ßLaCK.AnqeL
Bayan Üye
Çocuktum
Obsesiftim!
Dört yaşına gelene kadarki hayatımıza hükmeden korkular
sonrakilerin “giyinmemişi” sayılabilirler. Tehlikenin kucağına atılmamak için elinden geleni yapanların bir kısmı...
"Hayatın giderek karmaşıklaştığı dönemlerde
hayatı anlamakta zorluk hissettiğimizde
elimizdeki mevzilere sıkıca sarılmamızın ilk provasını bebeklikten çocukluğa geçiş yıllarımızda yapıyoruz. Hayatın korkutuculuğunu ilk hissettirmesi ile birlikte..."
1. Obsesif olunmaz
obsesif kalınır...
Üç yaşındaki çocuklara bir bakın
ağzının kenarına bulaşan yağdan rahatsız olmayanını bulana ödül var. Oyuncaklarının onun kafasına göre olan düzenini bozun bakalım
cesaretiniz varsa. Tertip ve intizama olan merakları dorukta olan bu çocuklar büyüdüklerinde nereye gidiyorlar? Prefontal korteksin müthiş bir büyüme hamlesi geliştirdiği o yıllarda
her şeyi bir sınıfa sokmak
görülen her nesnenin yaşanan her dakikanın adını ve anlamını repertuarımıza kaydetmek için obsesif olmayıp da ne yapsak? Hayatın giderek karmaşıklaştığı dönemlerde
hayatı anlamakta zorluk hissettiğimizde
elimizdeki mevzilere sıkıca sarılmamızın ilk provasını bebeklikten çocukluğa geçiş yıllarımızda yapıyoruz. Hayatın korkutuculuğunu ilk hissettirmesi ile birlikte... Bu dönemin obsesif stilini bir türlü bırakamayanlar
hayat boyu aynı stille devam etmeyi
öyle kalmayı
ya da sıkıştıklarında öyle olmayı “tercih” ediyorlar. Her şey “hep öyle” ya da “hep böyle” kalsın diyenler
obsesif kalıyorlar. Nedeni? Nedeni uzun hikaye
ama kuşaklar boyu aynı obsesif stile sahip en azından bir birey bulundurmayı “âdet” edinmiş bir aileye mensup olmak
desek... “Genetik belirlenim” demenin bir başka yolu işte.
2. Bir ayrılık
bir yoksulluk
bir ölüm...
Dört yaşına gelene kadarki hayatımıza hükmeden korkular
sonrakilerin “giyinmemişi” sayılabilirler. Tehlikenin kucağına atılmamak için elinden geleni yapanların bir kısmı
bildik ve emniyetli saydıklarından ayrılmamak için bir şeylere “takılmayı” dener. Uyku vaktinde
mesela... Uyumamak için direnen çocuklar
takıntılarını uygulamaya sokarlar. Yatmadan önce söylettirilen marşlar
bir masal
iki masal
üç masal... Bitmek bilmeyen ayrılık merasimleri... Hiç yatmasam
n’olur sanki? Yattığımda sonrada kalktığımda
yattığımdaki gibi bir dünyaya kalkabilecek miyim?Hayat bıraktığım yerden devam edecek mi?
Bu soruyu açıkça sormayan bir çocuğun
sorusunun “doğru” cevabının ürkütücülüğünü hissettiğini
ama kelimelendiremediğini düşünüyorum.
O ürküntünün verdiği dehşetle
ne yaptığını bilir mi insan? Çocuk açısından güvenliği tehdit edilen her şey
bir takıntı sebebi sayılabilir. Güvenliğinin gerçekten ne kadar sağlam olduğunu anlamak zorundayız. Ah
elbette
obsesifliğin tehditleri önleyici ya da güvenliği sağlayıcı bir yöntem olarak işe yaramazlığı aynı mesele. Ama
ya bildiğiniz bir rahatlama yolu yoksa obsesifleşmekten başka?
