Gözde'
Bayan Üye
Eğer cesur değilsen samimi olamazsın.
Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin.
Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin.
O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler.
Cesaret bütün korkulara rağmen bilinmeyene adım atmaktır. Korkusuzluk, sürekli cesur ve daha cesur olunca ortaya çıkar. Kolomb gibi keşfedilmemiş denizlere açılmadığı zaman, bir korku vardır, yoğun bir korku. Çünkü kimse ne olacağını bilemez. Güvenliğin kıyılarını terk ediyorsun. Bir anlamda hiçbir sıkıntın yoktu. Eksik olan tek bir şey vardı: macera. Belirsizliğe adım atmak sana heyecan verir. Kalp tekrar atmaya başlar, tekrar canlanırsın; yaşadığını hissedersin. Varlığındaki her hücre canlanır. Çünkü bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmişsindir. Bütün korkulara rağmen, bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmek cesarettir. Korkular oradadır. Ama eğer sen tekrar tekrar bu meydan okumayı kabullenirsen, yavaş yavaş o korkular kaybolur. Bilinmeyenin getirdiği o sonsuz keyfi yaşamak, bilinmeyen ile duymaya başladığın heyecan, seni güçlü yapar. Zekanı keskinleştirir. Belirli bir bütünlüğe ulaşmanı sağlar. Sonra yavaş yavaş korku kaybolur. O zaman sürekli macera peşinde koşarsın. Kısacası cesaret, bilinmeyen için bilineni riske etmektir; tanıdık olmayan için, tanıdık olanı; konforsuzluk için, konforlu olanı, bilinmeyen bir varış noktaası için, herkesin bildiği göç yollarını terk etmek demektir. İnsan başarıp başaramayacağını asla bilemez. Bu bir kumardır. Ama hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir.
Hayat senin mantığını dinlemez; umursamadan kendi yoluna devam eder. Sen hayata kulak vermek zorundasın. Hayat senin mantığını dinlemez. Senin mantığını umursamaz.
Hayata girdiğin zaman ne görüyorsun? Büyük bir fırtına geliyor ve dev ağaçlar devriliyor. Charles Darwin’e göre onlar hayatta kalmalı; çünkü onlar, en iyi uyum sağlamış, en güçlü, en kuvvetlidir. Yaşlı bir ağaca bak. Yüz metre yüksekliğinde, üç bin yaşında. Ağacın varlığı bile güç yaratıyor, dayanıklılık ve kudret duygusu veriyor. Milyonlarca kök toprağın derinliklerine yayılmış durumda. Ve ağaç büyük bir ihtişamla ayakta duruyor. Ağaç tabii ki mücadele ediyor, teslim olmak istemiyor. Ama fırtınadan sonra devrilmiştir. Ölmüştür. Artık yaşamamaktadır. Bütün gücü kaybolup gitmiştir. Fırtına fazlasıyla güçlüydü. Fırtına her zaman daha güçlüdür. Çünkü fırtına bütünden gelir. Ağaç ise bir bireydir.
Sonra, küçük bitkiler ve sıradan otlar vardır. Fırtına geldiği zaman otlar eğilir ve fırtına ona bir zarar veremez. En fazla üstünü temizler; hepsi bu. Üzerinde birikmiş olan tozları süpürür. Fırtına onu bir güzel yıkayıp temizler. Ama fırtına dindikten sonra, küçük bitkiler ve otlar yine dikilirler. Bir otun neredeyse hiç kökü yoktur. Küçük bir çocuk tarafından bile sökülebilir. Ama fırtına yenilmiştir. Ne oldu?
Otlar Tao’nun yolunu izlemiştir; Lao Tzu’nun yolunu. Ve büyük ağaç ise Charles Darwin’i izledi. Büyük ağaç çok mantıklıydı: Direnmeye çalıştı, gücünü göstermeye çalıştı. Eğer gücünü göstermeye çalışırsan yenilmeye mahkum olacaksın. Bütün Hitler’ler, bütün Napolyon’lar, bütün İskender’ler, büyük güçlü ağaçlardır. Onların hepsi yenilgiye uğratılacaktır. Lao Tzu’lar, küçük otlar gibidir; kimse onları yenemez. Çünkü onlar her zaman eğilmeye hazırdır. Teslim olan birini nasıl yenebilirsin? Büyük İskender bile Lao Tzu önünde kendini güçsüz hissedecektir. Hiçbir şey yapamaz. Bu yaşandı. Tıpkı şöyle oldu:
Büyük İskender’in Hindistan’da olduğu zamanlar Dandamis adında bir sannyasin, bir mistik yaşıyormuş. Arkadaşları İskender’e Hindistan’a sefere çıkarken, dönüşte bir sannyasin getirmesi söylemişler. Çünkü o nadir çiçek sadece Hindistan’da filizleniyormuş. “Dönüşte pek çok şey getireceksiniz ama lütfen sannyanis‘i unutmayın, biz onun ne olduğunu görmek istiyoruz, sannyasin‘in ne olduğunu tam olarak bilmek istiyoruz” demişler.
Savaşlar ve mücadeleler yüzünden o kadar meşgulmuş ki, bunu neredeyse unutmuş. Geri dönerken, tam Hindistan sınırını terk etmek üzereyken birden aklına gelmiş. Hindistan’ın son köyünden ayrılmak üzereymiş. O yüzden askerlerine köye gidip, bu civarda bir sannyasin olup olmadığını sormalarını istemiş. O sırada tesadüf eseri Damdamis köyde, nehir kıyısındaymış. Köylüler ”tam vaktinde geldiniz. Birçok sannyasin vardır; ama gerçek sannyasin her zaman çok nadir bulunur. O şu anda burada. Gidip onu ziyaret eder, ders alabilirsiniz” demişler. İskender gülmüş “ben buraya ders almaya gelmedim. Askerlerim gidip onu alacak ve ben de onu ülkemin başkentine götüreceğim” demiş.
Köylüler “bu o kadar kolay değil” diye yanıtlamışler. İskender kulaklarına inanamamış; ne tür bir zorluk olabilirdi? O, imparatorları, büyük kralları dize getirmişti. O yüzden bir dilenciyle, bir sannyasin ile, nasıl bir zorluk yaşardı? Askerleri Damdamis’i görmeye gitti. Damdamis nehir kıyısında çırılçıplaktı. “Büyük İskender seni ülkesine davet ediyor. İhtiyacın olan herşey sana sunulacak. Kraliyet konuğu olacaksın” demişler.
Çıplak fakir gülmüş ve: “Sen git ve ustana söyle, kendine büyük diyen bir insan büyük olamaz. Kimse beni bir yere götüremez. Bir sannyasin bulut gibi hareket eder. Tam bir özgürlük içinde. Ben kimsenin kölesi değilim” demiş.
“İskender’i duymuş olmalısın; o çok tehlikeli bir adam. Eğer ona hayır dersen, bunu kabul etmez. Kafanı kestirir” demiş askerler. Sannyasin onlara: Belki de en iyisi sizin onu buraya getirmenizdir, o benim ne demek istediğimi anlayabilir” demiş. Büyük İskender onu görmeye gitmek zorunda kalmış. Çünkü geri dönüp askerler ona şöyle demişti: “O eşsiz bir adam. Sanki ışıldıyor. Etrafında bilinmeyenden kaynaklanan bir şey var. Çıplak, ama onun yanında çıplaklığı hissetmiyorsunuz, daha sonra hatırlıyorsunuz. O kadar güçlü ki, onun varlığında bütün dünyayı unutuyorsunuz. Bir çekiciliği var. Etrafını büyük bir dinginlik kuşatmış. Ve sanki çevresindeki her şey onun varlığından mutluluk alıyor. Görülmeye değer biri. Ancak gelecekte onu tehlikeler bekliyor. Çünkü zavallı adam kimsenin onu bir yere götüremeyeceğini, kimsenin kölesi olmadığını söylüyor”.
İskender, elinde kınından çıkmış kılıcıyla onu görmeye gitti. Damdamis güldü ve konuştu: “kılıcını indir, burada bir işe yaramaz. Onu kınına sok. Burada bir işe yaramaz; çünkü sadece bedenimi kesebilirsin. Ve ben onu uzun zaman önce geride bıraktım. Kılıcın beni kesemez, o yüzden onu indir; çocukluk etme”. Söylenenlere göre, İskender hayatında ilk kez bir başkasının emrini yerini getirdi. Çünkü bu adamın huzurunda kim olduğunu bile unutmuştu. Kılıcını kınına soktu ve “hayatımda bu kadar güzel bir adamla karşılaşmadım” dedi. Kampa geri dönünce, düşüncelerini anlattı.” Ölmeye hazır olan birini öldürmek çok zor. Onu öldürmek anlamsız. Savaşan birini öldürürsün, o zaman öldürmenin bir anlamı var. Ama ölmeye hazır olan, işte kafam burada, onu kesebilirsin diyen bir adamı öldüremezsin”.
