sEmih
Kayıtlı Üye
Çerkeslerin Dramı
İşgal, Soykırım, Sürgün ve Göç
Kafkasya ve Çerkezlerle ilgili bir yazı yazılırken, bu konuların, özel olarak ilgilenmeyenlerce bilinmediği ya da yanlış bilindiği göz önüne alınarak, kısa da olsa bazı önbilgilerin verilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle, bilenlerce tekrar niteliğinde olmasını da göze alarak, bazı açıklamalarda bulunmayı yararlı gördük.
Önce Kafkasya ve Çerkesler hakkındaki tanımlara değindikten sonra Kafkasya ile ilişki kuran toplumlar, Kafkasya'nın Ruslar tarafından işgali, soykırım, sürgün ve göç hakkında daha geniş bilgiler vermeye çalışacağız.
Kafkasya Neresi?
Kısa ve yalın bir anlatımla Kafkasya'yı şöyle tanımlayabiliriz. "Kafkasya, Karadeniz'den Hazar'a kadar uzanan ve geçit vermeyen Kafkas Sıradağları ile bu omurganın iki yanında yer alan ülkelerdir."
Kafkasya, güney ve kuzey olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Güney Kafkasya denilince Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan anlaşılmakta ise de Ermenistan'ın Kafkasya ile bir ilişkisi olmaması nedeniyle bu anlayış gerçek konuma uygun düşmemektedir. Anadolu'nun doğusunda bulunan bir ülke denilmesi daha yerinde olabilir. Gürcüler ve Lazlar, Güney Kafkasya'nın yerli halklarıdır. Ermeniler, Hint-Avrupai bir halktır.
Türkiye basınında ve siyasal söyleminde Kafkasya sözü ile bu ülkeler anlaşılmakta, Kuzey Kafkasya göz ardı edilmektedir. Kuzeyden bakıldığında ise Kuzey Kafkasya asıl Kafkasya olarak kabul edilmekte, Güney Kafkasya'ya "Trans-Kafkasya: Kafkas Ötesi" denilmektedir. Demek ki bakış açısına göre farklı anlamlar ortaya çıkmakta, bu da kavram kargaşasına neden olmaktadır.
Kuzey Kafkasya, Abhazya'yı da içine alacak şekilde, Kafkas sıradağlarından başlayarak Kuban ve Terek nehirlerinin ötelerine kadar uzanmaktadır. (Çerkeslerin bir kabilesi olan Bjeduğlar, Rus işgali öncesinde kuban Nehrinin kuzeyinde oturuyorlardı.)
Abhazlar, Abazinler, Çerkesler (Wubıhlar ve Adığeler), Çeçenler, Dağıstanlılar, Kuzey Kafkasya'nın yerli halklarıdır. Hint-Avrupa kökenli olup iki bin yıl önceleri gelen Osetler (Alan-Asetin), Asya kökenli olup Kuzey Bozkırları yoluyla gelen Karaçay-Balkar, Nogay ve Kumuklar, aynı ülkenin kaderini paylaşan yerli halkları durumuna gelmişler ve ülkenin eski halklarıyla birlikte ortak Kafkas Kültürü'nü ve kimliğini yaratmışlardır.
Çerkesler Kimdir?
Çerkesler, Kuzey Kafkasya'nın yerli halkıdır. "Çerkes" adı, Grekler tarafından Batı Kafkasya'da yaşayan halklara verilmiş "Kerket" ya da benzeri bir adın değişerek bugünkü şeklini almasıyla oluşmuştur. Çerkez halkı, kendine kendi dilinde "ADIĞE" demektedir.
"Çerkes" adı, kullananlara göre, değişik kapsamda anlamlar taşımaktadır. Bunları şöyle açıklayabiliriz:
En geniş anlamda, Karadeniz'den Hazar'a kadar bütün Kuzey Kafkasya halklarını kapsamaktadır. Örneğin Evliya Çelebi, gezi notlarında "Çerkes" adını bu anlamda kullanmıştır. Ancak bütün Kuzey Kafkasya halkları "Çerkes" adını bu kadar geniş anlamda kabul etmezler. Karaçay-Balkarlar, Osetler, Çeçenler, Dağıstanlılar kendilerine "Çerkes" demezler.Daha da dar anlamda: Adığe'lere ve Wubıhlara "Çerkes" denilir. En dar anlamda: Sadece Adığelere "Çerkes" denilir.Bir adım daha atarsak, hiçbir Kafkas halkı kendine "Çerkes" demez, kendi dilinde kendine verdiği bir ad vardır.Türkiye'de "Çerkes" adı, Kuzey Kafkasya'dan göç etmiş olan halkların tümü için kullanıla gelmiştir. Bunun nedeni, Rus işgali sonunda Osmanlı ülkesine göçerek yerleştirilmiş olan halkların çoğunu Çerkeslerin (Adığelerin) oluşturmuş olmasıdır.
Kafkasya'dan Kimler Geldi Geçti?
Kafkasya, tarih boyunca çeşitli akınlara ve işgallere uğramış olmakla beraber bunların çoğu kalıcı olamamıştır. Ancak yüzyıllarca sürmüş savaşlardan sonra 21 Haziran 1864'te tamamlanan Rus işgali kalıcı olmuştur. Diğer işgalciler, ülkenin tamamına sahip olamamış, ancak belli bir bölgesine geçici bir zaman için egemen olabilmiştir. İşgal sırasında dağlara ekilen yerli halk, işgalcilerin uzaklaşmasıyla yeniden düzlüklere inmiştir. Ancak son savaş olan Rus savaşında, düşman sadece ovaları işgal ile yetinmemiş, son noktasına kadar dağları da işgal altına almış ve bütün ülkeye hakim olmuştur. Bugün aynı durum devam etmektedir.
Ruslardan önce Kafkasya'dan gelip geçen halklar şunlardır: İskitler, Sarmatlar, Alanlar, Gotlar, Hunlar, Moğol Avarları (Dağıstan Avarları ile karıştırılmamalıdır), Araplar, (Araplar, Kuzey Kafkasya'yı işgal edememişler, ancak Hazar kıyılarını ve Dağıstan'ın az bir kısmını işgal etmişlerdir.), Moğollar (Cengiz), Timur ve Kırımlılar.
Kafkasya'nın Karadeniz ve Kırım kıyılarında ticaret kolonileri kuran Grekleri ve Cenevizlileri işgalci saymak mümkün değildir. Onlarla Kafkasyalılar arasındaki ilişkiler ticaret alanında olmuş, bu arada karşılıklı kültürel etkileşimler de meydana gelmiştir.
Osmanlı Devleti'nin Kuzey Kafkasya ile doğrudan ilişkisi olmamıştır. Araç olarak, kendisine bağlı olan Kırım Hanlığı'nı kullanmıştır. Kırım Hanlığı, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar 300 yıl boyunca Kuzey Kafkasya'ya karşı çok zalimce davranmış, akınlar, işgaller ve talanlarda bulunmuştur. Fakat bu arada Çerkes kültüründen etkilenmiş, prenslerini küçük yaştan itibaren Çerkes ailelerin yanına vererek Çerkes geleneklerine göre eğitim aldırmaya başlamıştır.
Rusya'nın Kafkasya'yı İşgali:
Rusya, Rurik tarafından, Leningrad'ın güneyindeki İlmen Gölü kıyısında, Novgorod kentinde 864 yılında kuruldu. (Tarihin ya da talihin cilvesine bakın ki bu devlet, kuruluşundan 1000 yıl sonra, 1864'te Kuzey Kafkasya'yı işgal edecek ve Çerkeslerin varlığına ölümcül bir darbe indirecekti.)
Rusya'nın merkezi 905 yılında, bugünkü Ukrayna'nın başkenti olan Kiev'e taşındı. 965'te Kiev prensi Svyatislav, Hazarların Don Nehri kıyısındaki Sarkel (Sarkala) kentini alarak yıktı. 1016 yılında Bizans-Rus Birleşik ordusu, Volga kıyısındaki başkent İtil'i alarak Hazar Devletinin varlığına son verdi. Svyatislav, Taman yarımadasını da işgal ederek Çerkeslerle komşu oldu ve oğlu Mtislav'ı oraya prens olarak tayin etti. Çerkeslerin söylencesinde hala yaşayan ve şarkısı söylenen Mtislav ve Ridade'nin teke tek savaşı burada olmuştur.
7-10.yüzyıllar arasında 300 yıl süresince Slavlarla Kafkaslar arasında tampon durumunda olan Hazar Devleti'nin yıkılışı ile Slavlar ile Çerkesler karşı karşıya gelmiş oldular. 250 yıl kadar süren bu temas ve savaşlar, Moğolların Rus steplerini işgali ile sona erdi. Bu kez, 1230 yılında kurulmuş olan Türk-Tatar-Moğol karması Altınordu devleti, yıkılış tarihi olan 1556 yılına kadar, yaklaşık 300 yıl, Ruslarla Çerkesler arasında tampon işlevini yapmış oldu.
Altınordu devletinin yıkılışı ile tekrar karşı karşıya gelen Ruslarla Çerkesler arasına artık bir daha tampon bir güç girmedi. Rus-Kafkas savaşları, aralıklı olarak yüzlerce yıl sürdükten sonra Rusların Kafkasya'yı kesin olarak işgalleriyle 1864'te sona erecekti.
Kafkasyalılar, bir yandan Rusya ile savaş halindeyken, diğer yandan Kırım Hanlığı'nın Kafkasya'ya saldırıları da devam ediyordu. Bu saldırılara karşı Kabardey Prensi Temıryıko 1567 yılında Rus Çarı İvan Grozni (Korkunç İvan) ile bir dostluk antlaşması yapmış ve kızı Mari'yi de Çarla evlendirmişti. 1587'de İvan'ın ölümü ile bu dostluk sona erdi.
Değerli tarihçi İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya kitabında Kafkas-Rus savaşlarını şu dönemlere ayırmaktadır.
Birinci dönem: 968-1230. Svyatislav'dan Altınordu Devletinin kuruluşuna kadar. 262 yıl sürdü.
İkinci dönem: 1556-1864. Altınordu Devletinin yıkılışından 1864'te Kafkasya'nın kesin olarak işgaline kadar 308 yıl sürdü.
Bu ikinci dönem de üçe ayrılmaktadır:
a- Hazırlık savaşları : 1556-1762 206 yıl
b- Kesin savaşlar : 1763-1845 82 yıl
c- Sonuç savaşları : 1846-1864 18 yıl
Hem insan sayısı, hem silah bakımından eşit olmayan güçler arasında yapılan savaşı, sonunda haklı olan değil, güçlü olan kazandı. Kafkaslıların gücü bitti, savaş da bitti. Ve Elbruz, ak başına kara bulutları sarıp gözyaşlarını bıraktı ki hala akmakta.
Şöyle bir soru sorulabilir.
Aralıklı olarak yüzyıllarca sürmüş olan bu savaşların sonunda Kafkasyalıların yenilgisi kaçınılmaz mıydı? Bu soruya: Dışardan yardım alınmaması durumunda evet kaçınılmazdı, diye cevap verilebilir. Çünkü:
Rusların güçlü bir devletleri vardı, Kafkasyalıların yoktu. Kendilerine özgü toplum yapılarında geleneklerine göre yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Ruslar sayıca çok fazlaydı, Kafkaslılar azdı.
İki taraf da iyi savaşıyorlardı, ancak Rusların modern ordularına ve silahlarına karşılık, Kafkaslıların silahları ilkeldi. Tüfek, kama, kılıç gibi silahlardı. Topun üstüne kılıçla saldırıyorlar ve çok kayıp veriyorlardı. Tüfekleri için barut bile bulamıyorlardı. Savaş taktikleri baskın, vur-kaç şeklinde oluyordu. Kesin sonuçlu muharebelere girme olanakları yoktu.
Rusya'nın genişleme, sıcak denizlere inme ve Hindistan'a girme gibi uzun vadeli bir planları vardı ve bu planın gerçekleştirilebilmesi için Kafkasya, elde bulundurulması gereken jeopolitik bir bölgeydi. Bu nedenle Rusya, ne pahasına olursa olsun Kafkasya'yı ele geçirmek emelindeydi, nitekim Rus kaynaklarına göre Rusya Kafkasya savaşlarında 1,5 milyon askerini kaybetmişti.
