Çocuk hem üzerinde kavramlar üretilen hem de bir birey olarak toplumsal yaşamın bir parçasıdır. Çocuğun varlığı, yokluğu yanında oluşan sorunlar kadar çocuğun yaşam içinde toplum ile iletişim ortamları ile nasıl bir ilişki kurduğu da önemlidir. Günümüz toplum yapısında aile kavramının ve bu aile kavramı içindeki çocuğun değişik biçimlerde etkilere maruz kalması çocuk kimliğinin de değişip, dönüşmesine neden olmaktadır.
Çocuk ve toplumsal iletişim söz konusu olduğunda temelde soyut bir modellemeden ziyade belli bir toplumu göz önünde bulundurarak, belli bir topluma odaklanarak yapılacak yorumlamalar, çocuk kimliğinin iletişim ortamlarında nasıl etkilendiğini de görme imkânımız olacaktır.
Hâkim medyatik iletişim ortamlarının aktarım ve anlatım biçimlerinin hedefleri, bu hedeflere dönük olarak oluşturdukları ve düzenledikleri bildirileri gerek sözel gerek görsel gerekse yazınsal iletişim biçimleri çocuğun fıtratına ters onu tahrip etmeye yönelik olarak kurgulanmaktadır. İletişim ortamları İslama dair, İslami şiarlara dair sürdürdükleri yanlış politikaları genellikle “çocuk merkezilik” kavramının ardına sığınarak gerçekleştirmektedirler. Örneğin yazılı basında, güncel iletşimde özellikle de televizyonda çocuk oldukça sık ve yoğun yer tutmaktadır. Bunların her birine dair ayrı ayrı yorumlar yapılabilir. Ama oruç tutan çocuklarla ilgili çarpıtılan haberlere, Kuran okumanın eğitsel açıdan çocuk psikolojisine uygun olmadığı gibi hemen her zaman ısıtılan haber ve yorumlar çocuk ve İslam ilişkisinin iletişim ortamlarının hegemonik yapısında her zaman olumsuzlanarak sunulduğunu kanıtlamaktadır.
Günümüzün yaygınlaşan teknokültürü hemen her eve girmiş bulunan televizyon ve pek çok eve girmekte olan elektronik, sanal iletişim biçimi internet hemen hemen bütünü ile çocuklara açıktır. Televizyon pek çok yerde hane halkının tek bilgilenme, eğlenme, serbest zaman değerlendirme aracı olarak önemli bir konumu sahiplenmiş durumdadır. Televizyon büyük şehirlerin yalnızlaşan insanların en kolay başvuru kaynağı olmaktadır. Artan kanal sayısı televizyon karşısında ailelerin bireysel uzlaşımlarını olanaksızlaştırmaktadır. Farklı ilgi ve yaş grubundaki aile bireyleri bu durumu çözmek için genelde evde birden fazla televizyona sahip olmayı çözüm olarak görmektedirler. Bu durum ise çocuğun kısıtlı sosyalleşmesinin de önünü kesmekte ve tamamen görselliğe teslim oluşunu getirmektedir. Sayısı gitgide artan alternatif televizyon kanalları ise süreç içinde ideallerini yitirmekte hakim yayın anlayışına teslim olmaktadırlar.
Günümüz iletişim ortamlarında ebeveynlerin ebeveynlik hakları görsel kültür tarafından devralınmaktadır. Değişik toplumların çocuğa değişik işlevler yüklediklerini ve onlara farklı yaşam biçimlerini uygun gördükleri çocukluk tarihi araştırmalarından biliyoruz. Çocuklar, tarihin hemen hemen tümünde aileleri yanında onların bir parçası ve etkilemesine / yönlendirmesine açık bir biçimde yetişmişlerdir. Türkiye özelinde baktığımızda uzunca sayılabilecek bir süredir baskın aile modelinin çekirdek aile olduğu görülür. Bu çekirdek aile yapısının ise ciddi bir dönüşüm geçirdiği ve bu dönüşüm sürecinde iletişim ortamlarının değersiz değerlerinin etkili olduğu görülür. “Çocuklar Duymasın”la başlayan dizisel değersizleştirme günümüzde sihirli ve büyülü dizilerle sürdürülmektedir.
