ashli
Bayan Üye
Augustus’un yerine 14 yılının Eylül ayında Tiberius geçti. Tiberius, ardında iki bilmece, iki de san bırakarak tarih sahnesindeki yerini aldı. Söz konusu iki bilmece, cunnilingus (oral seks) ile inzivaya çekilme, iki san da gündüz körlüğü ile *****grafidir. İmparator Tiberius, Ephesoslu Yunan ressamı Parrhasios’un desenlerini ve tablolarını biriktirmişti. Eskiler, Parrhasios’un *****graphia’yı Atina’da, İÖ 410 yılında bulguladığını aktarır. *****graphia, sözcüğü sözcüğüne ‘fahişe-resmi’ demektir. Parrhasios, fahişe Theodote’yi sevdi ve onun çıplak resimlerini yaptı. Sokrates, ressamın tensel zevklere düşkün (abrodiaitos) olduğunu ileri sürüyordu.
Tarihçi Suetonius, İmparator Tiberius’un yatak odasına Parrhasios’un yaptığı, Meleagro’ya ‘utandırıcı bir dostlukla’ bağlı olan Atalante’yi konu alan (Meleagro Atalanta ore morigetaratur) bir tablosunu astırttığını yazar. Fransa Kralı 13. Louis de birden, yatak odasında o zamana kadar asılı duran tüm öteki tabloları kaldırtarak, yerine Georges de la Tour’un bir Ermiş Sebastian tablosunu astırtmıştı. Suetonius, sözünü şöyle sürdürüyor: “Tiberius ‘Kapri’de inzivaya çekildiği evinde, gizli isteklerini (arcanarum libidinum) yerine getirmek için sedirler yerleştirilmiş bir oda düzenletmeyi düşündü. Burada genç kızlarla karşı cinse aşırı düşkün genç erkekleri bir araya getirip bunları alışılmadık biçimlerde seviştiriyordu. Spintias adını verdiği ve üçlü zincirleme olarak kendisinin tasarladığı bu birleşmelerde çiftler birbiriyle sevişirken oluşturdukları görüntü ile onun zayıflamış arzularını (deficientis libidines) kamçılamış oluyorlardı. Bazı odaları, en çok şehvet uyandıran tablolara ve heykellere (tabellis ac sigillis tascivissimarum picturarum et figurarum) öykünen resimlerle ve heykelciklerle süslediği gibi, oyuna katılan her figüranın onun istediği pozisyonları (schemae) kolaylıkla anlayıp şaşırmadan uygulayabilmesi için bu odalara Elephantis’in kitaplarını da koydurttu. Yüzdüğü sırada, bacaklarının arasında oynaşıp dilleriyle ısırarak (lingua morsuque) kendisini tahrik etmeye alıştırdığı çok küçük yaştaki çocuklara ‘minik balıklar’ (pisciculos) adını takmıştı. Henüz sütten kesilmemiş çocuklara meme gibi emmeleri için bedeninin çeşitli uzuvlarını veriyordu. En çok yeğlediği buydu. Venüs ormanlarına ya da koruluklarına yaptırttığı mağaralarda ve oyuklarda, karşı cinsten gençler kendilerini birbirlerine Orman Tanrısı ve Orman Perisi (Paniscorum et Nympharum) giysileri içinde sunuyorlardı.”
Eskilerin kafasında, oral seks Lesboslu Yunan kadınlarının uyguladığı cunnilingus’tan kaynaklanıyordu. Lesbiazein fiili, emmek anlamına geliyordu. Yunan ve Roma haremlerinde göz yumulan bu uygulama, sakalı çıkmaya başlayan özgür bir erkek için utanç verici bir iğrençlikti.
Yunanistan’da olsun, Roma’da olsun hiçbir zaman eşcinsellik söz konusu olmadı. ‘Eşcinsellik’ sözcüğü 1869’da ortaya çıktı. ‘Karşıcinsellik’ sözcüğü de 1890’da. Ne Yunanlar, ne de Romalılar, eşcinsellik ile karşıcinsellik arasında hiçbir zaman bir ayrım gözetmemişlerdi. Birbirinden ayırdıkları şey etkinlik ile edilginlikti yalnızca. Phallos’u, yani erkekli organını (fascinus), bedendeki tüm öteki deliklerden (spintrias) ayırıyorlardı. Oğlancılık Yunanlarda, topluma kabul edilme kuralıydı. Pais ile arkadan birleştiğinde, erişkin erkeğin spermi oğlan çocuğa erkeklik aktarıyordu. Arkadan birleşmek anlamına gelen Yunanca eispein fiili, Latince’de sözcüğü sözcüğüne inspirare (esinlemek) fiiliyle karşılanır. Erkek sevgilisi, inspirator’a yani kendisinden daha yaşlı vatandaşa kendini verir, buna karşılık ondan av eğitimi ve kültür alır; ikisi de savaş için gerekli şeylerdir. İnsan yaşamı tam anlamıyla, yani toplumsal, ticari, sanatsal yaşam, başka deyişle savaş, avı insanın oluşturduğu bir avlanma edimidir.
Yunanlarda eşcinsel çiftte rollerin değişimi söz konusu değildir. Atina’da erkeklerin fahişelik yapması, bunu yapan kişinin vatandaşlık haklarını yitirmesine neden oluyordu; aynı kişi politika yaparken yakalanırsa, ölümle cezalandırılıyordu. Bu, kadınların zina yapmasından daha yüz kızartıcı bir suç olarak kabul ediliyordu (kadınlara bu nedenle ölüm cezası verilemiyordu). Oğlan çocuklarının eşcinsel dönemden geçmesinin işlevsel bir yanı vardı: Bunun amacı çocuğun, kadınların yaşadığı haremden bir erkeğin kollarında ayrılmasını sağlayarak onu harekin edilgin cinselliğinden kurtarmak, böylelikle bir üretici (baba) ve bir vatandaş (bir èrastes, etkin bir aşık, bir savaşçı-avcı) haline getirmekti. Kılların çıkması, farklı iki cinsel davranışın sınırını belirliyordu: Polis’in içinde yer alan kılları çıkmış delikanlılar, haremde sakalsız bıyıksız, edilgin olmanın karşıtını oluşturuyordu. Böylelikle Hermes örneğin, ya sakalsız ve cinsel organı sönük ya da sakallı ve cinsel organı sertleşmiş olarak canlandırılabiliyordu. Hiçbir erkek ve hiçbir kadın sakallı olana arzu duymazdı. Sakallı olmayan güzeldi yalnızca. Yunanların kesinlikle değiştirilemez olarak kabul ettiği karşıtlık şuydu: bir yanda sakallı ve sarhoş èrastes, öte yanda sakalsız ve ayık eromen. Eşcinsel sevgiyi gösteren, elle tavşan avlama ritüeli (bu tören sonunda şimdiye kadar av olan, bundan böyle avcıya dönüşmüş oluyordu) ile cinsel organı sertleşmiş sakallı erişkinin sakalsız olanın sönük cinsel organını sıvazlaması (her erişkin etkindir) ritüeli işte bu düşünceden kaynaklanır. Bu, erotik Yunan vazolarının çoğunun üzerinde gördüğümüz geleneksel iki senaryodur.
