Deniz Kirliliği Nedir?
Denizdeki biyolojik hayatın verimliliği ve sürekliliği suda oksijen ve ısı miktarı ile su ısısına bağlıdır. Bu üç fiziki kısmı belirleyen en kritik kısım ise yüzeyin ilk milimetreleridir. Bu bölgenin önemini şu şekilde açıklayabiliriz.
a-Suda oksijenin büyük çoğunluğu direkt olarak atmosferden gelir. Atmosferdeki oksijen miktarının sudan daha fazla olması nedeni ile aheste aheste atmosferdeki oksijen deniz suyu içinde çözülür ve akıntılar sayesinde denizin farklı derinliklerine dağılır. Bu atmosfer ile deniz arasındaki oksijen değişimi ise deniz yüzeyinde gerçekleşir.
b-Sudaki besin zincirinin en alt tabakası olan zooplanktonlar ve phitoplanktonlar fotosentez ile beslenir. Fotosentez için en gerekli öğelerden birisi ise güneş ışığıdır. Denize giren güneş ışığının önüne ne kadar az bariyer çıkarsa,güneş ışığı daha derine inebilir. Yani deniz yüzeyi ne kadar berrak ve temiz ise güneş ışığı da o kadar derin bölgeye ulaşabilir.
c-Deniz suyu sıcaklığı da eko-denge açısından çok önemli bir unsurdur. Deniz suyu ısısını hemgüneş ışığından hem de atmosferden alır. Atmosferle temas eden deniz yüzeyi atmosferin ısısını emer. Bu ısı alışverişinin miktarı ise deniz yüzeyinin ilk milimetrelerindeki temizliğe bağlıdır. Denizlerdeki kirlenme en yoğun deniz yüzeyinde görülür. Yukarıda açıklanan nedenlerle bu bölgede görülen aşırı kirlenme denizlerin soğuma kapasitesini zayıflatmakta,hava ve güneş ile temas etmeyen denizde eko-denge bozulmaktadır.
Böylece denizlerin gelecekteki potansiyeli yitirilmektedir.
Deniz Kirliliğine Neden Olan Unsurların Sınıflandırlıması
A-Denizin Havadan Kirlenmesi
Hava taşıtlarının yağlı atıkları genelde açık denize dökülmektedir. Ancak bu atıkların neden olduğu zararlar henüz çok önemli boyutlara ulaşmamıştır. Bu soruna en kısa sürede çözüm bulunacağı umulmaktadır.
Denizin havadan kirlenmesinin en önemli nedeni ise sanayiler veya konutlar tarafından oluşturulan hava kirliliğidir. Atmosfere bırakılan zehirli gazlar ve moleküller -kükürt gibi-asit yağmuru şeklinde deniz ve tatlı sularımıza karışmaktadır. Asit yağmuru,yağmurun atmosferden geçerken karşılaştığı gazlarla tepkimeye girerek bu doğa açısından zararlı olan molekülleri yeryüzüne geri indirmesidir.
