Boşnak Katliamı...

LaZZkopateLLa

Bayan Üye












Sizce bunları yapanlar İnsan olabilir mi?

bosna3.jpg


32386.jpg


bosna-katliam.jpg


karadzic33d4a118e3d47ebdbby.jpg
 
---> Boşnak Katliamı...

Sırpların Bosna-Hersek’te gerçekleştirdikleri katliam 1992 yılı boyunca bütün İslâm dünyasında gündemin birinci konusu idi.Doğu blokunda ortaya çıkan bağımsızlık hareketlerinin etkisiyle altı cumhuriyetle iki özerk bölgeden meydana gelen Yugoslavya federasyonunun dağılması üzerine sözkonusu altı cumhuriyetten biri durumundaki Bosna-Hersek’te de 1 Mart 1992 tarihinde halkın bağımsızlığı isteyip istemediğinin ortaya çıkarılması amacıyla bir referandum gerçekleştirildi. Bu referanduma katılanların % 99.43′ü bağımsızlığa “evet” oyu verdi.

Bosna-Hersek yönetiminin de bu sonuca dayana- rak bağımsızlık kararı alması üzerine bu cumhuriyetteki Sırp milislerin lideri Radovan Karaciç “bağımsızlığı kabul etmeyeceğiz. Eğer Bosna bağımsız olursa, Müslüman, Sırp ve Hırvatların çatışmasından kaçamayız. Umarım bu bir uyarı olur.

Aksi takdirde, Kuzey İrlanda, Bosna-Hersek’in yanında bir tatil merkezi gibi kalır” diye açıklama yaptı. Bunun yanısıra Radovan Karaciç’e bağlı Sırp milisler de, bağımsızlık kararı alan cumhurbaşkanı Aliya İzzet Begoviç’in liderliğindeki Bosna-Hersek yönetimini zor durumda bırakmak amacıyla yollara barikatlar kurmaya, yer yer Müslüman yerleşim merkezlerine saldırılar düzenlemeye ve hayatı zorlaştırmayı amaçlayan eylemler düzenlemeye başladılar.

Zaman içerisinde Sırbıstan Cumhuriyeti’nden gelen milisler ve federal ordunun da destek sağlaması ile Müslümanlara yönelik saldırılar şiddetlendi. Artık Sırp saldırıları kademe kademe bir katliama dönüşüyordu.

Sırpların saldırılarının şiddetlenmesi üzerine 19 Mart 1992 tarihinde Bosna-Hersek başbakan yardımcısı Muhammed Cengiç, Türkiye’ye gelerek yardım istedi. Ancak Türkiye, uluslararası platformdaki bazı girişimlerin dışında Bosna-Hersek’e fiili herhangibir yardımda bulunmadı. Türkiye’nin yardımda bulunmaması Sırp milislere daha da cesaret kazandırdı. Çünkü Sırplar, Bosna-Hersek Müslümanlarına destek sağlayabilecek tek ülke olarak Türkiye’yi görüyorlardı.

Sırplarla Müslümanlar arasında Mart ayının sonuna doğru gerçekleştirilen ateşkes bir hafta sonra Sırplar tarafından bozuldu ve Bosna-Hersek’ in bağımsızlığına karşı çıktığından dolayı Sırp milislere destek veren Yugoslav Federal Ordusu Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’ya girerek havaalanını işgal etti. Sırp işgallerinin başlaması ile birlikte Bosna-Hersek Müslümanları da can endişesi ile vatanlarını terketmeye başladılar. Toplu göç hareketi ilk olarak, Sırpların, halkının % 70′i Müslüman olan Zvornik şehrini işgal etmeleriyle başladı. 13 Nisan 1992 tarihinde de 140 bin Müslüman evini yurdunu bırakarak Bosna-Hersek dışına göçetti.

Sırp milisler işgal ettikleri yerlerde esir ettikleri Müslümanlara çok kötü muamele ediyor, pek çoklarını da insafsızca öldürüyorlardı. Üstelik bu katliamları gerçekleştirirken yaşlı, genç, çocuk, kadın ayrımı yapmıyorlardı. Mesela 15 Nisan 1992 tarihinde Biyelyina şehrine girdiklerinde bin Müslümanı çocuk, kadın, yaşlı ayrımı yapmadan öldürmüşlerdi. Sırpların bu uygulamaları Müslümanların göç hareketine daha da hız kazandırdı. Çünkü henüz toprakları işgal edilmemiş olan Müslümanlar da gelecekleri açısından endişeye kapılıyor ve Sırpların kendi topraklarına da girerek işgal etmiş oldukları bölgelerde ele geçirdikleri Müslümanlara yaptıklarının aynısını kendilerine de yapabileceklerini düşünüyorlardı.

Bosna-Hersek Müslümanlarını en çok sıkıntıya sokan durum da, Avrupa’nın üçüncü büyük ordusu durumundaki Yugoslavya Federal Ordusu’nun Sırp çetnikleri (milisleri) ile birlikte hareket etmesi, onlara her bakımdan destek vermesiydi. Buna karşılık Müslümanların arkalarında herhangibir askeri destek olmadığı gibi Sırp saldırganlar karşısında direnen Müslümanlar silah yönünden çok geri durumdaydılar. Ayrıca Sırp milislerin birçoğu daha önce Hırvatistan ve Slovenya’da bir savaş tecrübesi kazanmışlardı. Müslüman mücahitler ise bu tecrübeyi Sırp milisler karşısında verecekleri silahlı mücadele ile kazanacaklardı.

Bunun yanısıra Bosna-Hersek Müslümanlarının dış dünyadan önemli bir destek görememeleri, daha önce Sırplara karşı Slovenlere ve Hırvatlara doğrudan destek veren ABD’nin ve Avrupa ülkelerinin Sırpların Bosna-Hersek’te gerçekleştirdikleri katliamları bazı ufak tefek kınamalarla geçiştirmeleri ve gelişmelere genellikle seyirci kalmaları Müslümanların daha da zor durumda kalmalarına sebep oluyordu. Hatta bunun da ötesinde ABD ve Avrupa ülkeleri Müslümanların Sırp saldırıları karşısında direnişe geçmelerini hoş karşılamadıklarını ifade etmekten kaçınmıyorlardı.

Mesela ABD Dışişleri bakanlığı sözcüsü Margaret Tutwiller Müslümanların direnişe geçmeleri üzerine yaptığı açıklamasında Hırvat milislerin ardından Müslüman milislerin çarpışmaya girdiklerine işaret ettikten sonra “Mevcut durum içerisinde hiç kimse masum değildir” ifadesini kullandı.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı Sırp milisler çok geçmeden Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da kontrolü ele geçirdiler. Bunun yanısıra Bosna-Hersek’in önemli merkezlerini işgal etmeyi de başardılar. Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem yukarıda belirttiğimiz üzere bir katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı. Özellikle camileri ve İslâmi izler taşıyan muhtelif tarihi eserleri yıkmaya özen gösteriyorlardı.

Sırp saldırılarının iyice şiddetlenmesi üzerine meseleye görüşmeler yoluyla çözüm bulunması için arayışlara girildi. Bu amaçla 28 Nisan 1992 tarihinde Portekiz’in başkenti Lizbon’da, Avrupa Topluluğu’nun Yugoslavya özel temsilcisi Jose Gutelheior’un başkanlığında bazı görüşmeler başlatıldı. Bu görüşmelere başlangıçta katılmayan Bosna-Hersek cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç daha sonra katılmaya karar verdi. Ancak bu görüşmelerde çözüm konusunda herhangibir ilerleme sağlanamadı. Üstelik Yugoslav Federal Ordu birlikleri Bosna-Hersek cumhurbaşkanı İzzetbegoviç’i Lizbon’dan ülkesine döndüğü sırada rehin alarak 24 saat rehin tuttular.

