Cambaz ile Gambaz

` nazLı ..

Bayan Üye
Soğuk ve sert geçen kış aylarından sonra, bahar gelince tabiat canlanıp, her taraf yeşile bürünmüştü. Bin bir çeşit çiçeklerle bütün dağlar, gelinler gibi süslenmişti. Kırlarda kuzular meleşiyor, kuşlar şen şakrak ötüşüyordu.

Çobanların kimisi koyunlarını, kimisi keçilerini, kimisi de sığırlarını köydeki ağıllarından çıkarıp, sürüler halinde, kırlara otlatmaya gidiyorlardı.

O çobanlar ki sesinin çıktığınca bağırarak türkü söylüyor, kimisi almış eline kavalını, yanık yanık havalar çalıyor, sanki bu türkü ve havalara eşlik edercesine, koyun, kuzu, keçi, oğlak, inek ve buzağı sesleri de bunlara çengilik ediyorlardı.

Anlaşılan sabah eğlencesi yapılıyordu. Öyle bir eğlence ki, her türden tabii ses ustaları bir araya gelmiş konser veriyorlardı.

Ara sıra bu ahenge eşeklerin anırmaları ve at kişnemeleri de karışıyordu. Köpeklerin havlamaları da, bu koroya bir başka güzellik katıyordu.

Çobanların içinde iki sığır çobanı vardı ki, birisinin adı Cambaz, diğerinin adı da Gambaz’dı. Bunlar ne türkü söyler, nede eğlencelere katılırlardı. Onların en büyük özellikleri acımasız, zalim ve düşüncesiz oluşlarıydı.

Cambaz ile Gambaz, her gün diğer çoban ve hayvanların sabah neşesine, kibrit suyu döküyorlardı sanki.

Cambaz ile Gambaz’ın ellerinde birer çaltı sopası vardı ki, bu sopalar sığırların sırtına kırbaç gibi inip inip kalkıyordu. Öyle görünüyordu ki, sığırların sabah . eğlencesine katılmalarını cezalandırıyorlardı.

Zavallı hayvanların sırtlarında, çaltı sopalarının izleri, çok şeritli otoyol gibi iz bırakıyordu.

Sığırlar, o kadar kalabalık hayvan topluluğu içerisinde çaresiz, kendilerine yapılan bu hareketlere, belki de utanarak ve sıkılarak da olsa katlanmak zorunda kalıyorlardı.

Çünkü Cambaz ile Gambaz, her gün kendilerine böyle davranıyorlar, etmedik eziyet ve işkence bırakmıyorlardı. Hayvancıklar adeta Çin zulmü görüyorlardı.

***

Cambazın bir babası vardı ki adı Şaki idi. Tam da adının adamıydı. Şaki’nin on, onbeş dolayında sığırları vardı. Bunları Cambaz’a güttürüyordu. Cambaz altı yaşından itibaren sığır çobanlığına başlamıştı. Ne okuması, ne de yazması vardı. Cambazın babası da, zaten hiç okutmayı düşünmemişti.

Cambaz’ın arkadaşları okula giderken, Cambaz’a babası, oğlum okuyup da ne yapacaksın, sanki öğretmen, doktor mu olacaksın? ben nasıl yaşıyorsam sen de öyle yaşa diyordu.

Sen olmasan bu sığırlarımızı kim güdecek sonra, demekten başka bir şey söylemiyordu.

Bir gün Cambaz . babasına şöyle bir soru sordu.

Baba, Şaki ne demek?

Şaki, oğlu Cambaza hiç düşünmeden, şanına uygun olarak şöyle cevap verdi.

Bak oğlum; Şaki demek, yiğitlik, efelik demektir. Şakiler korkmazlar, yol kesip adam soyarlar, adam döverler. İşte karşında gördüğün baban gibi yani.

Cambaz’ın aklına hemen . komşuları Fadime ninesinin söyledikleri geldi.