B-Denizlerin Denizden Kirlenmesi
Deniz kirliliğine neden olan en önemli maddelerden biride akaryakıttır. Denizlere akaryakıt sürekli olarak gemilerdeki kaçaklardan girmektedir. Bu kaçaklar az miktarda oldukları için genelde eko sistemde çok ciddi bir soruna yol açmazlar. Henüz daha çok iyi bilinmeyen bir bakteri tarafından bu az miktardaki petrol zararsız hale getirilebilir. Asıl sorun deniz kazalarının sonucu büyük miktarlarda denize dökülen akaryakıttan kaynaklanır. Bu kazaların en bilineni 24 Mart 1989'da Alaska'da Prince William Sound'da meydana gelen Exxon Valdez kazasıdır. Bu kazada 10 milyon galonluk ham petrol okyanusa dokunulmuştur. Bu kazada dagözlendiği gibi büyük miktarlardaki akaryakıtın denizlere dökülmesindeki en büyük sorun kıyılarda görülmektedir. Sahil yüzeyini kaplayan petrol kum ve taşlarla yaşayan midye gibi deniz canlılarının oksijene ulaş-masına imkansızlaştırdığı için toplu ölümlere neden olur. Deniz yüzeyini kalın bir tabaka halinde kaplayan petrol denizle atmosfer arasındaki oksijen alışverişini engellediği için de deniz eko-sisteminde sorunlara yol açar. Ayrıca toksin özelliği olan petrol toplu balık ölümlerine neden olur. Yüksek miktarda petrol sindiren balıklar,kendileri ölmese bile besin zincirindeki bir üst canlı-deniz memelileri,deniz kuşları ve insanlar tarafından yenildiğinde bu canlıda da zehirlenmeye hatta ölüme neden olurlar. Exxon Valdez olayının Türkiye'deki bir benzeri de 1979 yılında İstanbul Limanında patlayan Indepentenda tankeridir. Bu tankın taşıdığı petrolİstanbul Boğazından başlayarak Marmara Denizi'nin büyük bir kısmına yayılmıştır. Bu kazayı takiben de Marmara Denizi'nde büyük miktarlarda balık ölümü gözlenmiştir.
C-Denizlerin Karadan Kirlenmesi
Karadan denize dökülen atıkları iki başlıkta toplamak mümkündür : domestik atıklar ve sanayi atıkları.Domestik atıklar daha çok arıtılmaksızın denizlere dökülen kanalizasyon sularıdır. Bu kanalizasyon suları organik madde içerirler. Bu organik maddeler suda bakteriler tarafından kuşatılır , kararlı ve zararsız inorganik bileşik haline dönüştürürler. Bu işlemi yapan bakteriler çoğunlukla aerob bakterilerdir ve sudaki oksijeni kullanırlar . Ancak suda ne kadar çok organik madde varsa bu bakterilerin sayıları da o kadar artar ve dolayısıyla sudaki oksijen miktarı da o kadar azalır . Bu tarz kirliliğin çok uç olduğu bölgelerde sudaki bütün oksijenin tükendiği , dolayısıyla toplu balık ölümleri gözlenmiştir . Oksijenin olmadığı sularda tek yaşayabilen bakteriler canlı anaerob bakterilerdir . Anaerob bakteriler artık olarak sülfür ürettikleri için suda çok kötü bir kokuya neden olurlar . Bu tarz bir kirlenmenin sonuçlarının Türkiye’ deki en iyi örneği Haliç’tir. Sudaki bütün oksijenin bitmesiyle çoğalan anaerob bakteriler Haliç’in o bildiğimiz kokusuna neden olmuştur. Su kirliliğine neden olan en önemli sanayi dalları , kağıt , kimya , petrol ve demir çeliktir. Bu sanayilerin deniz sularına attığı çözülebilen tuzlar , gazlar ve kimyasal maddeler organik moleküllerin arıtıldığı gibi doğal yollarla arıtılamazlar . Bu sanayi atıkları ayrıca kadmiyum , cıva ve kurşun gibi zehirli metaller de içerirler.
Sanayi tesislerinden denize verilen atıklar da , yarattıkları kirlilik nedeniyle tüm dünyada önemle tartışılmaktadır. Üretim teknolojisinin bir sonucu olarak , kullanılan kimyevi maddeler deniz ortamını hızla bozmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde daha yoğun yaşanan bu sorun , bütün ülkeleri etkileyerek zarara sebep olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde , temiz sanayiler kurarken , diğer yandan kirli sanayileri gelişmekte olan ülkelere aktarmaya çalışmaktadırlar. Teknoloji ve yer seçimi son yıllarda her zamankinden büyük önem kazanmıştır. Sanayi atıklarının çevreye verdiği zarar , sanayilerin ekonomiye yaptıkları katkıların bir kısmını getirmektedir. Karlılık hesaplarına bu zararlar dahil edilmelidir. Tesisin kuruluş aşamasında , verimlilik hesaplarına , çevrenin nitelikleri de dahil edilip , yer ve teknoloji seçimi konusunda yeterli dikkat ve özen gösterildiği takdirde , ekonomik ve toplumsal maliyeti asgariye indirmek ve karlılığı azamiye çıkarmak konusundaki çalışmalar başarıya ulaşacaktır.
