Dil Anlaşmaları

BravehearTs

Kayıtlı Üye
Bana göre üç çeşit dil anlayışı vardır: Birincisi gramerciliktir. Bu anlayış, dili gramer yapısı üzerinden ele alır. Kelimeleri ve dilin fonksiyonlarını tespit edilen gramere uydurmaya çalışır. Sözcüklerin yaygın biçimde kullanılıp kullanılmamasını, anlaşılıp anlaşılmamasını dikkate almaz; onları gramer kaidelerine, kökenine göre değerlendirir. Ona uyanları doğru, uymayanları yanlış sayar. Halk bir sözcüğü gramere göre konuşmuyorsa o yanlıştır. Gramerciler genellikle tutucudurlar. Değişmeye karşıdırlar.

Mesela Darülfünun hocası Ahmet Naim “dikkat” kelimesini yanlış bulur ve buna “tahdik” denmesini isterdi. Gramerciler o kadar tutucudurlar ki yabancı dilden giren kelimelere dahi bunu uygularlar. Oysaki her dil giren yabancı kelimeleri kendisi mantığı ve fonetiği içinde kullanır. Arapçada ecnebi kelimelere “gayri munsarif” denir ve bunları farklı şekilde kullanırlar. Kendi söyleyişlerine uydururlar. Arapçaya birçok yabancı sözcük girmiş ve Arap boğazına uydurulmuştur. Arapçada mesela ç,g,j,p sesleri yoktur. Bunları ş,c,c ve f yaparlar. Platona Eflatun derler. Farsça olan günaha “cünah” derler. Bizde Osmanlıca hocası Faruk Kadri Timurtaş da bu anlayışta idi. Ahmet Naim’in yerine geçmişti. “Uydurmacıların” kullandığı bütün kelimeleri yanlış bulurdu. Türkçede “sal” eki yoktur derdi. Bu anlayışı genişletirsek kalabalık için “ğalebelik”, sahte için “sakte” dememiz lazım. “çünkü”yü de “çünki” olarak kullanmamız lazım. Çünkü doğrusu budur. Biz bazı kelimelerin zamanla nasıl değiştiğini gördük. Mesela çocukluğumuzda “gene” denirdi, bugün “yine” diyoruz. Atatürk’ün ölümü üzerine Orhan Seyfi’nin yazdığı ağıtta “gene on beş sene evvelki gibi gazi geliyor” diyordu. Her dil yabancı sözcükleri kendine uydurarak kullanır ve kendi kelimeleri de zamanla değişir. Bu kaçınılmaz bir olgudur. Değişmeyen diller gelişmeden mahrum kalır. Dilbilgisi bir dilin belli bir zaman dilimi içinde tespit edilen kaideleridir. Bnu kaideler ebedi değildir. Elbette dilin kullanılmasında keyfilik kabul edilemez. İkincisi tasfiyecilik anlayışıdır: Buna “arı dilcilik” de deniyor. Bu anlayışta olanlar dile sonradan girmiş bütün kelimeleri atmak, dili saflaştırmak isterler. Dile girmiş bütün yabancı kelimeleri atmaya çalışırlar. (Dünyada böyle bir dilin olmadığını görmezden gelirler). Bunların yerine bin sene evvel kullanılan sözcükleri bulup dolaşıma koymak isterler. Yerleşmiş olsa da kullanılan kelimelere düşmanlık yapar yeni kelimeler uydururlar. Bu tamamen uydurmacılık hareketidir. Temelinde ilkel bir ırkçılık vardır. Bu bir şovenizmle beraberdir. Bu hareket 30lu yıllarda başlatılmıştı. Bugün biraz azalmış görülse de hala bazı taraftarları var ve inatla halkı anlamadığı uydurma kelimeleri kullanmak istiyorlar ve kullanıyorlar. Burada bunların bir çelişkisini söyleyelim. Bu yabancı sözcüklere düşmanlık genellikle belli bazı dillere karşı olmaktadır. Türkiye’deki tasfiyecilik hareketi, eski kültürün baskısından kurtulmak ve yeni bir kültürü getirmek için kullanılmıştır. Yeni bir uygarlığa girmeyi kolaylaştıracak vasıta sayılmıştır. Mamafih tasfiyecilik anlayışının bazı yararlı yönleri de olmuştur. Eğer bunların bu aşırılıkları olmasaydı gerçekten suni ve anlaşılmaz bir dille konuşmaya ve yazmaya deva edecektik. Dilde özleşme çabaları bilindiği gibi Türkçülük akımıyla başladı. Dil çalışmaları Türkçülük akımının bir yan çalışması, onun bir uzantısı