Oğlancılık geleneği Yunanistan’da harem ile polis’in karşıtlığından kaynaklanıyordu. Romalılar, haremin kurum olarak varlığından haberleri olmadığından, bu karşıtlığı göremediler. Romalıların aşk anlayışı, Yunanların aşk anlayışından şu temel görüşlerle ayrılır: Gens’e özgü zevk alemi; politik sözlü densizlik ile evin koruyucu hanımının aile bireylerinin (gentes) saflığını, dürüstlüğünü (castitas) kollaması arasındaki karşıtlık; bir de kölelerin itaati (obsequium). Roma’nın cinsel ahlak anlayışı katıydı. Bu ahlak erkeklerin kuralları uygulamasını ve kesin olarak etkin davranmalarını gerektiriyordu. Baba Seneca bunu, Konsül Quintus Haterius’a söylettiği şu özdeyişi özetler (Controversiae, IV, 10): Impudicitia in ingenuo crimen est, in servo necessitas, in liberto officium (Özgür doğmuş erkek için edilgin davranış suçtur; köle için mutlak görevdir; özgürlüğünü kazanmış kişi için efendisine karşı yerine getirilmesi gereken bir hizmettir). Baba Seneca, Quintus Haterius’un bu özdeyişinin (sententia) kendisine aktarıldığında, retorikçinin officium (hizmet) sözcüğüne yeni bir anlam yüklemiş olmasının, İmparator Augustus’u çok hoşnut ettiğini de ekler.
Romalıların töreleri çok katıdır: Soylu bir erkek için anal seks ve ‘irrumatio’ edepli davranışlardı, oral seks ve anal edilginlik edep dışı sayılıyordu. Pedicare, anal birleşme anlamına geliyordu. Oral seks ise, bu terimi seçen toplum hakkında çok şey ifade eden modern bir terimdir. Kendiliğinden, zorlama olmaksızın emme anlamına gelen fellare, bir romalının anlayamayacağı bir edimdir. Irrumatio uygulamak, yani ağzına verip doyuma ulaştırıncaya kadar emmeye, hafifçe ısırmaya zorlamak, eşe ancak etkin olarak uygulanabilecek bir edimdir.
Edilginliğin (edep dışı davranışın) yasaklanması Roma’da, yaşı ne olursa olsun her özgür erkeği kapsıyordu. Oysa Yunanistan’da bu yasak özgür erkekleri, sakalları çıktığı andan itibaren bağlıyordu (sakalları çıkmadan önce hepsi edilgindi, yani kadın gibi davranıyorlardı). Roma’da bir erkek, edilgin cinsel ilişkide bulunmadığı sürece (etkin olduğu sürece) edepli sayılıyordu. Pudicitia, yani edeplilik özgür erkeğe özgü bir erdemdir. Özgür doğmuş hiçbir delikanlıya (praetextati et ingenui) dokunulamaz. Romalılar, Yunan polis’inin kurumlaştırdığı, delikanlıların (paides) erişkin erkekler tarafından topluluğa alınması (paid-erastike) geleneğine bu noktada karşıttılar. Bazı Romalı şairler ancak principatus döneminde èraste’lerin paide’lere (erişkinlerin pueri’lere) karşı besledikleri ‘politik’, eğitici, eşitlikçi, karşılıklı aşkın benimsenmesini önerdiler. Bu tarz aşkı ilk kez, bedenini para ile satan kadınlara, sonra metreslerine aktardılar. Daha sonra da soylulara. Bu dönüşümün kurbanı, Şövalye Publius Ovidius Naso oldu. Ovidius, voluptas’ın, yani cinsel zevkin karşılıklı olması gerektiğini ileri süren ilk Romalıdır. Ona göre erkek, içinden gelen arzuyu, kadının alacağı zevkin önüne edepsiz biçimde geçmemesi için frenlemelidir (bir Romalı için duygusallık yüz kızartıcıdır, kendini başka status’tan birinin yerine koymaksa delilik): Odi concubitus qui non utrumque resoluunt (karşılıklı olmayan kucaklamalardan nefret ederim). Ovidius, Konsül Haterius’un kullandığı officium sözcüğünü kullanarak sözlerine şunları ekliyor: officium faciat nulla puella mihi (Bir kadından bana hizmet etmesini beklemem). İçinde bu düşüncelerin yer aldığı Ars amatoria yayınlanır yayınlanmaz Augustus, Şövalye Ovidius’u ‘dünyanın öbür ucuna’, Tuna Irmağı kıyısındaki Tomi’ye (bugünkü Köstence) sürdü. Bu sürgünü Tiberius da onayladı. Ovidius 17 yılında öldü.
Hangi toplumsal sınıftan olursa olsun Eskilerin cinsel ilişkilerine günah ya da suçluluk duygusu gölge düşünmediği gibi, bu konuda bir zorlama da söz konusu değildi. Ne var ki Roma’da bu konuda toplum içindeki statü egemendir. Püritanizm cinsellikle değil, erkeklikle ilgilidir. Sevişmek, kendini bundan alıkoymaya her zaman yeğ tutulur; ne var ki edimin biçimi bunu yapanların ev hanımı, kibar fahişe, vatandaş, köle ya da özgürlüğüne kavuşmuş köle oluşuna göre değişir. Boşanmanın yasaya bağlanması, bundan kaynaklanan çokeşlilik, ev hanımlarının özgürlüğe kavuşması ve obsequium’un yaygınlaşması geleneksel ahlak anlayışının düzenini bozdu. Evlilik kurumunda aşkın varlığına, şehvet düşkünlüğünün zaferi gözüyle bakıldı. Augustus bundan rahatsız oldu. Vergilius bu rahatsızlığın yanında yer aldı. Ovidius bu tepkiye karşı çıktı. Augustus yeni düzeni, yeni bir teoloji ve yeni bir hukuk düzeni olarak dayattı. Bir oyuncuyu, karısı yalnızca saçlarını kestiği için sürgüne gönderdi: Kadın, saçlarını köleler gibi kestirmekle, status’unun dışına çıkıyor, köle haline geliyor, sevdiği erkeğin hizmetine (obsequium) girmiş oluyordu. Augustus, kızı Julia’yı aşık olduğu için, Campania kıyıları açığındaki küçücük Pandataria Adası’na sürgüne gönderdi. Kocası Tiberius, bu cezaya karşı çıkmadı. Julia 14 yılının sonlarında öldü. Tacitus’un söylediğine göre, çektiği acı onu hiçbir yiyeceğe el sürmemeye, kendini ölüme terk etmeye zorlamıştı.
