tek Seyit görmüştü.

Akşam üzereydi, sahilde fundalığın arasında resim çizip oturuyordum. Bir vakit başımı kaldırdığımda sahilin karşısına geçmekte olan iki kişiye gözüm çarptı. Onların Cemile ile Danyar olduğunu hemen tanıdım. Nedendir bir şeyden yüzünü saklıyormuş gibi gidişatları vardı.

Bunlar bizim köyü bırakıp kaçmakta olduğunu anladığımda yüreğim sızladı. Şoke oldum, arkasından bakarak durduğum yerde kaldım. Ne yapacağımı bilemiyordum, seslenmek istedim fakat dilim damağıma tıknamış gibiydi.

Danyar ile Cemile arkasına hiç bakmadan demir yolu kavşağına doğru hızlı ilerliyorlardı. Onlar ilerledikçe ilerledi uzaklaştıktan bir vakit sonra çiğin arasından görünmez oldu.

İşte o an aklım başıma geldi.

-Cemile-e-e-e! diye var gücümle seslendim.

Hüzünlü tarlanın üzerinden: “e-e-e!” yankıları geliyor arka arkaya, sonra da dertli dertli basılıyordu ancak.

-Cemile-e-e-e diye tekrar acılı seslendim. Sonra yerimden fırladım, onların peşinden koştum. Suyu su demedim, çizmeli, üstü başımla suya atladığımda dayanılmaz soğuk suyun sıçramaları yüzüme, bütün boyuma geliyordu. Herşeye rağmen peşinden koştum. Bir vakit ayağım birşeye çarpıp, bir anda yüzümle yere düştüm. Öylece başımı kaldırmadan, yüzümü kapatarak hüngür hüngür ağlayıverdim. Altımdaki nemli toprak koklanan yer, elimi, yüzümü üşütüp, akşamın karanlığı sırtıma ağrını yüklemiş gibi, nefesim boğulup, çiğler ile acımı paylaşarak, etrafımda hüzünlü ses çıkartıyorlardı. Deminki Cemile’ye seslendiğim ses hala hüzünlü tarlanın üzerinden yanıklıyormuş gibi kulağımdan gitmiyor.

-Cemile, Cemile! - diye çocukça hıçkırıklarla, en yakın, en değerli kişilerim ile vedalaşıyordum. Ancak o anda, ben yerde ağlıyorken, kendimin de Cemile’ye aşık olduğumu anladım.

Evet, belki bu benim çocukluktaki en temiz, en saf sevgimdir!

Yüzümü göz yaşlarımdan nemlenmiş yenime kapatarak, uzun müddet ağladım. Baktımki, ben o anda sadece Cemileler ile vedalaşmamışım, kendimin çocukluk çağlarımla da vedalaşıyormuşum meğer.

Bir gün evde oturmuş, okulun duvar gazetesi için resim yapıyordum. Annem de yanımda soba yakıyordu. İşte o sırada ansızın kapı açılıp Sadık abim odaya daldı. O kadar öfkeliydiki, o öfkeyle bana doğru yürüdüğünde omzuna astığı kaputu uçup yere düştü.

- Bunu kim yaptı? diye elindeki kağıdı gözüme sokarak sordu.

Şaşırmıştım. Bu benim harmanda, kurşun kalemle Danyar ile Cemile’yi çizdiğim ilk resimdi. Onlar o anda bana canlı canlı bakıyorlardı sanki.

- Ben yaptım.

- Ya bu, bu kim?

- Danyar.

- Hainsin sen! diye haykırdı yüzüme.

Sinirden kendini tutamayan Sadık abim resmi parça parça yırttı ve kapıyı çarparak çıkıp gitti. Evin içini uzun ve sıkıcı bir sessizlik kapladı, sonra annem üzüntülü sesiyle:

- Sen biliyor muydun? diye sordu.

- Evet, biliyordum.

Annem sobaya dayanıp bana öyle şaşkın, öyle suçlayıcı bakıyordu ki... Kesilecek parmağı sonuna kadar keseyim diye ben: “Onların resimlerini yine yapacağım” dedim. Annem sesini çıkarmadı, acı ve çaresizlik içinde başını sallayıp yere eğdi.

Saçılıp yere düşen kağıt parçalarına bakarak, içimi yakan açıya dayanamıyordum. Ben kime ihanet ettim! Niçin hain oluyormuşum ben! Peki, ailemiz, soyumuz için “hain” olayım fakat ben insanî gerçeğe, hayatın gerçeğine, o iki insanın gerçeğine ihanet etmedim! Ben hayatın gerçeklerine karşı her zaman adaletli davranmışımdır. Benim bu iyi niyetimi kimse anlamazdı ki, onu halka açıklayamazdı bile, çünkü canımdan artık seven annem de anlamıyordu.”


Bu makale daha önce 'Kardeş Kalemler Dergisi'nde yayınlanmıştır
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst