h.i.m.e.s.54
Kayıtlı Üye
Amerikalı dans tutkunları baleden breakdance'a, horadan hip-hop'a değişen figürlerle kıtayı bir ucundan diğerine adımlıyor.
Ana rahminde atılan ilk tekmeden, son "Yıldönümü Valsi"ne... Bedenimizin ritmine ve çevremizdeki seslere uyum gösteriyor ve her zaman dans ediyoruz. İnsanlar sözcükleri yazıya dökmeden önce dans dilini konuşuyordu... Aslında sadece bedenimizi kullanmıyor, dansa yüreğimizi de katıyoruz. Antropolog Judith Lynne Hanna, "Dans, bedenin ifade tarzı," diyor. Onunla sevgi ve nefretimizi, neşe ve kederimizi dışa vuruyoruz.
Ruhlara, tanrılara ve doğaya yakarıyor; flört ediyor, baştan çıkarıyor, kur yapıyor; doğumları, ölümleri ve bu ikisi arasında yaşadığımız her şeyi dansla kutluyoruz. Ve dans, bazı dinlerde yasaklanacak kadar büyük bir ahlâksızlık olarak algılanırken, bazılarında da sahiplenilecek bir kutsallığa bürünüyor...
Dans dünya genelinde olduğu gibi, ABD'nin dört bir yanında da çiçek açıyor, tüm sınırları zorluyor... Florida'dan Alaska'ya, bir ufuktan diğerine ve bir denizden ötekine, büyük kentlerdeki balo salonlarında ve kasaba barlarında, Büyük Ovalar'daki çiftçi derneklerinde, yeraltındaki kivalarda, kilise bodrumlarında, varoşlardaki gece kulüplerinde ve liselerin toplantı salonlarında dans ediliyor. Hem de ne danslar... Beguine, polka, vals, foxtrot, tarantella, jitterbug, samba, salsa, rumba, mambo, tango, bomba, cha cha, merenge, mazurka, konga, cakewalk, çarliston, twostep, jerk, swim, watusi, twist, frug, monkey, electric slide, harlem shake, shim sham shimmy, cabbage patch, fandango, garba, gourd dance, corn dance, hora, hopak...
Büyük bir heves ve coşkuyla dans ediyoruz. Kederliyken, acımızı hafifletmek için, bazen de kendimizi tedavi etme çabasıyla dans ediyoruz. Davenportta (Iowa, ABD) bir dans stüdyosu işleten Lester Hillier, Unutamadığım bir çift var, diyor. Adam, emekli çiftçi; eşi, düz ayakkabılar ve çiçekli elbiseler giyen bir ev kadını. "Oğullarından biri öldürülmüştü," diye anımsıyor Hillier. "Bir aşk üçgenine karışmış ve bir kulüpte uğradığı silahlı saldırıda vurulmuştu. Perişan olan anne-baba, olaydan önce, yaşanan bu acının bir ertesi günü için bir dans dersi ayarlamıştı. Ve her şeye rağmen dersi kaçırmamaya karar verdiler."
Rumba, foxtrot, swingin canlı, neşeli hareketleri üzerinde çalıştılar. Dans dersinin sonlarına doğru çift son bir dans ricasında bulundu. Vals yapmak istiyorlardı. Dans sona erdiğinde kadın başını eşinin göğsüne yaslamış, adam kadını kollarının arasına almıştı. Birbirlerine tutunup, hareketsiz kalakaldılar.
Adam usulca şöyle dedi: "Evden çıkmasak halimiz ne olurdu?"
Dans, güm güm atan bir kalbin ritmi gibi yaşamın kendisi aslında. Aynı zamanda da kalp atışlarının arasındaki o boşluk. Koreograf Alwin Nikolais'in dediği gibi, burasıyla orası arasında, başladığınız an ile bitirdiğiniz an arasında yaşanan şey.
Dans insana özgü. Dans kutsal bir eylem...
Hiç Kimsenin Yağmurun Bile...
Lester Hillier bir dans stüdyosu işletmenin eğitimini aldığı elektrik mühendisliğiyle karşılaştırıldığında, insanlarla iletişime daha açık olduğunu düşünerek 1968'de Davenport'ta (Iowa) bir Arthur Murray şubesi açmış. O zamandan beri 130.000 saati aşkın bir süre ders vermiş ve dans etmiş; dans pistinde yüz binlerce kilometrelik yol kat etmiş. "Erkek kolunu kadının beline doladığında şunu söylemiş olur: Seni koruyacağım.' Kadının söylediği ise şudur: 'Tamam, kendimi sana bırakıyorum.' İşte dansın esası budur: Güven."
Stella Formunu Nasıl Koruyor?
Austin Chronicle tarafından "En Heyecan Verici Garson", ayrıca Texas'taki iki güzellik yarışmasında Şirinlik Güzeli ve Neşe Güzeli seçilen Stella Boes, Austin'deki "Atlıkarınca Salonu"ndaki postalarında ele geçirdiği her fırsatta dans ediyor. Bu kulüpte 18 yıldır masalara hizmet veriyor, ama "beşik"ten beri dans ediyor. "Dans beni formda tutan, bana mutluluk veren, insanların yüzünde gülücükler açan bir şey." Orkestranın çaldığı müziğe bağlı olarak, müşteriler onun jitterbug, vals, mariachi, Ukrayna dansı ya da two-step hareketleri sergilerken izleyebiliyor. "Dans ettiğimde başka bir dünyaya giderim. Eğer dans pistinde ölürsem, hiç gam yemem; çünkü en mutlu haldeyken göçmüş olacağım."
Doğu Batıya Taşınıyor
Lily Cai Çin Dans Kumpanyası sanatçıları, "Si Ji" ("Dört Mevsim") parçasını icra eden viyolonsel eşliğinde dans ederken, vücutlarının birer uzantısı gibi kullandıkları çarşaflarla zarif ve büyüleyici görüntüler yaratıyor. Doğanın gizemini sergileyen bu dans sırasında çarşaflar her mevsimin rengini ve uyandırdığı duyguları yansıtıyor -soğuk mavi kış, sıcak kırmızı yaz, altın sarısı sonbahar ve uçuk yeşil ilkbahar. Sanat yönetmeni Cai, "Dansımız daha çok Çin kaligrafisi gibi," diyor. "Benim hayalim Amerikan dansına Çinli bir kişilik vermek."
Tatil Yeri
Panama City Beach'teki (Florida, ABD) Club La Vela'ya akın eden binlerce genç köpüklere bulanmış.
Dans Dürtüsü
Bir dansçı yaratmak istiyorsanız, dikkati esas alın, buna disiplini katın ve bol miktarda yetenekle güzelce karıştırın. Ailey Okulu'nun müdürü Denise Jefferson, "Disiplin ve dikkat en başta gelir," diyor. "Eğer bunlar yoksa, yeteneği geliştiremezsiniz." Okulun Fordham Üniversitesi'yle birlikte yürüttüğü güzel sanatlar lisans programına kayıtlı Lynorris Evans (ön planda) gibi öğrenciler, diğer derslerin yanı sıra haftada 14-17 dans dersi alıyor. Çok sıkı bir yarışma söz konusu: Program başvuran 300 kişiden ancak 35'ine giriş hakkı tanınıyor. Jefferson dansçılığın doğuştan geldiğini, sonradan edinilmediğini belirtiyor. "Dansçılar içten gelen bir dürtüyle bu işi yaparlar. Dans etmeden duramazlar."
____________flemenko_____________
Flamenko Nedir?
Flamenko, Güney İspanya'nın Endülüs bölgesine özgü ama bu bölgeyle sınırlı kalmamış bir müzik ve dans türüdür. 14.yy. sonrasında çingenelerin, Arapların, Yahudilerin ve toplumdışı bırakılmış Hristiyanların toplumun dış çevresinde kaynaşması sonucu meydana gelmiştir. Her ne kadar flamenko Endülüs bölgesine özgü olsa da sadece bu bölgeye veya İspanya'ya ait değildir. Flamenko flamenkocularındır. Dünyanın her yerinden gönül verenlere, flamenko için içten olarak bir şey yapanlara aittir.
