bedelsizask
Kayıtlı Üye
Mevlânâ şiddetli kış mevsiminde bir gece kendi medresesinde teheccüt namazıyla meşguldü. Mübarek yüzünü medresesinin döşemesine koyup tulumlar dolusu gözyaşı dökmüştü. Öyle ki havanın soğukluğundan mübarek sakalları buz tutup döşemeye yapışmıştı. Sabahleyin erkenden arkadaşlar büyük bir çığlık kopararak buzun erimesi için üzerine sıcak su döktüler. Onun dış namazının şekli böyle olursa, kim bilir iç namazının sırları nasıl olur? Candan muhipler bu hali Mevlânâdan sordular.
O da bunu şöyle anlattı: Müminlerin emiri Ali bin Ebû Tâlibden (Allah onun yüzünü ululasın) nakledilmiştir ki: Ali namaz vakti olunca titrer ve rengi değişirdi. Ona neyin var? diye sorulduğunda Emanet vakti geldi der; Biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik. Onu yüklenmekten çekindiler ve biz de onlara acıdık. O emaneti insan yüklendi. (Ahzâb, 33:72) ayetini okur ve sonra Fakat bilmiyorum, insan bu yükü yüklenmekle iyi mi yaptı kötü mü? diye eklerdi. Peygamber (Allah ın salat ve selamı onun üzerine olsun) de Namaz dıştan bilinmesi mümkün olmayacak şekilde Allah la birleşmektir buyurmuştur.
Ali-yi Velinin hali böyle olunca, artık diğerlerinin ne olur?
Dil, bin türlü konuşan bir papağan olduğu halde
gönlün halinin sırlarından yüzde birini anlatamaz.
Kalem boğum boğum yaratılmış ağaçtan bir dildir,
Âşıkların gönlünün sırrını nasıl yazabilir
Moderatör tarafında düzenlendi: