Günümüzden yaklaşık 10 sene önce ilkokul sıralarındayken tanımıştım seni. Dün gibi hatırlarım denir ya işte öyle bir şey, o özel günlerden kalan anılar ve şuan ki hisslerim.
Düne dönersek; gerek mahallemizdeki çocuklar olsun gerekse sınıf arkadaşlarım olsun çoğunluğu semtimizin zengin, şımarık sarışınına aşıktı. “Seni sevmeyen ölsün” sloganı eşliğinde küstah, entrikacı kırmızıya sarı gölgeli olanın hayranları da azımsanmayacak sayıda idi.
Bana da sorarlardı “sen hangisini tutuyorsun, hangisine hayransın?” Daha yeni yeni tanıyordum çevremi esasında, merakla abilerin anlattıklarını dinlerdim. Anlatılan hikayelerde, herkes kendinden geçerken ben bir şey hissedemezdim, tabi ki ilk görüşde aşk denen o güzel duygudan habersizdim. Birgün kulağıma bir laf geldi. Mahallemizin popüler sarışınının, sadece bir takımdan çekindiğini ve onun yanında ezilip büzüldüğünü duyunca garip bir heyecan kaplamıştı.. Kimdi acaba bu afilli sarışının fiyakasını bozan, çok merak etmiştim. Hani dünyaya bedeldi? Nasıl oluyor da onun fiyakasını bozabiliyordu?
Bunun cevabını sadece babamdan öğrenebilirdim. Gözleri boyanmış, hayal alemindeki arkadaşlarım elbette dedikodu der,üstünü kapatırlardı. Bu merakımla birlikte babamın “artık zamanı geldi seni bu hafta sonu KARA KARTAL ile tanıştıracağım” sözü hala kulaklarımda.Annemin derbi maçlarından korkusu ve beni göndermek istememesine rağmen, babamın inadı ile yeni bir hayata başlıyordum adeta. Evden çıkarken ılık bir hava olmasına rağmen annem özenle giydirmiş, babamı da sıkı sıkı tembihlemiş, ısrarla söyleniyordu. ”Dikkatli olun” hatta “bir daha götürmeyeceksin” dediğini bile hatırlıyorum. (Nerden bilebilirdi o günden sonra hayat tarzımızın Beşiktaş olacağını, bütün planlarımızı Beşiktaş'a göre yapacağımızı.)
Bende payımı almıştım, babamın elini bırakmayacak, yanından biran olsun ayrılmayacaktım. Sabahın köründe çıkmıştık yola, babam yolda nasihatlarda bulunuyordu. Elimi sakın bırakma, kaybolursan şunu yap falan filanlar eşliğinde yaklaştığımızı hissediyordum buluşma yerine.. Uğultular yükseliyor, insanlar üzerime üzerime geliyordu adeta. Uzakdan kalabalığı görünce ürkmüştüm ama içimde tarifsiz bir heyecan fırtınası ayaklarımı esir almış kalabalığa koşar adım götürüyordu benide.
Kuyrukda bir amca görmüş sırtındaki çuvalda ne olduğunu merak etmiştim. İki büklüm taşıyordu, ağır olduğu belliydi. Soruma aldığım cevap konfeti idi ama oda neyin nesiydi? Babam “küçük küçük kesilmiş gazeteler var” dediğinde şaşkınlığım daha da artmıştı. Adamın işi gücü yok gazeteleri kesmiş bide iki büklüm sırtında taşıyor olması bana delilik gibi gelmişti o yıllarda. Doğru dürüst siyah beyaz bere atkı yoktu kimsede. Şanslı olanlarda sadece el örmesi birşeyler vardı. Ama çoğu insan çuvallar içinde çeşitli boylarda bayraklar getirmişti. Kimileri davul kimileri de o konfeti denilen çuvalları taşıyordu. Panayır alanı gibiydi, utanmıştım niye bizim elimiz boştu, boynumda sadece annemin ördüğü kaşkol vardı. Bundan sonra elim boş gitmemeliyim diye iç geçirmiştim. Gökyüzüne seyyar satıcıların arabalarından çıkan köfte kokusu ve dumanı yayılıyordu. Upuzun bir kuyruk, geçmek bilmeyen saatler, bu seferki sohbetler sarışın hakkında değil,sarışının fiyakasını bozan hakkındaydı. Merakla dinliyordum, onu görmeye gelmiştim zaten. Daha sade, daha mütevazi daha gerçekçiydi anlatılanlar. İtiş kakış uzun bekleme süresi su gibi akıp geçmişti bu anıları dinlerken ve sonunda bir kapıdan içeriye giriş babamın omzunda.