Halkların problemleri vardır. Kendilerini bir şekilde ifade etmek isterler. Bunu da müzik ve dans yoluyla yaparlar. Yıllarca zulüm gören, yoksulluk çeken, ezilen, toplumsal sorun ve güvenilmez olarak nitelendirilen, bütün tarihleri boyunca mal mülk edinemeyen, adi işlerde, tarım yada maden ocaklarında çalıştırılan çingeneler hırs, şefkat, özgürlük ruhu, isyan, sosyal kalıplaşmanın olmaması gibi etkenlerle flamenko'yu oluşturdu. Acılarını, mutsuzluklarını flamenko ile ifade ettiler. Flamenko'daki sert duruşlar, ifadeler hep bunların sonucudur.
Bizler belki de, asırlardır süregelen bu gizemli müzik ve dansın içinde barındırdığı hüznün güzelliğine, içinde bulunduğu hüznü terk etmek istemeyen insanların halini anlatan ve flamenko sanatına ilham veren bu ruhani güç'e (İspanyolca'daki karşılığı duende'dir) kapılıyoruz ve flamenko sanatından bu kadar çok etkileniyoruzdur.
Flamenko'nun özü şarkıdır. Çoğunlukla gitar ve doğaçlama dans şarkıya eşlik eder.
3 sınıf flamenko vardır. En ağır başlısı "cante grande" (büyük şarkı) adıyla anılan ve ölüm, keder ve din konularını işleyen "cante jondo" dur (derin şarkı)
Ara sınıfta "cante intermedio" (orta şarkı) bulunmaktadır. Gene dokunaklı ama daha az ağırbaşlı ve çoğunlukla doğu müziğinden esintiler taşıyan flamenko'lar yer alır.
En hafif tarz olan "cante chico" (küçük şarkı) konuları ise aşk, kırsal yaşam ve eğlencedir. Her tarzın kendine özgü bir ritmi ve akor yapısı bulunmaktadır. Vurgu ve duygusal içerik farklarıyla da birbirlerinden ayrılmaktadır.
Flamenko Terimi, tam olarak nereden çıktığı tesbit edilememiştir, elde edilen teoriler ise şunlardır;
İspanyol Yahudiler dini şarkılarını, rahatsız edilmeden söyleyebilecekleri yerlere göç etmişler ve bu şarkılar İspanya'da kalan Yahudilerce "Flamenko" olarak adlandırılmıştır.
Flamenko kelimesi, "fellah minküm" diye okunan "sizden olan çiftçi" anlamına gelen Arapça kelimelerden edinilmiştir.
19. yy. başlarında kibirli, küstah insan anlamına gelen bir argo kelime olarak kullanılmıştır.
Flamenko Tarihi
Avrupa'nın en eski yerleşimi olarak bilinen Cadiz, M.Ö.1100'de Fenike'liler tarafından kurulmuştur. M.Ö.550'de eski Yunanlılar Güney İspanya'yı kontrol altına aldılar. M.Ö.201- M.S.206 Roma İmparatorluğu'nun bir parçası oldu. 711'de Mağribiler (Faslılar) olarak bilinen Araplar, Suriyeliler ve Berberiler İspanya'yı işgal ettiler. 800 sene burada hakimiyet kurdular.
Arap kültürü İspanya'yı çok büyük ölçüde etkiledi. Kendi şiir, şarkı ve müzikal enstrümanlarını getirdiler. İspanya'nın müziğine duygusallık ve duyarlılık kazandırdılar.
1492'de İspanya tekrar Hristiyan hakimiyetine girdi. En son Endülüs bölgesine ulaştılar. Arap işgalinde en uzun süre kalan bölge Endülüs bölgesi oldu. Hristiyan krallar çok fanatiklerdi ve bu bölge köylerine çok kötü davranıyorlardı. İnsanları zorla vaftiz edip Hristiyan dinine geçiriyorlardı. Böylelikle Müslüman kültürü dağıldı, krallar oraya yerleştiler. Bölgedekilerin varlıkları ellerinden alındı, halk fakirleşti. Bir şekilde yaşam mücadelesi verip kendi kendilerine ayakta durmaya çalıştılar. Yüzyıllar boyu süregelen hoşgörünün yerini baskılar ve yasaklar almaya başlamıştı.
Flamenko'nun Doğuşu ve İspanya'ya Gelişi
Kristof Kolmb'un Hindistan'a ulaşmak için batıda doğuya yola çıkarak Amerika'yı keşfetmesi ve çingenelerin İspanya'ya girişi aynı döneme rastlamaktadır. Katolik kralı ve kilise izni ile Endülüs dağlarında sığınma hakkını almışlardır. Genellikle çayırlık bölgelerde kendine has ve kötü şartlarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Göç halkı olan çingenelerin Endülüs'e yerleşmesiyle ilk artistik flamenko doğmuştur. Bu müzik kendi müzikleri ve Endülüs folklörünün birleşmesiyle meydana gelmiştir. Endülüs Müziği'ni Etkileyen Unsurlar
1700'lerden beri İspanyol'ların Afrika'yı yoğun bir şekilde keşfetmeye başlamaları ve Sevilla şehrinin İspanya yarımadasının en büyük köle marketi haline gelmesi ve zenci müziğinin Endülüs müziği üzerindeki etkisi.
İspanyolların Amerika'yı keşfetmeleri sırasında Akdeniz bölgesinden yapılan yolculuklarla Sevilla ve Cadiz limanları Amerika'nın en önemli limanları haline geldi. Ticaret buralarda yapıldı. Zenginlik içinde güneyden pek çok sanatçının gelmesiyle kültürler yayıldı. Güney Amerika'da oluşan Latin Amerikan müziği geri gelen İspanyollarla Endülüs'e taşınmış oldu.
Flamenko'nun Tarihsel Aşamaları
1780'den itibaren ilk canteor- La Edad de Oro'dan (şarkıcı) haberimiz oluyor.
1840'dan itibaren flamenko'nun altın çağı başladı. Şarkı ve dansa daha çok önem verilmeye başlandı. Çingene cante'leri önceleri evlerde aile içinde oluşuyordu, sonra da küçük tavernalarda. Diğer yandan çok tanınmış şarkıcılar her yıl değişik ülkelerde fiesta'larda (parti, eğlence) şarkı söylüyorlardı (Cante de Payo - çingene olmayanların şarkısı- Fandango türü) İlk " Cafe Cante" (flamenko gece klübü) 1842'de Sevilla'da açıldı. "Cafe Cantante" olarak bilinen bu dönem için, bugünkü flamenkonun başlangıcıdır demek hiç de yalan olmaz.
1850'de Silveria Francoletti- çok önemli bir şarkıcı- işadamı oluyor ve Cafes Cantantes gibi mekanları işletmeye başlıyor. Tüm seyircileri kendine çekmek için de her iki tür müziği birleştiriyor.
Şimdiki flamenko bu iki türün birleşimi. Yani Cantes Gitanos (çingenelerin şarkıları) ve Cantes Payo (çingene olmayanların şarkıları) Flamenko'nun gelişmesinde, yani makamların oluşmasında çok büyük katkısı olan pek çok sanatçı bu dönemde yaşamıştır. Bu nedenle flamenko'nun büyük gelişme gösterdiği bu döneme "Altın Çağ" denilmektedir.
1910 senesi flamenko'nun altın çağı ve cafe cantante'lerin sonudur. "Puro flamenko"nun (geleneksel) geleceğinden endişe duyan entelektüel kesim, bu sanatın, ticari bir araç olarak kullanılamayacağını, "kırsak kesimin" sanat dalı olarak kalması gerektiğini savunuyorlardı. Dönemin iki önemli sanatçısı, Manuel de Falla ve Lorca, 1922'de Granada'da El Primer Concurso de Cante Jondo adlı şarkı yarışmasını organize ettiler. Yarışma'dan sonra flamenko profesyonelleşti, gelişti ve geniş halk kitlelerine yayıldı.