Deniz kıyılarında kurulu termik ve nükleer enerji santralleri , deniz ekosisteminde dengesizliklere yol açtığı kanıtlanmış bir olgudur . Enerji santralleri çevresinde , konderserlerin soğutma suyunun devamlı olarak boşaltılması yüzünden deniz suyu ısısı yükselmekte ve ortamın doğal karakterin bozulmasına neden olmaktadır . Böylece , bölgede eko-denge yok olmakta ve bu da pek çok canlının kaybolmasına yol açmaktadır .
Isının yüksek olduğu bu ortamda , yosun türü bazı bitkiler hızla çoğalmaktadır . Deniz , akarsu ve göllerdekien belirgin kirlenme çeşitlerinden biri de işte bu aşırı üretim yani ötrofikasyondur .Suyun, yeşil ve bulanık bir renge dönüşmesine , kıyılarda yosun birikmesine yol açar. Aşırı ötrofikasyon durumunda , çok büyük miktarlarda yosun üremesi ve bu yosunların dibe çöküp ayrışması sonucu , dip sularında oksijen tükenir ve hidrojen sülfit gazı ortaya çıkar .
Akarsularda ve çoğu denizlerde sular sürekli karıştığı için , ötrofikasyon olayı genellikle hidrojen sülfit gazının çıkmasıyla sonuçlanmaz. Ancak Baltık Denizi gibi yarı kapalı ve özel yapısı nedeniyle suların fazla karışmadığı denizlerde ve önemli kanalizasyon girdisi olan çoğu körfez (İzmit Körfezi) ve göllerde ötrofikasyon ; su ürünleri , turizm ve rekreasyon değerlerinin yitirilmesi ile sonuçlanan önemli bir ekonomik sorun ortaya çıkar.
Türkiye’de ötrofikasyonun en iyi örneklerinden biri Köyceğiz Dalyan Gölü’nde görülür. Uzunca bir kanalla Ege’ye bağlanan Köyceğiz Gölü’nün 30 metreye kadar varan dip suları tuzlu ; yüzey suları ise tatlıdır .Tarım alanlarından , yörenin kasaba ve köylerinin evsel atıklarından göle eklenen organik atıklar besleyici tuzlar nedeniyle , ciddi bir ötrofikasyon problemi ortaya çıkmıştır . Ege ile su alışverişinin hemen hemen hiç olmayışı ve gölün yıllık tatlı su girdisinin azlığı nedeniyle gölün sularını kendi kendini yenileme kapasitesi azdır.
Besleyici tuzların gölü zenginleştirmesiyle artan alg (yosun) üretimi ve bu alglerinde dibe çöküp dipteki oksijen tüketilmektedir. Dolayısıyla dipte hidrojen sülfit gazı birikmektedir. Bu zehirli gaz da suyun kaynaşması ile zaman zaman yüzeye çıkarak hem kötü kokuların yayılmasına , hem de Köyceğiz Gölü’nde balık ölümüne neden olmaktadır. Köyceğiz Gölü’ndeki ötrofikasyon sorunu çözümü için ya giren sudaki fosfat konsantrasyonu azaltılmalı ya da suyun gölde kalış süresi kısaltılmalıdır. Köyceğiz Gölü’nün su girdi ve akıntısını değiştirmek çok zor ve masraflı olacağı için , yapılması gereken göle giren fosfat konsantrasyonunu azalymak olacaktır. Uzun vadede Köyceğiz Gölü’ndeki akıntının değiştirilmesi de Ege’de artan bir kirliliğe sebebiyet verir.
Tarımda kullanılan zehirli ilaçların , topraktan sulara karışarak denizlere , bu tür maddelerin çok kullanıldığı günümüzde,denizlerde tarımsal kökenli bir kirliliğin gündeme gelmesine neden olmaktadır .