Cambaz’ın bahsettiği Fadime nine ise, gün görmüş, herkes tarafından sevilen sayılan, görüş ve düşüncelerine her zaman baş vurulan ilim sahibi, bilgili ve faziletli bir hanım efendiydi. Her söylediği, insanların ufkunu açan, kişilere huzur telkin eden cinsten sözlerdi söyledikleri. İşte Cambaz’ın sözünü ettiği Fadime ninesi . böyle bir hanım efendiydi.

Cambaz babasına;

Ama baba geçenlerde Fadime nine, yiğit ve efe insanlar; fakire, yoksula, güçsüze, yardım edenler, düşmanlara karşı korkusuzca savaşanlar demişti bana.

Şaki, oğlu Cambaz’a sert bir şekilde şöyle dedi.

Tamam tamam, sen benim dediğime bak. Bırak Fadime ninenin söylediklerini dedi. .

Cambaz kendi adının anlamını soracak oldu, fakat babasından korkusuna, sorusu boğazına düğümlendi. Bundan sonra bir daha ses çıkaramadı.

Cambaz’ın babası Şaki, acımasız ve gaddar bir adamdı. Ondan sadece oğlu Cambaz değil, hayvanlar bile çok korkuyordu.

Çünkü her ağıla girdiğinde elinde bir sopa, önüne gelen sığıra, buzağıya var gücüyle vurur, ağıl içindeki hayvanlar kaçacak delik arardı.

Cambaz’a, inekler sağılırken kıpırdayanlara vurması için, çaltıdan hazırladığı budaklı budaklı sopaları veriyordu. Cambaz da, sağım sırasında bacağını oynatan, sineklerden dolayı kuyruğunu ve başını sallayan inekleri, babasından aldığı ruhsatla durmadan dövüyor ve kahkahalar atıyordu.

Şaki de, oğlunun hayvanlara attığı bu dayakları ödüllendirmeyi hiç unutmuyordu. Cambaz başını ve kuyruğunu sallayan ineklere vurdukça, aferin oğlum, işte öyle vuracaksın. Hem de gavura vurur gibi diyordu.

Şaki, oğlu Cambaza;

Bak sopayı vurunca inekler nasıl uslandı gördün mü? diyerek Cambaz’ın daha şiddetli dayak atmasını teşvik ediyordu.

Şaki, evin . geçimini ise, ineklerden sağılan sütlerle ve hanımı Safiye’nin Komşulara, kilim dokumaya, çapaya giderek kazandığı az miktardaki, yevmiyeden aldığı paralarla sağlardı.

Safiye gündeliğini alıp geldiğinde, Şaki hemen borcum var diyerek, karısının elinden paraları alır, ya hemen sigaraya verir, yada kahveye giderek iskambil oyununa tutuşurdu. Safiye’nin akşama kadar kirkit sallayarak yada çapa çekerek elleri yara bere içinde kazandığı parayı, o akşam pervasızca bitirir gelirdi.

Şaki, cebinde para olmadığında, Safiye’ye bağırır, çağırır, ortalığı dağıtırdı. Bazen Safiye rahatsızlandığında, dokuma işlerine gidemediğinde, sen elinden paraları alıyorum diye, yalancıktan hastayım diyorsun deyip, sık sık karısını kötü şekilde döverdi.

Şaki, özellikle çalışmaktan hiç . hoşlanmaz, yaz gelince gölgeden, kış gelince kahveden dışarı çıkmazdı. Kahvede içtiği çay paralarını ödeyemez yazdırır, kahveci istediğinde de ödememek için bin bir türlü yalan söyler, çeşitli bahaneler uydurur yada falan gün ödeyeceğini söyleyerek, kahveciyi atlatmaya çalışır, hatta zaman zaman ödememek için kavgalara tutuşurdu.

Dağlara çıktığında helâl haram demez, onun bunun tarlasından, bahçesinden izinsiz ve kimse görmeden meyve, sebze, bostan ve tütün sırığı aşırırdı.

Eve gelince Safiye korkusundan sesini çıkaramazdı ama, çocukları baba bunları nereden aldın diye sorduklarında, o da üzümünü yiyin bağını sormayın diye cevap verirdi.

