'hayaL
Bayan Üye
Câfer-i Sâdık
Câfer-i Sâdık hazretleri Ehl-i beytten olup, silsile-i sadatın dördüncüsüdür. Hicri 83 (702) yılında Medîne-i Münevvere’de doğan Câfer-i Sâdık’ın babası Muhammed Bâkır, şehidlerin efendisi Hz. Hüseyin’in torunudur. Annesi Ümmü Ferve, Hz. Ebû Bekir’in torunu olan Kasım b. Muhammed’in kızıdır. Annesinin annesi ise Hz. Ebu Bekir’in oğullarından Abdurrahman’ın kızıdır. Dolayısıyla Câfer-i Sâdık; hem Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın Nesl-i Pâkinden, hem de Hz. Ebû Bekir Radıyallâhü Anh’ın soyundan gelmektedir.
Künyesi Ebû Abdullah’dır. Aslında büyük oğlu İsmail’e nisbetle künyesi Ebû İsmail ise de, onun kendisinden önce vefat etmesi sebebiyle daha çok Ebû Abdullah diye anılmıştır. Sâbir, Tâhir, Fâzıl ve Âtır gibi bir çok lakapları olan Câfer-i Sâdık’ın en meşhur lakabı “Sâdık”tır. Doğruluğu ve sadâkati o kadar çoktur ki, bundan dolayı kendisine “Sâdık” lakabı verilmiştir. Yine bununla alakalı hayatında hiç yalan konuşmadığı ve dinine her zaman sâdık kaldığı için bu lakabı aldığı söylenir.
Câfer-i Sâdık hazretleri, doğru sözlü olduğu gibi tatlı dilliydi. Güzel ve güleç yüzlüydü. Teninin rengi, beyaz-kırmızı karışımıydı, pembemsiydi. Saçları kumrala yakındı. Başı büyükçeydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Orta boylu, güçlü kuvvetliydi. Büyük dedesi Hz. Ali Radıyü Anh’a çok benzerdi. On evlâdı olup yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshâk, Muhammed, İsmâil, Abdullah, Abbâs ve Ali’dir. Evlâtlarının hepsi gerek zâhiri gerekse batınî ilimleri tahsil etmişler, zamanın büyükleri arasına girmişlerdi.
Câfer-i Sâdık’ın büyük dedesi Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra, Peygamber çocukları siyâsetle uğraşmamış, kendilerini tamamen ilme vermişlerdir. Câferi Sâdık’ta, amcası Zeyd b. Ali’nin, yapılan zulümlerden dolayı yöneticilere isyan etmesi neticesinde öldürülmesinden sonra ağırlaşan şartların da tesiriyle, siyasetten tamamen uzaklaşmış ve Medine’de ilimle meşgul olmuştur.
Câfer-i Sâdık’ın hayatının bir kısmı Emevî halifeleri döneminde, bir kısmı da Abbâsî hilâfeti zamanında geçmiştir. Hilâfet, Abbâsî hânedanına geçtikten sonra da siyâsi tutumda bir değişiklik olmadığını görerek siyasetten uzak kalmaya devam etmiş, bir takım siyâsî çekişmelerin içine girmemiştir.
O, mânevî otoritesini kurarak manâ âleminin halifesi olmuştur. Tabi bazı idareciler Onun mânevî nüfûzundan korkmuşlarsa da, mehâbeti karşısında ona saygı duymaya mecbur olmuşlardır.
Câferi Sâdık her yönden çok iyi yetişerek ilim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu. Fıkıhta müctehid derecesine ulaştı. İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe, Onun hakkında; “Ondan daha fakih, fıkıh ilmini bilen kimse görmedim.” buyurmuştur. Hadis ilminde sîka, güvenilir bir râvi olup, kendisinden pek çok hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Gerek Tabiinden gerekse Tebe-i tabiin neslinden pek çok hadis aldı. Bunların başında Babası Muhammed Bâkır ile, anne tarafından dedesi olan Kâsım b. Muhammed gelmektedir.
Bunlardan başka, Ata bin Ebî Rebâh, Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Ebû Râfî, Nâfî ve Zührî gibi birçok kimseden hadis öğrenip rivâyetlerde bulundu.