Örnek olarak Doğu Akdeniz’in tarım ilaçlarıyla kirlenmekte olan bir deniz olarak nitelendirilmesi verilebilir . Bu zehirli maddeler , balıkların vücudunda depolanarak , insanların besin zincirine girmektedir. Bunu iki başlık altında inceleyebiliriz.
1) Biyolojik Birikimi Olmayan Maddeler
Bazı kirletici maddeler besin zincirinde birikirler , bazıları ise birikmezler . Bu iki grup madde arasında genel bir ayırım yapmak gerekir . Cansız çevreye çeşitli yollarla eklenen sentetik( insan yapısı ) maddeler ve diğer kirleticiler , çoğu kez havada ve suda iyice seyreltilerek organizmalara zarar vermeyecek düzeylere erişirler . Pek çok kirletici madde , ya ortamdaki urkroskobik ayrıştırıcı organizmaların etkisiyle ya da ortamda doğal olarak yer alan fiziksel ve kimyasal işlemler sonucu zararsız veya daha az zararlı bir şekle çevrilir . Örneğin azotlu gübre fabrikalarından yan ürün olarak çıkan ve zehirli bir madde olan amonyak , suda okside olur ; nitrik ve nitratlara dönüşerek kısa zamanda zehirli olmayan bir şekle gelir . Bazı kirleticiler ise , ne ortamda seyreltilerek düşük yoğunluklara ulaşabilir ne de doğal yahut biyolojik yollarla zararsız maddelere ayrıştırılabilir . Bu tür maddelerin besin zincirerinin değişik halkalarında bulunan tüketicilerin dokularında biriktiği görülür . Bazı kirleticilerin hava , su ve toprakta düşük miktarlarda bulunsalar bile , tüketicilerde giderek artan yoğunluklarda bulunması olayına biyolojik birikim denir .
Biyolojik olarak biriktirilen maddelerin başlıcaları DDT , PBC gibi sentetik organik kimyasallar , bazı radyoaktif maddeler ve bazı ağır metallerdir .
DDT ve türevi olan klorürlü hidrokarbonlar cinsinden tarım ilaçlarının önemi , ekosistemlerde çok uzun süre kalma ve yayılabilme özelliklerinden gelir . Ortamda çok uzun süre ayrışmadan kalan bu dayanıklı tarım ilaçları , sonunda çeşitli yollardan sulara karışır ; nehirlerle ve deniz akıntılarıyla çok geniş alanlara yayılırlar.
Türkiye denizlerinde yapılan çalışmalarda DDT ve benzeri tarım ilaçlarının deniz balıklarında biriktiği gözlenmiştir. Analizler sonucu elde edilen veriler ışığında , Karadeniz’in konu hidrokarbon insektisidleriyle kirlenmekte olduğu görülmüştür. Bunun da nedeni , DDT ve benzeri zehirlerin yağdan çözünme özelliği taşımasıdır.
Genel bir ekolojik kural olarak , çeşitli zehirli maddeler ; Baltık , Karadeniz ,Akdeniz gibi iç denizlerde, okyanuslardan daha yüksek konsantrasyonlara ulaşmaktadır.
2) Biyolojik Birikimi Görülen Maddeler
Deniz kirlenmesinde gemilerin payının önemi , büyük tankerlerin , kazalar ve karaya oturmaları nedeni ile denize dökülen ham petrol ve türlerinin deniz yüzeyine yayılarak sebep oldukları kirlenmelerin boyutları sayesinde anlaşılmıştır. Dünya deniz taşımacılığının %60’ı petrol nakliyatından oluşmaktadır. Bu tür nakliyatın özelliği gereği , taşınan yükün tamamı boşaltılamamakta , bir miktar artık tankların dibinde kalmaktadır. Tankerler, balastların %20’sini yarış limanı açıklarında denize basmakta ve kirlenmeye neden olmaktadırlar.
