_KUL_
Kayıtlı Üye
Dünyadaki rızkın farklı yaratılmasına ve hayvanların kesilip yenilmesine Allah’ın rahmeti nasıl izin
Fakir-zengin sınıfların olması, imtihanın bir gereği olduğu kadar sosyal hayatın da zorunlu bir yansımasıdır. Çünkü, yaratılışının gereği olarak sosyal bir varlık olan insanlar, toplu halde yaşamak durumundadır. Onları bir arada tutan şey ise, birbirlerine olan ihtiyaçlarıdır. Herkesin muhtaç olduğu -giyim-kuşam, yiyecek, içecek, mesken vs.- ihtiyaçlarını tek başına yerine getirmekten uzak olduğu ortadadır.
Genel bir prensip olarak ifade edecek olursak; işçinin işverenin parasına ihtiyacı olduğu gibi, işverenin de işçinin işgücüne ihtiyacı vardır. Eğer böyle olmasaydı “Sen ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa?” atasözünde olduğu gibi bir durum ortaya çıkacaktı ve hayat olmazdı.
“Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar. Halbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir kısmının diğer bir kısmını çalıştırması için, kiminin derecesini kimine üstün kılan, Biziz. Senin Rabbinin rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 43/32) mealindeki ayette bu sosyal hayat kanununa işaret edilmiştir.
Hayvanların kesilip yenmesine gelince;
a. Evvela, Allah kâinattaki mülkün tek sahibidir. Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.
b. Bir insan kalkıp da “Neden Allah beni Hz. Cebaril gibi bir melek yapmadı?!” deme hakkına sahip olmadığı gibi, bir karınca da kalkıp “Neden Allah beni bir insan olarak yaratmadı!?” deme hakkına sahip değildir. Her varlık, var edildiği için Allah’a medyun-u şükrandır.
c. Kesilip yenen hayvanlar, hayvanlık mertebesinden insanlık mertebesine terakki etmektedir. Daha önce pek çok şeyin farkında olmayan parçaları, hücreleri insanın vücuduna girdikten sonra, insanlık şuurundan istifade edecek duruma gelmiş olur.
d. Cenab-ı Hak, -insanlarda olduğu gibi- hayvanlara ebedî yaşama aşkını vermediği için ölüm olayı onları o kadar ürkütmez. Hayvanlar kesilirken bile, az bir acı hissetmek isteseler de, fazla acı çekmemeleri için o hisleri de giderilmiş olur.
e. Bütün hayvanların da ruhu bakî kalır. Her bir nevin ruhları belli bir cesede konularak cennette girecektir. Bu kadar büyük bir mükâfat karşılığında onlardan da bazı fedakârlık istemek fazla bir şey olmasa gerektir.
f. Kıt bilgimizle, kısa aklımızla algılayamadığımız o sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın merhametini töhmet altında bırakmak, şefkatini müteessir etmek, kulluk şuuruyla bağdaşmaz. Kur’an’ın bize öğrettiği, her surenin başında Rahman ve Rahim olarak bize takdim ettiği Allah’a iman ettikten sonra, O’nun adalet ve merhametine güvenmek, hikmetini bilmediğimiz şeyleri O’nun sonsuz ilmine havale etmek en tutarlı yoldur.
g. Bu dünya tarlasının verdiği bütün insan ve hayvan mahsulleri mahşer meydanında toplanacaktır. Şu var ki, hayvanların bedenleri hesap safhasından sonra toprak olacaklar, ama ruhları baki kalacaktır. Dünya hayatında her hayvan kendisine takdir edilen vazifesi aksatmadan yerine getirmesinin mükafatını ahirette ruhani bir lezzet olarak tadacaktır. Bu lezzetin mahiyetini bilmemiz elbette imkansızdır. Zira bu dünyada hangi hayvanın bu hayattan ne gibi haz duyduğunu, nasıl lezzet aldığını da bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey varsa o da ahiretin bu dünyadan üstünlüğü nispetinde orada alınacak lezzetlerin ve duyulacak hazların da çok ileri bir seviyede olacağıdır.
Nur Külliyatında, hayvanların yaratılış gayeleri ne ise onu en güzel şekilde icra edecek tarzda bir terbiyeden geçirildiklerine ve her türlü meşakkate katlanarak görevlerini ömürleri boyunca yerine getirdiklerine dikkat çekilerek, ahiret hayatında onların da kendilerine mahsus bir mükafat görecekleri şu ifadelerler nazara verilir:
"... Sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar." (Sözler, 203)
Fakir-zengin sınıfların olması, imtihanın bir gereği olduğu kadar sosyal hayatın da zorunlu bir yansımasıdır. Çünkü, yaratılışının gereği olarak sosyal bir varlık olan insanlar, toplu halde yaşamak durumundadır. Onları bir arada tutan şey ise, birbirlerine olan ihtiyaçlarıdır. Herkesin muhtaç olduğu -giyim-kuşam, yiyecek, içecek, mesken vs.- ihtiyaçlarını tek başına yerine getirmekten uzak olduğu ortadadır.