Bir soylunun edilgin aşk yaşaması, ev hanımının duygusal aşk yaşaması ya da eşini aldatması kadar büyük bir suçtur. Ne var ki etkin eşcinlellik ya da bir kadının aşığına elle istimna uygulaması masum bir harekettir. Öte yandan her vatandaş, evlenmemiş masum bir kadınla, bir metresle, özgürlüğünü kazanmış bir köleyle, hizmetindeki bir erkekle istediği biçimde sevişebilir, ona istediğini yapabilir. Roma dünyasında en sarsıcı davranışların yanında en ince ahlak titizliği taşıyan davranışlara da rastlayabilmemiz bundan kaynaklanır. Erdem (virtus), cinsel güç demektir. Erkeklik (virtus’a sahip olma) özgür erkeğin görevi, onun erkekliğinin göstergesi olduğundan başarısızlık, utanç veren ya da akıl bozukluğunu gösteren bir durumdu. Romalılara özgü tek cinsellik örneği, kendinden başka olan her şey üzerinde dominatio (egemenlik) sağlamaktır. Alt sınıftan olanlar arasında ırza geçme ölçük olarak kabul edilir. Gücünü ötekinin hizmetine sunmaktan zevk almak saygıdeğer bir davranıştır. Martialis(in şu sözleri ölçütü tanımlar: “Kolay bir kız istiyorum; öyle ki kendini benden önce genç köleme versin ve tek başına her üçümüzü de zevke ulaştırsın. Yüksekten atan kadınlara (grandia verba sonantem) gelince; gidip kendilerini bir Bordeauxluya düzdürsünler (mentula crassae Burdigalae).” Etkin olan, duygusal olmayan her erkek dürüsttür. Başkasının hizmetine sunulan (officium, obsequium) her zevk kölelik göstergesidir ve bir erkeğin virtus’tan, erkeklik yoksunluğunu, dolayısıyla da iktidarsız (impotentia) olduğunu gösterir. Roma dünyasında, bize önemsizmiş gibi görünen hataların, bizi isyan ettirecek ölçüde sertlikle bastırılması işte bu düşünceden kaynaklanır. Irzına geçilen genç kız lekelenmiş sayılmaz, buna karşın ırzına geçilen annenin ölmesi gerekir. Azat edilmiş kölenin us-Maimus, Publius Maenius’un on iki yaşındaki kızını öptüğü için eğitmenini öldürdüğünü aktarır.
Köle, efendisini arkadan düzemez. Artemidor’a göre bu, suçların en büyüğüdür. Hatta birinin böyle bir düş görmesi bile, bu düşü kendi ruhunun derinliğinde ve gecenin karanlığında görmüş olmasına karşın o kişinin başına bazı dertler açar. Efendilerin köleleri arkadan düzmesi ise kurala uygundur. Patricius, parmağını birine uzatıp şöyle diyordu: Te paedico (Seni arkadan düzerim) ya da Te irrumo (Organımı ağzına veririm). Cumhuriyet döneminin sonlarında Cicero’nun cinselliği böyleydi. İmparatorluk döneminde Seneca’nın cinselliği de bundan farklı değildi. (Organımı ağzına veririm). Cumhuriyet döneminin sonlarında Cicero’nun cinselliği böyleydi. İmparatorluk döneminde Seneca’nın cinselliği de bundan farklı değildi.
* * *
Roma sitesi erkeklerin pietas’ı, eşlerin castitas’ı, kölelerin de obsequium’u idi. Latince bu üç sözcük, Suetonius’un, Parrhasios’un *****grafik resimlerine tutkun, oral sekse düşkün İmparator Tiberius hakkında aktardığı cisel anekdotların ne ölçüde gerçeği yansıttığını anlamamızı sağlar.
Romalıların pietas sözcüğünün, aynı kökten gelen, dindarlık, sevgi anlamına gelen Fransızca ‘piète’ sözcüğü ile ilgisi yoktur. Pietas, babası Agkhises’i sıktında taşıyan Aeneas’tır. Tam anlamıyla, Romalıların birbirine olan bağlılığıdır. Latince uzmanlarının çoğu kez aktadıkları gibi, aile sevgisi değildir. Ağırlığı oğulların ‘omuzlarına’binen zorunlu bir davranıştır. Oğulun babaya gösterdiği karşılıksız özveridir. Tuhaftır ama kurucu mit olarak kutlanan (Aeneas’ın annesi olmadan önce Eros’un ve Priapos’un annesi olan, Sezarların atası sayılmadan önce fiziksel dünyanın anası olan) Venüs değil, oğlunun babaya bağlılığıdır, Venüs’ün kocasını, yani Agkhises’i omuzlarında taşıyan Aeneas’tır. Romalılarda bir görev kabul edilen cinsel ilişki gibi, aile bağları da tek taraflıdır. Pietas, gençlerin yaşlılara karşı yerine getirmek zorunda olduğu vazgeçilmez görevdir. Akşam karanlığını şafağı doğurmaya, meyveyi tohum vermeye, bakışı fascinus’a yönelmeye zorlayan, evladın babaya gösterdiği bu zorunlu sevgidir. (Eski dünyanın menzillerinin oluşturan erkekler arası dayanışma bağlarını, esirgeme kurumlarını, vaftiz babalığını, daha sonraları Roma Katolikliğinde papazların yardımseverliğini, Sicilla mafyasını ortaya çıkaran işte bu sevgidir.)
Homeros, Aphrodite’i İda Dağı’nda sığır çobanlığı yapan Agkhises’e yaklaşırken betimler. Agkhises, Aphrodite’in kemerini çözer ve Aeneas’ın tohumunu atar. Agkhises, söz verdiği halde dilini tutamadığı için Aphrodite’i yitirir. Agkhises’i ve oglunu (Ascagne) kurtarmak için karasını terk eder. Yalnızca baba ile oğlu arasında tanrısal bir sevgi (pietas) vardır; ki bu, aynı zamanda görevdir. Karı ile koca arasında insani bir bağ vardır (Romalılarda evliliği başlatmak için el sıkışmak yeterlidir), bu bağda var olan karşılıklı arzu, tarafları hiçbir şeye zorlamaz; bağlayıcı olan, doğurganlık konusunda beslenen umuttur. Aeneas, aynı şekilde Didon’u da terk eder: İçinde duyduğu isteği, kendi gens’ine borçlu olduğu görev duygusuna kurban eder. Venüs’ün oğlu böylelikle Venüs’ü üç kez pietas’a kurban etmiş olur.