Denizdeki biyolojik hayatın verimliliği ve sürekliliği suda oksijen ve ısı miktarı ile su ısısına bağlıdır. Bu üç fiziki kısmı belirleyen en kritik kısım ise yüzeyin ilk milimetreleridir. Bu bölgenin önemini şu şekilde açıklayabiliriz.
a-Suda oksijenin büyük çoğunluğu direkt olarak atmosferden gelir. Atmosferdeki oksijen miktarının sudan daha fazla olması nedeni ile aheste aheste atmosferdeki oksijen deniz suyu içinde çözülür ve akıntılar sayesinde denizin farklı derinliklerine dağılır. Bu atmosfer ile deniz arasındaki oksijen değişimi ise deniz yüzeyinde gerçekleşir.
b-Sudaki besin zincirinin en alt tabakası olan zooplanktonlar ve phitoplanktonlar fotosentez ile beslenir. Fotosentez için en gerekli öğelerden birisi ise güneş ışığıdır. Denize giren güneş ışığının önüne ne kadar az bariyer çıkarsa,güneş ışığı daha derine inebilir. Yani deniz yüzeyi ne kadar berrak ve temiz ise güneş ışığı da o kadar derin bölgeye ulaşabilir.
c-Deniz suyu sıcaklığı da eko-denge açısından çok önemli bir unsurdur. Deniz suyu ısısını hemgüneş ışığından hem de atmosferden alır. Atmosferle temas eden deniz yüzeyi atmosferin ısısını emer. Bu ısı alışverişinin miktarı ise deniz yüzeyinin ilk milimetrelerindeki temizliğe bağlıdır. Denizlerdeki kirlenme en yoğun deniz yüzeyinde görülür. Yukarıda açıklanan nedenlerle bu bölgede görülen aşırı kirlenme denizlerin soğuma kapasitesini zayıflatmakta,hava ve güneş ile temas etmeyen denizde eko-denge bozulmaktadır.
Böylece denizlerin gelecekteki potansiyeli yitirilmektedir.
Deniz Kirliliğine Neden Olan Unsurların Sınıflandırlıması
A-Denizin Havadan Kirlenmesi
Hava taşıtlarının yağlı atıkları genelde açık denize dökülmektedir. Ancak bu atıkların neden olduğu zararlar henüz çok önemli boyutlara ulaşmamıştır. Bu soruna en kısa sürede çözüm bulunacağı umulmaktadır.
Denizin havadan kirlenmesinin en önemli nedeni ise sanayiler veya konutlar tarafından oluşturulan hava kirliliğidir. Atmosfere bırakılan zehirli gazlar ve moleküller -kükürt gibi-asit yağmuru şeklinde deniz ve tatlı sularımıza karışmaktadır. Asit yağmuru,yağmurun atmosferden geçerken karşılaştığı gazlarla tepkimeye girerek bu doğa açısından zararlı olan molekülleri yeryüzüne geri indirmesidir.
B-Denizlerin Denizden Kirlenmesi
Deniz kirliliğine neden olan en önemli maddelerden biride akaryakıttır. Denizlere akaryakıt sürekli olarak gemilerdeki kaçaklardan girmektedir. Bu kaçaklar az miktarda oldukları için genelde eko sistemde çok ciddi bir soruna yol açmazlar. Henüz daha çok iyi bilinmeyen bir bakteri tarafından bu az miktardaki petrol zararsız hale getirilebilir. Asıl sorun deniz kazalarının sonucu büyük miktarlarda denize dökülen akaryakıttan kaynaklanır. Bu kazaların en bilineni 24 Mart 1989'da Alaska'da Prince William Sound'da meydana gelen Exxon Valdez kazasıdır. Bu kazada 10 milyon galonluk ham petrol okyanusa dokunulmuştur. Bu kazada dagözlendiği gibi büyük miktarlardaki akaryakıtın denizlere dökülmesindeki en büyük sorun kıyılarda görülmektedir. Sahil yüzeyini kaplayan petrol kum ve taşlarla yaşayan midye gibi deniz canlılarının oksijene ulaş-masına imkansızlaştırdığı için toplu ölümlere neden olur. Deniz yüzeyini kalın bir tabaka halinde kaplayan petrol denizle atmosfer arasındaki oksijen alışverişini engellediği için de deniz eko-sisteminde sorunlara yol açar. Ayrıca toksin özelliği olan petrol toplu balık ölümlerine neden olur. Yüksek miktarda petrol sindiren balıklar,kendileri ölmese bile besin zincirindeki bir üst canlı-deniz memelileri,deniz kuşları ve insanlar tarafından yenildiğinde bu canlıda da zehirlenmeye hatta ölüme neden olurlar. Exxon Valdez olayının Türkiye'deki bir benzeri de 1979 yılında İstanbul Limanında patlayan Indepentenda tankeridir. Bu tankın taşıdığı petrolİstanbul Boğazından başlayarak Marmara Denizi'nin büyük bir kısmına yayılmıştır. Bu kazayı takiben de Marmara Denizi'nde büyük miktarlarda balık ölümü gözlenmiştir.
C-Denizlerin Karadan Kirlenmesi
Karadan denize dökülen atıkları iki başlıkta toplamak mümkündür : domestik atıklar ve sanayi atıkları.Domestik atıklar daha çok arıtılmaksızın denizlere dökülen kanalizasyon sularıdır. Bu kanalizasyon suları organik madde içerirler. Bu organik maddeler suda bakteriler tarafından kuşatılır , kararlı ve zararsız inorganik bileşik haline dönüştürürler. Bu işlemi yapan bakteriler çoğunlukla aerob bakterilerdir ve sudaki oksijeni kullanırlar . Ancak suda ne kadar çok organik madde varsa bu bakterilerin sayıları da o kadar artar ve dolayısıyla sudaki oksijen miktarı da o kadar azalır . Bu tarz kirliliğin çok uç olduğu bölgelerde sudaki bütün oksijenin tükendiği , dolayısıyla toplu balık ölümleri gözlenmiştir . Oksijenin olmadığı sularda tek yaşayabilen bakteriler canlı anaerob bakterilerdir . Anaerob bakteriler artık olarak sülfür ürettikleri için suda çok kötü bir kokuya neden olurlar . Bu tarz bir kirlenmenin sonuçlarının Türkiye’ deki en iyi örneği Haliç’tir. Sudaki bütün oksijenin bitmesiyle çoğalan anaerob bakteriler Haliç’in o bildiğimiz kokusuna neden olmuştur. Su kirliliğine neden olan en önemli sanayi dalları , kağıt , kimya , petrol ve demir çeliktir. Bu sanayilerin deniz sularına attığı çözülebilen tuzlar , gazlar ve kimyasal maddeler organik moleküllerin arıtıldığı gibi doğal yollarla arıtılamazlar . Bu sanayi atıkları ayrıca kadmiyum , cıva ve kurşun gibi zehirli metaller de içerirler.
Sanayi tesislerinden denize verilen atıklar da , yarattıkları kirlilik nedeniyle tüm dünyada önemle tartışılmaktadır. Üretim teknolojisinin bir sonucu olarak , kullanılan kimyevi maddeler deniz ortamını hızla bozmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde daha yoğun yaşanan bu sorun , bütün ülkeleri etkileyerek zarara sebep olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde , temiz sanayiler kurarken , diğer yandan kirli sanayileri gelişmekte olan ülkelere aktarmaya çalışmaktadırlar. Teknoloji ve yer seçimi son yıllarda her zamankinden büyük önem kazanmıştır. Sanayi atıklarının çevreye verdiği zarar , sanayilerin ekonomiye yaptıkları katkıların bir kısmını getirmektedir. Karlılık hesaplarına bu zararlar dahil edilmelidir. Tesisin kuruluş aşamasında , verimlilik hesaplarına , çevrenin nitelikleri de dahil edilip , yer ve teknoloji seçimi konusunda yeterli dikkat ve özen gösterildiği takdirde , ekonomik ve toplumsal maliyeti asgariye indirmek ve karlılığı azamiye çıkarmak konusundaki çalışmalar başarıya ulaşacaktır.