Çocuğun fizyolojik, duygusal ve toplumsal gereksinimlerini karşılamak isteyen bir yapıda oluşundan hareketle sıklıkla çocuğun ailenin denetiminden uzaklaştırılarak tüm ekranın belirsizliğine teslim edilmesinin eğitim bilimsel temelleri düzenin eğitimcileri tarafından yaygınlaştırılmaktadır. Çocukluk çağının yetişkinlik çağına hazırlanma yılları olduğunu, çocuğa değerlerin veriliş sürecini sürekli ertelemenin hem çocuk hem de ebeveyn açısından bir dizi olumsuzluğu doğuracağı kaçınılmazdır. Çocukta ahlak ve doğru-yanlış kavramlarının gelişimi, çocuğun rol modelleri ve onlarla özdeşim kurması sosyal gelişim yönünden büyük önem taşımaktadır. Arkadaş çevresinin ve diğer çevresel etkenlerin çocuğun tutum ve davranış geliştirmesinde, modelleme yapmasında etkisi oldukça yoğundur. Televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarındaki baskın toplumsallaştırma vizyonu dünyevi ideallerle sınırlıdır. Alternatif iletişim araçlarında ise çocukların o değerleri edinim sürecine olumlu katkı yapabilecek filmler, programlar vardır. Ama toplumun bütünü düşünüldüğünde bu programların çok yetersiz olduğu da görülecektir.
Çocukların kimliklerinin oluşumunun çevrelerindeki yetişkinlere bağlı olarak geliştiğini unutmaksızın çocukların bizlere verilmiş bir emanet olduğunu sürekli bilincimizde tutarak onları yarınlara hazırlama mükellefiyetimizi unutmamalıyız. Çocukların iletişim ortamları hakkında bilgilendirilmesini hedefleyen medya okur-yazarlığı donanımına öncelikle erişkinlerin sahip olması gerektiğini de belirtmek gerekiyor. Çocukların iletişim ortamları hakkında özellikle de televizyon izlerliği hususunda dikkatli olunmalıdır. Televizyonun çocukların dünya ile bağlantısını azaltmasına engel olunmalıdır. Çocukların neyi ne kadar süre izlediğinin sıkı bir biçimde kontrol edilmesi zorunluluktur. Çocukların televizyonun olumsuz etkilerinden korunması sürecinde önerilen birkaç husus son derece açık ve kolaydır.
*Çocukların, yalnızca kendilerine yönelik yayınları izlemelerine izin verilmelidir.
*Uzun süre ekran başında yalnız kalmaları engellenmelidir.
*Televizyon izlemek, kesinlikle çocuğa bir ödül olarak sunulmamalıdır.
*Ekran, kesinlikle uyumaya yardımcı bir araç olarak kullanılmamalıdır.
İletişim araçlarının topluma ve çocuklara etkilerini irdeleyen araştırmalar yetmişli yıllardan itibaren televizyona odaklanmıştır. Türkiye’de seksen sonrasında yapılan incelemelerde televizyon odaklıdır. Bu araştırmalar televizyonun etkisinin nasıllığına odaklanmıştır. Televizyonun çocuklara etkisinin sonuçlarını değerlendirirken değerlere bakış açısının bu durumdan nasıl etkilendiğinin saptaması önemlidir. Çocuklar televizyonda sadece programları, çizgi filmleri izlemezler.
Bu programlar kadar reklâmlar da ilgi ile izlenir. Reklamlardaki idol kişilikler çocukların rol modellemesi üzerinde olumsuz etki yapar.
Çocukların televizyona terk edilmesi kadar bilgisayara da terk edilmesi söz konusudur. Evde bilgisayarı bulunan çoğu anne baba, çocuğunun eğitimi ve gelişimi için sorumluluklarını yerine getirdiğini düşünmektedir. Bilgisayar kullanımı çocuğun büyük zamanını ve enerjisini Alarak onu sürekli bilinmeze yönlendirir ve kavrayış gücünü arttırır. Yine de çocuğun bilgisayar başında geçirdiği sürenin ve bu süre içindeki etkinliklerinin denetlenmesi gerekmektedir.
Çocukların belli alışkanlıkları kazanmaları istenirken aynı alışkanlıklara anne-babanın sahip olup olmadığı daha önemlidir. Çocuğu yönlendirenin sözlerden daha çok örnek davranışlar olduğu unutulmamalıdır. Çocuk yaşıtlarının değil, tam tersine büyüklerinin davranışlarını kendine örnek alır. İletişim becerilerinin olumlu biçimde kullanma sürecinde elimizle, dilimizle, kalbimizle kısacası yaşantımızla katkıda bulunmamız gerekmektedir.