Federal ordu birlikleri zaman zaman Saraybosna’nın bazı bölgelerini top ve füze ateşine tutuyorlardı. Hatta federal orduya bağlı uçakların Saraybosna’ya yakın tepelerden Dervanta’ya kimyasal veya biyolojik silah attıkları bildirildi. Bunun yanısıra Sırpların Saraybosna’da öldürdükleri Müslümanların cesetlerini toplu mezarlara gömdükleri veya dere kenarlarına attıkları tesbit edildi.

Sırp saldırılarının şiddetlenmesi üzerine Birleşmiş Milletler’in müdahalede bulunması için çağrıda bulunuldu. Bosna-Hersek dışişleri bakanı, Birleşmiş Milletler’in Körfez savaşında olduğu gibi Bosna-Hersek’te de bir askeri operasyon gerçekleştirmesini istedi. Ancak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi sadece, Yugoslavya federal ordusuna Bosna-Hersek topraklarından çekilmesi için çağrıda bulunmakla yetinerek doğrudan müdahalede bulunmak için durumun müsait olmadığını ileri sürdü. Bu arada Avrupa Topluluğu Yugoslavya özel temsilcisi Lord Carington da yaptığı açıklamasında, çatışmaların devam etmesi halinde yapılacak bir şeyin olmadığını ileri sürdü. Gerek Birleşmiş Milletler’in ve gerekse Avrupa Topluluğu’nun Bosna-Hersek’ te gerçekleştirilen katliam karşısında bu derece pasif kalmaları Sırplara daha da cesaret kazandırıyordu.

11 Mayıs 1992 tarihinde İslâm Konferansı Örgütü tarafından yayınlanan bir bildiride bütün İslâm ülkelerinin Bosna-Hersek’e yardımda bulunması istendi. İslâm Konferansı Örgütü, Birleşmiş Milletler teşkilatını da Bosna-Hersek’teki katliamı durdurmak için müdahalede bulunmaya çağırdı.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, yapılan çağrılar üzerine 31 Mayıs 1992 tarihinde toplanarak Sırbistan ile Karadağ’ın oluşturduğu yeni Yugoslavya Federasyonu’na bazı yaptırımlar uygulanmasını kararlaştırdı. 757 sayılı bu BM Güvenlik Konseyi kararında yeni Yugoslavya Federasyonu’ndan Bosna-Hersek’in içişlerine karışmaması ve bütün milis güçlerini bu cumhuriyetten çekmesi istendi.

Daha sonra 1 Haziran 1992 tarihinde yine BM’nin girişimiyle bir ateşkes sağlandı. Ancak Sırplar bu ateşkesi hemen bir gün sonra bozarak yeniden başkent Saraybosna’yı top ateşine tutmaya başladılar. BM Güvenlik Konseyi’nin 757 sayılı kararı da askeri bir baskı ile desteklenmediğinden ve yaptırımlar da ciddi bir şekilde uygulanmadığından Sırplar üzerinde caydırıcı bir etki yapmamıştı. Aliya İzzetbegoviç’in Bosna-Hersek’ deki çarpışmaların durdurulması için BM tarafından askeri birlikler gönderilmesi talebi, BM genel sekreteri Butros Gali tarafından “böyle bir şeyin çok riskli olacağı” iddiası ile reddedildi.

