SuskunDervis
Kayıtlı Üye
"Dua,salt bizim isteklerimizi kazanmamızın aracı değil,belki bizzat bir aşkın göstergesidir de. Genellikle felsefi,bilimsel ve düşünsel araştırma,tahlil ve incelemeler sonucu elde edilemeyen şeyler,aşk ile,secgiliye bağlanma ile ve içten bir samimiyet ile,ondan,yani sevgiliden,yani Allah'tan başkasını bırakmayla elde edilebilir.Bu nedenle 'Allah,yaşam ve varlık gibi iki yüce sırrın yaratıcısıdır.Ve iki büyük mucize olan yaşam ve varlık O'ndandır.bu deyim çok güzeldir.Bu mefhumu biz çok yakından biliyoruz.Bizim hikmet ve irfanımızda var olan mefhum...Fakat böyle arifçe,güzel,latif ve derin bir sözün laboratuvarsal ve fizyolojik organların foknsiyonel çalışmalarına yaşamını adamış biri tarafından söylendiği için farklı bir değer taşımaktadır.Ve bu derin ve arifçe sonuca laboratuvarsal çalışmalara sonucu ulaşmak elbette çok önemlidir.Yaşam ve varlık mucizesi kendisinden gelen ve sırrını bilen Allah; aklın kavrayamadığını anlamak istemeyenlerin gözünden kendini gizlerken;salt vermek isteyen,bu amaçla kendisine yönelenlere aşikar olur."
Onlar,bilginin yolunu mantıksal düşünce ve akla bağımlı bilirler.Onlar,yaşamın sırrını,evren-ruh ve varlığın anlamını da sözkonusu çerçeve içinde tahlil etmek ve mantıksal sonuçların dar çerçevesine sıkıştırmak isterler.Bunu da,madde,fizik ve kimya kanunlarına uygun algılama çabasındadırlar.Ve böylelerine göre Allah'ın varlığını kavramak çok zordur.Fakat,sevginin,aşkın, fedakarlık ve samimiyetin anlamını kavrayanlar,iyice kavrayanlar için Allah'ı tanımak çok kolaydır. Nasıl?Bir gülün kokusunu algılamanın rahatlığıyla!... Allah'ın huzurunda olduğumuzu duyabilir ve duyabiliriz ki,her yer O'nunla dopdoludur.O her yerde vardır.
"Bir kilisede toplu ibadetler bitmiş,tüm halk çıkmış,tüm sandalyeler boşalmıştı. Yalnız salonun en arka sıralarında bir kişi oturuyordu.Ne filozof,ne doktor,ne ruhban...Sade,köylü bir adam!Papaz yanına giderek,'Burada ne yapıyorsun?' diye sorunca,'Ben O'na bakıyorum,O da bana...' diye karşılık verdi."
Derin felsefi düşünce ve yargılar karşısında gizlenen Allah,dostça,sade bir duygu ve arı-yüce bir aşka karşın açıkça ve aydınlık bir biçimde kendini hissettirir.Dua etmek,değer verilen bir aşkın, duyarlı olmanın ve sevmenin tecellisidir.Aynı zamanda,güvenmenin,inanmanın ve tanımanın da yoludur da dua...Bununla beraber Carrel'in algıladığı ve tanımladığı biçimiyle dua;aşkın, isteğin ve insan ruhundaki arzunun tecellisidir.Aşk:Yani ne?Dileme:Yani ne?Bu cümleyi açıklamam gerekir.
Insanın üstünlük derecesi,yaşam boyu yediklerinde değil;o insanın yüce istekleri olmasına, eksikliklerini duymasına ve olgunluğa talip olmasına bağlıdır.Ve insan,duyarlı,titiz bir biçimde kendini ölçebilir.Yani herkes belli bir ölçüye göre daha insani özellikler,daha mükemmel istekler, daha olgun ve daha yüce bir duruma sahip olabilir.Basit insanların istekleri basit;büyük insanların istek ve arzuları da büyük olur.Bu ince gerçeğin anlamına uygun realite şudur: Zengin olanların duaya daha çok ihtiyaçları vardır.
Burada bir örnekleme yapalım:Ali'nin değeri,onun diğerlerine göre istek ve yakarışlarının azlığından değildir.Belki,daha yüce,daha üstün arzuları duyması oranında Ali,başkalarından daha değerli olabilir.Daha üst düzeyde arzular taşıması gibi,varlığında bulunan eksikliklerin bilincinde oluşu ve başkalarının buna benzer duyarlılık ve bilinci göstermemesi oranında değerlenir.