* * *
Romalıların castitas sözcüğünün, aynı kökten türemiş, namusluluk, dürüstlülük anlamına gelen Fransızca ‘chastetè’ sözcüğü ile ilgisi yoktur. Castitas, Sextus tarafından ırzına geçilen ve erkek arzusunun zorba ve ‘Etrükslere özgü’ şiddeti yüzünden canına kıyan Lucretia’dır: Cumhuriyet yönetimi, onun bronz bir hançerle kendi canına kıyması sonucu doğmuştur. Cumhuriyetin doğmasına neden olan şey, Venüs ile pietas arasındaki yürek burkan karşıtlığın en canlı örneği sunduğu, istek ile dölleme arasındaki, kardeşlerin karşılıklı zorbalığı ile babaların cumhuriyeti arasındaki karşılıktır. Daha açık ifadeyle: Etrüks dünyası ile Roma değerleri arasındaki karşılıktır. Aynı şekilde, kentin kuruluşu sırasında Romulus, kardeşi Remus’u şiddet kullanarak öldürmüştü. Babalar da Romulus’u öldürerek, onun artık gökyüzünde bir tanrı olduğunu, dolayısıyla da bundan böyle bu dünyadaki bir kralın buyruğuna giremeyeceğini ileri sürmüşlerdi.
Tarquinius Colltinus’un (hiç yatmayan, gece bile oturup yün ören) sadık eşi Lucretia, Sextus’un tecavüze uğradığı için neden canına kıydı? Mater certissima, pater semper incertus (Anne her zaman belli, baba ise asla belli değildir). Irza geçme, dölleyiciliğin lekelenmesine neden olur. Sadakat aileye özgü bir duygu değil, aynı spermlerden gelen soy güvencesinin gereğidir. Castitas ise evliliğin dölleyiciliğini güvenceye alan tek amaçtır. Bir matrona, döllenmemiş olduğu durumda patronus’a sadakatsizlik edemeyeceği gibi, ırzına geçilmesine de olanak vermemek zorundadır. Irzımıza geçilecek olursa, bunu yapan kişi yakalandığında cezalandırılır ama ırzına geçilmiş kadının cezası ölümdür. Namusluluğun olumsuz tanımı namussuzluktur (stuprum). Henüz anne olmamış ya da hiç olamayacak kadınlar her şeyi yapabilir. Stuprum, annelerin ve dul kadınların sorunudur. Stuprum, yasal olmayan tensel bağların oluşmasına yol açan bir kan kirlenmesidir. Irzına geçilmiş bir anne ya da dul bir kadın namussuzlukla suçlanır. Puticitia işte budur: tenin etkin arılığı. Castitas, ‘kast’ın arılığı demektir; bunu da embrioyu rahminde taşıyanlar sağlar ve Eskilerin düşüncesine göre bu arılık, erkeğin tohumundan gelir. Irzına geçilen Lucretia’nın kendi canına kıyması gerekir, o da böyle yapar.
Namusun en büyük göstergesi budur. Macrobius’un aktardığı bir anekdot, castitas’ın özelliğini bize daha iyi anlatır (Saturnales, II, 5, 9). Abla Julia’nın üç çocuğunun babalarına (Agrippa) inanılmaz ölçüde benzemesi herkesi şaşırtıyordu. Abla Julia onlara şu cevabı verdi: Numquam enim nisi navi plena tollo vectorem (Gemiye yalnızca ambar dolu olduğunda yolcu alırım). Döllenmiş kadının cinsel ilişkiye girmesi namusunu lekelemez, çünkü soyun arılığı açısından dokunulmamışlığını korur. Zevk alma konusunda sadakat gözetilmesi gerekmez, çünkü bu namussuzluk sayılmaz; sadakat döllenmeyle ilgilidir yalnızca. Bağ, dölleyenden döllenene yönelmez, çünkü pietas döllenenden dölleyene yöneliktir (tanrı sevgisi yalnızca inanandan tanrıya, vulva’dan erkeklik organına, köleden dominus’a, domus’tan aile tanrılarına, yani balmumuna suretleri çıkarılan ya ad vaktiyle pişmiş topraktan kapların içine yerleştirilerek Etruria evlerinin çatısına konan ölmüş ‘ata’lara yönelir). Zevk (voluptas), doğanın kendisidir, hayvanların üremesini, bitkilerin gelişmesini sağlayan sperm ya da Aphrodite’e can veren dalganın köpüğüdür, annenin büyüyen karnı ya da gece gökyüzünde büyüyen Ay’dır, gece ile göndüzün titreşimleri içinde hareketlerini sürdüren yıldızlardır. Var olan tek sadakat, oğulun babaya yönelttiği sadakattir. Yeryüzü ‘vatan’dır, çünkü orada tek tohumlayıcı, tek ‘soy sürdüren’, erkeklik organıdır.
Genius, Muto, Fascinus, Liber Pater; zaferin büyüsünü elinde tutan tanrılardan bazılarının adları bunlardı. Fascinus nedir? Soyunuk tanrıların tanrısallığıdır. Doğa her zaman zevke erişir, Babalar da döller. Tanrılar kadında döllenmiş olmak ve döllenmek aynı şeydir. Sürekli yinelenen ilksel olaydır bu. Yüce tanrıların tanrısallığı aeternalis operatio’dur, yani sonsuz birleşmedir. Tanrısallığın sınırsız actualitas’i işte budur. Bu sürenin her saati, hemen koparılması gereken bir çiçektir, çünkü tanrı sonsuz an içinde var olmayı kesintisiz sürdürür. İmparator’luğa benimsetmek istediği şey tanrıdır: Semper vetus, semper novus (Her zaman eski, her zaman yeni). İmparator Augustus’un, Roma tanrılarının yeniden değerlendirilmesi sırasında aldığı politik karar, Mars ile Venüs’ün birleştirilmesini İmparatorluğa benimsetmek oldu. Romulus’un babaını Aeneas’ın annesiyle birleştirmekle, olanaksız bir ilksel olay yaratmış oldu (Aeneas, Agkhises ile Venüs’ün aşklarının meyvesi, Remus ile Romulus da Mars’ın Rea Silvia ile birleşmesinin meyvesiydi). Dolayısıyla Augustus, Roma için akla yatmaz, ilginç atalar çifti yaratmış oldu. Gün ışığına çıkarılan fresklerin çoğunda bu cüretli birleşmenin canlandırılması buradan kaynaklanır.
Roma halkının evlerinin ve fetişlerinin bekçileri olan Vesta rahibeleri, sertleşmiş erkek organını kutsal sayıyorlardı. Velia Tepesi’nde yer alan Tanru Mutunus Tutunus, evli kadınların gelip üstüne oturdukları, taştan yapılmış, sertleşmiş erkek organıydı. Her yılın 17 Mart’ında, Patres sınıfına katıldıkları için erkek giysileri giyen pueri’ler, yaptıkları geçit töreninde Fascinus arabasını çekiyorlardı. Dilde müstehcenlik gelenekti: fescennins’I anlatan dizelerde görülüyordu. Romalıların müstehcenliği, evliliğin etkin dili olarak tanımlanabilir. Bu konuda utanç duymak yasaktı, çünkü bunun kısırlaştırıcı olduğu düşünülüyordu. Dildeki geleneksel müstehcenlik ve gens’in yaptığı geleneksel Bakkhus şenlikleri, etkin gücün yüzünü ve tersini oluşturur. Kadınları doğurgan kılan, uluslara zafer getiren, her evin içine, damına konan, her kavşağa, her tarlanın sınırına dikilen, her deniz fenerinin üzerinde yer alan ve tanrıların rızası için yapılan müstehcen heykelcikler, bu gücün dışa vurulan varlığının göstergeleriydi. Geleneksel Bakkhus şenlikleri İÖ 186 yılında beş kişiyle sınırlandırıldı, bu törenlerin ardından insan kurban etme geleneği de yasaklandı.