Damdamis aslında şöyle demişti: “Bu benim kafam. Onu kesebilirsin. Kafam düştüğü zaman, onu kumların üzerine düşerken göreceksin. Ben de aynı şeyi göreceğim. Çünkü ben bedenim değilim. Ben bir tanığım”.
İskender, bunu arkadaşlarına anlattı. Ve şöyle dedi: “buraya getirebileceğim sannyasin‘ler vardı, ancak onlar sannyasin değildi. Sonra gerçekten eşsiz olan bir adamla karşılaştım ve siz doğru duymuşsunuz: Bu çiçek gerçekten eşsiz. Ama kimse onu zorlayamıyor çünkü ölümden korkmuyor. Bir insan ölümden korkmadığı zaman, ona nasıl zorla bir şey yaptırabilirsiniz?”
Seni köle yapan şey kendi korkuların; senin korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Aslında başkalarını, onlar seni köle yapmadan köle yapmaya zorlayan güç senin kendi içindeki korkudur. Korkusuz bir insan, ne kimseden korkar, ne de başkalarını korkutur.Ve korkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Cesur olmak, kalple yaşamak demektir. Kalbin yolu, cesaretin yoludur.
Kalp her zaman risk almaya hazırdır, kalp kumarbazdır. Kafa ise işadamıdır. Kafa her zaman hesaplar…çok kurnazdır. Kafa geçmişi düşünür. Kalp ise gelecektir, Kalp her zaman umuttur, kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kalp üzerinden yaşamak, anlamı keşfetmektir. Cesareti keşfetmektir.
Eğer cesur değilsen sevemezsin.
Eğer cesur değilsen güvenemezsin.
Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin.
O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler.
Cesaret bütün korkulara rağmen bilinmeyene adım atmaktır. Korkusuzluk, sürekli cesur ve daha cesur olunca ortaya çıkar. Kolomb gibi keşfedilmemiş denizlere açılmadığı zaman, bir korku vardır, yoğun bir korku. Çünkü kimse ne olacağını bilemez. Güvenliğin kıyılarını terk ediyorsun. Bir anlamda hiçbir sıkıntın yoktu. Eksik olan tek bir şey vardı: macera. Belirsizliğe adım atmak sana heyecan verir. Kalp tekrar atmaya başlar, tekrar canlanırsın; yaşadığını hissedersin. Varlığındaki her hücre canlanır. Çünkü bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmişsindir. Bütün korkulara rağmen, bilinmeyenin meydan okumasını kabul etmek cesarettir. Korkular oradadır. Ama eğer sen tekrar tekrar bu meydan okumayı kabullenirsen, yavaş yavaş o korkular kaybolur. Bilinmeyenin getirdiği o sonsuz keyfi yaşamak, bilinmeyen ile duymaya başladığın heyecan, seni güçlü yapar. Zekanı keskinleştirir. Belirli bir bütünlüğe ulaşmanı sağlar. Sonra yavaş yavaş korku kaybolur. O zaman sürekli macera peşinde koşarsın. Kısacası cesaret, bilinmeyen için bilineni riske etmektir; tanıdık olmayan için, tanıdık olanı; konforsuzluk için, konforlu olanı, bilinmeyen bir varış noktaası için, herkesin bildiği göç yollarını terk etmek demektir. İnsan başarıp başaramayacağını asla bilemez. Bu bir kumardır. Ama hayatın ne olduğunu sadece kumarbazlar bilir.
Hayat senin mantığını dinlemez; umursamadan kendi yoluna devam eder. Sen hayata kulak vermek zorundasın. Hayat senin mantığını dinlemez. Senin mantığını umursamaz.