Rusya, 1801'de Gürcüstan'ı, 1810'da Abhazya'yı kendine bağlayarak Kuzey Kafkasya'yı güneyden de kuşatmış oluyordu. 1822'de Kuzey Kafkasya'nın orta bölümünü de (Kabardey ve Osetya) işgal ederek Daryal geçidinden Tiflis'e inen askeri Gürcü yolunu güvence altına almış oldu. Böylece Kuzey Kafkasya'nın doğusu (Çeçenistan ve Dağıstan) ile batısı (Çerkezistan) arasındaki bağlantıyı kesti. Ve Rusya'ya karşı savaşmakta olan Kuzey Kafkasya'nın doğu ve batı bölgeleri askeri güçlerini birleştirerek savaşma olanağını yitirdiler.
Şamil'in komutasında Dağıstan ve Çeçenistan'da verilen ve 1834-59 yılları arasında 25 yıl süren savaşlar, cihat ve gazavat olarak adlandırılan dinsel ağırlıklı savaşlardı. Şamil, kahramanca savaşmasına ve büyük başarılar kazanmasına karşın kesin zafere varamadı, 6 Eylül 1859 tarihinde, son direniş noktası olan Gunip'te General Baryatinski'ye teslim olmak zorunda kaldı.
Böylece doğudaki güçleri serbest kalan Rusya, onları batıya kaydırmak suretiyle bütün gücüyle Çerkezistan'a yüklendi. Batıdaki direniş, ulusal bir nitelik taşıyordu. Gerilla savaşlarıyla Ruslara inatla karşı konuluyordu.
Şamil tarafından 1848'de Çerkezistan'a gönderilen Naib Muhammed Emin, Şamilinkine benzer bir örgütlenmeye gitmek istedi, ulusal nitelikteki direnişe dinsel bir nitelik vermeye çalıştı, bunun için şiddete baş vurdu, kabileler arasında savaşlara neden oldu. Sonunda kendisi lider seçildiyse de Şamil'in teslimi üzerine, iki ay sonra o da gidip Ruslarla anlaştı ve teslim oldu. Böylece Çerkezistan halkını başsız bırakmış oldu. Fakat halk savaşa devam etti, giderek kayıpları arttı. Bir görüşe göre, Çerkeslerin de uygun şartlarla Rusya ile anlaşıp savaşı bırakması daha uygun olabilirdi, çünkü artık Çerkeslerin savaşı kazanma şansları kalmamıştı. Böylece soykırım ve sürgün belki de önlenebilirdi. Nitekim son beş yıllık savaşlar yenilgiyle sonuçlandı, 21 Mayıs 1864 tarihinde savaş bitti ve Kafkasya tamamen Rusya'nın işgali altına girdi. Savaşları kazanmak için kahraman ve haklı olmak yetmiyordu, güçlü olmak da gerekiyordu ve Çerkeslerin gücü bitmişti.
Kafkas-Rus savaşları, kanlı ve vahşiyane oldu. Ruslar kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden soykırım (jenosit) uyguladılar. Dağıstan, Çeçenistan, Osetya ve Kabardey bölgelerinden Osmanlı ülkesine göçler oldu, Batı Kafkasya halkları ise (Adığe, Wubıh, Abaza halkları) toptan sürgün edildi. Şimdi bu olayları biraz daha açmamız gerekecek.
Soykırım, Sürgün ve Göç
Önce bu kavramlar arasındaki benzerliklere ve farklara değinmekte fayda var.
Soykırım (Jenosit), bir düşmanın, işgal ettiği topraklardaki insanları toptan öldürmesi demektir. Böylece işgal edilen ülke, sahiplerinden arındırılır ve ülkeye işgalci tarafından el konulur. İşgalci devlet, getirip kendi halkını buraya yerleştirir. Tarihte bunun örnekleri çok görülmüştür, bugün de görülmektedir.
Sürgün, işgal edilen ülkede hayatta kalan insanların, toplu olarak zorla topraklarından çıkarılıp başka yerlere gönderilmesidir. Sürgün, anayurdun kaybıdır. Sürülenler de gittikleri ülkelerde dillerini ve kimliklerini yitirerek asimile olurlar, yani tarihten silinirler.
Soykırım ve sürgün, toplumları ve kültürleri yok etmenin yöntemleridir.
Göç, işgal ya da diğer zorlayıcı nedenlerle ülkelerinde yaşma olanağını yitiren toplumların ya da insanların başka ülkelere gitmeye mecbur kalmalarıdır.
Yukarıda açıklandığı gibi, Rusya Kafkasya'da bu yöntemlerin üçünü de uyguladı.
Soykırım, savaş boyunca Karadeniz'den Hazar'a kadar Kuzey Kafkasya'nın tümünde uygulandı. 1859'da Şamil'in teslimi ile Dağıstan ve Çeçenistan'da savaş sona erdi, ancak batıda, yani Çerkezistan'da savaşın devam ettiği beş yıl içinde, 1864'e kadar soykırıma da devam edildi, çünkü Rusya'nın amacı, Kuzey Kafkasya'nın batı dünyasına açılan penceresi olan Karadeniz kıyılarını kesin olarak Çerkeslerden arındırmaktı. Bunun yolu da savaş sırasında halkı olabildiğince yok etmek (jenosit), kalanları da topraklarından sürmekti. Bu plan, aynen uygulandı. Ölenler öldü, kalanlar 1864'de toplu olarak Osmanlı ülkesine sürüldü. Geride kalan az sayıda halk da (85 bin kişi kadar), bugün Adığey Cumhuriyeti'nin bulunduğu bölgeye sürüldü. Kıyı bölgesinde, 15 civarında Şapsığ köyü kaldı. Bunların da kıyıya 20 km.den fazla yaklaşmaları yasaklandı. Aşağı yukarı Amerikalıların Kızılderililere uyguladığı jenosit ve iskan yöntemlerinin aynısı Çerkeslere de uygulandı. Boşaltılan yerlere Ruslar ve Kazaklar yerleştirildi.
Göç, 1864 kesin yenilgisinden önce başlamıştı, ancak 21 Mayıs 1864'te silahların susmasıyla, göç toplu sürgüne dönüştürüldü. Daha sonraki yıllarda da göçler, aralıklı olarak devam etti.
Sürgün sırasında halkın yarısı açlık ve hastalıktan öldü. Çeşitli rakamlar ortaya atılmakla beraber, sürülen Çerkes sayısının bir buçuk milyon civarında olduğu kabul edilmektedir.