Bilimde de böyledir.Herkes bildikleri ölçüsüne göre bilgin değildir.Belki evrende meçhul olanları duyuşu oranında bilgindir.Ben yere ve göğe baktığımda pek fazla meçhul şeylerle karşılaşmıyorum: Niye gök buharlıdır?Neden yağmur yağdırmadadır?Niçin yıldızlar o yükseklikte duruyorlar?Niçin bulutlar bu biçimdedir?Fakat çağı tanıyan bir astronomi bilgini gökyüzünde binlerce meçhul yakalayabilir ve bulabilir.
Evrenin hareketini;bir kervan gibi,yetenekli bir biçimde olgunluğa ve hedefine varmak isteyen hareketini,büyük Allah'a yücelişini,çok uzaktan bile görünen ağlar üzerinde doğal kaleler gibi duran bulutların varlığını,bunların Allah'a yönelişini görüp duyan bir büyük ruh,"hayretler" içinde kalır. "Korku-ürperti" duyar.Bu duyguları;belleği,varlığın sonsuz sofrasının eteğini yakalayabilen, duyarlılık ve kavrama yeteneğien sahip olan bir kalp duyabilir,bulabilir.
Işte bu nedenle İslam Peygamber'inin şöyle yakardığını görüyoruz:
"Allah'ım!Benim hayretimi arttır."Bu tip bir "hayret" doğuşu tanımaksa,doğuşu unutmak ve bilmemek de perişanlıktır! Ürpermeyle karışık korku(haşyet), Allah'ın azametini hayretle kavramakken,salt korku,sapıklık ve günahla malul olmaktır.Ve dört parmaklık basit ruhların özetidir.
Işte böyle ruhlar;gönüllerin kapasitesi bir yüzüğün hacmi kadar olmasına rağmen,düşüncelerin hareketinden görüşlerinin doğruluğuna kadar çok rahat ve kendilerinden emindirler.Bu akik yüzük ile bir iyilik ortamına yükseldiklerini,ya da bir türbeyi ziyaret etmek,bir yemek vermek,bir kaç kuruş sadaka vermek,bir kaç geleneksel dua okumakla,kendilerini "İlm'ul-Yakıyn" okyanusunda ve "hurilerin kucağında" sanırlar!Onların hayalleri,evren,insan ve dünyadan daha çok ahiret,hesap ve mizanla doludur.Sanki "sırat köprüsünün" sahibi onlardır ve cennetin melekleri beyefendilerin(!) etrafında fır-fır dönüyorlar.Bunlar,"Evren ve Gök" adlı kitabı etüd etmekle tüm maddi dünya ve tabiatı,ilk yaratılış anından kıyamete kadar,elbiselerinin cebi gibi tanımış olurlar."Tarihlerin Neshi" gibi tüm tarihleri yok sayan kitabı okumakla; Adem'den kıyamete kadar tüm insanlık tarihini, içtikleri su gibi bildiklerini sanırlar."Ahiret'in Menzillerini" öğrenmekle de ölümün ilk anından kıyametin kopmasına kadar geçen zamanı ve tüm ahireti,bir coğrafya bilgininin dünyayı titiz bir dikkatle inceleyişinden daha titizce öğrenmiş ve ahireti de karış karış bilmiş olurlar.En sonunda da "Cennetin Anahtarları" ile bütün cennet kapılarının anahtarlarını elde etmiş olurlar.Bunları elde eden,bilen,öğrenen biri daha ne ister?!
Görüyorsunuz ki,yakarma,istek ve duanın en hafifi bile en küçük belirsizlik ihtimaline;bir anlık bir şüphe tasavvuruna,kendisinde,dünyasında, pratiğinde, eyleminde ve yazgısında yer vermez.Fakat "sine,bilgilerin kalabalıklığı ile sıkılmış",düşünceleri göğün yollarına aşina olan,hayretler içindeki insan,kendine ait yeryüzünün yollarından-pratik,dünyevi ve kişisel çıkarların,geleneklerin yolu,bir sınıfın maslahatı için yaşama anlamına-ansızın,evindeki yumuşacık yataktan gece yarıları kaçar ve sinesini hafakanlar kaplar,şehrin etrafındaki ağaçlıklarda gizlenir.Gecenin gönlünde Allah'ın varlığı, cazibesi,cemal,ululuk ve melekutu ile başbaşa,kendi bayağılık ve istekleri karşısında inlemeye başlar ve kendinden geçer.