Tarihçi Suetonius, İmparator Tiberius’un yatak odasına Parrhasios’un yaptığı, Meleagro’ya ‘utandırıcı bir dostlukla’ bağlı olan Atalante’yi konu alan (Meleagro Atalanta ore morigetaratur) bir tablosunu astırttığını yazar. Fransa Kralı 13. Louis de birden, yatak odasında o zamana kadar asılı duran tüm öteki tabloları kaldırtarak, yerine Georges de la Tour’un bir Ermiş Sebastian tablosunu astırtmıştı. Suetonius, sözünü şöyle sürdürüyor: “Tiberius ‘Kapri’de inzivaya çekildiği evinde, gizli isteklerini (arcanarum libidinum) yerine getirmek için sedirler yerleştirilmiş bir oda düzenletmeyi düşündü. Burada genç kızlarla karşı cinse aşırı düşkün genç erkekleri bir araya getirip bunları alışılmadık biçimlerde seviştiriyordu. Spintias adını verdiği ve üçlü zincirleme olarak kendisinin tasarladığı bu birleşmelerde çiftler birbiriyle sevişirken oluşturdukları görüntü ile onun zayıflamış arzularını (deficientis libidines) kamçılamış oluyorlardı. Bazı odaları, en çok şehvet uyandıran tablolara ve heykellere (tabellis ac sigillis tascivissimarum picturarum et figurarum) öykünen resimlerle ve heykelciklerle süslediği gibi, oyuna katılan her figüranın onun istediği pozisyonları (schemae) kolaylıkla anlayıp şaşırmadan uygulayabilmesi için bu odalara Elephantis’in kitaplarını da koydurttu. Yüzdüğü sırada, bacaklarının arasında oynaşıp dilleriyle ısırarak (lingua morsuque) kendisini tahrik etmeye alıştırdığı çok küçük yaştaki çocuklara ‘minik balıklar’ (pisciculos) adını takmıştı. Henüz sütten kesilmemiş çocuklara meme gibi emmeleri için bedeninin çeşitli uzuvlarını veriyordu. En çok yeğlediği buydu. Venüs ormanlarına ya da koruluklarına yaptırttığı mağaralarda ve oyuklarda, karşı cinsten gençler kendilerini birbirlerine Orman Tanrısı ve Orman Perisi (Paniscorum et Nympharum) giysileri içinde sunuyorlardı.”
Eskilerin kafasında, oral seks Lesboslu Yunan kadınlarının uyguladığı cunnilingus’tan kaynaklanıyordu. Lesbiazein fiili, emmek anlamına geliyordu. Yunan ve Roma haremlerinde göz yumulan bu uygulama, sakalı çıkmaya başlayan özgür bir erkek için utanç verici bir iğrençlikti.
Yunanistan’da olsun, Roma’da olsun hiçbir zaman eşcinsellik söz konusu olmadı. ‘Eşcinsellik’ sözcüğü 1869’da ortaya çıktı. ‘Karşıcinsellik’ sözcüğü de 1890’da. Ne Yunanlar, ne de Romalılar, eşcinsellik ile karşıcinsellik arasında hiçbir zaman bir ayrım gözetmemişlerdi. Birbirinden ayırdıkları şey etkinlik ile edilginlikti yalnızca. Phallos’u, yani erkekli organını (fascinus), bedendeki tüm öteki deliklerden (spintrias) ayırıyorlardı. Oğlancılık Yunanlarda, topluma kabul edilme kuralıydı. Pais ile arkadan birleştiğinde, erişkin erkeğin spermi oğlan çocuğa erkeklik aktarıyordu. Arkadan birleşmek anlamına gelen Yunanca eispein fiili, Latince’de sözcüğü sözcüğüne inspirare (esinlemek) fiiliyle karşılanır. Erkek sevgilisi, inspirator’a yani kendisinden daha yaşlı vatandaşa kendini verir, buna karşılık ondan av eğitimi ve kültür alır; ikisi de savaş için gerekli şeylerdir. İnsan yaşamı tam anlamıyla, yani toplumsal, ticari, sanatsal yaşam, başka deyişle savaş, avı insanın oluşturduğu bir avlanma edimidir.
Yunanlarda eşcinsel çiftte rollerin değişimi söz konusu değildir. Atina’da erkeklerin fahişelik yapması, bunu yapan kişinin vatandaşlık haklarını yitirmesine neden oluyordu; aynı kişi politika yaparken yakalanırsa, ölümle cezalandırılıyordu. Bu, kadınların zina yapmasından daha yüz kızartıcı bir suç olarak kabul ediliyordu (kadınlara bu nedenle ölüm cezası verilemiyordu). Oğlan çocuklarının eşcinsel dönemden geçmesinin işlevsel bir yanı vardı: Bunun amacı çocuğun, kadınların yaşadığı haremden bir erkeğin kollarında ayrılmasını sağlayarak onu harekin edilgin cinselliğinden kurtarmak, böylelikle bir üretici (baba) ve bir vatandaş (bir èrastes, etkin bir aşık, bir savaşçı-avcı) haline getirmekti. Kılların çıkması, farklı iki cinsel davranışın sınırını belirliyordu: Polis’in içinde yer alan kılları çıkmış delikanlılar, haremde sakalsız bıyıksız, edilgin olmanın karşıtını oluşturuyordu. Böylelikle Hermes örneğin, ya sakalsız ve cinsel organı sönük ya da sakallı ve cinsel organı sertleşmiş olarak canlandırılabiliyordu. Hiçbir erkek ve hiçbir kadın sakallı olana arzu duymazdı. Sakallı olmayan güzeldi yalnızca. Yunanların kesinlikle değiştirilemez olarak kabul ettiği karşıtlık şuydu: bir yanda sakallı ve sarhoş èrastes, öte yanda sakalsız ve ayık eromen. Eşcinsel sevgiyi gösteren, elle tavşan avlama ritüeli (bu tören sonunda şimdiye kadar av olan, bundan böyle avcıya dönüşmüş oluyordu) ile cinsel organı sertleşmiş sakallı erişkinin sakalsız olanın sönük cinsel organını sıvazlaması (her erişkin etkindir) ritüeli işte bu düşünceden kaynaklanır. Bu, erotik Yunan vazolarının çoğunun üzerinde gördüğümüz geleneksel iki senaryodur.