1936'daki iç savaş ile, birçok sanatçı ülkeyi terk etti. Böylece flamenko dünyaya açıldı.
1950'lerde flamenko artık festivallerde icra edilen bir sanat dalına dönüştü. Cafe Cantante'lerin yerini bugünkü tablao'lar almaya başladı. Sevilla Bienali günümüzde düzenlenen festivaller arasında en önemlilerinden biridir.
1954'de tüm flamenko ustaları Antologia del Cante Flamenko'ya kaydedildi.
1956'da Cante Jondo'nun ulusal yarışması Cordoba'da başlatıldı.
1958'de Jerez de la Frontera'da " Catedra de Flamencologia" (Flamenkoloji Kürsüsü) kuruldu. Amaçları flamenko'yu korumak ve bu konuda çalışmalar yapmaktı.
1960'lardan itibaren flamenko rönesans yaşamıştır. Eski şarkılar gelecek nesillere aktarılmak üzere kayda alındı. Flamenko tarihini araştıran ve türlerini analiz eden kitaplar yazılmaya başlandı.
1960'ların sonunda Paco de Lucia'nın ilk albümü çıktı, flamenko gitarının devrimi gerçek anlamda başlamış oldu. "Rumba" albümüyle İspanya'daki ulusal ilgiyi flamenko üzerine çekti.
1970'lerde, Paco'nun birlikte çalıştığı "cante"lerin genç dehası Camaron, en etkili şarkıcıydı.
Yine 1970'lerde festival olgusu ortaya çıktı. Flamenko'daki samimiyet ve doğaçlama yerini ustalığa ve ticarete bıraktı. Sanatçı içini saran isteği dindirmek için değil , sırası geldiği için dans etmeye başladı.
1980'lerde ise sanatın her alanında teknik gelişmeler yaşandı. Beraberinde ticari patlamayı getirdi.
Günümüzde ise flamenko esnek yapısıyla gelişmeye açık ve kontrol dışındadır
moderndans
M o d e r n d a n s n e d i r ?
Türkiyede Dansın Tarihçesi
Osmanlı toplumu, kadın ve erkeğin birlikte müzik eşliğindeki modern dansları ile 19.yüzyılın son çeyreğinde gayrimüslim burjuvası, levanten ve yabancı misyonlar kanalıyla tanışmıştır.
Şüphesiz dans, Osmanlıdan günümüze geçen en çarpıcı modernleşme sembollerinden birisidir. Çengi ve köçek oynatan bir toplumdan vals yapan bir topluma geçiş, eğlence kültürünün içeriğini büyük ölçüde değiştirmiştir. Osmanlı insanı başkaları tarafından eğlendirilen edilgen bir karaktere sahip iken, Cumhuriyet insanı kendisinin katılımına imkan veren modern eğlence anlayışını benimsemiş ve dans pistine çıkma cesaretini göstermiştir.
Cumhuriyet, eğlence hayatımıza kadın ve erkeğin aynı ortamda birlikte eğlenmesi ve eğlencenin çeşitlenip, kitleleşmesi gibi iki önemli değişikliği getirmiş ve bu eğlence tarzı meşrutiyetini Cumhuriyet Baloları ile ispatlamıştır.
Cumhuriyet döneminde dans, batılılaşmanın önemli ölçütlerinden biri olarak kabul edilmiş, Atatürkün özel isteği ile Türk kadınlarının da dansetmesi hedeflenmiş, dansa adeta "devlet teşviki" uygulanmıştır.
İlk dönemlerde, gelişmelere ayak uydurmakta güçlük çeken yüksek kademeli memurlar, rütbeli askerler eğlenceli balo öykülerine konu olmuşlardır. Frak giyip baloya giderken yumuşacık meslerini beline sokup frağın kuyruklarıyla gizleyenler, ilk dansı heyecandan kaskatı olan türbanlı ama dekolte yakalı eşiyle açıp birkaç kez pistte döndükten sonra rugan ayakkabılarını kimselere göstermeden çıkarıp meslerini giyen kaymakamlar, her baloda mutlaka hastalanan ve baloya katılamayan vali, kaymakam ve eşleri .
Bu dönemin ilk yıllarında tango, resmi baloların, düğünlerin ve eğlencelerin asri dansı olmuştur. Kendine güvenen monden genç hanım ve beyler gösteri mahiyetinde fokstrot yapsalar da, balolar vals veya tango ile, düğünler ise mutlaka "La Comparsita" ile açılmıştır.
1930lu yıllara doğru bütün dünyayı saran çarliston salgını Beyoğluna kadar uzanmış, çeviklik isteyen bu yeni dans, kısa sürede genç, yaşlı herkes tarafından benimsenmiştir.
Son yıllarda unutulan eski danslar yeniden gündeme gelmiştir. 1991 yılında Swissotelde Viyana Opera Balosu Orkestrası eşliğinde, Viyana Balosu düzenlenmiştir. Altı haftalık vals dersi alan çiftlerin katılımıyla gerçekleştirilen balo, 1996 yılına kadar her yıl düzenli olarak, daha sonraları ise aralıklarla gerçekleştirilmektedir. Tango Dostları Derneğinin yaptığı dans gösterili konserlerle başlayan tango geceleri, yerini öncelikle 1994 yılından itibaren Armada Otelde süregelen "Tangolu Pazar Geceleri" ne bırakmıştır.
Günümüzde dansa yönelik ilgi yeniden canlanmıştır. Çok sayıda dans aktivite ve geceleri düzenli olarak gerçekleştirilirken, sıklıkla yurtdışından yabancı dans eğitmenleri atölye çalışmaları için gelmekte, çeşitli organizasyon, kurum ve kuruluşlar faaliyete geçmektedir.
Cumhuriyet Baloları
19. yüzyılın sonlarında, İstanbul, İzmir gibi levantenlerin yoğun yaşadıkları büyük merkezlerde düzenlenen balolar, Türk Ocağı�nın kültürel faaliyetleri ile ivme kazanmış, Cumhuriyetin ilanından sonra ise resmiyet kazanarak, sosyal yaşamın önemli bir parçası durumuna gelmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk balo, Eylül 1925'te İzmir�de düzenlenmiştir. Atatürk�ün isteği ile sadece Müslüman erkek ve kadınların bulunduğu bu eğlence, aslında kadın ve erkeğin aynı ortamda bulunması ve eğlenmesi adına büyük bir devrimdir.
29 Ekim 1925 tarihinde ise, ilk resmi Cumhuriyet Balosu, Ankara�-'da Türk Ocağı'nda, başta Cumhurbaşkanı Atatürk olmak üzere; başbakan, bakanlar, büyükelçiler, ordu komutanları ve basının ileri gelenlerinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten itibaren, Ankara�da düzenlenen Cumhuriyet balosuna katılmak üzere her yıl İstanbul, İzmir ve diğer büyük illerden birçok yerli ve yabancı konuk davet edilmiştir.
"Türk Ocağı o zamanlar, Hamamönü semtindeki Şengül Hamamı'nın yanındaki eski Ermeni mektebinin binasında çalışmaktadır. Balo gecesi bu harap binanın salonunda, duvar diplerine sandalyeler dizilmiştir. Herkesin sus pus sıralanıp oturduğu, sessiz hareketsiz, hatta kadınsız; benzetme garip kaçmazsa adeta bir mevlit toplantısıdır bu. Süreyya Ağaoğlu bu ilk baloya katılan birkaç Türk kadınından biridir. Anılarında kısaca şunları aktarır: Büyük bir heyecanla hazırlanmış, yüzüme de pudra sürmüştüm. Girişteki aynada yüzümü görünce hiç beğenmeyip mendille sildim. O günlerde o küçücük bina bizim için sanki bir saraydı" (Unutma Beni - Gökhan Akçura, 2001)
Cumhuriyet Baloları toplum için bir örnek oluşturmuş ve kısa zamanda müzikli, danslı eğlenceler sıklıkla düzenlenmeye başlamıştır. Başta çeşitli kurumlar yararına olmak üzere Türk Ocağı, Hilal-i Ahmer, Himaye-i Etfal ve buna benzer birçok kurum birbiri ardına balolar düzenlemişlerdir. Artan ilgi karşısında özel dans okulları kurulup, dans dersleri verilmeye başlanmıştır.