Kendisinden de, oğlu Mûsâ Kâzım, Şu’be, Süfyân-ı Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said, İbni Cüreyc, İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe ve daha pek çok kimse hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Hadis ilminde, İmâm-ı Şâfiî ve Yahyâ bin Muîn, onun sika, güvenilir olduğunu bildirmişlerdir. Ebû Hatim şöyle demiştir: “Câfer-i Sâdık her mânâda kendisine güvenilen bir zattır.” Buhârî dışında bütün Kütüb-ü Sitte müelliflerinin kendisinden rivayetleri bulunmaktadır.
Câfer-i Sâdık din ilimlerinde olduğu gibi, zamanın bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Neredeyse öğrenmedik bir bilgi bırakmamıştı. Her ilimde üstâd, her marifette mâhirdi. Sâlih bin Ebil-Esved, İmâm-ı Câfer’in; “Beni kaybetmeden önce, her ilimden sorunuz. Benden sonra size benim gibi söyleyen birisini bulamazsınız” buyurduğunu haber verdi. Fizik ve kimya ilimleri başta olmak üzere, bilcümle müsbet ilimlere vakıf olan Câfer-i Sâdık Hazretleri, bu ilimlerde de talebeler yetiştirmiş ve bu talebeler cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlardır. Hatta Kimyanın babası sayılan ve Kimya ilmi tarihinde ismi ölümsüzleşen, cebir ilminin de temellerini atan Cabir b. Hayyan, Câfer-i Sâdık’ın talebesidir. Bu konularla alakalı bin sayfalık bir kitap yazan Cabir b. Hayyan, bu kitabı Câfer-i Sâdık‘ın beş yüz kadar risalesini cem ederek yazdığı rivayet edilmektedir.
Câfer-i Sâdık‘ın en meşhûr talebesi ise, İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfedir. İmâm-ı Âzâm, Câfer-i Sâdık’ın derslerine ve sohbetlerine iki sene devâm ederek, o mârifet kaynağından zâhirî ve batınî ilimleri tahsil ederek çok istifâde etti. Bazı kaynaklarda: “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin babası Sâbit vefat edince, annesi Câfer-i Sâdık‘la evlenmiştir. Böylece İmâm-ı Âzam, Câfer-i Sâdık’ın evlatlığı olmuştur.” diye zikredilse de, Câfer-i Sâdık ve İmâm-ı Âzam’ın hemen hemen aynı yaşlarda olduklarına bakılırsa, bu iddianın doğru olma ihtimali uzak görünmektedir. Fakat dostlukları ve yakınlıkları bilinmektedir.
Hatta Ebû Hanîfe’nin onu tanıdıktan sonra hayatında meydana gelen mânevî değişikliği ve Onun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri ifade etmek için: “Son iki yılım olmasaydı, Nûman helak olurdu” sözü meşhurdur. İmâm-ı Âzâm bu sözü ile hem hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğüne, hem de tarikat ve tasavvufun insanı kavuşturduğu yüksek derecelere işaret etmiştir.
Bir gün Caferi Sadık, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye sordu:
- Akıl nedir? Ebu Hanife cevap verdi.
- Hayır ile şerri temyiz eden melekedir. Câfer-i Sâdık:
- Onu atlar da temyiz eder. Mesela sahibi atın yanına gelirken, “ata ot mu getiriyor, yoksa kırbaç mı vuracak?” bilir. Ebu Hanife bu söz üzerine durdu. Câfer-i Sâdık devam etti: - Akıl; iki mühim hayır zuhur ettiği zaman, hangisinin daha hayırlı olduğunu temyiz eden melekedir, buyurdu. Ebû Hanîfe aklın bu tarifini çok beğendi. Bir keresinde Câferi Sâdık, Ebû Hanîfe’ye:
- Geyiğin azı dişi arasındaki dört dişinin kırılmasının haramlılığı hakkında görüşün nedir? Ebû Hanîfe:
- Ey Allah Resûlünün torunu! Bu konuda bir bilgim yok. Bunun üzerine Câfer-i Sâdık tatlı bir tebessümle şöyle dedi:
- Sen ki bu kadar çalışıp ilim için emek veriyorsun. Fakat geyiğin iki azı dişi arasında dört dişi bulunmadığını bilmiyorsun. Geyiğin sadece altta ve üstte ikişer dişi olur.
Bütün tasavvuf yolları, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. Câfer-i Sâdık iki yoldan Resûlullâh’a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, Hz. Ali radıyallâhü anh vâsıtası ile Resûlullâh’a bağlıdır ki, bu yola “Velâyet yolu” denir. İkincisi ise; annesinin babalarının yolu olup, Hazret-i Ebû Bekir vâsıtası ile Resûlullâh’a bağlanmaktadır. Bu yola da “Nübüvvet yolu” denir.