Oğlancılık geleneği Yunanistan’da harem ile polis’in karşıtlığından kaynaklanıyordu. Romalılar, haremin kurum olarak varlığından haberleri olmadığından, bu karşıtlığı göremediler. Romalıların aşk anlayışı, Yunanların aşk anlayışından şu temel görüşlerle ayrılır: Gens’e özgü zevk alemi; politik sözlü densizlik ile evin koruyucu hanımının aile bireylerinin (gentes) saflığını, dürüstlüğünü (castitas) kollaması arasındaki karşıtlık; bir de kölelerin itaati (obsequium). Roma’nın cinsel ahlak anlayışı katıydı. Bu ahlak erkeklerin kuralları uygulamasını ve kesin olarak etkin davranmalarını gerektiriyordu. Baba Seneca bunu, Konsül Quintus Haterius’a söylettiği şu özdeyişi özetler (Controversiae, IV, 10): Impudicitia in ingenuo crimen est, in servo necessitas, in liberto officium (Özgür doğmuş erkek için edilgin davranış suçtur; köle için mutlak görevdir; özgürlüğünü kazanmış kişi için efendisine karşı yerine getirilmesi gereken bir hizmettir). Baba Seneca, Quintus Haterius’un bu özdeyişinin (sententia) kendisine aktarıldığında, retorikçinin officium (hizmet) sözcüğüne yeni bir anlam yüklemiş olmasının, İmparator Augustus’u çok hoşnut ettiğini de ekler.
Romalıların töreleri çok katıdır: Soylu bir erkek için anal seks ve ‘irrumatio’ edepli davranışlardı, oral seks ve anal edilginlik edep dışı sayılıyordu. Pedicare, anal birleşme anlamına geliyordu. Oral seks ise, bu terimi seçen toplum hakkında çok şey ifade eden modern bir terimdir. Kendiliğinden, zorlama olmaksızın emme anlamına gelen fellare, bir romalının anlayamayacağı bir edimdir. Irrumatio uygulamak, yani ağzına verip doyuma ulaştırıncaya kadar emmeye, hafifçe ısırmaya zorlamak, eşe ancak etkin olarak uygulanabilecek bir edimdir.
Edilginliğin (edep dışı davranışın) yasaklanması Roma’da, yaşı ne olursa olsun her özgür erkeği kapsıyordu. Oysa Yunanistan’da bu yasak özgür erkekleri, sakalları çıktığı andan itibaren bağlıyordu (sakalları çıkmadan önce hepsi edilgindi, yani kadın gibi davranıyorlardı). Roma’da bir erkek, edilgin cinsel ilişkide bulunmadığı sürece (etkin olduğu sürece) edepli sayılıyordu. Pudicitia, yani edeplilik özgür erkeğe özgü bir erdemdir. Özgür doğmuş hiçbir delikanlıya (praetextati et ingenui) dokunulamaz. Romalılar, Yunan polis’inin kurumlaştırdığı, delikanlıların (paides) erişkin erkekler tarafından topluluğa alınması (paid-erastike) geleneğine bu noktada karşıttılar. Bazı Romalı şairler ancak principatus döneminde èraste’lerin paide’lere (erişkinlerin pueri’lere) karşı besledikleri ‘politik’, eğitici, eşitlikçi, karşılıklı aşkın benimsenmesini önerdiler. Bu tarz aşkı ilk kez, bedenini para ile satan kadınlara, sonra metreslerine aktardılar. Daha sonra da soylulara. Bu dönüşümün kurbanı, Şövalye Publius Ovidius Naso oldu. Ovidius, voluptas’ın, yani cinsel zevkin karşılıklı olması gerektiğini ileri süren ilk Romalıdır. Ona göre erkek, içinden gelen arzuyu, kadının alacağı zevkin önüne edepsiz biçimde geçmemesi için frenlemelidir (bir Romalı için duygusallık yüz kızartıcıdır, kendini başka status’tan birinin yerine koymaksa delilik): Odi concubitus qui non utrumque resoluunt (karşılıklı olmayan kucaklamalardan nefret ederim). Ovidius, Konsül Haterius’un kullandığı officium sözcüğünü kullanarak sözlerine şunları ekliyor: officium faciat nulla puella mihi (Bir kadından bana hizmet etmesini beklemem). İçinde bu düşüncelerin yer aldığı Ars amatoria yayınlanır yayınlanmaz Augustus, Şövalye Ovidius’u ‘dünyanın öbür ucuna’, Tuna Irmağı kıyısındaki Tomi’ye (bugünkü Köstence) sürdü. Bu sürgünü Tiberius da onayladı. Ovidius 17 yılında öldü.
Hangi toplumsal sınıftan olursa olsun Eskilerin cinsel ilişkilerine günah ya da suçluluk duygusu gölge düşünmediği gibi, bu konuda bir zorlama da söz konusu değildi. Ne var ki Roma’da bu konuda toplum içindeki statü egemendir. Püritanizm cinsellikle değil, erkeklikle ilgilidir. Sevişmek, kendini bundan alıkoymaya her zaman yeğ tutulur; ne var ki edimin biçimi bunu yapanların ev hanımı, kibar fahişe, vatandaş, köle ya da özgürlüğüne kavuşmuş köle oluşuna göre değişir. Boşanmanın yasaya bağlanması, bundan kaynaklanan çokeşlilik, ev hanımlarının özgürlüğe kavuşması ve obsequium’un yaygınlaşması geleneksel ahlak anlayışının düzenini bozdu. Evlilik kurumunda aşkın varlığına, şehvet düşkünlüğünün zaferi gözüyle bakıldı. Augustus bundan rahatsız oldu. Vergilius bu rahatsızlığın yanında yer aldı. Ovidius bu tepkiye karşı çıktı. Augustus yeni düzeni, yeni bir teoloji ve yeni bir hukuk düzeni olarak dayattı. Bir oyuncuyu, karısı yalnızca saçlarını kestiği için sürgüne gönderdi: Kadın, saçlarını köleler gibi kestirmekle, status’unun dışına çıkıyor, köle haline geliyor, sevdiği erkeğin hizmetine (obsequium) girmiş oluyordu. Augustus, kızı Julia’yı aşık olduğu için, Campania kıyıları açığındaki küçücük Pandataria Adası’na sürgüne gönderdi. Kocası Tiberius, bu cezaya karşı çıkmadı. Julia 14 yılının sonlarında öldü. Tacitus’un söylediğine göre, çektiği acı onu hiçbir yiyeceğe el sürmemeye, kendini ölüme terk etmeye zorlamıştı.