Çerkeslerin Müslüman olmaları nedeniyle Osmanlı Devleti, onları kendi ülkesine yerleştirmeyi kabul etmiş ve bu konuda Rusya ile anlaşmıştı. Osmanlı Devleti'nin Çerkesleri kabul etmesinde, din olgusunun dışında nedenler de vardı. Onları en iyi şekilde kullanmanın hesaplarını yapmıştı. Ruslarla yapılan uzun savaşlar nedeniyle savaş, Çerkesler için artık bir yaşam tarzı olmuştu. Erkekler hep silahlıydı, onların bu savaş deneyimlerinden yararlanmak mümkündü.
Bağımsızlık isteyen Balkan halkları (Bulgarlar, Sırplar) Osmanlı Devleti'ne karşı başkaldırı içindeydi. Rusya ve Avusturya, Fransa, İngiltere (kısaca Hıristiyan dünyası) onların arkasındaydı. Osmanlı Devleti, Çerkesleri kullanmak için 300 bin Çerkesi Balkanlara yerleştirdi. Şimdiye kadar anayurtlarını savunmak için Rusya'ya karşı savaşan Çerkesler, artık Osmanlı adına Balkanlarda savaşacaklardı. Anadolu'ya yerleştirilen göçmenler de Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Maraş, Çukurova, Suriye ve Ürdün hattı boyunca yerleştirilmişti. Amaç, Rum, Ermeni, Kürt ve Ermenilere karşı denge oluşturmaktı.
Sürgünden 13 yıl sonra, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı patlak verdi. Bu savaşta Çerkesler, bir yandan orduya alınırken, diğer yandan gönüllü süvari birlikleri halinde savaştılar. Bu gönüllü birliklere Musa Kunduk Paşa, Şamil'in oğlu Gazi Muhammed, Geranduk Berzeg komuta ettiler. Çerkeslerin bu savaşa bu kadar önem vermelerinin nedeni, Rusya'nın yenileceğini ve böylece kendilerinin ve anayurtlarına dönebileceklerini ummalarıydı.
Fakat savaş umulduğu gibi olmadı, tam tersine oldu. Osmanlı Devleti, hem batı hem doğu cephesinde yenildi. Ruslar, doğuda Erzurum'u aldılar, batıda Yeşilköy'e kadar gelip İstanbul'a dayandılar. Osmanlı Devleti, barış istemek zorunda kaldı.
Sürgün Üstüne Sürgün:
Balkanlardan Sürgün: 1877-78 Osmanlı Rus savaşının sonuçları, anayurda dönüşün kapılarını kapatırken, sürgün üstüne sürgünün kapılarını açmıştı. 1878 Berlin Antlaşmasına, Çerkeslerin Balkanlardan çıkarılması şartını koymuşlar, Osmanlı Devleti de bunu kabul etmişti. Böylece Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkesler, tekrar sürgün edilerek Anadolu'ya, Suriye ve Ürdün'e gönderildiler.
Marmara Bölgesinden Sürgün: Bilindiği gibi, Yunanlılara karış yapılan kurtuluş savaşı sırasında, Marmara bölgesinde padişahçı Çerkes Anzavur Ahmet isyan etmiş, bu isyan, Kemalist Çerkes Ethem tarafından bastırılmıştı. Savaşın bitiminden altı ay sonra, 1923 Mart ayında, Marmara Bölgesindeki 16 Çerkes köyü, isyan olaylarıyla ilişkileri olduğu gerekçesiyle doğu illerine sürgün edildi. Halk, kara vagonlara doldurularak Malatya'ya kadardı gönderildi. Sonra sürgün kaldırıldı, köylüler köylerine döndüler, fakat mallarını ellerinden çıkarmışlardı. Bu sürgün, hem ekonomik hem de moral bakımdan halkı zor durumda bıraktı. Sürgünün kaldırılmasında o zaman başbakan olan Rauf Orbay'ın etkili olduğu söylenmekte ise de, Rauf Orbay'ın sürgün kararı alındığında da başbakan olduğu göz önüne alınırsa, olayın izahı zorlaşmaktadır.
Golan Bölgesinden Sürgün: 1967 Suriye-İsrail Savaşında Golan bölgesinin ve Kuneytra kentinin İsrail tarafından işgali üzerine, büyük göçte (sürgünde) o bölgeye yerleştirilmiş olan 15 kadar Çerkes köyü, oradan sürüldü. Her şeylerini bırakarak perişan halde Şam'a sığındılar. Okullara, barakalara yerleştirildiler. Bilindiği gibi Golan Bölgesi hala İsrail'in işgali altındadır. Sürgün edilenler de kaderleriyle baş başa bırakılmıştır.
Ne Yapılabilir?
Gerek anayurtta, gerekse anayurt dışında yaşayan Çerkeslerin kültürel kimliklerini sürdürebilmek için yapabilecekleri şeyler, yaşadıkları ülkelerin sosyal ve demokratik yapılarıyla orantılı ve sınırlıdır.
Kafkasya Cumhuriyetlerindeki siyasal yapılanma, hiç yoktan iyi olmakla beraber olması gerekene göre yetersizdir. Rusya, uzun vadeli asimilasyon politikasını devam ettirmektedir.
Kafkasya dışındaki Çerkeslerde de asimilasyonun ivmesi giderek artmaktadır. Türkiye'nin en önemli sorunu demokrasidir. Demokratik hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesini isteyenler olmakla beraber, etkin güçler, Türkiye'nin bölünebileceği endişesi ya da bahanesiyle farklı kültürlerin varlıklarını sürdürme çabalarına sıcak bakmamaktadır. Sessizlik ya da tek ses, çok sesliliğe tercih edilmektedir, biçimsel ve göstermelik bir demokrasi yeterli görülmektedir.
Turancılık, Türkiye milliyetçiliği, İslamcılık, çağdaşlık gibi ideolojiler arasında rekabet sürmektedir.
Gönül ister ki tarih ve coğrafya bakımından Avrupa ile Asya arasındaki özel bir konuma sahip olan Türkiye, gelişmiş ve demokrat dünyadaki yerini alsın. İşgallerden, soykırımlardan, sürgünlerden, göçlerden bugüne gelebilen Türkiye Çerkesleri de bu özgürlük ortamında, uzun süre içinde zaten benimsemiş oldukları Türk kimliği yanında, kendilerine özgü kültürel kimliklerini de becerebildiklerince yaşatma şansına sahip olsunlar.