ABD başkanı George Bush da, Sırbistan ve Karadağ’a karşı uygulanan yaptırımların etkisini göstereceğini ileri sürerek bu ülkelere askeri müdahalede bulunmanın gereksiz olacağını ileri sürdü. BM bazı incelemelerde bulunmaları üzere gönderdiği barış gücü temsilcilerini de 17 Mayıs 1992 tarihinde geri çekti. Daha sonra BM tarafından gönderilecek yardımların belli yerlere ulaştırılmasının sağlanması amacıyla bazı barış gücü birlikleri gönderildi. İngiltere de aynı gün yaptığı açıklamasında Bosna-Hersek’e çekiç güç gönderilmesine kesinlikle karşı olduğunu bildirdi. Öte yandan NATO, 4 Haziran tarihinde yaptığı açıklamada, yeni Yugoslavya Federasyonu’na BM tarafından uygulanan yaptırımlara destek sağlanması amacıyla askeri müdahalede bulunulmasına karşı olduğunu bildirdi.

Avrupa ülkelerinin, ABD’nin ve BM, NATO, AT gibi uluslararası teşkilatların olaylara doğrudan müdahalede bulunmaktan kaçınmalarından cesaret alan ve dolayısıyla BM’nin girişimleri ile gerçekleştirilen ateşkes anlaşmalarını da bir gün sonra hemen bozan Sırp milisleri saldırı çemberlerini gittikçe genişlettiler.

8 Temmuz 1992 tarihinde yeni Yugoslavya Federasyonu’nun Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) üyeliğinin askıya alınması kararlaştırıldı.

10 Temmuz’da AGİK 4. İzleme Konferansı’nın bitiminde yayınlanan bir deklarasyonda Bosna-Hersek’teki olaylardan Belgrad yönetiminin sorumlu olduğu bildirildi. Aynı paralelde NATO tarafından da yeni Yugoslavya’ya uygulanan yaptırımları denetlemek amacıyla Adriyatik denizine bir deniz gücü yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu deniz gücü 16 Temmuz tarihinde göreve başladı. Aynı günlerde yeni Yugoslavya’nın yeni başbakanı Milan Paniç İspanya’da yayınlanan El Mundo gazetesine verdiği demeçte ABD başkanı George Bush ile dışişleri bakanı James Baker’in ülkesine müdahale edilmeyeceği yolunda kendisine söz verdiklerini bildirdi.

17 Temmuz tarihinde yine AT temsilcisi Jose Gutelheior’un başkanlığında Londra’da yürütülen barış görüşmeleri sonucu taraflar arasında 18 Temmuz’dan itibaren yürürlüğe girecek 14 günlük bir ateşkes anlaşması imzalandı. Ancak Sırplar bu ateşkes anlaşmasını da iki gün sonra ihlal ederek yeniden saldırıları başlattılar.

BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararları da Sırpları çok fazla etkilemediği halde Müslümanları bazı yönlerden olumsuz olarak etkiledi. Çünkü BM barış gücü kuvvetleri bu karar gereğince Müslümanların dışardan silah almalarını engellediler. Mesela Müslüman Boşnaklara silah temin etmek için Saraybosna’ya giden bir İran uçağı, BM barış gücü birlikleri tarafından yükünü boşaltmadan dönmeye zorlandı. BM güçleri Müslüman boşnakların başka yollardan silah temin etmelerini de büyük ölçüde engellemeye çalıştılar. Öte yandan Sırplar Yugoslavya federal ordusunun mirasına konduklarından önemli bir silah stoğuna sahip oldukları gibi bazı ülkelerden gizli yollarla silah da temin edebiliyorlardı. Öte yandan Bosna - Hersek yetkilileri Adriyatik Denizi’ne yerleştirilen NATO deniz birliklerinin de yeni Yugoslavya’ya uygulanan yaptırımların delinmesini önleyemediklerini bildirdiler.

Sırplar, işgal ettikleri Bosna-Hersek toprakları üzerinde “Bosna Sırp Cumhuriyeti” adıyla yeni bir cumhuriyet ilan ederek devlet başkanlığına da Sırp milislerin lideri Radovan Karaciç’i getirdiler.