Direk üst kata çıktık.Yemyeşil saha gözlerimi, yeni sulanmış çimlerin kokusu burnumu , tribünlerden çıkan uğultu kulaklarımı esir almıştı. Bu kadar insanı bir arada ilk defa görüyordum. Kalbim gümbür gümbür atıyor heyecandan ellerim titriyordu. O gün ilk görüşte aşkın ne olduğunu öğrendim. Herkesin hayran olduğu şımarık, zengin sarışın karşımdaydı ama ben gönlümü mütevazi, kendi halinde olan KARA KARTAL ‘a veriyordum. Küçük gazete parçaları dağıtıldı, bir tanesi bile ziyan edilmeden. Bekledik hep beraber aynı anda atana kadar sabırla. Çeşit çeşit değişik ebatlardaki bayraklar açılıyordu aynı anda, el birliği ve düzen içinde.
O gün sarışın ağlayarak ayrıldı, bizlerde mutlu şekilde evimize döndük. Artık benimde sevdiğim,tuttuğum bir takım vardı. Havalı değildi belki ama kendine has olan havası benim başımı döndürmüştü çoktan, yeter de artardı bile. Benim gibi düşünenler “havalı,şımarık,küstah,entrikacı” olsun istemiyordu zaten takımının. Biz böyle sevmiştik, gönlümüzü onun için vermiştik siyah ile beyaza.
Yıllar birbirini kovaladı sarışına karşı olan üstünlüğümüz hep farklı skorlarla bitti. O afilli, zengin, küstah şımarık, karşımızdan her seferinde ağlayarak boynu bükük ayrılmıştı karşımızdan. Gençlik yıllarımda da değişen birşey olmadı. Onunla karşılaşmalarımız bizim için sıradandı adeta, sonucu önceden belliydi. İstedikleri kadar onun için büyük deselerde, Beşiktaş’ımızın büyüklüğü karşısında şansı yoktu.
Son yıllarda değişim rüzgarları esmeye başladı. Yavaş yavaş değişiyordu herşey. Belki de değiştirtiliyordu planlı bir şekilde. Koskoca Beşiktaş’ımız, gözümüzün önünde eriyordu adeta. Çocukluğumda beğenmediğim o yapmacık, şımarık, ne yaptığını bilmeyen sarışın benzeri davranışlar başladı. Mütevazilik denen olgu yerini tanımlayamayacağım bir sıfata bıraktı. Beşiktaş’ımızın büyüklüğü unutuldu, kendine has havası yeterli gelmedi kimilerine. Sarışının büyüsüne kapılanlar, Beşiktaş’ımızın havasını değiştirmeye başladılar.
Bununla birlikte saatlerce kuyrukda bekleyen, sırtında çuvallar taşıyan sabır ve emekle donatılmış Beşiktaş hayranları da kayboldu ortalıkdan. Belkide bir virüs gibi yayılan “Beşiktaş’ımızı kullanan, kendini eğlendirmeye gelen, Beşiktaş’a hayranlıklarını göstermek yerine sokaklarda kavga eder gibi rakiplerine küfürler edenler” kaçırdılar gerçek Beşiktaşlıları, Beşiktaş’ımızın etrafından..
Son 6-7 sene de kabuk iyice değişti. Bir zamanlar havalı sarışını devamlı farklı mağlup eden Beşiktaş’ımız uzun yıllardır bırakın sarışına karşı farklı galibiyetleri, en aciz takımlara karşı bile farklı sonuçlar alamadı. Beşiktaş’ımız sarışının eskilerini alarak, sarışının tavırlarını takınarak kendi büyüklüğünün farkında olmadan küçülmeye devam ediyor.
Şimdide babamın ilk maça götürdüğü zaman; “bak oğlum burası 2. yuvamız, buraya sahip çıkıcaksın, koruyacaksın” dediği evimizi, sarışına özenenler sarışının evi gibi ruhsuz bir yapıya döndürmek istiyorlar.
Bu ruhsuzluk tesislerin Fulyadan daha güzel, modern, konforlu olan Ümraniye’ye taşınmasıyla başladı. Şimdi de yuvamıza atılan el ile devam ediyor. Benim Beşiktaş’ımı da yapmacık, fabrikasyon gibi ortalıklarda dolaşan tek tip suni sarışınlara dönüştürüyorlar. Ben Beşiktaş’ımızın cesur ruhunu, beyazındaki masumiyeti ile mütevaziliğini aynı zamanda da siyahındaki asaleti sevmiştim halbuki.