Câfer-i Sâdık, hem ana tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk soyundan gelmesi, hem de Onun vâsıtası ile Resûlullah’tan feyiz alması sebebiyle, “Ebû Bekr-i Sıddîk, beni iki hayâta kavuşturdu.” buyurmuştur.
Câfer-i Sâdık hazretleri, Resûlullah’tan gelen Peygamberlik ve Nübüvvet üstünlüklerine, Hz. Ebû Bekir, Selmân-ı Fârisî ve Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekir silsilesi ile kavuşmuştur. Evliyâlık ve velâyet üstünlüklerine de, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin, Zeyne’l-Âbidîn ve babası Muhammed Bâkır yolu ile kavuşmuştur.
İmâm-ı Malik, Onun hakkında şöyle demiştir: “O üç halde bulunurdu; ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur’an okurdu. Hiçbir zaman temiz olmadan Allah Resûlünü ağzına almazdı. Boş yere konuşmazdı. Kendisini her gördüğümde kalkar minderine beni buyur ederdi.”
Çok mütevâzı ve alçak gönüllüydü. Kimseyi hor görmez, her mümini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini yanına çağırdı ve onlara dedi ki:
- Gelin sizinle sözleşelim. Kıyâmet günü içimizden hangimiz kurtulursa, onun diğerlerine şefâatçi olması için birbirimize söz verelim! Onlar bu teklife şaşırarak:
- Ey Allah Resûlünün evlâdı! Sizin bizim şefaatimize ihtiyâcınız mı var? Dedeniz Muhammed Aleyhisselâm, bütün insanların ve cinlerin şefâatçisidir, dediler.
Câfer-i Sâdık:
- Ben yaptığım bu amellerimle, yarın kıyâmet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım, buyurdu.
Câfer-i Sâdık hazretleri Ehl-i beytten olup, silsile-i sadatın dördüncüsüdür. Hicri 83 (702) yılında Medîne-i Münevvere’de doğan Câfer-i Sâdık’ın babası Muhammed Bâkır, şehidlerin efendisi Hz. Hüseyin’in torunudur. Annesi Ümmü Ferve, Hz. Ebû Bekir’in torunu olan Kasım b. Muhammed’in kızıdır. Annesinin annesi ise Hz. Ebu Bekir’in oğullarından Abdurrahman’ın kızıdır. Dolayısıyla Câfer-i Sâdık; hem Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın Nesl-i Pâkinden, hem de Hz. Ebû Bekir Radıyallâhü Anh’ın soyundan gelmektedir.
Künyesi Ebû Abdullah’dır. Aslında büyük oğlu İsmail’e nisbetle künyesi Ebû İsmail ise de, onun kendisinden önce vefat etmesi sebebiyle daha çok Ebû Abdullah diye anılmıştır. Sâbir, Tâhir, Fâzıl ve Âtır gibi bir çok lakapları olan Câfer-i Sâdık’ın en meşhur lakabı “Sâdık”tır. Doğruluğu ve sadâkati o kadar çoktur ki, bundan dolayı kendisine “Sâdık” lakabı verilmiştir. Yine bununla alakalı hayatında hiç yalan konuşmadığı ve dinine her zaman sâdık kaldığı için bu lakabı aldığı söylenir.
Câfer-i Sâdık hazretleri, doğru sözlü olduğu gibi tatlı dilliydi. Güzel ve güleç yüzlüydü. Teninin rengi, beyaz-kırmızı karışımıydı, pembemsiydi. Saçları kumrala yakındı. Başı büyükçeydi. Bedeni sanki nûr saçıyordu. Orta boylu, güçlü kuvvetliydi. Büyük dedesi Hz. Ali Radıyü Anh’a çok benzerdi. On evlâdı olup yedisi erkek, üçü kız idi. Oğulları: Mûsâ Kâzım, İshâk, Muhammed, İsmâil, Abdullah, Abbâs ve Ali’dir. Evlâtlarının hepsi gerek zâhiri gerekse batınî ilimleri tahsil etmişler, zamanın büyükleri arasına girmişlerdi.
Câfer-i Sâdık’ın büyük dedesi Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra, Peygamber çocukları siyâsetle uğraşmamış, kendilerini tamamen ilme vermişlerdir. Câferi Sâdık’ta, amcası Zeyd b. Ali’nin, yapılan zulümlerden dolayı yöneticilere isyan etmesi neticesinde öldürülmesinden sonra ağırlaşan şartların da tesiriyle, siyasetten tamamen uzaklaşmış ve Medine’de ilimle meşgul olmuştur.