Şaki çocuklarına öyle bir model oluşturuyordu ki, çalışmadan kazanmayı, sevgiden çok nefreti, acıma duygusundan çok zulmetmeyi, üretmekten çok a*****lığı öğretiyordu adeta.



***

Gambaz’ın babasının adı ise Zalim’di. Zalim’in işi gücü komşularla takışmak ve kavga etmekti. Bir gün birinin işine gitse, o gün mutlaka birisiyle kavga eder öyle gelirdi.

Hem karısı, hem de kendisi, biraz haylaz ve vurdum duymazdılar. İkisi de tembel mi tembeldiler.

Evlenirken babalarının verdiği bir damızlık düveyle yıllar sonra beş tane sığır yaptılar. Onlar da, geçimlerini sağlayacak cinste olamayan, iki yerli inek ile üç danadan oluşuyordu.

İneklerin sadece birisi sağılırdı. Onun da sütü ancak kendilerine yetiyordu. Satıp eve para getirecek kadar süt olmuyordu.

Gambaz’ın önüne birkaç tane de komşularının ineklerini katarak, gütmeye gönderiyorlardı. Onlardan alınan, az miktardaki bir çobanlık gelirleri vardı.

Zalim, gündelik işine gitmeyi hiç sevmezdi. Amaaan elin kahrı mı çekilir der, akşama kadar miskin miskin dolaşır yada yatar dururdu.

Çocuklarının aç ve . açık kalması onu hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Adeta çocukları sokak çocukları gibiydi. Bundan dolayı köy halkı Zalim’e, adının adamı derlerdi hep.

Zalim’in karısı baygın Emine’nin de Zalimden pek farkı yoktu. Akşamlara kadar fırın önlerinde aylak aylak oturur, fırından ekmek çıkaranlar bir parça ekmek verir diye akşamlara kadar ağız açardı.

Zalim ile baygın Emine’nin üç çocuğu vardı. En büyüğü Gambaz’dı. Gambaz on dört yaşına girmesine rağmen ilgisizlikten ne okula gitmişti, ne de doğru dürüst ana baba terbiyesi görmüştü.

Zalim, çocukları olan Gambaz ve kardeşlerinin, baba biz acıktık dediklerinde, elindeki pıynar sopasını çocukların sırtlarında şaklatırdı.

Karısı baygın Emine, her ne kadar bey, bey, böyle dövme çocukları dese de, Zalim birde karısına indirirdi sopayı. Baygın Emine onun için sesini çıkaramazdı kocasının karşısında.

Pıynar sopasını yiyen çocukların çığlıkları arşa yükselirdi. Komşulardan çocukların bağırışlarını soranlara ise Zalim, yaramazlık yaptı da biraz yepeşledim diyordu.

Pıynar sopası korkusundan, Gambaz her acıktığında ağlar, fakat babasından dayak yeme korkusundan dolayı acıktım diyemezdi.

Ana baba sevgisinden, Aile terbiyesinden ve okul eğitiminden mahrum kalan Gambaz, pıynar sopasıyla, başı boş ve ilgisiz büyümüştü bu yaşa kadar.

Bu şartlarda yetişen Gambaz, tam da babasının adına layık, zalim bir çocuk olma yolundaydı artık.

Gambaz’ın kendine alabileceği tek model, kendisinden iki yaş büyük de olsa, komşularının oğlu olan arkadaşı Cambazdı. Cambaz ne yaparsa, aynısını o da yapardı. Sanki Cambaz, Gambaz’ın tabii öğretmeniydi.

Cambaz ile Gambaz, tam salma birer aile çocuklarıydı. İkisinin de aileden gelen köklü ne bir terbiyeleri, ne . de eğitimleri vardı.

Sanki tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş gibiydiler. Nasıl ki üzüm üzüme baka baka kararır, Gambaz da aynen Cambazın benzeri olmuştu.

Tabi bu durumları belki de kendilerinin suçu değildi. Onların bu hale gelmelerine sebep olanlar ana ve babalarıydı.

Çünkü onları ana ve babaları bir defa olsun, bağırlarına basmamışlar, öpmemişler, sevgi ve şefkat göstermemişlerdi. Onların en tabii ihtiyaçlarını bile bir gün olsun dikkate almamışlardı.



***

Cambaz ile Gambaz’da Allah korkusu, insan ve hayvan sevgisi gibi hasletler oluşmamıştı. Onlara “kendilerine yapılmasını istemedikleri şeyleri başkalarına yapmamaları” prensibi öğretilmemişti.

Eğer bu çocuklara aileleri tarafından, canlılara karşı toleranslı olunması, kendilerine yapılan her türlü kötülük ve hakareti nasıl hoş karşılamıyorlarsa, başkalarının da hoş karşılamayacağı anlatılmamıştı.

Onlar, hayvanların da canlı olduğunu, onlara da iyi davranılması gerektiği hususunu öğrenmiş olsalardı, belki de acımasızca bu sığırlara işkence etmeyeceklerdi.

Cambaz ile Gambaz’ın aileleri, çocuklarıyla . hiç mi hiç ilgilenmezler, sadece çocuklarının karınlarını yarı aç, yarı tok doyurmakla mükellef olduklarını sanıyorlardı. Onlara Allah sevgisi, insan ve hayvan sevgisinin ne olduğunu öğretmek şöyle dursun, çocuklarıyla ilgilenmemekle, sanki onları cehalet içerisinde bırakmak görevleriymiş gibi davranıyorlardı. Onları okula da göndermedikleri gibi, terbiyeleriyle de hiç mi hiç ilgilenmiyorlardı.

Cambaz ile Gambaz sanki salma çocuklardı. İyi ve güzelden gayrı her şeyi biliyor ve yapıyorlardı. Aile terbiyesinden mahrum olan Cambaz ile Gambaz da, bu durumu davranışlarıyla, adeta ispatlıyorlardı.

Eğer sözlerin en güzellerinden biri olan, “hayvanlara taşıyamayacakları kadar yük yüklemeyiniz, onlara kötü davranmayınız” sözünü Cambaz ile Gambaz aile yuvalarında öğrenmiş olsalardı, ağzı dili söylemeyen bu hayvanlara böyle işkence edemezlerdi.



***



Cambaz ile Gambaz, gütmeye gittikleri sığırları, köylülerin ekin tarlalarında, bahçe ve bostanlarında güdüyorlardı. Hayvanlar girdikleri bağ ve bahçelerdeki mahsulleri, yiyerek ve ezerek zarar verirken, kendileri de önlerine gelen ekin, kavun, karpuz, tütün ne varsa . sopalarıyla bir taraftan tahrip ediyorlardı. Sonra da hiç kimse görmeden o yörelerden uzaklaşıyorlardı.

Bütün köylüler Cambaz ve Gambaz’dan bıkmış ve usanmışlardı. Fakat başımıza bela almayalım diye herkes, şikayet etmekten veya bir şeyler söylemekten çekiniyordu.

Mahsulleri zarar gören köylüler, Cambaz ile Gambaz’a, Allah’ından bulsun diye beddua ediyorlardı. Çünkü bir şey söyleseler, daha büyük zararlar vereceklerinden korkuyorlardı.



***



Cambaz ile Gambaz, zaman zaman adet olduğu üzere sığırlarına tuz yedirmek için, evden çıkarken birer kese ince tuz alıp dağa götürüyorlardı.

Dağlarda sığırlarına tuz yedirmek için kayrak taşların üzerine tuzları serperek sığırlarını tuzluyorlardı.

Tuzları yiyen sığırlar koşuşturarak yarış halinde çeşmelere veya sulu derelere gidiyorlar, susuzluklarını bol bol su içerek gideriyorlardı.

Ama Cambaz ve Gambaz’ın bu durum hiç hoşlarına gitmiyordu. Ne yapıp edip bu sığırlara suyu yasaklamak gerektiğini düşündüler.

Hemen Cambaz ile Gambaz’ın akıllarına şöyle bir plan geldi.

Sığırlara tuzları yedirip yedirip suya götürmesek ne olur sanki diye konuşmaya başladılar. Hemen bir plan yaptılar.