26 Ağustos 1992 tarihinde Londra’da “Uluslararası Yugoslavya Konferansı” adıyla bir konferans başlatıldı. Ancak bu konferansta katliamı gerçekleştiren Sırpları dize getirmeyi amaçlayan ciddi bir karar alınmazken, konferans sonunda yayınlanan bildiride tarafların müzakereler yoluyla yapılacak sınır değişikliğine hazır olmaları istenerek Bosna-Hersek’in savaş öncesi sınırlarının değişebileceği ima edildi. Bu ifade, Sırpların Bosna-Hersek topraklarını bölme planlarının Avrupa ülkeleri tarafından kabul gördüğü anlamını taşıyordu. Bosna-Hersek devlet başkanı yardımcısı Stepan Kljejic de Londra konferansı ile ilgili açıklamasında bu konferansın tam bir felaket olduğunu dile getirdi.

Alman gazetelerinden Frankfurter Allgemeine’nin, BM birliklerinin Batı Bosna’da Sırp birliklerine lojistik destek sağladığı yolundaki iddiası da, sözkonusu teşkilatın Sırp saldırılarının durdurulması için gerçekleştirdiği birtakım diplomatik girişimlerin ciddi olmadığını ortaya koyuyordu. Frankfurter Allgemeine gazetesi, BM birliklerinin himayesinde Batı Bosna’da bir hava köprüsü oluşturularak Sırp birliklerine askeri malzeme temin edildiğini ileri sürmüştü. Bu gibi haberlerin ortaya çıkmasından hemen sonra ABD yönetimi de dikkatleri başka yönlere çekmek amacıyla, Müslümanların BM kontrolüne verilen Sırplara ait ağır silahların toplandığı yerleri bombaladıklarını ileri sürdü. ABD yönetimi Bosna-Hersek’teki çatışmaların sorumlusu olarak Sırpları ve Belgrad yönetimini görürken Saraybosna yönetiminin ve Müslümanların da bu çatışmaları kışkırtıklarını ileri sürdü.

BM Genel Kurulu 23 Eylül 1992 tarihinde aldığı bir kararla Sırbistan ile Karadağ’ın oluşturduğu yeni Yugoslavya Federasyonu’nu BM Genel Kurulu üyeliğinden çıkardı. Ancak BM Güvenlik Konseyi de aynı tarihte, yeni Yugoslavya’nın tekrar üyeliğe alınabilmesi için yeniden müracaatta bulunması üzere bir tavsiye kararı aldı.

7 Ekim 1992 tarihinde Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın silahtan arındırılması üzere Cenevre’de birtakım görüşmeler başlatıldı. Ancak Bosna-Hersek cumhurbaşkanı İzzetbegoviç Sırp saldırıları devam ettiği sürece bu görüşmelerin sonuç getirmeyeceğini ifade ederek Cenevre toplantısına katılmadı.

BM Güvenlik Konseyi, 9 Ekim 1992 tarihinde Bosna-Hersek hava sahasının BM uçakları dışında bütün uçaklara kapatılmasını kararlaştırdı. Ancak Bosna-Hersek’in BM daimi temsilcisi bu kararın en başta kendi aleyhlerine olacağına dikkat çekerek, “Sırplar uçak kullanamayacak ama biz de dost ülkelerden yardım alamayacağız” diye konuştu. Bundan sonraki tarihlerde BM Güvenlik Konseyi’ne, Bosna-Hersek’e uygulanan ambargodan en çok saldırıya maruz kalan Müslümanların zarar gördükleri hatırlatılarak bu ambargonun kaldırılması teklif edildi ancak Güvenlik Konseyi bu teklifleri reddetti. Bosna-Hersek cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç BM’nin bu tutumu dolayısıyla, Yugoslavya konferansı eşbaşkanlarından Cyrus Vance’a gönderdiği mektupta Bosna-Hersek’e yönelik silah ambargosunun büyük adaletsizlik olduğunu bildirdi. İzzetbegoviç mektubunda şunları söyledi: “Silah ambargosunun kaldırılmasının Bosna Hersek’teki savaşı kızıştıracağını söylediniz. Ancak savaş şu anda, özellikle ambargo sebebiyle zaten olabileceği kadar kızgın…Savaş saldırganların silaha sahip olması bizim ise silahımızın olmaması sebebiyle devam ediyor. İki tarafı da eşit kabul etmeniz benim milletim için büyük bir adaletsizlik. Saldırganın bizi yoketmesine yardım ettiğinizi düşünüyorum”.