Hayata girdiğin zaman ne görüyorsun? Büyük bir fırtına geliyor ve dev ağaçlar devriliyor. Charles Darwin’e göre onlar hayatta kalmalı; çünkü onlar, en iyi uyum sağlamış, en güçlü, en kuvvetlidir. Yaşlı bir ağaca bak. Yüz metre yüksekliğinde, üç bin yaşında. Ağacın varlığı bile güç yaratıyor, dayanıklılık ve kudret duygusu veriyor. Milyonlarca kök toprağın derinliklerine yayılmış durumda. Ve ağaç büyük bir ihtişamla ayakta duruyor. Ağaç tabii ki mücadele ediyor, teslim olmak istemiyor. Ama fırtınadan sonra devrilmiştir. Ölmüştür. Artık yaşamamaktadır. Bütün gücü kaybolup gitmiştir. Fırtına fazlasıyla güçlüydü. Fırtına her zaman daha güçlüdür. Çünkü fırtına bütünden gelir. Ağaç ise bir bireydir.
Sonra, küçük bitkiler ve sıradan otlar vardır. Fırtına geldiği zaman otlar eğilir ve fırtına ona bir zarar veremez. En fazla üstünü temizler; hepsi bu. Üzerinde birikmiş olan tozları süpürür. Fırtına onu bir güzel yıkayıp temizler. Ama fırtına dindikten sonra, küçük bitkiler ve otlar yine dikilirler. Bir otun neredeyse hiç kökü yoktur. Küçük bir çocuk tarafından bile sökülebilir. Ama fırtına yenilmiştir. Ne oldu?
Otlar Tao’nun yolunu izlemiştir; Lao Tzu’nun yolunu. Ve büyük ağaç ise Charles Darwin’i izledi. Büyük ağaç çok mantıklıydı: Direnmeye çalıştı, gücünü göstermeye çalıştı. Eğer gücünü göstermeye çalışırsan yenilmeye mahkum olacaksın. Bütün Hitler’ler, bütün Napolyon’lar, bütün İskender’ler, büyük güçlü ağaçlardır. Onların hepsi yenilgiye uğratılacaktır. Lao Tzu’lar, küçük otlar gibidir; kimse onları yenemez. Çünkü onlar her zaman eğilmeye hazırdır. Teslim olan birini nasıl yenebilirsin? Büyük İskender bile Lao Tzu önünde kendini güçsüz hissedecektir. Hiçbir şey yapamaz. Bu yaşandı. Tıpkı şöyle oldu:
Büyük İskender’in Hindistan’da olduğu zamanlar Dandamis adında bir sannyasin, bir mistik yaşıyormuş. Arkadaşları İskender’e Hindistan’a sefere çıkarken, dönüşte bir sannyasin getirmesi söylemişler. Çünkü o nadir çiçek sadece Hindistan’da filizleniyormuş. “Dönüşte pek çok şey getireceksiniz ama lütfen sannyanis‘i unutmayın, biz onun ne olduğunu görmek istiyoruz, sannyasin‘in ne olduğunu tam olarak bilmek istiyoruz” demişler.
Savaşlar ve mücadeleler yüzünden o kadar meşgulmuş ki, bunu neredeyse unutmuş. Geri dönerken, tam Hindistan sınırını terk etmek üzereyken birden aklına gelmiş. Hindistan’ın son köyünden ayrılmak üzereymiş. O yüzden askerlerine köye gidip, bu civarda bir sannyasin olup olmadığını sormalarını istemiş. O sırada tesadüf eseri Damdamis köyde, nehir kıyısındaymış. Köylüler ”tam vaktinde geldiniz. Birçok sannyasin vardır; ama gerçek sannyasin her zaman çok nadir bulunur. O şu anda burada. Gidip onu ziyaret eder, ders alabilirsiniz” demişler. İskender gülmüş “ben buraya ders almaya gelmedim. Askerlerim gidip onu alacak ve ben de onu ülkemin başkentine götüreceğim” demiş.
Köylüler “bu o kadar kolay değil” diye yanıtlamışler. İskender kulaklarına inanamamış; ne tür bir zorluk olabilirdi? O, imparatorları, büyük kralları dize getirmişti. O yüzden bir dilenciyle, bir sannyasin ile, nasıl bir zorluk yaşardı? Askerleri Damdamis’i görmeye gitti. Damdamis nehir kıyısında çırılçıplaktı. “Büyük İskender seni ülkesine davet ediyor. İhtiyacın olan herşey sana sunulacak. Kraliyet konuğu olacaksın” demişler.