Bir soylunun edilgin aşk yaşaması, ev hanımının duygusal aşk yaşaması ya da eşini aldatması kadar büyük bir suçtur. Ne var ki etkin eşcinlellik ya da bir kadının aşığına elle istimna uygulaması masum bir harekettir. Öte yandan her vatandaş, evlenmemiş masum bir kadınla, bir metresle, özgürlüğünü kazanmış bir köleyle, hizmetindeki bir erkekle istediği biçimde sevişebilir, ona istediğini yapabilir. Roma dünyasında en sarsıcı davranışların yanında en ince ahlak titizliği taşıyan davranışlara da rastlayabilmemiz bundan kaynaklanır. Erdem (virtus), cinsel güç demektir. Erkeklik (virtus’a sahip olma) özgür erkeğin görevi, onun erkekliğinin göstergesi olduğundan başarısızlık, utanç veren ya da akıl bozukluğunu gösteren bir durumdu. Romalılara özgü tek cinsellik örneği, kendinden başka olan her şey üzerinde dominatio (egemenlik) sağlamaktır. Alt sınıftan olanlar arasında ırza geçme ölçük olarak kabul edilir. Gücünü ötekinin hizmetine sunmaktan zevk almak saygıdeğer bir davranıştır. Martialis(in şu sözleri ölçütü tanımlar: “Kolay bir kız istiyorum; öyle ki kendini benden önce genç köleme versin ve tek başına her üçümüzü de zevke ulaştırsın. Yüksekten atan kadınlara (grandia verba sonantem) gelince; gidip kendilerini bir Bordeauxluya düzdürsünler (mentula crassae Burdigalae).” Etkin olan, duygusal olmayan her erkek dürüsttür. Başkasının hizmetine sunulan (officium, obsequium) her zevk kölelik göstergesidir ve bir erkeğin virtus’tan, erkeklik yoksunluğunu, dolayısıyla da iktidarsız (impotentia) olduğunu gösterir. Roma dünyasında, bize önemsizmiş gibi görünen hataların, bizi isyan ettirecek ölçüde sertlikle bastırılması işte bu düşünceden kaynaklanır. Irzına geçilen genç kız lekelenmiş sayılmaz, buna karşın ırzına geçilen annenin ölmesi gerekir. Azat edilmiş kölenin us-Maimus, Publius Maenius’un on iki yaşındaki kızını öptüğü için eğitmenini öldürdüğünü aktarır.
Köle, efendisini arkadan düzemez. Artemidor’a göre bu, suçların en büyüğüdür. Hatta birinin böyle bir düş görmesi bile, bu düşü kendi ruhunun derinliğinde ve gecenin karanlığında görmüş olmasına karşın o kişinin başına bazı dertler açar. Efendilerin köleleri arkadan düzmesi ise kurala uygundur. Patricius, parmağını birine uzatıp şöyle diyordu: Te paedico (Seni arkadan düzerim) ya da Te irrumo (Organımı ağzına veririm). Cumhuriyet döneminin sonlarında Cicero’nun cinselliği böyleydi. İmparatorluk döneminde Seneca’nın cinselliği de bundan farklı değildi. (Organımı ağzına veririm). Cumhuriyet döneminin sonlarında Cicero’nun cinselliği böyleydi. İmparatorluk döneminde Seneca’nın cinselliği de bundan farklı değildi.
* * *
Roma sitesi erkeklerin pietas’ı, eşlerin castitas’ı, kölelerin de obsequium’u idi. Latince bu üç sözcük, Suetonius’un, Parrhasios’un *****grafik resimlerine tutkun, oral sekse düşkün İmparator Tiberius hakkında aktardığı cisel anekdotların ne ölçüde gerçeği yansıttığını anlamamızı sağlar.
Romalıların pietas sözcüğünün, aynı kökten gelen, dindarlık, sevgi anlamına gelen Fransızca ‘piète’ sözcüğü ile ilgisi yoktur. Pietas, babası Agkhises’i sıktında taşıyan Aeneas’tır. Tam anlamıyla, Romalıların birbirine olan bağlılığıdır. Latince uzmanlarının çoğu kez aktadıkları gibi, aile sevgisi değildir. Ağırlığı oğulların ‘omuzlarına’binen zorunlu bir davranıştır. Oğulun babaya gösterdiği karşılıksız özveridir. Tuhaftır ama kurucu mit olarak kutlanan (Aeneas’ın annesi olmadan önce Eros’un ve Priapos’un annesi olan, Sezarların atası sayılmadan önce fiziksel dünyanın anası olan) Venüs değil, oğlunun babaya bağlılığıdır, Venüs’ün kocasını, yani Agkhises’i omuzlarında taşıyan Aeneas’tır. Romalılarda bir görev kabul edilen cinsel ilişki gibi, aile bağları da tek taraflıdır. Pietas, gençlerin yaşlılara karşı yerine getirmek zorunda olduğu vazgeçilmez görevdir. Akşam karanlığını şafağı doğurmaya, meyveyi tohum vermeye, bakışı fascinus’a yönelmeye zorlayan, evladın babaya gösterdiği bu zorunlu sevgidir. (Eski dünyanın menzillerinin oluşturan erkekler arası dayanışma bağlarını, esirgeme kurumlarını, vaftiz babalığını, daha sonraları Roma Katolikliğinde papazların yardımseverliğini, Sicilla mafyasını ortaya çıkaran işte bu sevgidir.)
Homeros, Aphrodite’i İda Dağı’nda sığır çobanlığı yapan Agkhises’e yaklaşırken betimler. Agkhises, Aphrodite’in kemerini çözer ve Aeneas’ın tohumunu atar. Agkhises, söz verdiği halde dilini tutamadığı için Aphrodite’i yitirir. Agkhises’i ve oglunu (Ascagne) kurtarmak için karasını terk eder. Yalnızca baba ile oğlu arasında tanrısal bir sevgi (pietas) vardır; ki bu, aynı zamanda görevdir. Karı ile koca arasında insani bir bağ vardır (Romalılarda evliliği başlatmak için el sıkışmak yeterlidir), bu bağda var olan karşılıklı arzu, tarafları hiçbir şeye zorlamaz; bağlayıcı olan, doğurganlık konusunda beslenen umuttur. Aeneas, aynı şekilde Didon’u da terk eder: İçinde duyduğu isteği, kendi gens’ine borçlu olduğu görev duygusuna kurban eder. Venüs’ün oğlu böylelikle Venüs’ü üç kez pietas’a kurban etmiş olur.
* * *
Romalıların castitas sözcüğünün, aynı kökten türemiş, namusluluk, dürüstlülük anlamına gelen Fransızca ‘chastetè’ sözcüğü ile ilgisi yoktur. Castitas, Sextus tarafından ırzına geçilen ve erkek arzusunun zorba ve ‘Etrükslere özgü’ şiddeti yüzünden canına kıyan Lucretia’dır: Cumhuriyet yönetimi, onun bronz bir hançerle kendi canına kıyması sonucu doğmuştur. Cumhuriyetin doğmasına neden olan şey, Venüs ile pietas arasındaki yürek burkan karşıtlığın en canlı örneği sunduğu, istek ile dölleme arasındaki, kardeşlerin karşılıklı zorbalığı ile babaların cumhuriyeti arasındaki karşılıktır. Daha açık ifadeyle: Etrüks dünyası ile Roma değerleri arasındaki karşılıktır. Aynı şekilde, kentin kuruluşu sırasında Romulus, kardeşi Remus’u şiddet kullanarak öldürmüştü. Babalar da Romulus’u öldürerek, onun artık gökyüzünde bir tanrı olduğunu, dolayısıyla da bundan böyle bu dünyadaki bir kralın buyruğuna giremeyeceğini ileri sürmüşlerdi.
Tarquinius Colltinus’un (hiç yatmayan, gece bile oturup yün ören) sadık eşi Lucretia, Sextus’un tecavüze uğradığı için neden canına kıydı? Mater certissima, pater semper incertus (Anne her zaman belli, baba ise asla belli değildir). Irza geçme, dölleyiciliğin lekelenmesine neden olur. Sadakat aileye özgü bir duygu değil, aynı spermlerden gelen soy güvencesinin gereğidir. Castitas ise evliliğin dölleyiciliğini güvenceye alan tek amaçtır. Bir matrona, döllenmemiş olduğu durumda patronus’a sadakatsizlik edemeyeceği gibi, ırzına geçilmesine de olanak vermemek zorundadır. Irzımıza geçilecek olursa, bunu yapan kişi yakalandığında cezalandırılır ama ırzına geçilmiş kadının cezası ölümdür. Namusluluğun olumsuz tanımı namussuzluktur (stuprum). Henüz anne olmamış ya da hiç olamayacak kadınlar her şeyi yapabilir. Stuprum, annelerin ve dul kadınların sorunudur. Stuprum, yasal olmayan tensel bağların oluşmasına yol açan bir kan kirlenmesidir. Irzına geçilmiş bir anne ya da dul bir kadın namussuzlukla suçlanır. Puticitia işte budur: tenin etkin arılığı. Castitas, ‘kast’ın arılığı demektir; bunu da embrioyu rahminde taşıyanlar sağlar ve Eskilerin düşüncesine göre bu arılık, erkeğin tohumundan gelir. Irzına geçilen Lucretia’nın kendi canına kıyması gerekir, o da böyle yapar.
Namusun en büyük göstergesi budur. Macrobius’un aktardığı bir anekdot, castitas’ın özelliğini bize daha iyi anlatır (Saturnales, II, 5, 9). Abla Julia’nın üç çocuğunun babalarına (Agrippa) inanılmaz ölçüde benzemesi herkesi şaşırtıyordu. Abla Julia onlara şu cevabı verdi: Numquam enim nisi navi plena tollo vectorem (Gemiye yalnızca ambar dolu olduğunda yolcu alırım). Döllenmiş kadının cinsel ilişkiye girmesi namusunu lekelemez, çünkü soyun arılığı açısından dokunulmamışlığını korur. Zevk alma konusunda sadakat gözetilmesi gerekmez, çünkü bu namussuzluk sayılmaz; sadakat döllenmeyle ilgilidir yalnızca. Bağ, dölleyenden döllenene yönelmez, çünkü pietas döllenenden dölleyene yöneliktir (tanrı sevgisi yalnızca inanandan tanrıya, vulva’dan erkeklik organına, köleden dominus’a, domus’tan aile tanrılarına, yani balmumuna suretleri çıkarılan ya ad vaktiyle pişmiş topraktan kapların içine yerleştirilerek Etruria evlerinin çatısına konan ölmüş ‘ata’lara yönelir). Zevk (voluptas), doğanın kendisidir, hayvanların üremesini, bitkilerin gelişmesini sağlayan sperm ya da Aphrodite’e can veren dalganın köpüğüdür, annenin büyüyen karnı ya da gece gökyüzünde büyüyen Ay’dır, gece ile göndüzün titreşimleri içinde hareketlerini sürdüren yıldızlardır. Var olan tek sadakat, oğulun babaya yönelttiği sadakattir. Yeryüzü ‘vatan’dır, çünkü orada tek tohumlayıcı, tek ‘soy sürdüren’, erkeklik organıdır.
Genius, Muto, Fascinus, Liber Pater; zaferin büyüsünü elinde tutan tanrılardan bazılarının adları bunlardı. Fascinus nedir? Soyunuk tanrıların tanrısallığıdır. Doğa her zaman zevke erişir, Babalar da döller. Tanrılar kadında döllenmiş olmak ve döllenmek aynı şeydir. Sürekli yinelenen ilksel olaydır bu. Yüce tanrıların tanrısallığı aeternalis operatio’dur, yani sonsuz birleşmedir. Tanrısallığın sınırsız actualitas’i işte budur. Bu sürenin her saati, hemen koparılması gereken bir çiçektir, çünkü tanrı sonsuz an içinde var olmayı kesintisiz sürdürür. İmparator’luğa benimsetmek istediği şey tanrıdır: Semper vetus, semper novus (Her zaman eski, her zaman yeni). İmparator Augustus’un, Roma tanrılarının yeniden değerlendirilmesi sırasında aldığı politik karar, Mars ile Venüs’ün birleştirilmesini İmparatorluğa benimsetmek oldu. Romulus’un babaını Aeneas’ın annesiyle birleştirmekle, olanaksız bir ilksel olay yaratmış oldu (Aeneas, Agkhises ile Venüs’ün aşklarının meyvesi, Remus ile Romulus da Mars’ın Rea Silvia ile birleşmesinin meyvesiydi). Dolayısıyla Augustus, Roma için akla yatmaz, ilginç atalar çifti yaratmış oldu. Gün ışığına çıkarılan fresklerin çoğunda bu cüretli birleşmenin canlandırılması buradan kaynaklanır.
Roma halkının evlerinin ve fetişlerinin bekçileri olan Vesta rahibeleri, sertleşmiş erkek organını kutsal sayıyorlardı. Velia Tepesi’nde yer alan Tanru Mutunus Tutunus, evli kadınların gelip üstüne oturdukları, taştan yapılmış, sertleşmiş erkek organıydı. Her yılın 17 Mart’ında, Patres sınıfına katıldıkları için erkek giysileri giyen pueri’ler, yaptıkları geçit töreninde Fascinus arabasını çekiyorlardı. Dilde müstehcenlik gelenekti: fescennins’I anlatan dizelerde görülüyordu. Romalıların müstehcenliği, evliliğin etkin dili olarak tanımlanabilir. Bu konuda utanç duymak yasaktı, çünkü bunun kısırlaştırıcı olduğu düşünülüyordu. Dildeki geleneksel müstehcenlik ve gens’in yaptığı geleneksel Bakkhus şenlikleri, etkin gücün yüzünü ve tersini oluşturur. Kadınları doğurgan kılan, uluslara zafer getiren, her evin içine, damına konan, her kavşağa, her tarlanın sınırına dikilen, her deniz fenerinin üzerinde yer alan ve tanrıların rızası için yapılan müstehcen heykelcikler, bu gücün dışa vurulan varlığının göstergeleriydi. Geleneksel Bakkhus şenlikleri İÖ 186 yılında beş kişiyle sınırlandırıldı, bu törenlerin ardından insan kurban etme geleneği de yasaklandı.