Uluslararası Yugoslavya Konferansı eşbaşkanları Cyrus Vance ile Lord Owen tarafından 6 Kasım 1992 tarihinde Sırplara ellerindeki ağır silahları teslim etmeleri üzere çağrı yapıldı ve bunun için bir hafta süre tanındığı bildirildi. Ancak bir hafta içinde Sırpların silahlarını teslim etmemeleri durumunda ne şekilde cezalandırılacakları yolunda herhangibir açıklamada bulunulmadı. Dolayısıyla Sırplar bu çağrıyı da pek nazarı itibara almadılar. Çünkü silahlarını teslim etmemeleri durumunda herhangi bir şekilde cezalandırılmayacaklarını biliyorlardı.

11 Kasım 1992 tarihinde BM özel temsilcisi Cyrus Vance ve Avrupa Topluluğu arabulucusu Lord Owen’in girişimleri ile taraflar arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı. Ancak Sırplar bu ateşkes anlaşmasına uymayarak saldırılarını sürdürdüler.

Sırplar bundan sonraki tarihlerde de değişik vesilelerle ateşkes anlaşmaları imzaladılar. Ancak anlaşmanın gerçekleştirilmesinin üzerinden bir kaç saat bile geçmeden yine kendileri bu anlaşmaları bozuyorlardı. Sırpların bu tutumları onların ateşkes anlaşmalarını da bir oyalama, bazı zor durumları atlatma taktiği olarak kullandıklarını gösteriyordu.

İslâm Konferansı Teşkilatı genel sekreteri Hamid el-Gabid Kasım ayı ortalarında gerçekleştirdiği Bosna-Hersek ziyaretinden sonra İslâm ülkelerini Bosna-Hersek’in Sırp saldırılarından korunması için doğrudan müdahalede bulunmaya çağırdı. Ancak bu çağrı üzerine harekete geçen bir ülke olmadı.

25 Kasım 1992 tarihinde Türkiye’nin çağrısıyla, İstanbul’da, Bosna-Hersek’te yaşanan durumun görüşülmesi ve bu bölgedeki savaşın bütün Balkanlar’a yayılmasının engellenmesi için alınabilecek tedbirler üzerinde durulması amacıyla bir zirve gerçekleştirildi. Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ’ın dışındaki bütün Balkan ülkelerinin katıldığı zirve sonunda yayınlanan ortak bildiride Sırp saldırılarının bütün Balkan ülkelerini tehdid ettiğine dikkat çekildi. Ancak zirve Bosna-Hersek probleminin çözümü açısından yeni bir şey ortaya koymadı.

Bu olayın hemen arkasından 1 Aralık 1992 tarihinde Suudi Arabistan’ ın Cidde şehrinde İslâm ülkeleri dışişleri bakanları Bosna-Hersek kriziyle ilgili bir toplantı gerçekleştirdiler. Bosna-Hersek dışişleri bakanı Haris Slaciç de toplantı başlamadan önce yaptığı açıklamada bu toplantının Bosna-Hersek için son ümit olduğunu söyledi. Ancak bu toplantıda Bosna-Hersek’le ilgili olarak alınan kararlar sadece tavsiye kararları olmaktan ileri geçemedi. Doğrudan müdahale yönünde herhangibir karar alınmadı. Öte yandan İslâm ülkelerinin askeri müdahalede bulunmalarının sözkonusu olabileceği yönündeki söylentiler üzerine Yugoslavya Konferansı eşbaşkanları Vance ve Owen bir açıklama yapma ihtiyacı duyarak askeri müdahaleye karşı olduklarını bildirdiler. Bu açıklama aynı zamanda İslâm ülkelerine karşı bir gözdağı anlamı taşıyordu. Daha sonra Bosna-Hersek’teki BM Barış Gücü Komutanı Philippe Morillow Bosna-Hersek’e askeri müdahalede bulunmanın imkânsız olduğu yönünde açıklamada bulundu.