Çıplak fakir gülmüş ve: “Sen git ve ustana söyle, kendine büyük diyen bir insan büyük olamaz. Kimse beni bir yere götüremez. Bir sannyasin bulut gibi hareket eder. Tam bir özgürlük içinde. Ben kimsenin kölesi değilim” demiş.
“İskender’i duymuş olmalısın; o çok tehlikeli bir adam. Eğer ona hayır dersen, bunu kabul etmez. Kafanı kestirir” demiş askerler. Sannyasin onlara: Belki de en iyisi sizin onu buraya getirmenizdir, o benim ne demek istediğimi anlayabilir” demiş. Büyük İskender onu görmeye gitmek zorunda kalmış. Çünkü geri dönüp askerler ona şöyle demişti: “O eşsiz bir adam. Sanki ışıldıyor. Etrafında bilinmeyenden kaynaklanan bir şey var. Çıplak, ama onun yanında çıplaklığı hissetmiyorsunuz, daha sonra hatırlıyorsunuz. O kadar güçlü ki, onun varlığında bütün dünyayı unutuyorsunuz. Bir çekiciliği var. Etrafını büyük bir dinginlik kuşatmış. Ve sanki çevresindeki her şey onun varlığından mutluluk alıyor. Görülmeye değer biri. Ancak gelecekte onu tehlikeler bekliyor. Çünkü zavallı adam kimsenin onu bir yere götüremeyeceğini, kimsenin kölesi olmadığını söylüyor”.
İskender, elinde kınından çıkmış kılıcıyla onu görmeye gitti. Damdamis güldü ve konuştu: “kılıcını indir, burada bir işe yaramaz. Onu kınına sok. Burada bir işe yaramaz; çünkü sadece bedenimi kesebilirsin. Ve ben onu uzun zaman önce geride bıraktım. Kılıcın beni kesemez, o yüzden onu indir; çocukluk etme”. Söylenenlere göre, İskender hayatında ilk kez bir başkasının emrini yerini getirdi. Çünkü bu adamın huzurunda kim olduğunu bile unutmuştu. Kılıcını kınına soktu ve “hayatımda bu kadar güzel bir adamla karşılaşmadım” dedi. Kampa geri dönünce, düşüncelerini anlattı.” Ölmeye hazır olan birini öldürmek çok zor. Onu öldürmek anlamsız. Savaşan birini öldürürsün, o zaman öldürmenin bir anlamı var. Ama ölmeye hazır olan, işte kafam burada, onu kesebilirsin diyen bir adamı öldüremezsin”.
Damdamis aslında şöyle demişti: “Bu benim kafam. Onu kesebilirsin. Kafam düştüğü zaman, onu kumların üzerine düşerken göreceksin. Ben de aynı şeyi göreceğim. Çünkü ben bedenim değilim. Ben bir tanığım”.
İskender, bunu arkadaşlarına anlattı. Ve şöyle dedi: “buraya getirebileceğim sannyasin‘ler vardı, ancak onlar sannyasin değildi. Sonra gerçekten eşsiz olan bir adamla karşılaştım ve siz doğru duymuşsunuz: Bu çiçek gerçekten eşsiz. Ama kimse onu zorlayamıyor çünkü ölümden korkmuyor. Bir insan ölümden korkmadığı zaman, ona nasıl zorla bir şey yaptırabilirsiniz?”
Seni köle yapan şey kendi korkuların; senin korkuların. Korkusuz olduğun zaman artık köle değilsin. Aslında başkalarını, onlar seni köle yapmadan köle yapmaya zorlayan güç senin kendi içindeki korkudur. Korkusuz bir insan, ne kimseden korkar, ne de başkalarını korkutur.Ve korkaklar, sadece korkaklar, kafalarıyla yaşar. Korktukları için etraflarında mantıktan oluşan bir güvenlik duvarı yaratırlar. Korkularıyla her kapı ve pencereyi kapatırlar. Cesur olmak, kalple yaşamak demektir. Kalbin yolu, cesaretin yoludur.
Kalp her zaman risk almaya hazırdır, kalp kumarbazdır. Kafa ise işadamıdır. Kafa her zaman hesaplar…çok kurnazdır. Kafa geçmişi düşünür. Kalp ise gelecektir, Kalp her zaman umuttur, kalp her zaman gelecekte bir yerdedir. Kalp üzerinden yaşamak, anlamı keşfetmektir. Cesareti keşfetmektir.