Sözkonusu ölçülere uygun dua eden,daha üstünü,daha yüceyi,daha uzağı gördüğünden kendi geri aklmışlığının farkındadır.O,kemalin,yüceliğin her aşamasında durabildiğinden,kendini daha geri, daha istekli,daha yalvarır,daha arzulu,yüce ufuklara ve mutlak yüceliğe,varlığın yüceliğine aşık bir durumda bulur.Fakat tüm çaba,düşünce ve bakışı evinin dört duvarını ve mahallesini aşmayan bir kimse,geri kalmışlık,çöküş ve alçaklıktan korkuyu asla duymaz. Alçaklıkla vahşileşen biri çöküşten nasıl korku duyar?Dağın yüce doruklarını görebilen,fakat duyduğu tırmanma isteği bir-iki metreyi aşamayan bir kişi,bu azıcık tırmanışla başarı ve gururla dolacağından ruhu da istekli ve susuz olmaz.
Tüm bu korkular,bu korku ve yalnızlıktan kaçışlar,tüm bu kendinden geçmeler, Ali gibi susuz, dertli,uyanık bir ruhun belirtileridir.Dua da yalnızlık arayışları;insani tahliller,akıl,bilim ve felsefe üstü bir olgudur ve kabule layıktır.Yoksa Ali gibi birinin Medine'de yalnızlık arayışı,O'nun büyük ruhunun karanlıkta,korkudan kendinden geçtiği anlamını hiçbir zaman ifade etmez.Belki bu;bir aşık ruhun,aynı zamanda bir büyük ruhun,salt Medine toplumunda değil,salt Arap toplumunda değil, M.S.VII.yüzyıl ortalarında değil ve yalnızca insanlığın varlığında değil,belki Allah'ın sonsuz varlığında,varlık ve duygusunu hisseden bir ruhun;"kendi varlığının" çerçevesinden varoluşunu dışarıya aktarması,yansıtması olayıdır.Bu ruh,-aydınlığını yitirmiş bir şule,güneşten uzak düşmüş bir gezegen gibi-acı çeken,korkmuş,ürperti duyan,isteyen,dua ve inlemeye talip olma duygusuyla iç içe bir ruhtur.
Bu,yani aşk,yani kendi başlangıcından,mutluluğundan,dosdoğru yerden, vatanınan ayrılmış olmanın göstergesi!Budur bence aşkın anlamı. Aşk; hayret, kaçış,ışıksız kalma,uzak düşmedir.Aşk;bağlanma,bağlanışı yenilemek içindir. Kuru,kesilmiş ve garip "ney"in inleyişi, kamışlar arasına tekrar dönebilme arzusundan ve isteğindendir.
Onlar,bilginin yolunu mantıksal düşünce ve akla bağımlı bilirler.Onlar,yaşamın sırrını,evren-ruh ve varlığın anlamını da sözkonusu çerçeve içinde tahlil etmek ve mantıksal sonuçların dar çerçevesine sıkıştırmak isterler.Bunu da,madde,fizik ve kimya kanunlarına uygun algılama çabasındadırlar.Ve böylelerine göre Allah'ın varlığını kavramak çok zordur.Fakat,sevginin,aşkın, fedakarlık ve samimiyetin anlamını kavrayanlar,iyice kavrayanlar için Allah'ı tanımak çok kolaydır. Nasıl?Bir gülün kokusunu algılamanın rahatlığıyla!... Allah'ın huzurunda olduğumuzu duyabilir ve duyabiliriz ki,her yer O'nunla dopdoludur.O her yerde vardır.
"Bir kilisede toplu ibadetler bitmiş,tüm halk çıkmış,tüm sandalyeler boşalmıştı. Yalnız salonun en arka sıralarında bir kişi oturuyordu.Ne filozof,ne doktor,ne ruhban...Sade,köylü bir adam!Papaz yanına giderek,'Burada ne yapıyorsun?' diye sorunca,'Ben O'na bakıyorum,O da bana...' diye karşılık verdi."
