Tarquin
Kayıtlı Üye
«Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda. Bu açıdan Batı dünyası için de özgün bir model oluşturuyor.» Bu sözler, egemen azınlığın ezberlediği ve her fırsatta söylediği iki meşhur cümledir. Dilerseniz, internete girip arama motorlarına
bu kelimeleri yazınız, yukarıdaki iki cümleyi içeren onlarca dokümanın ekranınızda listelendiğini hemen göreceksiniz. Türkiye'de ortalığa serpişmiş onlarca tarikat ve mezhebin yer altı faaliyetlerini, yönetimle tarikatlar arasındaki çekişmeleri ve bu ülkede her gün yaşanan din kavgalarını eğer biraz irdelerseniz, yukarıdaki sözlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlarsınız. Yukarıdaki iki cümle içinde çok ilginç üç kelime geçmektedir. Bunlar; Laik, Demokratik ve Müslüman sözcükleridir. Fakat Türkiye'deki kültür ve bilgi yoksulluğu bu kelimeler üzerinde insanların derin düşünmesini engellemektedir. Her şeyden önce kimse «İslam» ile «Müslümanlık» arasındaki uçurum hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip değildir. Bu nedenle Müslümanlıktan amaç eğer İslam ise, Türkiye'nin gerçekten bir İslam ülkesi olup olmadığı sorusuna bugün yanıt verebilecek birini hemen hemen bulamazsınız! Dolayısıyla, her şeyden önce Türkiye toplumunun hangi dine (İslam'a mı, Müslümanlığa mı) bağlı olduğunu bilmeden konuşanların ne kadar büyük bir sorumsuzluk içinde oldukları ortadadır.Laiklik, demokrasi ve Müslümanlık kelimeleri arasında bir bağ bulunup bulunmadığına gelince Türkiye'de onlarca yıldır süren din ile siyaset arasındaki kavgalara biraz bakmak yeterlidir. Geçmişteki İstiklal Mahkemeleri ile günümüzdeki Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş amacından tutun da yüz yıldır süren laikçi-tarikatçı çekişmelerine, Sivas ve Gazi Mahallesi olaylarına ve türban kavgalarına kadar, içinden çıkılmaz hale gelen yüzlerce olay bu üç kelimenin birbiri ile ne kadar uyuşmadığını gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla «Türkiye'nin, dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» olduğunu ileri sürenlerin, bu sözleri ne tadar sorumsuzca sarf ettikleri açıktır. Müslümanlık ile laiklik ve demokrasi sözcükleri arasında herhangi bir bağ var mı, sorusuna yanıt bulabilmek için önce Bu ülkenin anayasasına bakmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ikinci maddesinde devletin niteliği aynen şu kelimelerle ifade edilmektedir: «Türkiye Cumhuriyeti (...) demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir». Görüldüğü üzere, «Müslümanlık» diye bir kelime ne bu madde içinde ne de anayasanın herhangi bir yerinde geçmektedir. Aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in de hiçbir yerinde «Müslümanlık» diye bir kelime yer almamaktadır. Doğrusunu sorarsanız, dünyada «Müslümanlık» adı altında deklare edilmiş bir din de yoktur. Bu yapay din yüzyıllar önce İranlılar tarafından kurulmuş, daha sonra Türkler -ve onlarla birlikte yaşayan bazı halklar- da yine bu isim altında kendilerine göre bir din oluşturmuşlardır. Dolayısıyla «Türkiye'nin, dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» olduğunu ileri sürenler, bu çok önemli ve çarpıcı açıklama karşısında mutlaka bocalayacak ve konuyu saptırmak için belki diyeceklerdir