Dans muallimi İsmail Ruhi Bey tarafından perşembe, cumartesi günleri gecesi, cuma pazar günleri gündüz istenilen saatte ders verebileceğinden heveskaranın şeraiti anlamak ve kaydını icra ettirmek üzere Karşıyaka Belediye bahçesine müracaatları�� (Hizmet, 3 Ağustos 1926)
Cumhuriyetin ilk yıllarında, küçük bir taşra kasabası görüntüsü veren başkent Ankara'yı canlandırmak, siyaset, ticaret, kültür ve eğlence merkezi yapmak amacıyla özel balolar sıkça düzenlenmiştir. Örneğin, Şubat 1927�de Başbakan İsmet Paşa�nın ev sahipliğini yaptığı ve Bakanlar Kurulu, İstiklal Mahkemesi üyeleri, yabancı büyükelçiler ve işadamlarının katıldığı yaklaşık iki yüz kişilik bir balo düzenlenirken, iki gün sonra yine Ankara�da, Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa�nın katıldığı bir Himaye-i Etfal Balosu düzenlenmiş, baloya birçok seçkin yerli ve yabancı konuk katılmıştır.
Şüphesiz Cumhuriyet baloları batılı yaşam tarzının topluma empoze edilmesinde etkin bir araç olması nedeniyle önem taşımaktadır.
Bir Zamanlar Dans Dersleri
"Dansing"ler
İstanbul'da "dansing"lerin ortaya çıkışı, şüphesiz Beyaz Rus göçmenlerin savaş sonrası kente yerleşmeleri ile başlamıştır. 1920 yılında Rusya'dan gelen zenci Thomas, Şişli'de "Hospital de la Paix" Akıl Hastalıkları Hastanesi'nin hemen yanındaki Stella bahçesinde İstanbul'un ilk dansingini açmış ve daha çok subayların tercih ettiği seçkin bir mekan olmuştur. Kiev'li bir Yahudi olan Mösyö Weinbaum, Cercle d'Orient'in karşısındaki binanın zemin katında, "La Nose Noire (Siyah Gül)" adında başka bir Rus dansingini işletmiştir. M. Lehmann'ın işlettiği varyete tiyatrosu "Garden Bar" ise, zamanla bir Rus dansingi haline dönüşmüştür.
Rus dansinglerinin yanısıra, Tokatlıyan, Pera Palas gibi dönemin rağbet gören otellerinin de dansingleri olup, pek çok danslı çay partisine ev sahipliği yapmış, pek çok gönül ilişkisinin başlamasına ya da bitmesine vesile olmuştur.
Bu salonlarda kendine özgü disiplin ve nezaket hakim olup, herkes bu kurallara uymuştur. Örneğin, dansa kalkmayan dam zorlanmamış, "angajeyim" diyen dama karşı ısrar edilmemiştir.
Dans Dersleri ve Eğitmenleri
Araştırmacı yazar Gökhan Akçura, dönemin dans derslerini şu şekilde aktarmaktadır:
"Üzerinde dans muallimi" yazılı kapıdan içeri girip merdivenleri çıkıyoruz. Sonunda, sandalyelerin duvar diplerine dizildiği büyük bir salona ulaşıyoruz. Biz vardığımızda galiba dans yeni bitmiş ki; herkes yerine oturuyor. Bu sırada yanımıza gelen kısa boylu adam cebinden bir fiş çıkarıp uzatıyor. Fişin üstünde dershane ile ilgili temel bilgiler yeralmakta. Bunların en önemlisi dans saatlerinin düzenlenişi ile ilgili olanı:
Ders Saatleri;
10:00 - 12:00
13:00 - 17:00
19:00 - 21:00
22:00 - 24:00
Gramofonun karşısındaki boş sandalyelere oturtuluyoruz. Hemen bir matmazel gelerek karşımıza dikiliyor. Acemi olduğumuzu anlayınca söz konusu fiş karşılığı, kişi başına 15 kuruş vereceğimizi söylüyor. Karşımızdaki gramofonun yanında beş altı kız oturuyor. Bunlar günde elli ila yetmiş kuruş yevmiye alan "muavinler". Sabahtan akşama kadar çalışıyor ve gelen erkeklerin damları olarak görev yapıyorlar. Bizim oturduğumuz tarafta da on onbeş kadar erkek var. Rum aksanıyla konuşan dans profesörü, önce danslar hakkında açıklamalar yapıyor. Sonra erkekler kızların önüne giderek kızları revaransla dansa kaldırıyorlar. Gramafona konan tango çalmaya başlıyor. Bunu daha sonra vals ve paso doble takip ediyor."
Dans dershanelerine giriş (duhuliye) ücreti, Fener'de, İstanbul yakasının ilk dans salonunda 25 kuruş iken, Beyoğlu'nda başta Haçopulo Hanı'ndaki Mösyö Yani'nin salonu olmak üzere yalnız kavalyeden alınan giriş ücreti 30 kuruş ve üstüne çıkmaktadır.
Bazı dans dershanelerinin hemen yanında "kafeşantan"lar yeralmakta olup, giriş ücreti erkekler için 25 kuruş, bayanları teşvik etmek için ise 10 kuruştur. Amaç dansetmek için gelen erkek ve kadınları biraraya getirmektir.
Dönemin dans eğitmenlerinden ilk akla gelenler;
* Yüksekkaldırım'da Madam Sari
* Galatasaray'da Şahinyan
* Tokatlıyan Oteli'nin arkasında Yorgo
* İpek Sineması karşısında Hanımyan
* Sakelaridis
* Taksim'de Lukas
* Fener'de Halid ve Halide Armanlı
* Bahri Bey
* Haçopulo Hanı'nda Mösyö Yani
* Madam Salaha
Mösyö Yani'nin dans salonunun kavalye müşterileri daha çok banka, büro ve büyük mağazalarda çalışıp, salona yakın semtlerden gelen öğrenci ve gençlerden oluşurken, damlar ağırlıklı olarak Fener, Balat, Hasköy, Cibali, Kuledibi, Tarlabaşı, Feriköy ve Beşiktaş'tan gelmektedirler
Ana rahminde atılan ilk tekmeden, son "Yıldönümü Valsi"ne... Bedenimizin ritmine ve çevremizdeki seslere uyum gösteriyor ve her zaman dans ediyoruz. İnsanlar sözcükleri yazıya dökmeden önce dans dilini konuşuyordu... Aslında sadece bedenimizi kullanmıyor, dansa yüreğimizi de katıyoruz. Antropolog Judith Lynne Hanna, "Dans, bedenin ifade tarzı," diyor. Onunla sevgi ve nefretimizi, neşe ve kederimizi dışa vuruyoruz.
Ruhlara, tanrılara ve doğaya yakarıyor; flört ediyor, baştan çıkarıyor, kur yapıyor; doğumları, ölümleri ve bu ikisi arasında yaşadığımız her şeyi dansla kutluyoruz. Ve dans, bazı dinlerde yasaklanacak kadar büyük bir ahlâksızlık olarak algılanırken, bazılarında da sahiplenilecek bir kutsallığa bürünüyor...
Dans dünya genelinde olduğu gibi, ABD'nin dört bir yanında da çiçek açıyor, tüm sınırları zorluyor... Florida'dan Alaska'ya, bir ufuktan diğerine ve bir denizden ötekine, büyük kentlerdeki balo salonlarında ve kasaba barlarında, Büyük Ovalar'daki çiftçi derneklerinde, yeraltındaki kivalarda, kilise bodrumlarında, varoşlardaki gece kulüplerinde ve liselerin toplantı salonlarında dans ediliyor. Hem de ne danslar... Beguine, polka, vals, foxtrot, tarantella, jitterbug, samba, salsa, rumba, mambo, tango, bomba, cha cha, merenge, mazurka, konga, cakewalk, çarliston, twostep, jerk, swim, watusi, twist, frug, monkey, electric slide, harlem shake, shim sham shimmy, cabbage patch, fandango, garba, gourd dance, corn dance, hora, hopak...