Çocuk ve toplumsal iletişim söz konusu olduğunda temelde soyut bir modellemeden ziyade belli bir toplumu göz önünde bulundurarak, belli bir topluma odaklanarak yapılacak yorumlamalar, çocuk kimliğinin iletişim ortamlarında nasıl etkilendiğini de görme imkânımız olacaktır.
Hâkim medyatik iletişim ortamlarının aktarım ve anlatım biçimlerinin hedefleri, bu hedeflere dönük olarak oluşturdukları ve düzenledikleri bildirileri gerek sözel gerek görsel gerekse yazınsal iletişim biçimleri çocuğun fıtratına ters onu tahrip etmeye yönelik olarak kurgulanmaktadır. İletişim ortamları İslama dair, İslami şiarlara dair sürdürdükleri yanlış politikaları genellikle “çocuk merkezilik” kavramının ardına sığınarak gerçekleştirmektedirler. Örneğin yazılı basında, güncel iletşimde özellikle de televizyonda çocuk oldukça sık ve yoğun yer tutmaktadır. Bunların her birine dair ayrı ayrı yorumlar yapılabilir. Ama oruç tutan çocuklarla ilgili çarpıtılan haberlere, Kuran okumanın eğitsel açıdan çocuk psikolojisine uygun olmadığı gibi hemen her zaman ısıtılan haber ve yorumlar çocuk ve İslam ilişkisinin iletişim ortamlarının hegemonik yapısında her zaman olumsuzlanarak sunulduğunu kanıtlamaktadır.
Günümüzün yaygınlaşan teknokültürü hemen her eve girmiş bulunan televizyon ve pek çok eve girmekte olan elektronik, sanal iletişim biçimi internet hemen hemen bütünü ile çocuklara açıktır. Televizyon pek çok yerde hane halkının tek bilgilenme, eğlenme, serbest zaman değerlendirme aracı olarak önemli bir konumu sahiplenmiş durumdadır. Televizyon büyük şehirlerin yalnızlaşan insanların en kolay başvuru kaynağı olmaktadır. Artan kanal sayısı televizyon karşısında ailelerin bireysel uzlaşımlarını olanaksızlaştırmaktadır. Farklı ilgi ve yaş grubundaki aile bireyleri bu durumu çözmek için genelde evde birden fazla televizyona sahip olmayı çözüm olarak görmektedirler. Bu durum ise çocuğun kısıtlı sosyalleşmesinin de önünü kesmekte ve tamamen görselliğe teslim oluşunu getirmektedir. Sayısı gitgide artan alternatif televizyon kanalları ise süreç içinde ideallerini yitirmekte hakim yayın anlayışına teslim olmaktadırlar.
Günümüz iletişim ortamlarında ebeveynlerin ebeveynlik hakları görsel kültür tarafından devralınmaktadır. Değişik toplumların çocuğa değişik işlevler yüklediklerini ve onlara farklı yaşam biçimlerini uygun gördükleri çocukluk tarihi araştırmalarından biliyoruz. Çocuklar, tarihin hemen hemen tümünde aileleri yanında onların bir parçası ve etkilemesine / yönlendirmesine açık bir biçimde yetişmişlerdir. Türkiye özelinde baktığımızda uzunca sayılabilecek bir süredir baskın aile modelinin çekirdek aile olduğu görülür. Bu çekirdek aile yapısının ise ciddi bir dönüşüm geçirdiği ve bu dönüşüm sürecinde iletişim ortamlarının değersiz değerlerinin etkili olduğu görülür. “Çocuklar Duymasın”la başlayan dizisel değersizleştirme günümüzde sihirli ve büyülü dizilerle sürdürülmektedir.