Câfer-i Sâdık’ın hayatının bir kısmı Emevî halifeleri döneminde, bir kısmı da Abbâsî hilâfeti zamanında geçmiştir. Hilâfet, Abbâsî hânedanına geçtikten sonra da siyâsi tutumda bir değişiklik olmadığını görerek siyasetten uzak kalmaya devam etmiş, bir takım siyâsî çekişmelerin içine girmemiştir.
O, mânevî otoritesini kurarak manâ âleminin halifesi olmuştur. Tabi bazı idareciler Onun mânevî nüfûzundan korkmuşlarsa da, mehâbeti karşısında ona saygı duymaya mecbur olmuşlardır.
Câferi Sâdık her yönden çok iyi yetişerek ilim ve fazilette zamanının bir tanesi oldu. Fıkıhta müctehid derecesine ulaştı. İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe, Onun hakkında; “Ondan daha fakih, fıkıh ilmini bilen kimse görmedim.” buyurmuştur. Hadis ilminde sîka, güvenilir bir râvi olup, kendisinden pek çok hadîs-i şerîf rivâyet edilmiştir. Gerek Tabiinden gerekse Tebe-i tabiin neslinden pek çok hadis aldı. Bunların başında Babası Muhammed Bâkır ile, anne tarafından dedesi olan Kâsım b. Muhammed gelmektedir.
Bunlardan başka, Ata bin Ebî Rebâh, Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Ebû Râfî, Nâfî ve Zührî gibi birçok kimseden hadis öğrenip rivâyetlerde bulundu.
Kendisinden de, oğlu Mûsâ Kâzım, Şu’be, Süfyân-ı Sevrî, Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Said, İbni Cüreyc, İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe ve daha pek çok kimse hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Hadis ilminde, İmâm-ı Şâfiî ve Yahyâ bin Muîn, onun sika, güvenilir olduğunu bildirmişlerdir. Ebû Hatim şöyle demiştir: “Câfer-i Sâdık her mânâda kendisine güvenilen bir zattır.” Buhârî dışında bütün Kütüb-ü Sitte müelliflerinin kendisinden rivayetleri bulunmaktadır.
Câfer-i Sâdık din ilimlerinde olduğu gibi, zamanın bütün fen ilimlerinde de söz sahibiydi. Neredeyse öğrenmedik bir bilgi bırakmamıştı. Her ilimde üstâd, her marifette mâhirdi. Sâlih bin Ebil-Esved, İmâm-ı Câfer’in; “Beni kaybetmeden önce, her ilimden sorunuz. Benden sonra size benim gibi söyleyen birisini bulamazsınız” buyurduğunu haber verdi. Fizik ve kimya ilimleri başta olmak üzere, bilcümle müsbet ilimlere vakıf olan Câfer-i Sâdık Hazretleri, bu ilimlerde de talebeler yetiştirmiş ve bu talebeler cebir ve kimya ilimlerinde çeşitli keşifler yapmışlardır. Hatta Kimyanın babası sayılan ve Kimya ilmi tarihinde ismi ölümsüzleşen, cebir ilminin de temellerini atan Cabir b. Hayyan, Câfer-i Sâdık’ın talebesidir. Bu konularla alakalı bin sayfalık bir kitap yazan Cabir b. Hayyan, bu kitabı Câfer-i Sâdık‘ın beş yüz kadar risalesini cem ederek yazdığı rivayet edilmektedir.
Câfer-i Sâdık‘ın en meşhûr talebesi ise, İmâm-ı Âzâm Ebû Hanîfedir. İmâm-ı Âzâm, Câfer-i Sâdık’ın derslerine ve sohbetlerine iki sene devâm ederek, o mârifet kaynağından zâhirî ve batınî ilimleri tahsil ederek çok istifâde etti. Bazı kaynaklarda: “İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin babası Sâbit vefat edince, annesi Câfer-i Sâdık‘la evlenmiştir. Böylece İmâm-ı Âzam, Câfer-i Sâdık’ın evlatlığı olmuştur.” diye zikredilse de, Câfer-i Sâdık ve İmâm-ı Âzam’ın hemen hemen aynı yaşlarda olduklarına bakılırsa, bu iddianın doğru olma ihtimali uzak görünmektedir. Fakat dostlukları ve yakınlıkları bilinmektedir.