Planları şöyleydi. Bundan sonra sığırlara, tuzları yedirip su içmeye göndermeyeceklerdi. Sığırları bundan sonra susuz bölgelere gütmeye gideceklerdi.

Bu acımasız planlarını uygulamak için iki arkadaş anlaştılar.

Yine bir sabah birer kese dolusu ince tuzu torbalarına koydular, sığırlarını kattılar önlerine, yine döve söve, dağlara gütmeye gittiler.

Planlarına göre sığırları otlatmaya gittikleri yerde ve yakınlarında su bulunmayacaktı. Aksi taktirde sığırlardan bazıları gözden kaybolup su içmeye gidebilirdi. Onun için her türlü tedbiri aldılar.

Sığırların önlerine kayrak taşlar koyarak, tuzları bol bol serptiler. Sığırlar çok sevdikleri tuzları neşe içerisinde yalaya yalaya yediler.

Biraz sonra sığırların susadıkları her hallerinden belli olmaya başladı. Sığırlar sağa sola su bulmak için gitmeye çalıştılarsa da, Cambaz ile Gambaz, hemen önlerine geçip geri çeviriyorlardı. İyice susayan sığırlar yayılmıyor, ha bire gölgelerde yatıyorlardı.

Derken akşam oldu. Cambaz ile Gambaz, topladılar sığırlarını, tuttular köyün yolunu. Sığırları susuz susuz ağıllara doldurdular

Bu durum böyle birkaç gün devam etti. Sığırlar ağıllarda susuzluktan barım barım bağrışıyor, ağızlarından köpükler akıyordu. Hayvancıklar dağlarda susuzluktan yayılamıyor, akşamlara kadar aç susuz yatıyorlardı.

Cambaz ile Gambaz’ın ne anaları, nede babaları, hayvanların bu durumlarıyla ilgilenmiyor, çocuklarına bu meleşmelerin sebeplerini bile sormuyorlardı. Onlar sadece sığırlarının, çocukları tarafından güdülüp gelindiğini zannediyorlardı.

Cambaz ile Gambaz, sığırların bu durumlarına bakarak neşeleniyor, gülüyor ve oynuyorlardı.

Anne ve babaları çocuklarıyla pek ilgilenmediklerinden onların ne yaptıklarını, sığırları nerelerde ve nasıl güttüklerini hiç mi hiç araştırmıyorlar ve ilgilenmiyorlardı. İşte sahipsizlik buna derlerdi.

Sığırların artık susuzluğa dayanacak güçleri kalmamış, zaman zaman bayılanlar oluyor, hatta ölüm derecesine gelenlere bile rastlanıyordu. Bütün bunlara rağmen Cambaz ile Gambaz’ın insafa gelecekleri yoktu.

Sığırlar bu işkence karşısında, burunlarını yere dikmiş halde kara kara düşünüyordu. Çobanları ve aileleri hakkında beddua etmeye başladıkları her hallerinden belli oluyordu. Zaman zaman hep bir ağızdan cılız da olsa avazları çıktığınca mööö mööö diye bağrışıyorlardı.

Bu durumu gören Gambaz bir şeyler düşünmeye ve hatırlamaya çalışıyordu. Yaptıklarının yanlış olduğu konusunda kendisine hiç kimse bir şey anlatmamıştı. Bir ara komşuları olan Fadime ninelerinden duyduğu bir söz aklına geldi.

Gambaz, Cambaza;

-“Bak Cambaz, Fadime nine bir zaman bana dedi ki, hayvanlar da Allah’ın kullarıdır ve onlar da Allah’ı tanır, dua ederlermiş. Yaptıklarımız yanlış olmasın? Yoksa bizim sığırlar bize beddua mı ediyorlar böyle bağrışarak” dedi.

Cambaz;

-“Hayvanlar konuşamıyor ki beddua etsinler.”

Gambaz;

-“Hani diyorum sığırlar bağırıyor ya.”

Cambaz;

-“Böyle şeylerin olacağına inanmıyorum. Biz bak ne güzel sığırları susuzluktan bağırtıp duruyoruz. Eğleniyoruz, gülüyoruz. Hoş değil mi yani?”