idi. Ziya Gökalp, Ali canip Yöntem, Ömer Seyfettin halkın anladığı bir dili esas aldılar. Yazı diliyle konuşma dili arsındaki uçurumu azalttılar. Dil gerçekten onların çalışmaları sayesinde güzel bir hale gelmişti. Fakat sonradan yapılanlar bu defa ifrata gitti ve tekrar halkın konuştuğundan farklı, aydın zümrenin kendi arasında yazdığı bir dil meydana geldi. Özellikle ilk dalga 30lu yılarda, ikinci dalga 60lı yıllarda olmuştur. Bunlar gramerciler gibi dil kurallarına uygun türetmeler de yapmıyorlar. Mesela “türe” kelimesini hukuka karşılık, “türel” kelimesini de hukukiye karşılık kullanıyorlar. Türeyi hukuk kabul edelim ama türel kelimesinin kökenini bulmakta zorluk çekiyoruz. Burada türesel olması gerekmez mi. Çünkü türel kelimesi türü hatırlatıyor. Bir iltibas (karıştırma) oluyor. Üçüncüsü dilbilim anlayışıdır. Dilbilim çalışmaları bilindiği gibi yirminci yüzyılın başlarında başlamıştır. (Dil felsefesi de o kadar geriye gitmez. Ondan bir elli altmış yıl öncedir). Dille ilgili diğer disiplinlere göre çok yenidir. Dilbilim dillerin yapıları, değişmeleri, kelime türetmeleri, kelimelerdeki anlam değişikleri hakkında nasıl bir süreç takip ettiğini, dil akrabalıklarını inceler. Kimseye bir şey dayatmaya çalışmaz. Dilin nasıl gelişip değiştiğini, hangi kurallara bağlı olduğunu bulmaya çalışır. Dilin bir canlı organizma gibi yaşadığını, onu zorlamanın yanlış olduğunu söyler. Dil bilimciler bir sözcüğün veya gramer kuralının doğru veya yanlışlığını onun kullanımına ve sağlamca yerleşmiş olmasına göre kabul ederler. Dili bir iletişim vasıtası görürler. Dilin esas fonksiyonu zaten budur. Diller arasında etkileşim, kelime alıp vermek kaçınılmazdır. Daha gelişmiş ve zengin dillerden böyle olmayanlara bir akış olur. Bunu zorlamalarla ve kanunlarla önleyemezsiniz. Aynen paranın ve ekonomik hareketlerin zorunluluğu gibi burada da bir zorunluluk vardır. Dil yasaları da fiziksel yasaların uzantısıdır. Bir dile yeni ve uydurma sözcükleri zorla yerleştirmeye çalışmak yanlış ve zararlıdır. Bir defa dil bütün kelimeleri kabul etmez. Yani zorlasanız bile bazı kelimeler tutunmaz. Zamanla bazıları tutunur, bazıları tutunmaz. Fakat bu hareketler düşünce ve kültürün akamete uğramasına, birkaç kuşağın kaybına sebep olur. Dilbilimciler uydurmacılığa karşıdır. Ancak uydurulmuş olan bir kelime yayılıp tutunmuşsa ona karşı gelmeye de karşıdırlar. Tekrar onu aslına döndürmeye çalışmazlar. Eskiler bu anlayışa “galatı meşhur, sahihi mahcurdan evladır” derlerdi. Manası şudur: yerleşip yayılmış yanlış sözcük, doğru olup kullanılmayan sözcüğe tercih edilir. Her kesin anladığı bir kelimeye hangi kökenden gelirse gelsin karşı çıkmak yanlıştır. Dilin gelişmesi için yeni kelimelere ihtiyaç vardır. Bu iki yoldan olacaktır: Biri icat edilen aletlere karşı o dilde onu karşılayacak yeni bir sözcük bulmak. Bu da o dilin ses uyumuna ve ahengine uygun olmalıdır. İkincisi o dili düzgün kullanan zevk sahibi yazarların, edebiyatçıların çalışmasıdır. Onlar dili inceltir, zarif, derin, melodili, kullanılışlı bir hale getirirler. Dili zenginleştirirler. Kelimelere yeni anlamlar katarlar. Bilim terimleri için ise oturup düşünmek lazımdır. Bir terim için kapsamını yeterince ifade edecek kelimeler bulmalıyız. Yoksa Türkçe'si İngilizce'sinden daha zor anlaşılır hale gelir. 9 NİSAN 2010
 
takipçi satın al
instagram takipçi hilesi
takipçi satın al
tiktok takipçi hilesi
vozol
antalya havalimanı transfer
Geri
Üst