İşgal, Soykırım, Sürgün ve Göç
Kafkasya ve Çerkezlerle ilgili bir yazı yazılırken, bu konuların, özel olarak ilgilenmeyenlerce bilinmediği ya da yanlış bilindiği göz önüne alınarak, kısa da olsa bazı önbilgilerin verilmesi gereği ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle, bilenlerce tekrar niteliğinde olmasını da göze alarak, bazı açıklamalarda bulunmayı yararlı gördük.
Önce Kafkasya ve Çerkesler hakkındaki tanımlara değindikten sonra Kafkasya ile ilişki kuran toplumlar, Kafkasya'nın Ruslar tarafından işgali, soykırım, sürgün ve göç hakkında daha geniş bilgiler vermeye çalışacağız.
Kafkasya Neresi?
Kısa ve yalın bir anlatımla Kafkasya'yı şöyle tanımlayabiliriz. "Kafkasya, Karadeniz'den Hazar'a kadar uzanan ve geçit vermeyen Kafkas Sıradağları ile bu omurganın iki yanında yer alan ülkelerdir."
Kafkasya, güney ve kuzey olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Güney Kafkasya denilince Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan anlaşılmakta ise de Ermenistan'ın Kafkasya ile bir ilişkisi olmaması nedeniyle bu anlayış gerçek konuma uygun düşmemektedir. Anadolu'nun doğusunda bulunan bir ülke denilmesi daha yerinde olabilir. Gürcüler ve Lazlar, Güney Kafkasya'nın yerli halklarıdır. Ermeniler, Hint-Avrupai bir halktır.
Türkiye basınında ve siyasal söyleminde Kafkasya sözü ile bu ülkeler anlaşılmakta, Kuzey Kafkasya göz ardı edilmektedir. Kuzeyden bakıldığında ise Kuzey Kafkasya asıl Kafkasya olarak kabul edilmekte, Güney Kafkasya'ya "Trans-Kafkasya: Kafkas Ötesi" denilmektedir. Demek ki bakış açısına göre farklı anlamlar ortaya çıkmakta, bu da kavram kargaşasına neden olmaktadır.
Kuzey Kafkasya, Abhazya'yı da içine alacak şekilde, Kafkas sıradağlarından başlayarak Kuban ve Terek nehirlerinin ötelerine kadar uzanmaktadır. (Çerkeslerin bir kabilesi olan Bjeduğlar, Rus işgali öncesinde kuban Nehrinin kuzeyinde oturuyorlardı.)
Abhazlar, Abazinler, Çerkesler (Wubıhlar ve Adığeler), Çeçenler, Dağıstanlılar, Kuzey Kafkasya'nın yerli halklarıdır. Hint-Avrupa kökenli olup iki bin yıl önceleri gelen Osetler (Alan-Asetin), Asya kökenli olup Kuzey Bozkırları yoluyla gelen Karaçay-Balkar, Nogay ve Kumuklar, aynı ülkenin kaderini paylaşan yerli halkları durumuna gelmişler ve ülkenin eski halklarıyla birlikte ortak Kafkas Kültürü'nü ve kimliğini yaratmışlardır.
Çerkesler Kimdir?
Çerkesler, Kuzey Kafkasya'nın yerli halkıdır. "Çerkes" adı, Grekler tarafından Batı Kafkasya'da yaşayan halklara verilmiş "Kerket" ya da benzeri bir adın değişerek bugünkü şeklini almasıyla oluşmuştur. Çerkez halkı, kendine kendi dilinde "ADIĞE" demektedir.
"Çerkes" adı, kullananlara göre, değişik kapsamda anlamlar taşımaktadır. Bunları şöyle açıklayabiliriz:
En geniş anlamda, Karadeniz'den Hazar'a kadar bütün Kuzey Kafkasya halklarını kapsamaktadır. Örneğin Evliya Çelebi, gezi notlarında "Çerkes" adını bu anlamda kullanmıştır. Ancak bütün Kuzey Kafkasya halkları "Çerkes" adını bu kadar geniş anlamda kabul etmezler. Karaçay-Balkarlar, Osetler, Çeçenler, Dağıstanlılar kendilerine "Çerkes" demezler.Daha da dar anlamda: Adığe'lere ve Wubıhlara "Çerkes" denilir. En dar anlamda: Sadece Adığelere "Çerkes" denilir.Bir adım daha atarsak, hiçbir Kafkas halkı kendine "Çerkes" demez, kendi dilinde kendine verdiği bir ad vardır.Türkiye'de "Çerkes" adı, Kuzey Kafkasya'dan göç etmiş olan halkların tümü için kullanıla gelmiştir. Bunun nedeni, Rus işgali sonunda Osmanlı ülkesine göçerek yerleştirilmiş olan halkların çoğunu Çerkeslerin (Adığelerin) oluşturmuş olmasıdır.
Kafkasya'dan Kimler Geldi Geçti?
Kafkasya, tarih boyunca çeşitli akınlara ve işgallere uğramış olmakla beraber bunların çoğu kalıcı olamamıştır. Ancak yüzyıllarca sürmüş savaşlardan sonra 21 Haziran 1864'te tamamlanan Rus işgali kalıcı olmuştur. Diğer işgalciler, ülkenin tamamına sahip olamamış, ancak belli bir bölgesine geçici bir zaman için egemen olabilmiştir. İşgal sırasında dağlara ekilen yerli halk, işgalcilerin uzaklaşmasıyla yeniden düzlüklere inmiştir. Ancak son savaş olan Rus savaşında, düşman sadece ovaları işgal ile yetinmemiş, son noktasına kadar dağları da işgal altına almış ve bütün ülkeye hakim olmuştur. Bugün aynı durum devam etmektedir.
Ruslardan önce Kafkasya'dan gelip geçen halklar şunlardır: İskitler, Sarmatlar, Alanlar, Gotlar, Hunlar, Moğol Avarları (Dağıstan Avarları ile karıştırılmamalıdır), Araplar, (Araplar, Kuzey Kafkasya'yı işgal edememişler, ancak Hazar kıyılarını ve Dağıstan'ın az bir kısmını işgal etmişlerdir.), Moğollar (Cengiz), Timur ve Kırımlılar.
Kafkasya'nın Karadeniz ve Kırım kıyılarında ticaret kolonileri kuran Grekleri ve Cenevizlileri işgalci saymak mümkün değildir. Onlarla Kafkasyalılar arasındaki ilişkiler ticaret alanında olmuş, bu arada karşılıklı kültürel etkileşimler de meydana gelmiştir.