Derin felsefi düşünce ve yargılar karşısında gizlenen Allah,dostça,sade bir duygu ve arı-yüce bir aşka karşın açıkça ve aydınlık bir biçimde kendini hissettirir.Dua etmek,değer verilen bir aşkın, duyarlı olmanın ve sevmenin tecellisidir.Aynı zamanda,güvenmenin,inanmanın ve tanımanın da yoludur da dua...Bununla beraber Carrel'in algıladığı ve tanımladığı biçimiyle dua;aşkın, isteğin ve insan ruhundaki arzunun tecellisidir.Aşk:Yani ne?Dileme:Yani ne?Bu cümleyi açıklamam gerekir.
Insanın üstünlük derecesi,yaşam boyu yediklerinde değil;o insanın yüce istekleri olmasına, eksikliklerini duymasına ve olgunluğa talip olmasına bağlıdır.Ve insan,duyarlı,titiz bir biçimde kendini ölçebilir.Yani herkes belli bir ölçüye göre daha insani özellikler,daha mükemmel istekler, daha olgun ve daha yüce bir duruma sahip olabilir.Basit insanların istekleri basit;büyük insanların istek ve arzuları da büyük olur.Bu ince gerçeğin anlamına uygun realite şudur: Zengin olanların duaya daha çok ihtiyaçları vardır.
Burada bir örnekleme yapalım:Ali'nin değeri,onun diğerlerine göre istek ve yakarışlarının azlığından değildir.Belki,daha yüce,daha üstün arzuları duyması oranında Ali,başkalarından daha değerli olabilir.Daha üst düzeyde arzular taşıması gibi,varlığında bulunan eksikliklerin bilincinde oluşu ve başkalarının buna benzer duyarlılık ve bilinci göstermemesi oranında değerlenir.
Bilimde de böyledir.Herkes bildikleri ölçüsüne göre bilgin değildir.Belki evrende meçhul olanları duyuşu oranında bilgindir.Ben yere ve göğe baktığımda pek fazla meçhul şeylerle karşılaşmıyorum: Niye gök buharlıdır?Neden yağmur yağdırmadadır?Niçin yıldızlar o yükseklikte duruyorlar?Niçin bulutlar bu biçimdedir?Fakat çağı tanıyan bir astronomi bilgini gökyüzünde binlerce meçhul yakalayabilir ve bulabilir.
Evrenin hareketini;bir kervan gibi,yetenekli bir biçimde olgunluğa ve hedefine varmak isteyen hareketini,büyük Allah'a yücelişini,çok uzaktan bile görünen ağlar üzerinde doğal kaleler gibi duran bulutların varlığını,bunların Allah'a yönelişini görüp duyan bir büyük ruh,"hayretler" içinde kalır. "Korku-ürperti" duyar.Bu duyguları;belleği,varlığın sonsuz sofrasının eteğini yakalayabilen, duyarlılık ve kavrama yeteneğien sahip olan bir kalp duyabilir,bulabilir.
Işte bu nedenle İslam Peygamber'inin şöyle yakardığını görüyoruz:
"Allah'ım!Benim hayretimi arttır."Bu tip bir "hayret" doğuşu tanımaksa,doğuşu unutmak ve bilmemek de perişanlıktır! Ürpermeyle karışık korku(haşyet), Allah'ın azametini hayretle kavramakken,salt korku,sapıklık ve günahla malul olmaktır.Ve dört parmaklık basit ruhların özetidir.
Işte böyle ruhlar;gönüllerin kapasitesi bir yüzüğün hacmi kadar olmasına rağmen,düşüncelerin hareketinden görüşlerinin doğruluğuna kadar çok rahat ve kendilerinden emindirler.Bu akik yüzük ile bir iyilik ortamına yükseldiklerini,ya da bir türbeyi ziyaret etmek,bir yemek vermek,bir kaç kuruş sadaka vermek,bir kaç geleneksel dua okumakla,kendilerini "İlm'ul-Yakıyn" okyanusunda ve "hurilerin kucağında" sanırlar!Onların hayalleri,evren,insan ve dünyadan daha çok ahiret,hesap ve mizanla doludur.Sanki "sırat köprüsünün" sahibi onlardır ve cennetin melekleri beyefendilerin(!) etrafında fır-fır dönüyorlar.Bunlar,"Evren ve Gök" adlı kitabı etüd etmekle tüm maddi dünya ve tabiatı,ilk yaratılış anından kıyamete kadar,elbiselerinin cebi gibi tanımış olurlar."Tarihlerin Neshi" gibi tüm tarihleri yok sayan kitabı okumakla; Adem'den kıyamete kadar tüm insanlık tarihini, içtikleri su gibi bildiklerini sanırlar."Ahiret'in Menzillerini" öğrenmekle de ölümün ilk anından kıyametin kopmasına kadar geçen zamanı ve tüm ahireti,bir coğrafya bilgininin dünyayı titiz bir dikkatle inceleyişinden daha titizce öğrenmiş ve ahireti de karış karış bilmiş olurlar.En sonunda da "Cennetin Anahtarları" ile bütün cennet kapılarının anahtarlarını elde etmiş olurlar.Bunları elde eden,bilen,öğrenen biri daha ne ister?!