ki Müslümanlığın ne olup olmadığını anlatmak din adamlarının işidir, bize ait olmayan bir alanda herhangi bir açıklama yapmamız hem doğru olmaz hem de zaten böyle bir şey bizden istenmemelidir! Evet böyle bir mazerete sığınabilirler. Fakat hiç unutmamalıdırlar ki bunlar, her keresinde yeni bir mazeret buldukça daha çok soruya muhatap olacaklardır. Çünkü bu kez de onlara şu soruyu yöneltmek gerekecektir: Müslümanlığın İslam ile aynı şey olup olmadığı hakkında bir tek kelime bile söyleyecek cesaret ve bilgiye sahip değilseniz, ya da «Müslümanlık» dediğiniz dine bir tanım bile bulamıyorsanız bu din ile laiklik ve demokrasi arasında nasıl bir bağ kurabiliyorsunuz? Ve tabiatıyla neye dayanarak, «Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyebiliyorsunuz? Dinler ve felsefeler konusunda uygar dünyanın kabul ettiği normlara uygun bir uzmanlık düzeyinde bilgi birikimine sahip bulunmayan insanların bu konuda dünyayı yanıltmaya kalkışması gülünç değil midir? Zihinlerin fazlasıyla karışık olduğu Türkiye gibi bir ülkede, tabiatıyla kavramları karıştırarak insanların bocalamasına neden olmak çok kolaydır. Bunu özellikle bazı odaklar bilinçli olarak yapmaktadır. Çünkü toplum bocaladıkça onlar halkı yanıltmayı ve sömürmeyi daha çok başaracaklardır. Hesaplarına geldikçe bir yandan devletin laik olduğunu savunacak, bu bahane ile de inancını yaşamak isteyen insanların karşısına engeller koyacaklardır; öbür yandan, «Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyerek eğitimsiz yığınları yanıltacak, onları emellerine alet edecek, onlardan aldıkları oylarla ideolojik laikçi oligarşiyi ayakta tutmaya çalışacaklardır. Bu odaklar, hiçbir gerçeğin uzun süre gizli kalamayacağını, her şeyden önce akıllarına yerleştirmelidirler. Özellikle hız ve iletişim sayesinde gerçeklerin bundan böyle insanlara çok daha kısa sürede ve belgeleriyle birlikte ulaşabileceğine artık inanmalıdırlar. Dolayısıyla Türkiye'de Türban sorunundan, ezan ve ibadeti Türkçe'ye çevirme çabalarına kadar onlarca müzminleşmiş ve toplumsal yara haline gelmiş sorunlar ortadayken ,«Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyerek insanları artık kolayca yanıltamayacaklardır. Bunlar eğer İslam ile Müslümanlık kavramları arasındaki uçurumu gerçekten şimdiye kadar öğrenememiş iseler önce bu konuda bilgi sahibi olmaları gerekir. Çünkü Türkiye'de yüzyıldan fazla bir zamandır bütün hızıyla süregelen «dincilik» ve «laikçilik» kavgaları bu bilgisizlikten, ya da bu hileden kaynaklanmaktadır. Kavganın ise hiç kimseye yararı yoktur. Nitekim Türkiye'de, yakın geçmişte yaşanan ve binlerce insanın canına, aynı zamanda büyük maddi kayıplara neden olan terör ve anarşinin kaynağı bu kavgalardır. Bu kavgaların temelinde ise karanlık bir bilgisizlik vardır. Dolayısıyla herkes doğruları kabule yanaşmalı, önce İslam ile Müslümanlık arasında güçlü bir bağ bulunmadığını hesaba katarak görüşünü ortaya koymalıdır. Çünkü Müslümanlığa yüklenecek sorumlulukları İslam'a yüklemek hem çok büyük bir haksızlık ve yanlışlık olacaktır, hem de Kur'anın bütünlüğüne inanmış samimi bir mü'min azınlığın inançları ve hakları çiğnenmiş olacaktır. Şurası kesinlikle bilinmelidir ki «Müslümanlık» denen şey, yaklaşık