3. Güvenli kucaklar...
Felaketlerden kaçmanın en güvenli yolu
güvenli kucaklara sığınmak... Daha bebekken aldığımız “ders”ten yararlanmayı sürdürenlerimiz
kucaktan hiç inmemeyi veya kucağa hiç çıkmamayı seçenler olarak ikiye ayrılabilir. İki durumda da senaryo aynı aslında: Korkunun yönettiği bir hayatın öznesi olmak
kaderine pek elleşmeyen birisi olarak kalmak... Obsesif-kompulsif çocukların hayatlarının başka dönemlerinde
o tutuk
takıntılı hallerinden kurtulduklarında
hiperaktifleşmeleri senaryonun öbür tarafına geçmek gibi: Çok kontrolden hiç kontrole...
4. Yaprak toplayarak...
Hiç yaprak bırakmamacasına koşturuyor sokak aralarında
bahçeden bahçeye... “Bir tane bile kaldıysa
söylemesi bile zor
çok kötü şeyler olabilir. Kime mi? Anneme tabii ki... Onu önlemek için topluyorum şehrin bütün yapraklarını şehrin.” Uykusuz
susuz
eksiksiz
ne kadar yere düşmüş yaprak varsa
o kadar yaprak toplanmalı. Kendini yok edercesine bir takıntının peşine takılan herkes
bir felaketi
kendisinin ya da en sevdiği ve en kızdığının başına gelebilecek bir felaketi önlemek çabasında. Bir çocuk bunu ne kadar söze dökebilir ki? “Geceleri yaprak toplamaya ara verdiğimde
gidip annemim yüzüne krem sürüyorum. Kırışıklıklar kaybolsun diye... Saçlarını da boyamak istiyorum
tek bir beyazlık kalmacasına.”
5. Fazla sıkı tuttuysan hayatın elini...
Hayat ile ilişkimizdeki tarzımızı
çocukken annemizin elini tutuşumuza benzetiyorum. Kimimiz sımsıkı yapışıyoruz
hiç bırakmamacasına... Kimimizin tutuşu ise
her an kurtuluverecek gibi
gevşek
iğreti. Güvenli
ne zaman tutacağını
ne zaman biliyor gibi gözüken çocuklara bir yandan imrenerek... Hayatın elini fazla sıkı tutmaya (obsesif-kompülsif) bozukluk denilebilir mi?
6. Sevmek bir takıntı mı?
Ne iddialı bir soru bu... Tabii ki
sevmek bir takıntı. Ama
sevmek bozukluk olan takıntı mı? Allah aşkına
bu sorunun cevabının ne önemi var; nasıl olsa kimse aşktan iyileşmek istemez ki...
7. Sofra krizi...
Masada hep aynı yerde oturur. Tabağının ortasında iki kaşık
ne bir eksik
ne bir fazla
iki kaşık patates püresi. Üstüne bir köfte
bir pirzola... Her öğle saatinde dedesi ajans dinlerken
o da sofradaki yerini alır. Yemek öncesinde
abdest alırcasına bir titizlikle
içinden bir şeyler söylene söylene
tırnağından dirseğine elini-kolunu yıkar. İşin sırasını bozacak bir ses
kapının zili mesela
onu çıldırtmaya yeter. Isırsa birilerini
ya da kendi kollarını
en iyisi...O ısırık
ancak
düzenin bozulmasının yarattığı öfaaai yatıştırmaya yeter... Senin sofrada oturacağın yere
yediğine içtiğine karımaya başladığında
alır doktora götürürsün. Her sofra krizinden sonra
ağlamalarına dayanamaz
dediklerini uygulayacağına söz verirsin. Hep bir şeyler eksik kalır
onun istediklerini bir türkü tam yapamazsın. Ona giderek daha çok kızarsın. O da
sana kızar. Anlaşılamadığını düşünür. Sende anlaşılamadığından yakınırsın.