Osmanlı Devleti'nin Kuzey Kafkasya ile doğrudan ilişkisi olmamıştır. Araç olarak, kendisine bağlı olan Kırım Hanlığı'nı kullanmıştır. Kırım Hanlığı, 15. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar 300 yıl boyunca Kuzey Kafkasya'ya karşı çok zalimce davranmış, akınlar, işgaller ve talanlarda bulunmuştur. Fakat bu arada Çerkes kültüründen etkilenmiş, prenslerini küçük yaştan itibaren Çerkes ailelerin yanına vererek Çerkes geleneklerine göre eğitim aldırmaya başlamıştır.
Rusya'nın Kafkasya'yı İşgali:
Rusya, Rurik tarafından, Leningrad'ın güneyindeki İlmen Gölü kıyısında, Novgorod kentinde 864 yılında kuruldu. (Tarihin ya da talihin cilvesine bakın ki bu devlet, kuruluşundan 1000 yıl sonra, 1864'te Kuzey Kafkasya'yı işgal edecek ve Çerkeslerin varlığına ölümcül bir darbe indirecekti.)
Rusya'nın merkezi 905 yılında, bugünkü Ukrayna'nın başkenti olan Kiev'e taşındı. 965'te Kiev prensi Svyatislav, Hazarların Don Nehri kıyısındaki Sarkel (Sarkala) kentini alarak yıktı. 1016 yılında Bizans-Rus Birleşik ordusu, Volga kıyısındaki başkent İtil'i alarak Hazar Devletinin varlığına son verdi. Svyatislav, Taman yarımadasını da işgal ederek Çerkeslerle komşu oldu ve oğlu Mtislav'ı oraya prens olarak tayin etti. Çerkeslerin söylencesinde hala yaşayan ve şarkısı söylenen Mtislav ve Ridade'nin teke tek savaşı burada olmuştur.
7-10.yüzyıllar arasında 300 yıl süresince Slavlarla Kafkaslar arasında tampon durumunda olan Hazar Devleti'nin yıkılışı ile Slavlar ile Çerkesler karşı karşıya gelmiş oldular. 250 yıl kadar süren bu temas ve savaşlar, Moğolların Rus steplerini işgali ile sona erdi. Bu kez, 1230 yılında kurulmuş olan Türk-Tatar-Moğol karması Altınordu devleti, yıkılış tarihi olan 1556 yılına kadar, yaklaşık 300 yıl, Ruslarla Çerkesler arasında tampon işlevini yapmış oldu.
Altınordu devletinin yıkılışı ile tekrar karşı karşıya gelen Ruslarla Çerkesler arasına artık bir daha tampon bir güç girmedi. Rus-Kafkas savaşları, aralıklı olarak yüzlerce yıl sürdükten sonra Rusların Kafkasya'yı kesin olarak işgalleriyle 1864'te sona erecekti.
Kafkasyalılar, bir yandan Rusya ile savaş halindeyken, diğer yandan Kırım Hanlığı'nın Kafkasya'ya saldırıları da devam ediyordu. Bu saldırılara karşı Kabardey Prensi Temıryıko 1567 yılında Rus Çarı İvan Grozni (Korkunç İvan) ile bir dostluk antlaşması yapmış ve kızı Mari'yi de Çarla evlendirmişti. 1587'de İvan'ın ölümü ile bu dostluk sona erdi.
Değerli tarihçi İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya kitabında Kafkas-Rus savaşlarını şu dönemlere ayırmaktadır.
Birinci dönem: 968-1230. Svyatislav'dan Altınordu Devletinin kuruluşuna kadar. 262 yıl sürdü.
İkinci dönem: 1556-1864. Altınordu Devletinin yıkılışından 1864'te Kafkasya'nın kesin olarak işgaline kadar 308 yıl sürdü.
Bu ikinci dönem de üçe ayrılmaktadır:
a- Hazırlık savaşları : 1556-1762 206 yıl
b- Kesin savaşlar : 1763-1845 82 yıl
c- Sonuç savaşları : 1846-1864 18 yıl
Hem insan sayısı, hem silah bakımından eşit olmayan güçler arasında yapılan savaşı, sonunda haklı olan değil, güçlü olan kazandı. Kafkaslıların gücü bitti, savaş da bitti. Ve Elbruz, ak başına kara bulutları sarıp gözyaşlarını bıraktı ki hala akmakta.
Şöyle bir soru sorulabilir.
Aralıklı olarak yüzyıllarca sürmüş olan bu savaşların sonunda Kafkasyalıların yenilgisi kaçınılmaz mıydı? Bu soruya: Dışardan yardım alınmaması durumunda evet kaçınılmazdı, diye cevap verilebilir. Çünkü:
Rusların güçlü bir devletleri vardı, Kafkasyalıların yoktu. Kendilerine özgü toplum yapılarında geleneklerine göre yaşamlarını sürdürüyorlardı.
Ruslar sayıca çok fazlaydı, Kafkaslılar azdı.
İki taraf da iyi savaşıyorlardı, ancak Rusların modern ordularına ve silahlarına karşılık, Kafkaslıların silahları ilkeldi. Tüfek, kama, kılıç gibi silahlardı. Topun üstüne kılıçla saldırıyorlar ve çok kayıp veriyorlardı. Tüfekleri için barut bile bulamıyorlardı. Savaş taktikleri baskın, vur-kaç şeklinde oluyordu. Kesin sonuçlu muharebelere girme olanakları yoktu.
Rusya'nın genişleme, sıcak denizlere inme ve Hindistan'a girme gibi uzun vadeli bir planları vardı ve bu planın gerçekleştirilebilmesi için Kafkasya, elde bulundurulması gereken jeopolitik bir bölgeydi. Bu nedenle Rusya, ne pahasına olursa olsun Kafkasya'yı ele geçirmek emelindeydi, nitekim Rus kaynaklarına göre Rusya Kafkasya savaşlarında 1,5 milyon askerini kaybetmişti.