Büyük bir heves ve coşkuyla dans ediyoruz. Kederliyken, acımızı hafifletmek için, bazen de kendimizi tedavi etme çabasıyla dans ediyoruz. Davenportta (Iowa, ABD) bir dans stüdyosu işleten Lester Hillier, Unutamadığım bir çift var, diyor. Adam, emekli çiftçi; eşi, düz ayakkabılar ve çiçekli elbiseler giyen bir ev kadını. "Oğullarından biri öldürülmüştü," diye anımsıyor Hillier. "Bir aşk üçgenine karışmış ve bir kulüpte uğradığı silahlı saldırıda vurulmuştu. Perişan olan anne-baba, olaydan önce, yaşanan bu acının bir ertesi günü için bir dans dersi ayarlamıştı. Ve her şeye rağmen dersi kaçırmamaya karar verdiler."
Rumba, foxtrot, swingin canlı, neşeli hareketleri üzerinde çalıştılar. Dans dersinin sonlarına doğru çift son bir dans ricasında bulundu. Vals yapmak istiyorlardı. Dans sona erdiğinde kadın başını eşinin göğsüne yaslamış, adam kadını kollarının arasına almıştı. Birbirlerine tutunup, hareketsiz kalakaldılar.
Adam usulca şöyle dedi: "Evden çıkmasak halimiz ne olurdu?"
Dans, güm güm atan bir kalbin ritmi gibi yaşamın kendisi aslında. Aynı zamanda da kalp atışlarının arasındaki o boşluk. Koreograf Alwin Nikolais'in dediği gibi, burasıyla orası arasında, başladığınız an ile bitirdiğiniz an arasında yaşanan şey.
Dans insana özgü. Dans kutsal bir eylem...


Hiç Kimsenin Yağmurun Bile...
Lester Hillier bir dans stüdyosu işletmenin eğitimini aldığı elektrik mühendisliğiyle karşılaştırıldığında, insanlarla iletişime daha açık olduğunu düşünerek 1968'de Davenport'ta (Iowa) bir Arthur Murray şubesi açmış. O zamandan beri 130.000 saati aşkın bir süre ders vermiş ve dans etmiş; dans pistinde yüz binlerce kilometrelik yol kat etmiş. "Erkek kolunu kadının beline doladığında şunu söylemiş olur: Seni koruyacağım.' Kadının söylediği ise şudur: 'Tamam, kendimi sana bırakıyorum.' İşte dansın esası budur: Güven."


Stella Formunu Nasıl Koruyor?
Austin Chronicle tarafından "En Heyecan Verici Garson", ayrıca Texas'taki iki güzellik yarışmasında Şirinlik Güzeli ve Neşe Güzeli seçilen Stella Boes, Austin'deki "Atlıkarınca Salonu"ndaki postalarında ele geçirdiği her fırsatta dans ediyor. Bu kulüpte 18 yıldır masalara hizmet veriyor, ama "beşik"ten beri dans ediyor. "Dans beni formda tutan, bana mutluluk veren, insanların yüzünde gülücükler açan bir şey." Orkestranın çaldığı müziğe bağlı olarak, müşteriler onun jitterbug, vals, mariachi, Ukrayna dansı ya da two-step hareketleri sergilerken izleyebiliyor. "Dans ettiğimde başka bir dünyaya giderim. Eğer dans pistinde ölürsem, hiç gam yemem; çünkü en mutlu haldeyken göçmüş olacağım."


Doğu Batıya Taşınıyor
Lily Cai Çin Dans Kumpanyası sanatçıları, "Si Ji" ("Dört Mevsim") parçasını icra eden viyolonsel eşliğinde dans ederken, vücutlarının birer uzantısı gibi kullandıkları çarşaflarla zarif ve büyüleyici görüntüler yaratıyor. Doğanın gizemini sergileyen bu dans sırasında çarşaflar her mevsimin rengini ve uyandırdığı duyguları yansıtıyor -soğuk mavi kış, sıcak kırmızı yaz, altın sarısı sonbahar ve uçuk yeşil ilkbahar. Sanat yönetmeni Cai, "Dansımız daha çok Çin kaligrafisi gibi," diyor. "Benim hayalim Amerikan dansına Çinli bir kişilik vermek."


Tatil Yeri
Panama City Beach'teki (Florida, ABD) Club La Vela'ya akın eden binlerce genç köpüklere bulanmış.


Dans Dürtüsü
Bir dansçı yaratmak istiyorsanız, dikkati esas alın, buna disiplini katın ve bol miktarda yetenekle güzelce karıştırın. Ailey Okulu'nun müdürü Denise Jefferson, "Disiplin ve dikkat en başta gelir," diyor. "Eğer bunlar yoksa, yeteneği geliştiremezsiniz." Okulun Fordham Üniversitesi'yle birlikte yürüttüğü güzel sanatlar lisans programına kayıtlı Lynorris Evans (ön planda) gibi öğrenciler, diğer derslerin yanı sıra haftada 14-17 dans dersi alıyor. Çok sıkı bir yarışma söz konusu: Program başvuran 300 kişiden ancak 35'ine giriş hakkı tanınıyor. Jefferson dansçılığın doğuştan geldiğini, sonradan edinilmediğini belirtiyor. "Dansçılar içten gelen bir dürtüyle bu işi yaparlar. Dans etmeden duramazlar."
____________flemenko_____________




Flamenko Nedir?
Flamenko, Güney İspanya'nın Endülüs bölgesine özgü ama bu bölgeyle sınırlı kalmamış bir müzik ve dans türüdür. 14.yy. sonrasında çingenelerin, Arapların, Yahudilerin ve toplumdışı bırakılmış Hristiyanların toplumun dış çevresinde kaynaşması sonucu meydana gelmiştir. Her ne kadar flamenko Endülüs bölgesine özgü olsa da sadece bu bölgeye veya İspanya'ya ait değildir. Flamenko flamenkocularındır. Dünyanın her yerinden gönül verenlere, flamenko için içten olarak bir şey yapanlara aittir.
Halkların problemleri vardır. Kendilerini bir şekilde ifade etmek isterler. Bunu da müzik ve dans yoluyla yaparlar. Yıllarca zulüm gören, yoksulluk çeken, ezilen, toplumsal sorun ve güvenilmez olarak nitelendirilen, bütün tarihleri boyunca mal mülk edinemeyen, adi işlerde, tarım yada maden ocaklarında çalıştırılan çingeneler hırs, şefkat, özgürlük ruhu, isyan, sosyal kalıplaşmanın olmaması gibi etkenlerle flamenko'yu oluşturdu. Acılarını, mutsuzluklarını flamenko ile ifade ettiler. Flamenko'daki sert duruşlar, ifadeler hep bunların sonucudur.
Bizler belki de, asırlardır süregelen bu gizemli müzik ve dansın içinde barındırdığı hüznün güzelliğine, içinde bulunduğu hüznü terk etmek istemeyen insanların halini anlatan ve flamenko sanatına ilham veren bu ruhani güç'e (İspanyolca'daki karşılığı duende'dir) kapılıyoruz ve flamenko sanatından bu kadar çok etkileniyoruzdur.
Flamenko'nun özü şarkıdır. Çoğunlukla gitar ve doğaçlama dans şarkıya eşlik eder.
3 sınıf flamenko vardır. En ağır başlısı "cante grande" (büyük şarkı) adıyla anılan ve ölüm, keder ve din konularını işleyen "cante jondo" dur (derin şarkı)
Ara sınıfta "cante intermedio" (orta şarkı) bulunmaktadır. Gene dokunaklı ama daha az ağırbaşlı ve çoğunlukla doğu müziğinden esintiler taşıyan flamenko'lar yer alır.