bin yıldan beridir İranlıların ve Türklerin, çeşitli dinleri birbirine karıştırarak kendilerine göre örüp kurdukları dinsel ve mistik inanışlar karışımıdır. Bu yapay dinin bünyesinde İslam'ın derin izleri bulunuyor olabilir. Nitekim Yüzyıllar önce Hindistan'da Nanak tarafından kurulan Sikh Dini'nde de İslam'ın derin esintileri bulunmaktadır. Ama Sikh Dini hiçbir zaman İslam diye algılanmamıştır. Bu din şöyle dursun, Dürzîlik, Kadyanîlik, Bahaîlik, İsmailîlik, Alevîlik, Nurculuk, Nakşibendîlik ve Nusayrîlik gibi temelde İslam'ı yok etmek için kurulmuş dinlerin yapısında bile sayılamayacak kadar İslam'dan alınmış değerler vardır. Bu dinlere ait bütün argümanlar İslam'dan alınmıştır. Bu dinlerin kitapları da İslam'ın dili olan Arapça kullanılarak yazılmışlardır. Müslümanlığa gelince bu dinin hemen hiçbir sınırı ve tanımı yoktur. Zaten «Müslüman» ve «Müslümanlık» kelimeleri -yukarıda da ifade edildiği üzere- Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde geçmemektedir. İslam'a gelince bu kurum; «Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğü temeli üzerinde kurulmuş evrensel bir inanış, yönetim ve yaşam biçimidir.». Dolayısıyla dileyen İslam'ı, dileyen Müslümanlığı seçer. Ancak hiç kimse İslam'ı Müslümanlıkla karıştırma hak ve yetkisine sahip değildir. Bu yanlışı hiç kimse göze almamalıdır! Hele kimliğinin din hanesinde «İslam» yazılı olan insanlar, bu kelimenin yerine neden «müslümanlık» diye başka bir kelime yazılmadığını çok iyi düşünmelidirler! Ve yine kesinlikle bilinmelidir ki İslam'ın gerçek bağlıları olan mü'minler bu yüce kainat nizamını, (Müslümanlık, Sünnilik, Alevilik, Nurculuk ve tarikatçılık) adları altında dejenere edilmesi çabalarına karşı daima akılcı ve etkin mücadelelerini vereceklerdir
bu kelimeleri yazınız, yukarıdaki iki cümleyi içeren onlarca dokümanın ekranınızda listelendiğini hemen göreceksiniz. Türkiye'de ortalığa serpişmiş onlarca tarikat ve mezhebin yer altı faaliyetlerini, yönetimle tarikatlar arasındaki çekişmeleri ve bu ülkede her gün yaşanan din kavgalarını eğer biraz irdelerseniz, yukarıdaki sözlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığını anlarsınız. Yukarıdaki iki cümle içinde çok ilginç üç kelime geçmektedir. Bunlar; Laik, Demokratik ve Müslüman sözcükleridir. Fakat Türkiye'deki kültür ve bilgi yoksulluğu bu kelimeler üzerinde insanların derin düşünmesini engellemektedir. Her şeyden önce kimse «İslam» ile «Müslümanlık» arasındaki uçurum hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip değildir. Bu nedenle Müslümanlıktan amaç eğer İslam ise, Türkiye'nin gerçekten bir İslam ülkesi olup olmadığı sorusuna bugün yanıt verebilecek birini hemen hemen bulamazsınız! Dolayısıyla, her şeyden önce Türkiye toplumunun hangi dine (İslam'a mı, Müslümanlığa mı) bağlı olduğunu bilmeden konuşanların ne kadar büyük bir sorumsuzluk içinde oldukları ortadadır.Laiklik, demokrasi ve Müslümanlık kelimeleri arasında bir bağ bulunup bulunmadığına gelince Türkiye'de onlarca yıldır süren din ile siyaset arasındaki kavgalara biraz bakmak yeterlidir. Geçmişteki İstiklal Mahkemeleri ile günümüzdeki Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kuruluş amacından tutun da yüz yıldır