Deniz kıyılarında kurulu termik ve nükleer enerji santralleri , deniz ekosisteminde dengesizliklere yol açtığı kanıtlanmış bir olgudur . Enerji santralleri çevresinde , konderserlerin soğutma suyunun devamlı olarak boşaltılması yüzünden deniz suyu ısısı yükselmekte ve ortamın doğal karakterin bozulmasına neden olmaktadır . Böylece , bölgede eko-denge yok olmakta ve bu da pek çok canlının kaybolmasına yol açmaktadır .
Isının yüksek olduğu bu ortamda , yosun türü bazı bitkiler hızla çoğalmaktadır . Deniz , akarsu ve göllerdekien belirgin kirlenme çeşitlerinden biri de işte bu aşırı üretim yani ötrofikasyondur .Suyun, yeşil ve bulanık bir renge dönüşmesine , kıyılarda yosun birikmesine yol açar. Aşırı ötrofikasyon durumunda , çok büyük miktarlarda yosun üremesi ve bu yosunların dibe çöküp ayrışması sonucu , dip sularında oksijen tükenir ve hidrojen sülfit gazı ortaya çıkar .
Akarsularda ve çoğu denizlerde sular sürekli karıştığı için , ötrofikasyon olayı genellikle hidrojen sülfit gazının çıkmasıyla sonuçlanmaz. Ancak Baltık Denizi gibi yarı kapalı ve özel yapısı nedeniyle suların fazla karışmadığı denizlerde ve önemli kanalizasyon girdisi olan çoğu körfez (İzmit Körfezi) ve göllerde ötrofikasyon ; su ürünleri , turizm ve rekreasyon değerlerinin yitirilmesi ile sonuçlanan önemli bir ekonomik sorun ortaya çıkar.
Türkiye’de ötrofikasyonun en iyi örneklerinden biri Köyceğiz Dalyan Gölü’nde görülür. Uzunca bir kanalla Ege’ye bağlanan Köyceğiz Gölü’nün 30 metreye kadar varan dip suları tuzlu ; yüzey suları ise tatlıdır .Tarım alanlarından , yörenin kasaba ve köylerinin evsel atıklarından göle eklenen organik atıklar besleyici tuzlar nedeniyle , ciddi bir ötrofikasyon problemi ortaya çıkmıştır . Ege ile su alışverişinin hemen hemen hiç olmayışı ve gölün yıllık tatlı su girdisinin azlığı nedeniyle gölün sularını kendi kendini yenileme kapasitesi azdır.
Besleyici tuzların gölü zenginleştirmesiyle artan alg (yosun) üretimi ve bu alglerinde dibe çöküp dipteki oksijen tüketilmektedir. Dolayısıyla dipte hidrojen sülfit gazı birikmektedir. Bu zehirli gaz da suyun kaynaşması ile zaman zaman yüzeye çıkarak hem kötü kokuların yayılmasına , hem de Köyceğiz Gölü’nde balık ölümüne neden olmaktadır. Köyceğiz Gölü’ndeki ötrofikasyon sorunu çözümü için ya giren sudaki fosfat konsantrasyonu azaltılmalı ya da suyun gölde kalış süresi kısaltılmalıdır. Köyceğiz Gölü’nün su girdi ve akıntısını değiştirmek çok zor ve masraflı olacağı için , yapılması gereken göle giren fosfat konsantrasyonunu azalymak olacaktır. Uzun vadede Köyceğiz Gölü’ndeki akıntının değiştirilmesi de Ege’de artan bir kirliliğe sebebiyet verir.
Tarımda kullanılan zehirli ilaçların , topraktan sulara karışarak denizlere , bu tür maddelerin çok kullanıldığı günümüzde,denizlerde tarımsal kökenli bir kirliliğin gündeme gelmesine neden olmaktadır .
Örnek olarak Doğu Akdeniz’in tarım ilaçlarıyla kirlenmekte olan bir deniz olarak nitelendirilmesi verilebilir . Bu zehirli maddeler , balıkların vücudunda depolanarak , insanların besin zincirine girmektedir. Bunu iki başlık altında inceleyebiliriz.
1) Biyolojik Birikimi Olmayan Maddeler
Bazı kirletici maddeler besin zincirinde birikirler , bazıları ise birikmezler . Bu iki grup madde arasında genel bir ayırım yapmak gerekir . Cansız çevreye çeşitli yollarla eklenen sentetik( insan yapısı ) maddeler ve diğer kirleticiler , çoğu kez havada ve suda iyice seyreltilerek organizmalara zarar vermeyecek düzeylere erişirler . Pek çok kirletici madde , ya ortamdaki urkroskobik ayrıştırıcı organizmaların etkisiyle ya da ortamda doğal olarak yer alan fiziksel ve kimyasal işlemler sonucu zararsız veya daha az zararlı bir şekle çevrilir . Örneğin azotlu gübre fabrikalarından yan ürün olarak çıkan ve zehirli bir madde olan amonyak , suda okside olur ; nitrik ve nitratlara dönüşerek kısa zamanda zehirli olmayan bir şekle gelir . Bazı kirleticiler ise , ne ortamda seyreltilerek düşük yoğunluklara ulaşabilir ne de doğal yahut biyolojik yollarla zararsız maddelere ayrıştırılabilir . Bu tür maddelerin besin zincirerinin değişik halkalarında bulunan tüketicilerin dokularında biriktiği görülür . Bazı kirleticilerin hava , su ve toprakta düşük miktarlarda bulunsalar bile , tüketicilerde giderek artan yoğunluklarda bulunması olayına biyolojik birikim denir .
Biyolojik olarak biriktirilen maddelerin başlıcaları DDT , PBC gibi sentetik organik kimyasallar , bazı radyoaktif maddeler ve bazı ağır metallerdir .
DDT ve türevi olan klorürlü hidrokarbonlar cinsinden tarım ilaçlarının önemi , ekosistemlerde çok uzun süre kalma ve yayılabilme özelliklerinden gelir . Ortamda çok uzun süre ayrışmadan kalan bu dayanıklı tarım ilaçları , sonunda çeşitli yollardan sulara karışır ; nehirlerle ve deniz akıntılarıyla çok geniş alanlara yayılırlar.
Türkiye denizlerinde yapılan çalışmalarda DDT ve benzeri tarım ilaçlarının deniz balıklarında biriktiği gözlenmiştir. Analizler sonucu elde edilen veriler ışığında , Karadeniz’in konu hidrokarbon insektisidleriyle kirlenmekte olduğu görülmüştür. Bunun da nedeni , DDT ve benzeri zehirlerin yağdan çözünme özelliği taşımasıdır.
Genel bir ekolojik kural olarak , çeşitli zehirli maddeler ; Baltık , Karadeniz ,Akdeniz gibi iç denizlerde, okyanuslardan daha yüksek konsantrasyonlara ulaşmaktadır.
2) Biyolojik Birikimi Görülen Maddeler
Deniz kirlenmesinde gemilerin payının önemi , büyük tankerlerin , kazalar ve karaya oturmaları nedeni ile denize dökülen ham petrol ve türlerinin deniz yüzeyine yayılarak sebep oldukları kirlenmelerin boyutları sayesinde anlaşılmıştır. Dünya deniz taşımacılığının %60’ı petrol nakliyatından oluşmaktadır. Bu tür nakliyatın özelliği gereği , taşınan yükün tamamı boşaltılamamakta , bir miktar artık tankların dibinde kalmaktadır. Tankerler, balastların %20’sini yarış limanı açıklarında denize basmakta ve kirlenmeye neden olmaktadırlar.