Gambaz;

-“Tamam tamam” dedi.

Cambaz ile Gambaz yine akşama doğru sığırlarını aç susuz toplayıp, toz duman içinde köye doğru giderken, Fadime nineleriyle karşılaştılar.

Fadime nine, sığırların bitkin halini görünce, sığırların aç ve susuz olduğunu hemen anladı.

Cambaz ile Gambaz’a sığırların neden böyle bitkin olduğunu sordu. Hemen ikisi de yaptıklarını saklamaya çalıştılar ise de, dilleri dolaştı, şey şey diyerek, bir şeyler söylemeye çalıştılar ama, Fadime nine sığırların ağızlarının köpüklerinden ve melemelerinden susuz olduklarını anladı.

Fadime nine, Cambaz ile Gambaza;

“Şöyle yanıma gelin bakayım çocuklar, size bir hikaye anlatacağım” dedi.

Fadime nine başladı anlatmaya.

“Bakın yavrularım eskiden sizin gibi iki çoban varmış.”

Cambaz ile Gambaz ikisi birden;

-“Ee Fadime nine sonra” dediler.

Bunlar ne yapmışlar biliyor mu sunuz?

-“Nereden bilelim ki” Fadime nine diye karşılık verdiler.

“Bakın, beni iyi dinleyin yavrularım. Sizin gibi iki arkadaş güttükleri sığırları günlerce, hatta aylarca susuz bırakmışlar.

-İkisi birden Eeeee! dediler.

Fadime nine devam etti.

“Hayvancıklar açlık ve susuzluktan neredeyse ölme durumuna gelmişler. Hayvanların da bir canı, bir hissi var tabi. Yani iç güdüleri.

Gördüğünüz gibi susayınca veya acıkınca suyun nerede olduğunu, yiyecek otların nerelerde bulunduğunu bildiklerinden, hangisine ihtiyaç duyuyorlarsa hemen oralara gittiklerini görüyoruz. Nede olsa onlar da canlı yaratıklar.”

Cambaz ile Gambaz merakla Fadime ninenin ne söyleyeceğini bir taraftan anlamaya çalışıyorlar ama, diğer taraftan da hikayenin nasıl sonuçlanacağını sabırsızlıkla bekliyorlardı.

-“Eee sonra Fadime nine” diye seslendiler.

“Bakın yavrularım bu yapılanlar karşısında sığırlar da, yorgun, bitkin ve cılız çıkan sesleriyle, çobanlarına şöyle beddua etmişler. ”Allah’ım bize bu susuzluk ve dayak işkencesi yapan çobanlarımızı ve onlara engel olmayan ailelerini birer “Duguk kuşu” yap da, onlara çeşmeye vardıklarında suları “irin”, derelere vardıklarında ise suları “kan” akar göster ki, su içemesinler.

Ancak onlar yağmur yağdığında ağaç dallarında kalan sulardan ve sabah çiğinden içebilsinler” diye beddua etmişler.

Hani hepimiz biliriz, bahar aylarında duguk duguk diye öten kuşlar var ya, işte onlarmış o kötülük yapan çobanlar.

Cambaz ile Gambaz’ın gözleri fal taşı gibi açılarak yine ikisi birden;

-“Eee Fadime nine, sonra ne olmuş o çobanlara, çabuk söyle bakalım” dediler koro halinde.

Fadime nine;

“Allah’da sığırların bu dualarını kabul . edip, o çobanları aileleriyle birlikte “Duguk kuşu” yapıvermiş.

İşte bundan sonra Duguk kuşlarının, o gün bu gündür ne derelere, nede çeşmelere indiğini gören yoktur.

Fakat o duguk olan çobanlar öyle kinli ve öyle gaddarlarmış ki, kendilerinin o hale gelmesine sebep olan sığırlardan yine intikam almaya devam etmişler.”

Cambaz ile Gambaz ikisi birden;

Nasıl Fadime nine?