Genel bir prensip olarak ifade edecek olursak; işçinin işverenin parasına ihtiyacı olduğu gibi, işverenin de işçinin işgücüne ihtiyacı vardır. Eğer böyle olmasaydı “Sen ağa, ben ağa, bu ineği kim sağa?” atasözünde olduğu gibi bir durum ortaya çıkacaktı ve hayat olmazdı.
“Senin Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar. Halbuki bu dünya hayatında onların maişetlerini aralarında taksim eden, bir kısmının diğer bir kısmını çalıştırması için, kiminin derecesini kimine üstün kılan, Biziz. Senin Rabbinin rahmeti onların topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.” (Zuhruf, 43/32) mealindeki ayette bu sosyal hayat kanununa işaret edilmiştir.
Hayvanların kesilip yenmesine gelince;
a. Evvela, Allah kâinattaki mülkün tek sahibidir. Mülk sahibi mülkünde istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir.
b. Bir insan kalkıp da “Neden Allah beni Hz. Cebaril gibi bir melek yapmadı?!” deme hakkına sahip olmadığı gibi, bir karınca da kalkıp “Neden Allah beni bir insan olarak yaratmadı!?” deme hakkına sahip değildir. Her varlık, var edildiği için Allah’a medyun-u şükrandır.
c. Kesilip yenen hayvanlar, hayvanlık mertebesinden insanlık mertebesine terakki etmektedir. Daha önce pek çok şeyin farkında olmayan parçaları, hücreleri insanın vücuduna girdikten sonra, insanlık şuurundan istifade edecek duruma gelmiş olur.
d. Cenab-ı Hak, -insanlarda olduğu gibi- hayvanlara ebedî yaşama aşkını vermediği için ölüm olayı onları o kadar ürkütmez. Hayvanlar kesilirken bile, az bir acı hissetmek isteseler de, fazla acı çekmemeleri için o hisleri de giderilmiş olur.
e. Bütün hayvanların da ruhu bakî kalır. Her bir nevin ruhları belli bir cesede konularak cennette girecektir. Bu kadar büyük bir mükâfat karşılığında onlardan da bazı fedakârlık istemek fazla bir şey olmasa gerektir.
f. Kıt bilgimizle, kısa aklımızla algılayamadığımız o sonsuz merhamet ve şefkat sahibi olan Allah’ın merhametini töhmet altında bırakmak, şefkatini müteessir etmek, kulluk şuuruyla bağdaşmaz. Kur’an’ın bize öğrettiği, her surenin başında Rahman ve Rahim olarak bize takdim ettiği Allah’a iman ettikten sonra, O’nun adalet ve merhametine güvenmek, hikmetini bilmediğimiz şeyleri O’nun sonsuz ilmine havale etmek en tutarlı yoldur.
g. Bu dünya tarlasının verdiği bütün insan ve hayvan mahsulleri mahşer meydanında toplanacaktır. Şu var ki, hayvanların bedenleri hesap safhasından sonra toprak olacaklar, ama ruhları baki kalacaktır. Dünya hayatında her hayvan kendisine takdir edilen vazifesi aksatmadan yerine getirmesinin mükafatını ahirette ruhani bir lezzet olarak tadacaktır. Bu lezzetin mahiyetini bilmemiz elbette imkansızdır. Zira bu dünyada hangi hayvanın bu hayattan ne gibi haz duyduğunu, nasıl lezzet aldığını da bilemiyoruz. Bildiğimiz tek şey varsa o da ahiretin bu dünyadan üstünlüğü nispetinde orada alınacak lezzetlerin ve duyulacak hazların da çok ileri bir seviyede olacağıdır.
Nur Külliyatında, hayvanların yaratılış gayeleri ne ise onu en güzel şekilde icra edecek tarzda bir terbiyeden geçirildiklerine ve her türlü meşakkate katlanarak görevlerini ömürleri boyunca yerine getirdiklerine dikkat çekilerek, ahiret hayatında onların da kendilerine mahsus bir mükafat görecekleri şu ifadelerler nazara verilir:
"... Sair zîruh ve hayvanatın dahi, kendilerine mahsus vazife-i fıtriye-i Rabbaniyelerinde ve evamir-i Sübhaniyenin itaatlerinde telef olan ve şiddetli meşakkat çeken zîruhların, onlara göre bir çeşit mükâfat-ı ruhaniye ve onların istidadlarına göre bir nevi ücret-i maneviye, o tükenmez hazine-i rahmetinde baîd değil ki bulunmasın. Dünyadan gitmelerinden pek çok incinmesinler, belki memnun olsunlar." (Sözler, 203)