Rusya, 1801'de Gürcüstan'ı, 1810'da Abhazya'yı kendine bağlayarak Kuzey Kafkasya'yı güneyden de kuşatmış oluyordu. 1822'de Kuzey Kafkasya'nın orta bölümünü de (Kabardey ve Osetya) işgal ederek Daryal geçidinden Tiflis'e inen askeri Gürcü yolunu güvence altına almış oldu. Böylece Kuzey Kafkasya'nın doğusu (Çeçenistan ve Dağıstan) ile batısı (Çerkezistan) arasındaki bağlantıyı kesti. Ve Rusya'ya karşı savaşmakta olan Kuzey Kafkasya'nın doğu ve batı bölgeleri askeri güçlerini birleştirerek savaşma olanağını yitirdiler.
Şamil'in komutasında Dağıstan ve Çeçenistan'da verilen ve 1834-59 yılları arasında 25 yıl süren savaşlar, cihat ve gazavat olarak adlandırılan dinsel ağırlıklı savaşlardı. Şamil, kahramanca savaşmasına ve büyük başarılar kazanmasına karşın kesin zafere varamadı, 6 Eylül 1859 tarihinde, son direniş noktası olan Gunip'te General Baryatinski'ye teslim olmak zorunda kaldı.
Böylece doğudaki güçleri serbest kalan Rusya, onları batıya kaydırmak suretiyle bütün gücüyle Çerkezistan'a yüklendi. Batıdaki direniş, ulusal bir nitelik taşıyordu. Gerilla savaşlarıyla Ruslara inatla karşı konuluyordu.
Şamil tarafından 1848'de Çerkezistan'a gönderilen Naib Muhammed Emin, Şamilinkine benzer bir örgütlenmeye gitmek istedi, ulusal nitelikteki direnişe dinsel bir nitelik vermeye çalıştı, bunun için şiddete baş vurdu, kabileler arasında savaşlara neden oldu. Sonunda kendisi lider seçildiyse de Şamil'in teslimi üzerine, iki ay sonra o da gidip Ruslarla anlaştı ve teslim oldu. Böylece Çerkezistan halkını başsız bırakmış oldu. Fakat halk savaşa devam etti, giderek kayıpları arttı. Bir görüşe göre, Çerkeslerin de uygun şartlarla Rusya ile anlaşıp savaşı bırakması daha uygun olabilirdi, çünkü artık Çerkeslerin savaşı kazanma şansları kalmamıştı. Böylece soykırım ve sürgün belki de önlenebilirdi. Nitekim son beş yıllık savaşlar yenilgiyle sonuçlandı, 21 Mayıs 1864 tarihinde savaş bitti ve Kafkasya tamamen Rusya'nın işgali altına girdi. Savaşları kazanmak için kahraman ve haklı olmak yetmiyordu, güçlü olmak da gerekiyordu ve Çerkeslerin gücü bitmişti.
Kafkas-Rus savaşları, kanlı ve vahşiyane oldu. Ruslar kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden soykırım (jenosit) uyguladılar. Dağıstan, Çeçenistan, Osetya ve Kabardey bölgelerinden Osmanlı ülkesine göçler oldu, Batı Kafkasya halkları ise (Adığe, Wubıh, Abaza halkları) toptan sürgün edildi. Şimdi bu olayları biraz daha açmamız gerekecek.
Soykırım, Sürgün ve Göç
Önce bu kavramlar arasındaki benzerliklere ve farklara değinmekte fayda var.
Soykırım (Jenosit), bir düşmanın, işgal ettiği topraklardaki insanları toptan öldürmesi demektir. Böylece işgal edilen ülke, sahiplerinden arındırılır ve ülkeye işgalci tarafından el konulur. İşgalci devlet, getirip kendi halkını buraya yerleştirir. Tarihte bunun örnekleri çok görülmüştür, bugün de görülmektedir.
Sürgün, işgal edilen ülkede hayatta kalan insanların, toplu olarak zorla topraklarından çıkarılıp başka yerlere gönderilmesidir. Sürgün, anayurdun kaybıdır. Sürülenler de gittikleri ülkelerde dillerini ve kimliklerini yitirerek asimile olurlar, yani tarihten silinirler.
Soykırım ve sürgün, toplumları ve kültürleri yok etmenin yöntemleridir.
Göç, işgal ya da diğer zorlayıcı nedenlerle ülkelerinde yaşma olanağını yitiren toplumların ya da insanların başka ülkelere gitmeye mecbur kalmalarıdır.
Yukarıda açıklandığı gibi, Rusya Kafkasya'da bu yöntemlerin üçünü de uyguladı.
Soykırım, savaş boyunca Karadeniz'den Hazar'a kadar Kuzey Kafkasya'nın tümünde uygulandı. 1859'da Şamil'in teslimi ile Dağıstan ve Çeçenistan'da savaş sona erdi, ancak batıda, yani Çerkezistan'da savaşın devam ettiği beş yıl içinde, 1864'e kadar soykırıma da devam edildi, çünkü Rusya'nın amacı, Kuzey Kafkasya'nın batı dünyasına açılan penceresi olan Karadeniz kıyılarını kesin olarak Çerkeslerden arındırmaktı. Bunun yolu da savaş sırasında halkı olabildiğince yok etmek (jenosit), kalanları da topraklarından sürmekti. Bu plan, aynen uygulandı. Ölenler öldü, kalanlar 1864'de toplu olarak Osmanlı ülkesine sürüldü. Geride kalan az sayıda halk da (85 bin kişi kadar), bugün Adığey Cumhuriyeti'nin bulunduğu bölgeye sürüldü. Kıyı bölgesinde, 15 civarında Şapsığ köyü kaldı. Bunların da kıyıya 20 km.den fazla yaklaşmaları yasaklandı. Aşağı yukarı Amerikalıların Kızılderililere uyguladığı jenosit ve iskan yöntemlerinin aynısı Çerkeslere de uygulandı. Boşaltılan yerlere Ruslar ve Kazaklar yerleştirildi.
Göç, 1864 kesin yenilgisinden önce başlamıştı, ancak 21 Mayıs 1864'te silahların susmasıyla, göç toplu sürgüne dönüştürüldü. Daha sonraki yıllarda da göçler, aralıklı olarak devam etti.
Sürgün sırasında halkın yarısı açlık ve hastalıktan öldü. Çeşitli rakamlar ortaya atılmakla beraber, sürülen Çerkes sayısının bir buçuk milyon civarında olduğu kabul edilmektedir.