süren laikçi-tarikatçı çekişmelerine, Sivas ve Gazi Mahallesi olaylarına ve türban kavgalarına kadar, içinden çıkılmaz hale gelen yüzlerce olay bu üç kelimenin birbiri ile ne kadar uyuşmadığını gözler önüne sermektedir. Dolayısıyla «Türkiye'nin, dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» olduğunu ileri sürenlerin, bu sözleri ne tadar sorumsuzca sarf ettikleri açıktır. Müslümanlık ile laiklik ve demokrasi sözcükleri arasında herhangi bir bağ var mı, sorusuna yanıt bulabilmek için önce Bu ülkenin anayasasına bakmak gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının ikinci maddesinde devletin niteliği aynen şu kelimelerle ifade edilmektedir: «Türkiye Cumhuriyeti (...) demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir». Görüldüğü üzere, «Müslümanlık» diye bir kelime ne bu madde içinde ne de anayasanın herhangi bir yerinde geçmektedir. Aynı zamanda Kur'an-ı Kerim'in de hiçbir yerinde «Müslümanlık» diye bir kelime yer almamaktadır. Doğrusunu sorarsanız, dünyada «Müslümanlık» adı altında deklare edilmiş bir din de yoktur. Bu yapay din yüzyıllar önce İranlılar tarafından kurulmuş, daha sonra Türkler -ve onlarla birlikte yaşayan bazı halklar- da yine bu isim altında kendilerine göre bir din oluşturmuşlardır. Dolayısıyla «Türkiye'nin, dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» olduğunu ileri sürenler, bu çok önemli ve çarpıcı açıklama karşısında mutlaka bocalayacak ve konuyu saptırmak için belki diyeceklerdir ki Müslümanlığın ne olup olmadığını anlatmak din adamlarının işidir, bize ait olmayan bir alanda herhangi bir açıklama yapmamız hem doğru olmaz hem de zaten böyle bir şey bizden istenmemelidir! Evet böyle bir mazerete sığınabilirler. Fakat hiç unutmamalıdırlar ki bunlar, her keresinde yeni bir mazeret buldukça daha çok soruya muhatap olacaklardır. Çünkü bu kez de onlara şu soruyu yöneltmek gerekecektir: Müslümanlığın İslam ile aynı şey olup olmadığı hakkında bir tek kelime bile söyleyecek cesaret ve bilgiye sahip değilseniz, ya da «Müslümanlık» dediğiniz dine bir tanım bile bulamıyorsanız bu din ile laiklik ve demokrasi arasında nasıl bir bağ kurabiliyorsunuz? Ve tabiatıyla neye dayanarak, «Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyebiliyorsunuz? Dinler ve felsefeler konusunda uygar dünyanın kabul ettiği normlara uygun bir uzmanlık düzeyinde bilgi birikimine sahip bulunmayan insanların bu konuda dünyayı yanıltmaya kalkışması gülünç değil midir? Zihinlerin fazlasıyla karışık olduğu Türkiye gibi bir ülkede, tabiatıyla kavramları karıştırarak insanların bocalamasına neden olmak çok kolaydır. Bunu özellikle bazı odaklar bilinçli olarak yapmaktadır. Çünkü toplum bocaladıkça onlar halkı yanıltmayı ve sömürmeyi daha çok başaracaklardır. Hesaplarına geldikçe bir yandan devletin laik olduğunu savunacak, bu bahane ile de inancını yaşamak isteyen insanların karşısına engeller koyacaklardır; öbür yandan, «Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyerek eğitimsiz yığınları yanıltacak, onları emellerine alet edecek, onlardan aldıkları oylarla ideolojik laikçi oligarşiyi ayakta tutmaya çalışacaklardır. Bu odaklar, hiçbir gerçeğin uzun süre gizli kalamayacağını, her şeyden önce akıllarına