Görüyorsunuz ki,yakarma,istek ve duanın en hafifi bile en küçük belirsizlik ihtimaline;bir anlık bir şüphe tasavvuruna,kendisinde,dünyasında, pratiğinde, eyleminde ve yazgısında yer vermez.Fakat "sine,bilgilerin kalabalıklığı ile sıkılmış",düşünceleri göğün yollarına aşina olan,hayretler içindeki insan,kendine ait yeryüzünün yollarından-pratik,dünyevi ve kişisel çıkarların,geleneklerin yolu,bir sınıfın maslahatı için yaşama anlamına-ansızın,evindeki yumuşacık yataktan gece yarıları kaçar ve sinesini hafakanlar kaplar,şehrin etrafındaki ağaçlıklarda gizlenir.Gecenin gönlünde Allah'ın varlığı, cazibesi,cemal,ululuk ve melekutu ile başbaşa,kendi bayağılık ve istekleri karşısında inlemeye başlar ve kendinden geçer.
Sözkonusu ölçülere uygun dua eden,daha üstünü,daha yüceyi,daha uzağı gördüğünden kendi geri aklmışlığının farkındadır.O,kemalin,yüceliğin her aşamasında durabildiğinden,kendini daha geri, daha istekli,daha yalvarır,daha arzulu,yüce ufuklara ve mutlak yüceliğe,varlığın yüceliğine aşık bir durumda bulur.Fakat tüm çaba,düşünce ve bakışı evinin dört duvarını ve mahallesini aşmayan bir kimse,geri kalmışlık,çöküş ve alçaklıktan korkuyu asla duymaz. Alçaklıkla vahşileşen biri çöküşten nasıl korku duyar?Dağın yüce doruklarını görebilen,fakat duyduğu tırmanma isteği bir-iki metreyi aşamayan bir kişi,bu azıcık tırmanışla başarı ve gururla dolacağından ruhu da istekli ve susuz olmaz.
Tüm bu korkular,bu korku ve yalnızlıktan kaçışlar,tüm bu kendinden geçmeler, Ali gibi susuz, dertli,uyanık bir ruhun belirtileridir.Dua da yalnızlık arayışları;insani tahliller,akıl,bilim ve felsefe üstü bir olgudur ve kabule layıktır.Yoksa Ali gibi birinin Medine'de yalnızlık arayışı,O'nun büyük ruhunun karanlıkta,korkudan kendinden geçtiği anlamını hiçbir zaman ifade etmez.Belki bu;bir aşık ruhun,aynı zamanda bir büyük ruhun,salt Medine toplumunda değil,salt Arap toplumunda değil, M.S.VII.yüzyıl ortalarında değil ve yalnızca insanlığın varlığında değil,belki Allah'ın sonsuz varlığında,varlık ve duygusunu hisseden bir ruhun;"kendi varlığının" çerçevesinden varoluşunu dışarıya aktarması,yansıtması olayıdır.Bu ruh,-aydınlığını yitirmiş bir şule,güneşten uzak düşmüş bir gezegen gibi-acı çeken,korkmuş,ürperti duyan,isteyen,dua ve inlemeye talip olma duygusuyla iç içe bir ruhtur.
Bu,yani aşk,yani kendi başlangıcından,mutluluğundan,dosdoğru yerden, vatanınan ayrılmış olmanın göstergesi!Budur bence aşkın anlamı. Aşk; hayret, kaçış,ışıksız kalma,uzak düşmedir.Aşk;bağlanma,bağlanışı yenilemek içindir. Kuru,kesilmiş ve garip "ney"in inleyişi, kamışlar arasına tekrar dönebilme arzusundan ve isteğindendir.