Çerkeslerin Müslüman olmaları nedeniyle Osmanlı Devleti, onları kendi ülkesine yerleştirmeyi kabul etmiş ve bu konuda Rusya ile anlaşmıştı. Osmanlı Devleti'nin Çerkesleri kabul etmesinde, din olgusunun dışında nedenler de vardı. Onları en iyi şekilde kullanmanın hesaplarını yapmıştı. Ruslarla yapılan uzun savaşlar nedeniyle savaş, Çerkesler için artık bir yaşam tarzı olmuştu. Erkekler hep silahlıydı, onların bu savaş deneyimlerinden yararlanmak mümkündü.
Bağımsızlık isteyen Balkan halkları (Bulgarlar, Sırplar) Osmanlı Devleti'ne karşı başkaldırı içindeydi. Rusya ve Avusturya, Fransa, İngiltere (kısaca Hıristiyan dünyası) onların arkasındaydı. Osmanlı Devleti, Çerkesleri kullanmak için 300 bin Çerkesi Balkanlara yerleştirdi. Şimdiye kadar anayurtlarını savunmak için Rusya'ya karşı savaşan Çerkesler, artık Osmanlı adına Balkanlarda savaşacaklardı. Anadolu'ya yerleştirilen göçmenler de Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Maraş, Çukurova, Suriye ve Ürdün hattı boyunca yerleştirilmişti. Amaç, Rum, Ermeni, Kürt ve Ermenilere karşı denge oluşturmaktı.
Sürgünden 13 yıl sonra, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı patlak verdi. Bu savaşta Çerkesler, bir yandan orduya alınırken, diğer yandan gönüllü süvari birlikleri halinde savaştılar. Bu gönüllü birliklere Musa Kunduk Paşa, Şamil'in oğlu Gazi Muhammed, Geranduk Berzeg komuta ettiler. Çerkeslerin bu savaşa bu kadar önem vermelerinin nedeni, Rusya'nın yenileceğini ve böylece kendilerinin ve anayurtlarına dönebileceklerini ummalarıydı.
Fakat savaş umulduğu gibi olmadı, tam tersine oldu. Osmanlı Devleti, hem batı hem doğu cephesinde yenildi. Ruslar, doğuda Erzurum'u aldılar, batıda Yeşilköy'e kadar gelip İstanbul'a dayandılar. Osmanlı Devleti, barış istemek zorunda kaldı.
Sürgün Üstüne Sürgün:
Balkanlardan Sürgün: 1877-78 Osmanlı Rus savaşının sonuçları, anayurda dönüşün kapılarını kapatırken, sürgün üstüne sürgünün kapılarını açmıştı. 1878 Berlin Antlaşmasına, Çerkeslerin Balkanlardan çıkarılması şartını koymuşlar, Osmanlı Devleti de bunu kabul etmişti. Böylece Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkesler, tekrar sürgün edilerek Anadolu'ya, Suriye ve Ürdün'e gönderildiler.
Marmara Bölgesinden Sürgün: Bilindiği gibi, Yunanlılara karış yapılan kurtuluş savaşı sırasında, Marmara bölgesinde padişahçı Çerkes Anzavur Ahmet isyan etmiş, bu isyan, Kemalist Çerkes Ethem tarafından bastırılmıştı. Savaşın bitiminden altı ay sonra, 1923 Mart ayında, Marmara Bölgesindeki 16 Çerkes köyü, isyan olaylarıyla ilişkileri olduğu gerekçesiyle doğu illerine sürgün edildi. Halk, kara vagonlara doldurularak Malatya'ya kadardı gönderildi. Sonra sürgün kaldırıldı, köylüler köylerine döndüler, fakat mallarını ellerinden çıkarmışlardı. Bu sürgün, hem ekonomik hem de moral bakımdan halkı zor durumda bıraktı. Sürgünün kaldırılmasında o zaman başbakan olan Rauf Orbay'ın etkili olduğu söylenmekte ise de, Rauf Orbay'ın sürgün kararı alındığında da başbakan olduğu göz önüne alınırsa, olayın izahı zorlaşmaktadır.
Golan Bölgesinden Sürgün: 1967 Suriye-İsrail Savaşında Golan bölgesinin ve Kuneytra kentinin İsrail tarafından işgali üzerine, büyük göçte (sürgünde) o bölgeye yerleştirilmiş olan 15 kadar Çerkes köyü, oradan sürüldü. Her şeylerini bırakarak perişan halde Şam'a sığındılar. Okullara, barakalara yerleştirildiler. Bilindiği gibi Golan Bölgesi hala İsrail'in işgali altındadır. Sürgün edilenler de kaderleriyle baş başa bırakılmıştır.
Ne Yapılabilir?
Gerek anayurtta, gerekse anayurt dışında yaşayan Çerkeslerin kültürel kimliklerini sürdürebilmek için yapabilecekleri şeyler, yaşadıkları ülkelerin sosyal ve demokratik yapılarıyla orantılı ve sınırlıdır.
Kafkasya Cumhuriyetlerindeki siyasal yapılanma, hiç yoktan iyi olmakla beraber olması gerekene göre yetersizdir. Rusya, uzun vadeli asimilasyon politikasını devam ettirmektedir.
Kafkasya dışındaki Çerkeslerde de asimilasyonun ivmesi giderek artmaktadır. Türkiye'nin en önemli sorunu demokrasidir. Demokratik hak ve özgürlüklerin yaşama geçirilmesini isteyenler olmakla beraber, etkin güçler, Türkiye'nin bölünebileceği endişesi ya da bahanesiyle farklı kültürlerin varlıklarını sürdürme çabalarına sıcak bakmamaktadır. Sessizlik ya da tek ses, çok sesliliğe tercih edilmektedir, biçimsel ve göstermelik bir demokrasi yeterli görülmektedir.
Turancılık, Türkiye milliyetçiliği, İslamcılık, çağdaşlık gibi ideolojiler arasında rekabet sürmektedir.
Gönül ister ki tarih ve coğrafya bakımından Avrupa ile Asya arasındaki özel bir konuma sahip olan Türkiye, gelişmiş ve demokrat dünyadaki yerini alsın. İşgallerden, soykırımlardan, sürgünlerden, göçlerden bugüne gelebilen Türkiye Çerkesleri de bu özgürlük ortamında, uzun süre içinde zaten benimsemiş oldukları Türk kimliği yanında, kendilerine özgü kültürel kimliklerini de becerebildiklerince yaşatma şansına sahip olsunlar.