“Sığırlardan bunun intikamını almak için ikide bir “duguk duguk ke-ke tuu”, ”duguk duguk ke-ke tuu” diye ötüp yukarıdan aşağı tükürerek, mikroplu tükürükleri içerisinde oluştuğu söylenen “Böğelek” adı verilen bir sinekle intikamlarını aldıkları söylenir.” yavrularım. Siz siz olun hayvanlara böyle eziyet etmeyin.

Biliyorsunuz bu sinekler sığırları ısırdığında, kuyruklarını havaya dikerek, var güçleriyle koşup gölge ve serin yerlere sığınarak, bu sineklerden kurtulmaya çalışırlar.

İşte Duguk kuşları bundan böyle sularını içebilmek için yağmurların yağmasını bekleyip, ağaç ve ot yaprakları üzerinde biriken su zerrecikleriyle susuzluklarını gidermeye çalıştığı söylenir durur.

Ne demişler yavrularım ; ”Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste”.

Bakın çocuklar sizlerin de yaptıkları aynen o çobanların ki gibi. Eğer bu yaptığınız yanlışlıklardan vazgeçmezseniz yarın sizde duguk kuşu olur, onlar gibi çeşme ve derelerden su içemez, ömrünüz boyunca susuz yaşarsınız” dedi.

Gambaz hemen atılarak şöyle dedi.

Ama Fadime nine bizim ana ve babalarımız bize hiç böyle şeyler anlatmıyor ki. Biz nereden bilelim yaptıklarımızın yanlış olduğunu.

Bizi okula da göndermiyorlar. Torbamıza ekmeğimizi koydular mı görevlerini yapmış sayılıyorlar.

Ben senin geçen günü bana anlattıklarını Cambaz’a söyledim ama inanmadı bana.

Cambaz utanarak;

Ama Gambaz, ben hayatımda hiç böyle güzel şeyler ne duydum, nede dinledim. Bir zaman Fadime ninem bana bazı şeyler anlattı ama, onları ben çoktan unuttum. Bunun dışında kimse bana yanlış nedir doğru nedir anlatmadı ki. Ben yanlış olduğunu nereden bileyim. Bilseydim hiç bu sığırlara eziyet eder, tuz yedirip susuz bırakır mıydım hiç.

Cambaz ile Gambaz Fadime ninelerine şöyle söylediler.

-“Bak Fadime nine. Şu andan itibaren, sığırlarımızı ne döveceğiz, ne onlara söveceğiz, nede onları tuz yedirdikten sonra susuz bırakacağız. Sana söz veriyoruz” dediler.

Fadime nine son olarak şöyle dedi.

“Evet yavrularım herkes hata yapabilir. Ancak en güzel davranış, insan hatalarının farkına varınca, bunları hemen terk etmesidir. İnşallah bu günden itibaren bu hatalarınızı bir daha tekrarlamazsınız. Siz insanları ve hayvanları sevdikçe, sizi Allah da sever, onlarda sever” dedi.

Can kulağıyla Fadime nineyi dinleyen Cambaz ile Gambaz utançlarından adeta yer yarılsa içine girecek gibi oldular.

Cambaz ile Gambaz o günden itibaren diğer çobanlarla birlikte sabahları şarkılarla, türkülerle, büyük bir neşe içinde sığırlarını gütmeye başladılar.

Böylece doğruları öğrenip, yanlışlarından dönen Cambaz ile Gambaz, bir daha hiç kimseye ve hiçbir hayvana zarar vermediler.

Cambaz ile Gambaz, Fadime ninelerine kendilerini uyardığı ve yaptıkları zalimce davranışlardan uzaklaştırdığı için durmadan hayır duada bulundular. Yaptıklarından binbir kere pişman oldular.

O günden sonra arkadaşlarıyla ve hayvanlarla daima mutlu bir hayat yaşadılar.

Cambaz ile Gambaz, her gördükleri ve konuştukları arkadaşlarına, Fadime ninelerinden duyduklarını anlatarak, yaptıklarından utanç duydukların hep üzülerek anlattılar.

En büyük erdemin de, yapılan yanlışlıkların farkına varıldığı andan itibaren, terk edilmesi olduğunu da böylece göstermiş oldular.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers haber
vozol puff
Geri
Üst