En hafif tarz olan "cante chico" (küçük şarkı) konuları ise aşk, kırsal yaşam ve eğlencedir. Her tarzın kendine özgü bir ritmi ve akor yapısı bulunmaktadır. Vurgu ve duygusal içerik farklarıyla da birbirlerinden ayrılmaktadır.
Flamenko Terimi, tam olarak nereden çıktığı tesbit edilememiştir, elde edilen teoriler ise şunlardır;
İspanyol Yahudiler dini şarkılarını, rahatsız edilmeden söyleyebilecekleri yerlere göç etmişler ve bu şarkılar İspanya'da kalan Yahudilerce "Flamenko" olarak adlandırılmıştır.
Flamenko kelimesi, "fellah minküm" diye okunan "sizden olan çiftçi" anlamına gelen Arapça kelimelerden edinilmiştir.
19. yy. başlarında kibirli, küstah insan anlamına gelen bir argo kelime olarak kullanılmıştır.
Flamenko Tarihi
Avrupa'nın en eski yerleşimi olarak bilinen Cadiz, M.Ö.1100'de Fenike'liler tarafından kurulmuştur. M.Ö.550'de eski Yunanlılar Güney İspanya'yı kontrol altına aldılar. M.Ö.201- M.S.206 Roma İmparatorluğu'nun bir parçası oldu. 711'de Mağribiler (Faslılar) olarak bilinen Araplar, Suriyeliler ve Berberiler İspanya'yı işgal ettiler. 800 sene burada hakimiyet kurdular.
Arap kültürü İspanya'yı çok büyük ölçüde etkiledi. Kendi şiir, şarkı ve müzikal enstrümanlarını getirdiler. İspanya'nın müziğine duygusallık ve duyarlılık kazandırdılar.
1492'de İspanya tekrar Hristiyan hakimiyetine girdi. En son Endülüs bölgesine ulaştılar. Arap işgalinde en uzun süre kalan bölge Endülüs bölgesi oldu. Hristiyan krallar çok fanatiklerdi ve bu bölge köylerine çok kötü davranıyorlardı. İnsanları zorla vaftiz edip Hristiyan dinine geçiriyorlardı. Böylelikle Müslüman kültürü dağıldı, krallar oraya yerleştiler. Bölgedekilerin varlıkları ellerinden alındı, halk fakirleşti. Bir şekilde yaşam mücadelesi verip kendi kendilerine ayakta durmaya çalıştılar. Yüzyıllar boyu süregelen hoşgörünün yerini baskılar ve yasaklar almaya başlamıştı.
Flamenko'nun Doğuşu ve İspanya'ya Gelişi
Kristof Kolmb'un Hindistan'a ulaşmak için batıda doğuya yola çıkarak Amerika'yı keşfetmesi ve çingenelerin İspanya'ya girişi aynı döneme rastlamaktadır. Katolik kralı ve kilise izni ile Endülüs dağlarında sığınma hakkını almışlardır. Genellikle çayırlık bölgelerde kendine has ve kötü şartlarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Göç halkı olan çingenelerin Endülüs'e yerleşmesiyle ilk artistik flamenko doğmuştur. Bu müzik kendi müzikleri ve Endülüs folklörünün birleşmesiyle meydana gelmiştir. Endülüs Müziği'ni Etkileyen Unsurlar
1700'lerden beri İspanyol'ların Afrika'yı yoğun bir şekilde keşfetmeye başlamaları ve Sevilla şehrinin İspanya yarımadasının en büyük köle marketi haline gelmesi ve zenci müziğinin Endülüs müziği üzerindeki etkisi.
İspanyolların Amerika'yı keşfetmeleri sırasında Akdeniz bölgesinden yapılan yolculuklarla Sevilla ve Cadiz limanları Amerika'nın en önemli limanları haline geldi. Ticaret buralarda yapıldı. Zenginlik içinde güneyden pek çok sanatçının gelmesiyle kültürler yayıldı. Güney Amerika'da oluşan Latin Amerikan müziği geri gelen İspanyollarla Endülüs'e taşınmış oldu.
Flamenko'nun Tarihsel Aşamaları
1780'den itibaren ilk canteor- La Edad de Oro'dan (şarkıcı) haberimiz oluyor.
1840'dan itibaren flamenko'nun altın çağı başladı. Şarkı ve dansa daha çok önem verilmeye başlandı. Çingene cante'leri önceleri evlerde aile içinde oluşuyordu, sonra da küçük tavernalarda. Diğer yandan çok tanınmış şarkıcılar her yıl değişik ülkelerde fiesta'larda (parti, eğlence) şarkı söylüyorlardı (Cante de Payo - çingene olmayanların şarkısı- Fandango türü) İlk " Cafe Cante" (flamenko gece klübü) 1842'de Sevilla'da açıldı. "Cafe Cantante" olarak bilinen bu dönem için, bugünkü flamenkonun başlangıcıdır demek hiç de yalan olmaz.
1850'de Silveria Francoletti- çok önemli bir şarkıcı- işadamı oluyor ve Cafes Cantantes gibi mekanları işletmeye başlıyor. Tüm seyircileri kendine çekmek için de her iki tür müziği birleştiriyor.
Şimdiki flamenko bu iki türün birleşimi. Yani Cantes Gitanos (çingenelerin şarkıları) ve Cantes Payo (çingene olmayanların şarkıları) Flamenko'nun gelişmesinde, yani makamların oluşmasında çok büyük katkısı olan pek çok sanatçı bu dönemde yaşamıştır. Bu nedenle flamenko'nun büyük gelişme gösterdiği bu döneme "Altın Çağ" denilmektedir.
1910 senesi flamenko'nun altın çağı ve cafe cantante'lerin sonudur. "Puro flamenko"nun (geleneksel) geleceğinden endişe duyan entelektüel kesim, bu sanatın, ticari bir araç olarak kullanılamayacağını, "kırsak kesimin" sanat dalı olarak kalması gerektiğini savunuyorlardı. Dönemin iki önemli sanatçısı, Manuel de Falla ve Lorca, 1922'de Granada'da El Primer Concurso de Cante Jondo adlı şarkı yarışmasını organize ettiler. Yarışma'dan sonra flamenko profesyonelleşti, gelişti ve geniş halk kitlelerine yayıldı.
1936'daki iç savaş ile, birçok sanatçı ülkeyi terk etti. Böylece flamenko dünyaya açıldı.
1950'lerde flamenko artık festivallerde icra edilen bir sanat dalına dönüştü. Cafe Cantante'lerin yerini bugünkü tablao'lar almaya başladı. Sevilla Bienali günümüzde düzenlenen festivaller arasında en önemlilerinden biridir.
1954'de tüm flamenko ustaları Antologia del Cante Flamenko'ya kaydedildi.
1956'da Cante Jondo'nun ulusal yarışması Cordoba'da başlatıldı.
1958'de Jerez de la Frontera'da " Catedra de Flamencologia" (Flamenkoloji Kürsüsü) kuruldu. Amaçları flamenko'yu korumak ve bu konuda çalışmalar yapmaktı.
1960'lardan itibaren flamenko rönesans yaşamıştır. Eski şarkılar gelecek nesillere aktarılmak üzere kayda alındı. Flamenko tarihini araştıran ve türlerini analiz eden kitaplar yazılmaya başlandı.
1960'ların sonunda Paco de Lucia'nın ilk albümü çıktı, flamenko gitarının devrimi gerçek anlamda başlamış oldu. "Rumba" albümüyle İspanya'daki ulusal ilgiyi flamenko üzerine çekti.
1970'lerde, Paco'nun birlikte çalıştığı "cante"lerin genç dehası Camaron, en etkili şarkıcıydı.
Yine 1970'lerde festival olgusu ortaya çıktı. Flamenko'daki samimiyet ve doğaçlama yerini ustalığa ve ticarete bıraktı. Sanatçı içini saran isteği dindirmek için değil , sırası geldiği için dans etmeye başladı.
1980'lerde ise sanatın her alanında teknik gelişmeler yaşandı. Beraberinde ticari patlamayı getirdi.
Günümüzde ise flamenko esnek yapısıyla gelişmeye açık ve kontrol dışındadır
moderndans

M o d e r n d a n s n e d i r ?
Bugünün Modern Dansının kökleri Almanya ve Amerikaya dayanmaktadır.Birinci Dünya Savaşından önceki on yıllık dönemde Amerikalı ve Alman dansçılar birbirlerinden bağımsız olarak, öykülemeci ve gösterişli bale geleneğine karşı çıkan yeni dans biçimleri geliştirdiler.Ancak Amerikan ve Alman Modern Dans gelenekleri birbirini etkilemeseydi yeni biçimlerin geliştirilmesinden büyük olasılıkla söz edilmeyecekti . Amerikada yaşayan Kızılderililerin geleneksel danslarının varoluşu ve Avrupalıların Salon dansları ve balelerinin bir araya gelmesi ile Amerikanın Modern Dans anlayışı ortaya çıkmıştır.
Almanyada da otuzlu yıllarda birçok Alman dansçı Amerikaya göç etmiş ve Amerikan modern dansının gelişimine katkıda bulunmuşlardır. İsadora Duncan, Ruth St Denis ,Ted Shawn, Martha Graham ,Merce Cunningham ,Paul Taylor gibi isimler de Modern Dansa yeni bir boyut getirmiştir.
M o d e r n d a n s v e a n l a t ı m
Hareketler ve jestler bir vücut dili geliştirerek, sözcüklerin anlatım yükünü üstlendikleri gibi, bu anlatımı, sözcükleri aratmayacak şekilde, hatta bazı durumlarda sözcüklerden daha da kuvvetli bir şekilde gerçekleştirmektedirler. Bunun en güzel örneği, dans dünyasında görülmektedir. İlkel insandan günümüze kadar insanlar, çeşitli nedenlerle her zaman dans etmişlerdir. Özellikle, sözcüklerle anlatımın henüz oluşmadığı ilkel zamanlarda, insanlar sevinçlerini, kaygılarını, korkularını, başarılarını ve yaşadıkları çeşitli olayları dans diliyle anlatmışlardır.
Günümüz insanı, bir şeyleri belirli şekillerde görmeyi bekler durumdadır. Modern dansın amacı da bu şekillenmelerde yeni bakış açıları geliştirmektir. Bu durumda Modern dans, sadece belirli şekillerle ifade edebilme fikrinden yola çıkmayıp, özünde bale ve müzikten bir çok öğeyi içermekle birlikte sadece vücutla bir ifade yaratmaktadır. Örneğin; balede kullanılan mimikler, modern dansta çok nadir olarak kullanılmaktadır.
Eski uygarlıklarda da rastlanılan bu yapı, özellikle maske takarak yapılan sahne gösterilerinde görülmesine rağmen, günümüz modern dansında yüz ifadesinin nötr konumu bu anlamda bu dans türünde bir çeşit maske olarak kabul edilebilir.
Sanatsal boyutu yoğun olarak ön planda tutulan bu dal, klasik baleden hareketle gelişen yeni pek çok açılımlarla balenin yapısına da önemli yaklaşımları katmıştır.
D e r s y a p ı l a r ı
Modern Dans, bir şeyleri kalıplar içinde görmek yerine, bu kalıpları kırarak, yaratıcılığı ön plana çıkaran ve sanatçının kendinden bir şeyler katabileceği kompozisyonlar haline getirmeyi amaçlar . Bu durumda Modern dans, sadece kalıpların kırılması fikriyle yola çıkmayıp , özüne yoğunlukla Baleden ,müzikten,tiyatrodan , kısacası sanatın her dalından her parçayı alarak yaratıcılığın enginliği içinde birbirine harmanlamaktadır
Türkiyede Dansın Tarihçesi
Osmanlı toplumu, kadın ve erkeğin birlikte müzik eşliğindeki modern dansları ile 19.yüzyılın son çeyreğinde gayrimüslim burjuvası, levanten ve yabancı misyonlar kanalıyla tanışmıştır.
Şüphesiz dans, Osmanlıdan günümüze geçen en çarpıcı modernleşme sembollerinden birisidir. Çengi ve köçek oynatan bir toplumdan vals yapan bir topluma geçiş, eğlence kültürünün içeriğini büyük ölçüde değiştirmiştir. Osmanlı insanı başkaları tarafından eğlendirilen edilgen bir karaktere sahip iken, Cumhuriyet insanı kendisinin katılımına imkan veren modern eğlence anlayışını benimsemiş ve dans pistine çıkma cesaretini göstermiştir.
Cumhuriyet, eğlence hayatımıza kadın ve erkeğin aynı ortamda birlikte eğlenmesi ve eğlencenin çeşitlenip, kitleleşmesi gibi iki önemli değişikliği getirmiş ve bu eğlence tarzı meşrutiyetini Cumhuriyet Baloları ile ispatlamıştır.
Cumhuriyet döneminde dans, batılılaşmanın önemli ölçütlerinden biri olarak kabul edilmiş, Atatürkün özel isteği ile Türk kadınlarının da dansetmesi hedeflenmiş, dansa adeta "devlet teşviki" uygulanmıştır.
İlk dönemlerde, gelişmelere ayak uydurmakta güçlük çeken yüksek kademeli memurlar, rütbeli askerler eğlenceli balo öykülerine konu olmuşlardır. Frak giyip baloya giderken yumuşacık meslerini beline sokup frağın kuyruklarıyla gizleyenler, ilk dansı heyecandan kaskatı olan türbanlı ama dekolte yakalı eşiyle açıp birkaç kez pistte döndükten sonra rugan ayakkabılarını kimselere göstermeden çıkarıp meslerini giyen kaymakamlar, her baloda mutlaka hastalanan ve baloya katılamayan vali, kaymakam ve eşleri .
Bu dönemin ilk yıllarında tango, resmi baloların, düğünlerin ve eğlencelerin asri dansı olmuştur. Kendine güvenen monden genç hanım ve beyler gösteri mahiyetinde fokstrot yapsalar da, balolar vals veya tango ile, düğünler ise mutlaka "La Comparsita" ile açılmıştır.
1930lu yıllara doğru bütün dünyayı saran çarliston salgını Beyoğluna kadar uzanmış, çeviklik isteyen bu yeni dans, kısa sürede genç, yaşlı herkes tarafından benimsenmiştir.
Son yıllarda unutulan eski danslar yeniden gündeme gelmiştir. 1991 yılında Swissotelde Viyana Opera Balosu Orkestrası eşliğinde, Viyana Balosu düzenlenmiştir. Altı haftalık vals dersi alan çiftlerin katılımıyla gerçekleştirilen balo, 1996 yılına kadar her yıl düzenli olarak, daha sonraları ise aralıklarla gerçekleştirilmektedir. Tango Dostları Derneğinin yaptığı dans gösterili konserlerle başlayan tango geceleri, yerini öncelikle 1994 yılından itibaren Armada Otelde süregelen "Tangolu Pazar Geceleri" ne bırakmıştır.
Günümüzde dansa yönelik ilgi yeniden canlanmıştır. Çok sayıda dans aktivite ve geceleri düzenli olarak gerçekleştirilirken, sıklıkla yurtdışından yabancı dans eğitmenleri atölye çalışmaları için gelmekte, çeşitli organizasyon, kurum ve kuruluşlar faaliyete geçmektedir.
Cumhuriyet Baloları
19. yüzyılın sonlarında, İstanbul, İzmir gibi levantenlerin yoğun yaşadıkları büyük merkezlerde düzenlenen balolar, Türk Ocağı�nın kültürel faaliyetleri ile ivme kazanmış, Cumhuriyetin ilanından sonra ise resmiyet kazanarak, sosyal yaşamın önemli bir parçası durumuna gelmiştir.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra ilk balo, Eylül 1925'te İzmir�de düzenlenmiştir. Atatürk�ün isteği ile sadece Müslüman erkek ve kadınların bulunduğu bu eğlence, aslında kadın ve erkeğin aynı ortamda bulunması ve eğlenmesi adına büyük bir devrimdir.
