Yaşanan travmalar, ağır duygusal fiziksel ya da cinsel istismar içerebilmektedir ancak doğal bir afet ya da savaş gibi durumlarla da bağlantılı olabilmektedir. Ebeveynlerden birinin kaybı gibi erken yaşanan önemli bir kayıp da çoğul kişilik bozukluğu oluşumunda etkili olabilmektedir.
Aile kuşakları içinde de çoğul kişilik bozukluğuna rastlanıyor olması, bu rahatsızlığın oluşumundaki kalıtım faktörüne işaret etmektedir. Çoğul kişilik bozukluğuna kadınlarda erkeklerden daha sık rastlanmaktadır. Bu da cinsel istismarın daha yaygın olarak kadınlara yönelik uygulanıyor olmasından kaynaklanabilmektedir.
Çoğul kişilik bozukluğunun belirtileri nelerdir?
Bu rahatsızlıkta gözlemlenen belirtiler, madde kötüye kullanımı ya da post travmatik stres bozukluğu gibi bir çok ruhsal ve fiziksel hastalıkta gözlenenlere çok benzemektedir. Çoğul kişilik bozukluğunda ortaya çıkabilecek belirtiler aşağıda sıralanmıştır:
İşlevsellikte değişim:
Çok etkinlikten, neredeyse acizliğe geçiş
Sık sık baş ağrıları ya da bazı vücut bölgelerinde ağrılar yaşamak
Depersonalizasyon (kişinin kendi duygularından ve bedeninden yabancılaşması, ayrışması)
Derealizasyon (dış dünyanın gerçek değilmiş gibi algılanması)
Depresyon ya da duygu durum dalgalanmaları
Yeme ve uyku düzenlerinde açıklanamayan değişimler
Anksiyete, asabiyet, panik atakları
Cinsel işlevlerde problemler
İntihar girişimleri ya da kişinin kendi kendisine zarar vermesi
Madde kötüye kullanımı
Amnezi (hafıza kaybı) ya da yaşanan bir zaman diliminin kaybedilmesi, yaşanmamış gibi hissedilmesi
Halüsinasyonlar (varolmayan sesler duymak gibi, gerçek olmayan algısal tecrübeler)
Çoğul kişilik bozukluğu nasıl tedavi edilmektedir?
Buradaki tedavinin amacı, belirtileri ortadan kaldırmak, kişinin güvenliğini temin etmek ve ayrı kimlikleri tek bir kişilik içinde birleştirip en iyi şekilde işlev gösterilmesini sağlamaktır. Bundan sonra tedavide, kişinin acı veren anılarını rahatça ifade edip işlemleyebilmesi, yeni başa çıkma becerileri edinmesi, işlevselliğini tekrar kazanması ve ilişki bazında ilerleme gösterebilmesi amaçlanır. En uygun tedavi yaklaşımının seçilmesi kişiye ve gözlenilen belirtilerin ağırlığına bağlıdır. Tedavi, aşağıdaki öğeleri içerebilmektedir:
Psikoterapi: Ruhsal ve duygusal bozukluklarda uygulanan bu tedavi yöntemi, içsel çatışmalarla ilgili iletişimi cesaretlendirmek ve problemlere yönelik içgörü kazandırmak için psikolojik teknikler kullanmaktadır.
Bilişsel terapi: Bu terapi türü, bozuk düşünce kalıplarını değiştirmeyi hedefler ve sonuçları da duygu ve davranışlarda gözlemlenebilir.
İlaç Tedavisi: Disosyatif bozuklukların kendisini tedavi ettiği bilinen bir ilaç yoktur. Ancak disosiyatif bozukluğu olan ve aynı zamanda da depresyon veya anksiyete sıkıntısı çeken kişiler, antidepresan veya anti anksiyete ilaç tedavilerinden faydalanabilirler.
Aile Terapisi: Bu tür terapiler kişinin ailesine, rahatsızlık, rahatsızlığı meydana getiren sebepler ile ilgili bilgi vermekle birlikte, aile bireylerine rahatsızlığın tekrarlamasıyla ilgili sinyalleri görebilmeyi de öğretmektedir.
Yaratıcı Terapiler (sanat, müzik terapileri): Bu terapiler, güvenli ve yaratıcı bir yolla, kişinin kendi düşünce ve duygularını fark etmelerini ve ifade etmelerini sağlamaktadır.
Klinik Hipnoz: Bu tedavi yöntemi rahatlama, konsantrasyon ve daha alt bir bilinçlilik haline odaklanmayı gerektirir. Kişinin bilinç düzeyinden sakladığı duygularını, düşüncelerini, hatıralarını keşfetmesini ve ifade etmesini sağlamaktadır. Bu süreçte, gerçek olmayan hatıralar yaratma riski olabildiği için, disosiyatif bozuklukların tedavisinde hipnoz kullanımı tartışmalı bir konu olarak görülmektedir.