Çocuğun fizyolojik, duygusal ve toplumsal gereksinimlerini karşılamak isteyen bir yapıda oluşundan hareketle sıklıkla çocuğun ailenin denetiminden uzaklaştırılarak tüm ekranın belirsizliğine teslim edilmesinin eğitim bilimsel temelleri düzenin eğitimcileri tarafından yaygınlaştırılmaktadır. Çocukluk çağının yetişkinlik çağına hazırlanma yılları olduğunu, çocuğa değerlerin veriliş sürecini sürekli ertelemenin hem çocuk hem de ebeveyn açısından bir dizi olumsuzluğu doğuracağı kaçınılmazdır. Çocukta ahlak ve doğru-yanlış kavramlarının gelişimi, çocuğun rol modelleri ve onlarla özdeşim kurması sosyal gelişim yönünden büyük önem taşımaktadır. Arkadaş çevresinin ve diğer çevresel etkenlerin çocuğun tutum ve davranış geliştirmesinde, modelleme yapmasında etkisi oldukça yoğundur. Televizyon ve diğer kitle iletişim araçlarındaki baskın toplumsallaştırma vizyonu dünyevi ideallerle sınırlıdır. Alternatif iletişim araçlarında ise çocukların o değerleri edinim sürecine olumlu katkı yapabilecek filmler, programlar vardır. Ama toplumun bütünü düşünüldüğünde bu programların çok yetersiz olduğu da görülecektir.
Çocukların kimliklerinin oluşumunun çevrelerindeki yetişkinlere bağlı olarak geliştiğini unutmaksızın çocukların bizlere verilmiş bir emanet olduğunu sürekli bilincimizde tutarak onları yarınlara hazırlama mükellefiyetimizi unutmamalıyız. Çocukların iletişim ortamları hakkında bilgilendirilmesini hedefleyen medya okur-yazarlığı donanımına öncelikle erişkinlerin sahip olması gerektiğini de belirtmek gerekiyor. Çocukların iletişim ortamları hakkında özellikle de televizyon izlerliği hususunda dikkatli olunmalıdır. Televizyonun çocukların dünya ile bağlantısını azaltmasına engel olunmalıdır. Çocukların neyi ne kadar süre izlediğinin sıkı bir biçimde kontrol edilmesi zorunluluktur. Çocukların televizyonun olumsuz etkilerinden korunması sürecinde önerilen birkaç husus son derece açık ve kolaydır.
*Çocukların, yalnızca kendilerine yönelik yayınları izlemelerine izin verilmelidir.
*Uzun süre ekran başında yalnız kalmaları engellenmelidir.
*Televizyon izlemek, kesinlikle çocuğa bir ödül olarak sunulmamalıdır.
*Ekran, kesinlikle uyumaya yardımcı bir araç olarak kullanılmamalıdır.
İletişim araçlarının topluma ve çocuklara etkilerini irdeleyen araştırmalar yetmişli yıllardan itibaren televizyona odaklanmıştır. Türkiye’de seksen sonrasında yapılan incelemelerde televizyon odaklıdır. Bu araştırmalar televizyonun etkisinin nasıllığına odaklanmıştır. Televizyonun çocuklara etkisinin sonuçlarını değerlendirirken değerlere bakış açısının bu durumdan nasıl etkilendiğinin saptaması önemlidir. Çocuklar televizyonda sadece programları, çizgi filmleri izlemezler.
Bu programlar kadar reklâmlar da ilgi ile izlenir. Reklamlardaki idol kişilikler çocukların rol modellemesi üzerinde olumsuz etki yapar.
Çocukların televizyona terk edilmesi kadar bilgisayara da terk edilmesi söz konusudur. Evde bilgisayarı bulunan çoğu anne baba, çocuğunun eğitimi ve gelişimi için sorumluluklarını yerine getirdiğini düşünmektedir. Bilgisayar kullanımı çocuğun büyük zamanını ve enerjisini Alarak onu sürekli bilinmeze yönlendirir ve kavrayış gücünü arttırır. Yine de çocuğun bilgisayar başında geçirdiği sürenin ve bu süre içindeki etkinliklerinin denetlenmesi gerekmektedir.
Çocukların belli alışkanlıkları kazanmaları istenirken aynı alışkanlıklara anne-babanın sahip olup olmadığı daha önemlidir. Çocuğu yönlendirenin sözlerden daha çok örnek davranışlar olduğu unutulmamalıdır. Çocuk yaşıtlarının değil, tam tersine büyüklerinin davranışlarını kendine örnek alır. İletişim becerilerinin olumlu biçimde kullanma sürecinde elimizle, dilimizle, kalbimizle kısacası yaşantımızla katkıda bulunmamız gerekmektedir.