Hatta Ebû Hanîfe’nin onu tanıdıktan sonra hayatında meydana gelen mânevî değişikliği ve Onun huzurunda kavuştuğu yüksek mertebeleri ifade etmek için: “Son iki yılım olmasaydı, Nûman helak olurdu” sözü meşhurdur. İmâm-ı Âzâm bu sözü ile hem hocası Câfer-i Sâdık hazretlerinin büyüklüğüne, hem de tarikat ve tasavvufun insanı kavuşturduğu yüksek derecelere işaret etmiştir.
Bir gün Caferi Sadık, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye sordu:
- Akıl nedir? Ebu Hanife cevap verdi.
- Hayır ile şerri temyiz eden melekedir. Câfer-i Sâdık:
- Onu atlar da temyiz eder. Mesela sahibi atın yanına gelirken, “ata ot mu getiriyor, yoksa kırbaç mı vuracak?” bilir. Ebu Hanife bu söz üzerine durdu. Câfer-i Sâdık devam etti: - Akıl; iki mühim hayır zuhur ettiği zaman, hangisinin daha hayırlı olduğunu temyiz eden melekedir, buyurdu. Ebû Hanîfe aklın bu tarifini çok beğendi. Bir keresinde Câferi Sâdık, Ebû Hanîfe’ye:
- Geyiğin azı dişi arasındaki dört dişinin kırılmasının haramlılığı hakkında görüşün nedir? Ebû Hanîfe:
- Ey Allah Resûlünün torunu! Bu konuda bir bilgim yok. Bunun üzerine Câfer-i Sâdık tatlı bir tebessümle şöyle dedi:
- Sen ki bu kadar çalışıp ilim için emek veriyorsun. Fakat geyiğin iki azı dişi arasında dört dişi bulunmadığını bilmiyorsun. Geyiğin sadece altta ve üstte ikişer dişi olur.
Bütün tasavvuf yolları, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretlerinde birleşmektedir. Câfer-i Sâdık iki yoldan Resûlullâh’a bağlıdır. Birisi babalarının yolu olup, Hz. Ali radıyallâhü anh vâsıtası ile Resûlullâh’a bağlıdır ki, bu yola “Velâyet yolu” denir. İkincisi ise; annesinin babalarının yolu olup, Hazret-i Ebû Bekir vâsıtası ile Resûlullâh’a bağlanmaktadır. Bu yola da “Nübüvvet yolu” denir.
Câfer-i Sâdık, hem ana tarafından Ebû Bekr-i Sıddîk soyundan gelmesi, hem de Onun vâsıtası ile Resûlullah’tan feyiz alması sebebiyle, “Ebû Bekr-i Sıddîk, beni iki hayâta kavuşturdu.” buyurmuştur.
Câfer-i Sâdık hazretleri, Resûlullah’tan gelen Peygamberlik ve Nübüvvet üstünlüklerine, Hz. Ebû Bekir, Selmân-ı Fârisî ve Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekir silsilesi ile kavuşmuştur. Evliyâlık ve velâyet üstünlüklerine de, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hüseyin, Zeyne’l-Âbidîn ve babası Muhammed Bâkır yolu ile kavuşmuştur.
İmâm-ı Malik, Onun hakkında şöyle demiştir: “O üç halde bulunurdu; ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur’an okurdu. Hiçbir zaman temiz olmadan Allah Resûlünü ağzına almazdı. Boş yere konuşmazdı. Kendisini her gördüğümde kalkar minderine beni buyur ederdi.”
Çok mütevâzı ve alçak gönüllüydü. Kimseyi hor görmez, her mümini kendisinden daha kıymetli bilirdi. Bir gün kölelerini yanına çağırdı ve onlara dedi ki:
- Gelin sizinle sözleşelim. Kıyâmet günü içimizden hangimiz kurtulursa, onun diğerlerine şefâatçi olması için birbirimize söz verelim! Onlar bu teklife şaşırarak:
- Ey Allah Resûlünün evlâdı! Sizin bizim şefaatimize ihtiyâcınız mı var? Dedeniz Muhammed Aleyhisselâm, bütün insanların ve cinlerin şefâatçisidir, dediler.
Câfer-i Sâdık:
- Ben yaptığım bu amellerimle, yarın kıyâmet gününde ceddimin yüzüne bakmaya utanırım, buyurdu.