8. Hayatı hissedemeyen çocuk...
Hayat sahici mi? Öyle değilmiş gibi geliyor da...Temiz ama temiz değilmiş gibi... Her hazırlığı tamam
ama hiçbir hazırlığı yokmuş gibi... Yapılanlar sanki yapılır yapılmaz
eylem-hafızamızdan siliniyor. Hiçbir iz bırakmadan kayboluveriyor. Her yaptığımızı tekrar tekrar denetlemek
yaşananları hiç olmamış gibi algılamak
yapılanların devamlılığını ancak yapıldığı anla sınırlamak... Devamlı aynı şeyleri yapmak. Belleği birkaç basamaktan geriye gitmeyen ve söz tutmayan bir bebek belleği haline getiren bu sürece
bir çocuğun dayanması zordur. Yaşadıklarının sahiciliğinden hep şüpheye düştüğünde
yaşananları doğrulamaktan başka bir çare bulamayan çocuk
ısrarcıdır. Yaşayabilme telaşındadır. Bu günden ayrılmak istemez
bu gün ya da bu an
daha telaffuz ederken kelimeleri
geçmişte kalıverir. Bugün olarak bellediği bir geçmişe tutunan çocuk
tutucu ya da ilerlemeyi önleyici bir “siyasi” pozisyonuna sürükleniverir.
9. Dikkat dağılır ve toparlanır...
Obsesif bir çocuksanız eğer
dikkatiniz toplandığında dağılamaz. Nereye takıldınızsa
orada kalır. Dikkat dağınıklığı olan bir çocuksanız
dikkatinizi toplamanız zordur. Obsesif çocuklar
tedavi edildiklerinde
bazen o an’a tutsaklıktan kurtulmanın coşkusuyla
kontrolünü tümüyle bırakıverirler. Hareketli ve takıntılı olmak çelişkili gözükebilir. Kontrolsüzlüğün bir şekli “çok kontrol” ise
diğeri de “hiç kontrol”.
10. Edebiyat gençleştirir...
Çünkü hayat söz ile zapt edilebilir. Bir yazar (Leyla İpekçi)
Hürriyet’te yayımlanan bir röportajda diyor ki: “Edebiyatçı olmadan önce daha yaşlıydım. Çünkü hayat daha hızlı akıp geçiyordu.” Söz kullanma becerisinin gelişmesi
çocuğun hayatı ve zihni üzerindeki kontrolünü arttırdıkça
hayatı yavaşlatır. Söze dayalı beynimiz
sözsüz beynimizden daha ağırdan alır süreçleri. Hayatın hızına ayak uydurabilmek
hayata kaybolup gitmemek için ihtiyacımız olan bir yavaşlamadır bu. Bir bakışla karar veren sözsüz yanımızın süratini kesen sözlü yanımız
obsesif oldukça işi hayatı durdurmaya vardırır. Hayatın durmasını
hayatın bitmesi gibi görenler de olacaktır. Obsesifliğimiz depresyonla “taçlanır”. Korkular biter
hayat durduğu için. Hayatın tekrar hızlanmasında neler olacağının korkusu
çocuğun içini kaplar. “Tedaviye direnç”
korkunun aldığı son şekilde başka bir şey olamayabilir. O sırada çekilecek bir fonksiyonel manyetik rezonans
sol hemisferde artmış kan akımının kaudat çekirdekte yoğunlaştığını gösterebilecektir.
Dört yaşına gelene kadarki hayatımıza hükmeden korkular
1. Obsesif olunmaz
Üç yaşındaki çocuklara bir bakın
2. Bir ayrılık
Dört yaşına gelene kadarki hayatımıza hükmeden korkular
Bu soruyu açıkça sormayan bir çocuğun
O ürküntünün verdiği dehşetle
3. Güvenli kucaklar...
Felaketlerden kaçmanın en güvenli yolu
4. Yaprak toplayarak...
Hiç yaprak bırakmamacasına koşturuyor sokak aralarında
5. Fazla sıkı tuttuysan hayatın elini...
Hayat ile ilişkimizdeki tarzımızı
6. Sevmek bir takıntı mı?
Ne iddialı bir soru bu... Tabii ki
7. Sofra krizi...
Masada hep aynı yerde oturur. Tabağının ortasında iki kaşık
8. Hayatı hissedemeyen çocuk...
Hayat sahici mi? Öyle değilmiş gibi geliyor da...Temiz ama temiz değilmiş gibi... Her hazırlığı tamam
9. Dikkat dağılır ve toparlanır...
Obsesif bir çocuksanız eğer
10. Edebiyat gençleştirir...
Çünkü hayat söz ile zapt edilebilir. Bir yazar (Leyla İpekçi)