29 Ekim 1925 tarihinde ise, ilk resmi Cumhuriyet Balosu, Ankara�-'da Türk Ocağı'nda, başta Cumhurbaşkanı Atatürk olmak üzere; başbakan, bakanlar, büyükelçiler, ordu komutanları ve basının ileri gelenlerinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir. Bu tarihten itibaren, Ankara�da düzenlenen Cumhuriyet balosuna katılmak üzere her yıl İstanbul, İzmir ve diğer büyük illerden birçok yerli ve yabancı konuk davet edilmiştir.
"Türk Ocağı o zamanlar, Hamamönü semtindeki Şengül Hamamı'nın yanındaki eski Ermeni mektebinin binasında çalışmaktadır. Balo gecesi bu harap binanın salonunda, duvar diplerine sandalyeler dizilmiştir. Herkesin sus pus sıralanıp oturduğu, sessiz hareketsiz, hatta kadınsız; benzetme garip kaçmazsa adeta bir mevlit toplantısıdır bu. Süreyya Ağaoğlu bu ilk baloya katılan birkaç Türk kadınından biridir. Anılarında kısaca şunları aktarır: Büyük bir heyecanla hazırlanmış, yüzüme de pudra sürmüştüm. Girişteki aynada yüzümü görünce hiç beğenmeyip mendille sildim. O günlerde o küçücük bina bizim için sanki bir saraydı" (Unutma Beni - Gökhan Akçura, 2001)
Cumhuriyet Baloları toplum için bir örnek oluşturmuş ve kısa zamanda müzikli, danslı eğlenceler sıklıkla düzenlenmeye başlamıştır. Başta çeşitli kurumlar yararına olmak üzere Türk Ocağı, Hilal-i Ahmer, Himaye-i Etfal ve buna benzer birçok kurum birbiri ardına balolar düzenlemişlerdir. Artan ilgi karşısında özel dans okulları kurulup, dans dersleri verilmeye başlanmıştır.
Dans muallimi İsmail Ruhi Bey tarafından perşembe, cumartesi günleri gecesi, cuma pazar günleri gündüz istenilen saatte ders verebileceğinden heveskaranın şeraiti anlamak ve kaydını icra ettirmek üzere Karşıyaka Belediye bahçesine müracaatları�� (Hizmet, 3 Ağustos 1926)
Cumhuriyetin ilk yıllarında, küçük bir taşra kasabası görüntüsü veren başkent Ankara'yı canlandırmak, siyaset, ticaret, kültür ve eğlence merkezi yapmak amacıyla özel balolar sıkça düzenlenmiştir. Örneğin, Şubat 1927�de Başbakan İsmet Paşa�nın ev sahipliğini yaptığı ve Bakanlar Kurulu, İstiklal Mahkemesi üyeleri, yabancı büyükelçiler ve işadamlarının katıldığı yaklaşık iki yüz kişilik bir balo düzenlenirken, iki gün sonra yine Ankara�da, Cumhurbaşkanı M. Kemal Paşa�nın katıldığı bir Himaye-i Etfal Balosu düzenlenmiş, baloya birçok seçkin yerli ve yabancı konuk katılmıştır.
Şüphesiz Cumhuriyet baloları batılı yaşam tarzının topluma empoze edilmesinde etkin bir araç olması nedeniyle önem taşımaktadır.
Bir Zamanlar Dans Dersleri
"Dansing"ler
İstanbul'da "dansing"lerin ortaya çıkışı, şüphesiz Beyaz Rus göçmenlerin savaş sonrası kente yerleşmeleri ile başlamıştır. 1920 yılında Rusya'dan gelen zenci Thomas, Şişli'de "Hospital de la Paix" Akıl Hastalıkları Hastanesi'nin hemen yanındaki Stella bahçesinde İstanbul'un ilk dansingini açmış ve daha çok subayların tercih ettiği seçkin bir mekan olmuştur. Kiev'li bir Yahudi olan Mösyö Weinbaum, Cercle d'Orient'in karşısındaki binanın zemin katında, "La Nose Noire (Siyah Gül)" adında başka bir Rus dansingini işletmiştir. M. Lehmann'ın işlettiği varyete tiyatrosu "Garden Bar" ise, zamanla bir Rus dansingi haline dönüşmüştür.
Rus dansinglerinin yanısıra, Tokatlıyan, Pera Palas gibi dönemin rağbet gören otellerinin de dansingleri olup, pek çok danslı çay partisine ev sahipliği yapmış, pek çok gönül ilişkisinin başlamasına ya da bitmesine vesile olmuştur.
Bu salonlarda kendine özgü disiplin ve nezaket hakim olup, herkes bu kurallara uymuştur. Örneğin, dansa kalkmayan dam zorlanmamış, "angajeyim" diyen dama karşı ısrar edilmemiştir.
Dans Dersleri ve Eğitmenleri
Araştırmacı yazar Gökhan Akçura, dönemin dans derslerini şu şekilde aktarmaktadır:
"Üzerinde dans muallimi" yazılı kapıdan içeri girip merdivenleri çıkıyoruz. Sonunda, sandalyelerin duvar diplerine dizildiği büyük bir salona ulaşıyoruz. Biz vardığımızda galiba dans yeni bitmiş ki; herkes yerine oturuyor. Bu sırada yanımıza gelen kısa boylu adam cebinden bir fiş çıkarıp uzatıyor. Fişin üstünde dershane ile ilgili temel bilgiler yeralmakta. Bunların en önemlisi dans saatlerinin düzenlenişi ile ilgili olanı:
Ders Saatleri;
10:00 - 12:00
13:00 - 17:00
19:00 - 21:00
22:00 - 24:00
Gramofonun karşısındaki boş sandalyelere oturtuluyoruz. Hemen bir matmazel gelerek karşımıza dikiliyor. Acemi olduğumuzu anlayınca söz konusu fiş karşılığı, kişi başına 15 kuruş vereceğimizi söylüyor. Karşımızdaki gramofonun yanında beş altı kız oturuyor. Bunlar günde elli ila yetmiş kuruş yevmiye alan "muavinler". Sabahtan akşama kadar çalışıyor ve gelen erkeklerin damları olarak görev yapıyorlar. Bizim oturduğumuz tarafta da on onbeş kadar erkek var. Rum aksanıyla konuşan dans profesörü, önce danslar hakkında açıklamalar yapıyor. Sonra erkekler kızların önüne giderek kızları revaransla dansa kaldırıyorlar. Gramafona konan tango çalmaya başlıyor. Bunu daha sonra vals ve paso doble takip ediyor."
Dans dershanelerine giriş (duhuliye) ücreti, Fener'de, İstanbul yakasının ilk dans salonunda 25 kuruş iken, Beyoğlu'nda başta Haçopulo Hanı'ndaki Mösyö Yani'nin salonu olmak üzere yalnız kavalyeden alınan giriş ücreti 30 kuruş ve üstüne çıkmaktadır.
Bazı dans dershanelerinin hemen yanında "kafeşantan"lar yeralmakta olup, giriş ücreti erkekler için 25 kuruş, bayanları teşvik etmek için ise 10 kuruştur. Amaç dansetmek için gelen erkek ve kadınları biraraya getirmektir.
Dönemin dans eğitmenlerinden ilk akla gelenler;
* Yüksekkaldırım'da Madam Sari
* Galatasaray'da Şahinyan
* Tokatlıyan Oteli'nin arkasında Yorgo
* İpek Sineması karşısında Hanımyan
* Sakelaridis
* Taksim'de Lukas
* Fener'de Halid ve Halide Armanlı
* Bahri Bey
* Haçopulo Hanı'nda Mösyö Yani
* Madam Salaha
Mösyö Yani'nin dans salonunun kavalye müşterileri daha çok banka, büro ve büyük mağazalarda çalışıp, salona yakın semtlerden gelen öğrenci ve gençlerden oluşurken, damlar ağırlıklı olarak Fener, Balat, Hasköy, Cibali, Kuledibi, Tarlabaşı, Feriköy ve Beşiktaş'tan gelmektedirler
Moderatör tarafında düzenlendi: