Dört Yılı Dört Kelimeye Sığdırmak

LaNéDLy qHz

Bayan Üye
Öyle ânlar vardır ki; kelimeler kifâyetsiz, ifadeler kısır kalır. Kelimelere yüklenen mânâ ortamın sıcaklığıyla buharlaşıp uçuverir gökyüzüne. Dudaklardan kelimeler dökülürken, süzülüverir göz pınarlarından inciler. İnci-mercanların yerini kısa cümleler, parıltılı açıklamalar alır. Yetmez! Gerdana dizilen inciler misâli uzun cümlelere ve dakikalara sürecek şerhlere müracaat edilir. O da yetmez! Usturuplu metinlere, saatler alacak süslü konuşmalara yer verilir.

İşte o ânlardan birini burada, siz mezunların huzurunda, yaşıyoruz. Yaşanan dört yıl için bir insanlık romanı yazılsa; tanıdık mekânlarda, sınıfta, yurtta, derste, gezide hep siz olsanız. Romanın başından sonuna, siz olsanız ve sizi destanlaştırsak. 'Manas Destanı' kadar veya ondan daha uzun mısralar sıralasak. Dutar veya saz, bazen de yanık bir ney eşliğinde geçen günlerimizi dillendirsek ve maziyi dinlesek...

Sizin ilim ve edep kapısından sevinçle girdiğiniz, bakışların donuk, heyecanların taze, tavırların çekingen, düşüncelerin biraz sisli olduğu günlere -geçmek bilmeyen hoş sohbetler ettiğimiz gecelere- gitsek...

İlk çaylarla kaynayan muhabbete, ilk piknikle coşan duygulara, derste anlattığımız ilk kaplumbağa hikâyesi ile hikmetli dakikalara, nüktelerle beraber sıcak tebessümlere doğru yol alsak. Bahçemizdeki kırmızı güllerin arasında kırmızı, yeşil çaylarla, sevgi-dostluk yudumlasak. Oradan bindiğimiz bir arabayla Mari'ye talebemiz Vepa'ya misafir olsak. Tabcan'da ballı çaylarımızı, güler yüzlü ailesiyle birlikte yudumlasak. Gitmişken Hz. Yusuf Hamedani'yi, Hz. Zülküfül'ü (as) ziyaret etsek, dualar okusak. Oradan Bayramali'deki Serdarlara, başımıza taç ettiğimiz Efendiler Efendisi'nin ismini taşıyan Taç Muhammed Ağabey'imize ve huzur kokan hânesine uğrasak. "Oğlum önceden sokaktan eve girmezdi, sokak kültürüyle yetişmişti. Siz ona edep, ilim öğrettiniz. Kurbandan beri eve gelmiyor. Sizinle kalıyor. Ve şimdi bizi daha çok seviyor. Ne zaman gelseniz; kapım açık, arabam emrinize âmâde!" diyen ağabeyimizle kucaklaşsak ve omuzlarına bir iki damla gözyaşı bıraksak... Ve sular yükselse, seccademiz bir kayık gibi bizi alsa Bahr-ı Hazar'a bıraksa. Balıklı pilava kaşıklarımızı daldırsak, bir süre Batırlarda kalsak...

Gönül kuşumuz havalansa uçsa uçsa, Mahtumkulu'ya ders veren İdris Baba'nın türbesinin bulunduğu mekâna -bizleri saatlerdir bekleyen Nobat Bey'in ailesinin yanına- bir tül gibi iniverse. "Kızımın yayımlanmış şiir kitabı var. Başka üniversiteler imtihansız almak istedi. Ama, o ısrarla sizi tercih etti. Başlangıçta bazı şüphelerim vardı. Sizi tanıyınca, kızımdan yaptıklarınızı dinleyince; kızımın Aşgabat'ta ikinci bir babasının olduğunu anladım. Allah razı olsun. Bizden ne gibi hizmet gerekiyorsa biz hazırız." Sıcak sözlerle sıcak çöl ekmeğinin, gömmenin tadına, kavak dallarının hışırtısı arasında varsak...

Bir gün aldığımız acılı haberle mahzunlaşsak, dilimizde dualarla demir kuşumuz soğuk ve acılı bir günde Daşoğuz'a yavaşça konsa. Mercan'ın ailesine tâziyelerimizi yürek sözleriyle bildirsek. Ve kısa bir sessizlik...

Daşoğuz caddelerinde kısa bir gezinti. Ve sonrası bir apartman dairesinde Narıbay Bey'le öğretmenlik mesleğini konuşsak. Mergenlerin evine uğrayamasak da, babası ile okulda kucaklaşsak, nasihatlerini bir bir yudumlasak...

Yola devam etsek. Bir sabah serinliğinde Şıhı Ağabeylerin kahvaltı sofrasının etrafına kurulsak. Eşikten girer girmez bir koşuşturmacaya şahit olsak. "Hocam, siz haber vermeseniz de, içime doğdu geleceğinizi biliyordum! Şimdi nasip olursa bir kızımı daha size vereceğim. Oğlum da Türkiye'de üniversite okuyacak. Küçük oğlum Türkçe öğrenmeye başladı bile! Sizler bize örnek oldunuz. Kardeş Türkiye ile tanıştırdınız." Yudum yudum içtiğimiz muhabbetten sonra yola revan olsak ve tak tak sesinden sonra Türkmenbaşı etrafında tatlı bir telâş başlasa, "Hocam, pilavı ocağa şimdi koyduk, tadına bakmadan sizi yollamam! Tâ Aşgabat'tan geldiniz! Bizde âdettir evin küçüğü tarafından yemek öncesi sofra başında eller yıkanır. Havlu tutulur." Serdarlarda Daşoğuz pilavını beklerken sohbete dalsak, narin ibrikten dökülen su ile ellerimizi yıkasak ve tekrar buluşmak üzere ayrılsak...

Bir gün değil, birçok gün Aşgabat'ta Arslan Baba'ya uğrasak. Göz göze baksak, gözden gönüle bir köprü kursak. "Kızım size emanet. Siz iyi bilim ve terbiye veriyorsunuz. Biz sizden razıyız. Benim ne pazarım, ne de ilgilenecek vaktim var."

Şimdi de hep beraber Anadolu'dan gelen Cemile arkadaşımızın evine misafir olsak. Sarmaların, baklavaların, su böreğinin tadına, bir Anadolu türküsü eşliğinde varsak. Ve Anadolu'yu, yürekleri sevgi ile yananları hayırla yâd etsek.

Birlikte üniversite koridorlarında dolaşırken hoş bir seda işitsek. Ali Avcı Bey'in bir Yesevî dervişi edasıyla saçtığı hikmetli bilge sözlerine, kulak versek:

"Bismillah dip beyan eyley hikmet aytıp.
Taliblerge dürr-ü güher saçtım muna"

Bitmek bilmeyen Yunus misâli hoşgörüsüne sığınarak, "Eski Anadolu Türkçesi" dersine destursuz giriversek.

Az sonra "Eski Türk Edebiyatı" dersinde Şadi Bey'in gür sesini işitsek. Yanan yüreğimize Fuzûlî'nin bir beyiti ile su serpse:

"Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su.
Kim bu denlü dutuşan odları kılmaz çare su"

(Ey gözüm, gönlümdeki ateşlere gözyaşımdan su saçma/Çünkü böyle, alev alev tutuşan ateşlere su fayda vermez.)

Saatler geçse... Yeniliklere açık, talebelerine âşık Çelegen Bey şimşek hızıyla sınıfa dalsa, Monna Rosa'yı okusa:

"Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyveler sabırla olgunlaşırmış."
Ardından gülücükler, rozalar dağıtsa.

Tam teneffüse çıkarken, lâtif insan Ahmet İhsan elinde taze bahar yapraklarıyla gelse, Türkiye Türkçesinde mânâları zarifçe dizse...

Ardından, Karacan Bey sert bir şekilde içeri girse; ödevlerin yapılmadığını görünce yağsa gürlese. Şiddetli yağmurdan sonra, gün çıksa ve sabırla içindeki bahar tomurcuklarını saçsa, saçsa...

Tam o esnada, heyecan fırtınasında, duyguların doruğunda, bir alkış tufanı arasında, dün salonda perdeye geldiği gibi; yüzünde hiç eksik olmayan tebessümüyle eskimeyen Rektörümüz Yusuf Erdoğan hocamız kapımızı çalsa... Babacan tavrıyla içeri dolsa, kıssadan hisselerle vaktimizi doldursa, ak bir sayfa açsa ve gözyaşlarıyla bizi yıkasa...
Teneffüsü unutsak, son zil çalmasa, 'Edebiyat İkliminde Seyahat'e çıksak. Sevgi dili Türkçe ile dostluk ve kardeşlik türküleri ve şiirleri okusak. Muhabbetle yeşeren düşlere, tatlı hayallere dalsak, gül kokuları yayılsa ve hiç uyanmasak...

İşte, Ak şehirde bir rüya bitti. Hayırlısıyla tam dört yıl geçti.
İşte, şimdilik son dört kelime: Evet arkadaşlar, ders bitti!
İsterseniz tılsım bozulmasın, mutlu yarınlar için de dört kelime söyleyelim: Allah yolunuzu açık etsin!

Biz dünyalık değil ukbalık olduğumuza göre; geçici ayrılığımıza son noktayı koyan dört kelime: İnşallah, sizlerle Cennet'te buluşuruz!
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
bypuff
Geri
Üst