Fichte, 1794'te hâlâ tazeliğini koruyan bu cümleleri yazmıştı:
"İnsanların özgürlüğünü benimsemek istememenin anlamı, insan özgürlüğü felsefesini algılayamamaktır. Bu da yaşayan insanlarla özgür bir toplumu oluşturmaya eğilimli olmadığımızı, onları, sanki hayvan mışlar gibi, istila altında tutmak istediğimizi gösterir. İşte tam burada kendi toplumsal eğilimimizle ters düşeriz. Toplumsal eğilim? Hangi toplumsal eğilim? Aşkın bir toplumsal eğilim bizde hiç olmamıştır, böyle birşey hâlâ bizde oluşmamıştır... Özgürlüğün ve
insanî yaşamın bizde olgunlaştığından söz edemeyiz, yoksa yanımızda en çok görmek istediğimiz şey kölelikten kurtulmuş diğer insanlar olurdu, oysa biz köleyiz ve kölelere sahip olmak isteriz."
Fichte'nin söyledikleri erkek-kadın ilişkilerinde de geçerlidir. Demek bu ilişki ağını kırmak sadece kadınların görevi değil, erkekler de özgürlüğe kavuşmak için, köle olmaktan kurtulmak için aynı biçimde çaba göstermeliler.
Erkek egemen bir toplumda "bakanlar" sadece erkeklerdir, çünkü bakma eylemi sadece gücü elinde tutanın tekelindedir. Kadınlar ise böyle bir toplumda ikiye ayrılır: Ya yosma(şeytanî)dırlar, ya da ulaşılamayan ulvî bir metafizik... çünkü erkeklerin, kendi-olmayan kadınlara ihtiyaçları var, erkeklerin zihinsel birer imgesi olan kadınlara. Bu iki tip kadın hayata devam etmek için biri birine gerek duyarlar. Edebiyatta bile durum bundan çok farklı değil, orada da
bakan, gören yine erkektir. Kadın bakmaya niyetlenirse, önce kadınlığını unutmak zorundadır. Simone de Beauvoir'ın dediği gibi "Kadınlar, kadın olarak doğmaz, kadın haline getirilir." Kadın
olacak kişi her zaman bakılacağı bilincine varır. Bunu sadece hormonal dengeler kuramına başvurarak açıklamak yetersizdir, asıl hızlandırıcı etken toplumsal denge(sizlik)lerdir. Kadın bu süreçte kendine erkek gözüyle bakmayı öğrenir, kendinden yabancılaşır, iktidar odakları olan erkeklerle özdeşleşir. Sonunda, kazanan, kadın iradesi dışında onun içine sinsice nüfuz edeniktidar olur, kadın iktidarı benimsemeye başlar: Aynı zamanda hem iktidarın öznesi olur,
hem de onun nesnesi.
Bu makineyi durdurmak için ağır bedeller ödemelidir, bunda en ufak bir şüphe yok: Coplanmaktan söz etmiyorum bir tek; yıkılmak, sonsuz bir yalnızlığı kabullenmekten söz ediyorum. Bu bedelleri ödeyenler olmuştur. Hayatı, düzeni, dili yıkmaya çalışan
kadınlardan bahsediyorum:
"Parçalanmak
en aşağılık zerrelerinden güneşler doğan
o birlik içindeki vücudun sırrıydı
"İnsanların özgürlüğünü benimsemek istememenin anlamı, insan özgürlüğü felsefesini algılayamamaktır. Bu da yaşayan insanlarla özgür bir toplumu oluşturmaya eğilimli olmadığımızı, onları, sanki hayvan mışlar gibi, istila altında tutmak istediğimizi gösterir. İşte tam burada kendi toplumsal eğilimimizle ters düşeriz. Toplumsal eğilim? Hangi toplumsal eğilim? Aşkın bir toplumsal eğilim bizde hiç olmamıştır, böyle birşey hâlâ bizde oluşmamıştır... Özgürlüğün ve
insanî yaşamın bizde olgunlaştığından söz edemeyiz, yoksa yanımızda en çok görmek istediğimiz şey kölelikten kurtulmuş diğer insanlar olurdu, oysa biz köleyiz ve kölelere sahip olmak isteriz."
Fichte'nin söyledikleri erkek-kadın ilişkilerinde de geçerlidir. Demek bu ilişki ağını kırmak sadece kadınların görevi değil, erkekler de özgürlüğe kavuşmak için, köle olmaktan kurtulmak için aynı biçimde çaba göstermeliler.
Erkek egemen bir toplumda "bakanlar" sadece erkeklerdir, çünkü bakma eylemi sadece gücü elinde tutanın tekelindedir. Kadınlar ise böyle bir toplumda ikiye ayrılır: Ya yosma(şeytanî)dırlar, ya da ulaşılamayan ulvî bir metafizik... çünkü erkeklerin, kendi-olmayan kadınlara ihtiyaçları var, erkeklerin zihinsel birer imgesi olan kadınlara. Bu iki tip kadın hayata devam etmek için biri birine gerek duyarlar. Edebiyatta bile durum bundan çok farklı değil, orada da
bakan, gören yine erkektir. Kadın bakmaya niyetlenirse, önce kadınlığını unutmak zorundadır. Simone de Beauvoir'ın dediği gibi "Kadınlar, kadın olarak doğmaz, kadın haline getirilir." Kadın
olacak kişi her zaman bakılacağı bilincine varır. Bunu sadece hormonal dengeler kuramına başvurarak açıklamak yetersizdir, asıl hızlandırıcı etken toplumsal denge(sizlik)lerdir. Kadın bu süreçte kendine erkek gözüyle bakmayı öğrenir, kendinden yabancılaşır, iktidar odakları olan erkeklerle özdeşleşir. Sonunda, kazanan, kadın iradesi dışında onun içine sinsice nüfuz edeniktidar olur, kadın iktidarı benimsemeye başlar: Aynı zamanda hem iktidarın öznesi olur,
hem de onun nesnesi.
Bu makineyi durdurmak için ağır bedeller ödemelidir, bunda en ufak bir şüphe yok: Coplanmaktan söz etmiyorum bir tek; yıkılmak, sonsuz bir yalnızlığı kabullenmekten söz ediyorum. Bu bedelleri ödeyenler olmuştur. Hayatı, düzeni, dili yıkmaya çalışan
kadınlardan bahsediyorum:
"Parçalanmak
en aşağılık zerrelerinden güneşler doğan
o birlik içindeki vücudun sırrıydı