Düne dönersek; gerek mahallemizdeki çocuklar olsun gerekse sınıf arkadaşlarım olsun çoğunluğu semtimizin zengin, şımarık sarışınına aşıktı. “Seni sevmeyen ölsün” sloganı eşliğinde küstah, entrikacı kırmızıya sarı gölgeli olanın hayranları da azımsanmayacak sayıda idi.
Bana da sorarlardı “sen hangisini tutuyorsun, hangisine hayransın?” Daha yeni yeni tanıyordum çevremi esasında, merakla abilerin anlattıklarını dinlerdim. Anlatılan hikayelerde, herkes kendinden geçerken ben bir şey hissedemezdim, tabi ki ilk görüşde aşk denen o güzel duygudan habersizdim. Birgün kulağıma bir laf geldi. Mahallemizin popüler sarışınının, sadece bir takımdan çekindiğini ve onun yanında ezilip büzüldüğünü duyunca garip bir heyecan kaplamıştı.. Kimdi acaba bu afilli sarışının fiyakasını bozan, çok merak etmiştim. Hani dünyaya bedeldi? Nasıl oluyor da onun fiyakasını bozabiliyordu?
Bunun cevabını sadece babamdan öğrenebilirdim. Gözleri boyanmış, hayal alemindeki arkadaşlarım elbette dedikodu der,üstünü kapatırlardı. Bu merakımla birlikte babamın “artık zamanı geldi seni bu hafta sonu KARA KARTAL ile tanıştıracağım” sözü hala kulaklarımda.Annemin derbi maçlarından korkusu ve beni göndermek istememesine rağmen, babamın inadı ile yeni bir hayata başlıyordum adeta. Evden çıkarken ılık bir hava olmasına rağmen annem özenle giydirmiş, babamı da sıkı sıkı tembihlemiş, ısrarla söyleniyordu. ”Dikkatli olun” hatta “bir daha götürmeyeceksin” dediğini bile hatırlıyorum. (Nerden bilebilirdi o günden sonra hayat tarzımızın Beşiktaş olacağını, bütün planlarımızı Beşiktaş'a göre yapacağımızı.)
Bende payımı almıştım, babamın elini bırakmayacak, yanından biran olsun ayrılmayacaktım. Sabahın köründe çıkmıştık yola, babam yolda nasihatlarda bulunuyordu. Elimi sakın bırakma, kaybolursan şunu yap falan filanlar eşliğinde yaklaştığımızı hissediyordum buluşma yerine.. Uğultular yükseliyor, insanlar üzerime üzerime geliyordu adeta. Uzakdan kalabalığı görünce ürkmüştüm ama içimde tarifsiz bir heyecan fırtınası ayaklarımı esir almış kalabalığa koşar adım götürüyordu benide.
Kuyrukda bir amca görmüş sırtındaki çuvalda ne olduğunu merak etmiştim. İki büklüm taşıyordu, ağır olduğu belliydi. Soruma aldığım cevap konfeti idi ama oda neyin nesiydi? Babam “küçük küçük kesilmiş gazeteler var” dediğinde şaşkınlığım daha da artmıştı. Adamın işi gücü yok gazeteleri kesmiş bide iki büklüm sırtında taşıyor olması bana delilik gibi gelmişti o yıllarda. Doğru dürüst siyah beyaz bere atkı yoktu kimsede. Şanslı olanlarda sadece el örmesi birşeyler vardı. Ama çoğu insan çuvallar içinde çeşitli boylarda bayraklar getirmişti. Kimileri davul kimileri de o konfeti denilen çuvalları taşıyordu. Panayır alanı gibiydi, utanmıştım niye bizim elimiz boştu, boynumda sadece annemin ördüğü kaşkol vardı. Bundan sonra elim boş gitmemeliyim diye iç geçirmiştim. Gökyüzüne seyyar satıcıların arabalarından çıkan köfte kokusu ve dumanı yayılıyordu. Upuzun bir kuyruk, geçmek bilmeyen saatler, bu seferki sohbetler sarışın hakkında değil,sarışının fiyakasını bozan hakkındaydı. Merakla dinliyordum, onu görmeye gelmiştim zaten. Daha sade, daha mütevazi daha gerçekçiydi anlatılanlar. İtiş kakış uzun bekleme süresi su gibi akıp geçmişti bu anıları dinlerken ve sonunda bir kapıdan içeriye giriş babamın omzunda.
Direk üst kata çıktık.Yemyeşil saha gözlerimi, yeni sulanmış çimlerin kokusu burnumu , tribünlerden çıkan uğultu kulaklarımı esir almıştı. Bu kadar insanı bir arada ilk defa görüyordum. Kalbim gümbür gümbür atıyor heyecandan ellerim titriyordu. O gün ilk görüşte aşkın ne olduğunu öğrendim. Herkesin hayran olduğu şımarık, zengin sarışın karşımdaydı ama ben gönlümü mütevazi, kendi halinde olan KARA KARTAL ‘a veriyordum. Küçük gazete parçaları dağıtıldı, bir tanesi bile ziyan edilmeden. Bekledik hep beraber aynı anda atana kadar sabırla. Çeşit çeşit değişik ebatlardaki bayraklar açılıyordu aynı anda, el birliği ve düzen içinde.
O gün sarışın ağlayarak ayrıldı, bizlerde mutlu şekilde evimize döndük. Artık benimde sevdiğim,tuttuğum bir takım vardı. Havalı değildi belki ama kendine has olan havası benim başımı döndürmüştü çoktan, yeter de artardı bile. Benim gibi düşünenler “havalı,şımarık,küstah,entrikacı” olsun istemiyordu zaten takımının. Biz böyle sevmiştik, gönlümüzü onun için vermiştik siyah ile beyaza.
Yıllar birbirini kovaladı sarışına karşı olan üstünlüğümüz hep farklı skorlarla bitti. O afilli, zengin, küstah şımarık, karşımızdan her seferinde ağlayarak boynu bükük ayrılmıştı karşımızdan. Gençlik yıllarımda da değişen birşey olmadı. Onunla karşılaşmalarımız bizim için sıradandı adeta, sonucu önceden belliydi. İstedikleri kadar onun için büyük deselerde, Beşiktaş’ımızın büyüklüğü karşısında şansı yoktu.
Son yıllarda değişim rüzgarları esmeye başladı. Yavaş yavaş değişiyordu herşey. Belki de değiştirtiliyordu planlı bir şekilde. Koskoca Beşiktaş’ımız, gözümüzün önünde eriyordu adeta. Çocukluğumda beğenmediğim o yapmacık, şımarık, ne yaptığını bilmeyen sarışın benzeri davranışlar başladı. Mütevazilik denen olgu yerini tanımlayamayacağım bir sıfata bıraktı. Beşiktaş’ımızın büyüklüğü unutuldu, kendine has havası yeterli gelmedi kimilerine. Sarışının büyüsüne kapılanlar, Beşiktaş’ımızın havasını değiştirmeye başladılar.
Bununla birlikte saatlerce kuyrukda bekleyen, sırtında çuvallar taşıyan sabır ve emekle donatılmış Beşiktaş hayranları da kayboldu ortalıkdan. Belkide bir virüs gibi yayılan “Beşiktaş’ımızı kullanan, kendini eğlendirmeye gelen, Beşiktaş’a hayranlıklarını göstermek yerine sokaklarda kavga eder gibi rakiplerine küfürler edenler” kaçırdılar gerçek Beşiktaşlıları, Beşiktaş’ımızın etrafından..
Son 6-7 sene de kabuk iyice değişti. Bir zamanlar havalı sarışını devamlı farklı mağlup eden Beşiktaş’ımız uzun yıllardır bırakın sarışına karşı farklı galibiyetleri, en aciz takımlara karşı bile farklı sonuçlar alamadı. Beşiktaş’ımız sarışının eskilerini alarak, sarışının tavırlarını takınarak kendi büyüklüğünün farkında olmadan küçülmeye devam ediyor.
Şimdide babamın ilk maça götürdüğü zaman; “bak oğlum burası 2. yuvamız, buraya sahip çıkıcaksın, koruyacaksın” dediği evimizi, sarışına özenenler sarışının evi gibi ruhsuz bir yapıya döndürmek istiyorlar.
Bu ruhsuzluk tesislerin Fulyadan daha güzel, modern, konforlu olan Ümraniye’ye taşınmasıyla başladı. Şimdi de yuvamıza atılan el ile devam ediyor. Benim Beşiktaş’ımı da yapmacık, fabrikasyon gibi ortalıklarda dolaşan tek tip suni sarışınlara dönüştürüyorlar. Ben Beşiktaş’ımızın cesur ruhunu, beyazındaki masumiyeti ile mütevaziliğini aynı zamanda da siyahındaki asaleti sevmiştim halbuki.