yerleştirmelidirler. Özellikle hız ve iletişim sayesinde gerçeklerin bundan böyle insanlara çok daha kısa sürede ve belgeleriyle birlikte ulaşabileceğine artık inanmalıdırlar. Dolayısıyla Türkiye'de Türban sorunundan, ezan ve ibadeti Türkçe'ye çevirme çabalarına kadar onlarca müzminleşmiş ve toplumsal yara haline gelmiş sorunlar ortadayken ,«Türkiye dünyada laik ve demokratik bir rejime sahip tek Müslüman ülke konumunda» diyerek insanları artık kolayca yanıltamayacaklardır. Bunlar eğer İslam ile Müslümanlık kavramları arasındaki uçurumu gerçekten şimdiye kadar öğrenememiş iseler önce bu konuda bilgi sahibi olmaları gerekir. Çünkü Türkiye'de yüzyıldan fazla bir zamandır bütün hızıyla süregelen «dincilik» ve «laikçilik» kavgaları bu bilgisizlikten, ya da bu hileden kaynaklanmaktadır. Kavganın ise hiç kimseye yararı yoktur. Nitekim Türkiye'de, yakın geçmişte yaşanan ve binlerce insanın canına, aynı zamanda büyük maddi kayıplara neden olan terör ve anarşinin kaynağı bu kavgalardır. Bu kavgaların temelinde ise karanlık bir bilgisizlik vardır. Dolayısıyla herkes doğruları kabule yanaşmalı, önce İslam ile Müslümanlık arasında güçlü bir bağ bulunmadığını hesaba katarak görüşünü ortaya koymalıdır. Çünkü Müslümanlığa yüklenecek sorumlulukları İslam'a yüklemek hem çok büyük bir haksızlık ve yanlışlık olacaktır, hem de Kur'anın bütünlüğüne inanmış samimi bir mü'min azınlığın inançları ve hakları çiğnenmiş olacaktır. Şurası kesinlikle bilinmelidir ki «Müslümanlık» denen şey, yaklaşık bin yıldan beridir İranlıların ve Türklerin, çeşitli dinleri birbirine karıştırarak kendilerine göre örüp kurdukları dinsel ve mistik inanışlar karışımıdır. Bu yapay dinin bünyesinde İslam'ın derin izleri bulunuyor olabilir. Nitekim Yüzyıllar önce Hindistan'da Nanak tarafından kurulan Sikh Dini'nde de İslam'ın derin esintileri bulunmaktadır. Ama Sikh Dini hiçbir zaman İslam diye algılanmamıştır. Bu din şöyle dursun, Dürzîlik, Kadyanîlik, Bahaîlik, İsmailîlik, Alevîlik, Nurculuk, Nakşibendîlik ve Nusayrîlik gibi temelde İslam'ı yok etmek için kurulmuş dinlerin yapısında bile sayılamayacak kadar İslam'dan alınmış değerler vardır. Bu dinlere ait bütün argümanlar İslam'dan alınmıştır. Bu dinlerin kitapları da İslam'ın dili olan Arapça kullanılarak yazılmışlardır. Müslümanlığa gelince bu dinin hemen hiçbir sınırı ve tanımı yoktur. Zaten «Müslüman» ve «Müslümanlık» kelimeleri -yukarıda da ifade edildiği üzere- Kur'an-ı Kerim'in hiçbir yerinde geçmemektedir. İslam'a gelince bu kurum; «Kur'an-ı Kerim'in bütünlüğü temeli üzerinde kurulmuş evrensel bir inanış, yönetim ve yaşam biçimidir.». Dolayısıyla dileyen İslam'ı, dileyen Müslümanlığı seçer. Ancak hiç kimse İslam'ı Müslümanlıkla karıştırma hak ve yetkisine sahip değildir. Bu yanlışı hiç kimse göze almamalıdır! Hele kimliğinin din hanesinde «İslam» yazılı olan insanlar, bu kelimenin yerine neden «müslümanlık» diye başka bir kelime yazılmadığını çok iyi düşünmelidirler! Ve yine kesinlikle bilinmelidir ki İslam'ın gerçek bağlıları olan mü'minler bu yüce kainat nizamını, (Müslümanlık, Sünnilik, Alevilik, Nurculuk ve tarikatçılık) adları altında dejenere edilmesi çabalarına karşı daima akılcı ve etkin mücadelelerini vereceklerdir