Sonuçta gerek uluslararası kuruluşların ve gerekse Batı ülkelerinin olayları yaptırım gücü olmayan kararlarla geçiştirmeleri gerekse Bosna-Hersek Müslümanlarına en büyük yardımı yapmaları gereken İslâm ülkelerinin dışa bağımlı politikalarından kaynaklanan ilgisizlikleri Bosna-Hersek’i acı ve ızdıraplara boğdu. 1992 yılının sonuna gelindiğinde yaklaşık 140 bin Bosna-Hersek’li öldürülmüş, çoğu Müslüman olmak üzere 2.5 milyon Bosna-Hersek’ li de yurtlarını terkederek komşu ülkelerin topraklarına sığınmak zorunda kalmıştı. Bosna-Hersek Müslümanlarına yardım edenler de genelde gönüllü İslâmi kuruluşlardı. Yapılan açıklamalara göre 35 kadar İslami yardım kuruluşu bu Müslümanların imdatlarına koşmuştu.

Bazı uluslararası kuruluşların Kızılhaç vasıtasıyla yaptıkları yardımlar ise genellikle Müslümanların ellerine ulaşmıyordu. Bazı yetkililer Kızılhaç’a verilen yardımların Sırplara teslim edildiğini onların da bunları parayla sattıklarını duyurdular. Bosna-Hersek’e yapılan yardımları koordine eden Merhamet teşkilatının Sancak temsilciliği, Sırbistan ve Karadağ kızılhaç teşkilatlarını BM’e şikayet ederek bu teşkilatların Müslüman mültecileri Sırp çetniklerine teslim ettiklerini ileri sürdü.
 
---> Boşnak Katliamı...

SREBRENİTSA - 11 Temmuz, tarihin gördüğü en büyük soykırımlardan biri olan Srebrenitsa’nın onuncu yıldönümü. Birkaç günde katledilen 8 bini aşkın erkek ve gençten geriye, kimliği dahi tespit edilemeyen ve çoğu torbalarda saklanan milyonlarca kemik kaldı. Katiller serbest, öldürülen masum insanların kemikleri torbalarda, yakınlarını kaybetmiş Boşnak kadınlar ise gözyaşlarıyla kayıplarını arıyor.

Tuzla kent merkezinde prefabrik bir yapı... Sokağa girildiği anda burun direğini kıran kesif bir koku yükseliyor binalardan.Soğuk hava tertibatına sahip binalar, araçlar; bir uzay üssünde çalışıyormuş gibi özel kıyafetler giymiş, ağızları maskeli insanlar...


Yoğun bir tempoda çalışıyor insanlar; çünkü raflarda bekleyen 6 bini aşkın ceset torbası var. Burası Srebrenitsa’nın bakiyesi. Çalışanlar adli tıp uzmanları, ceset torbalarında bekleyenler ise Srebrenitsa’daki toplu mezarlardan çıkartılan Boşnaklara ait kemikler. Merkez, görenlerin kanını donduracak cinsten. Poşetlerde milyonlarca kemik incelenmeyi bekliyor. Türkiye’de patates poşetlemekte kullanılan kırmızı filelerde kafatasları, kemikler, cesetlere ait eşyalar var. Uluslararası Kayıp Kişiler Komisyonu’nun proje koordinatörü Zlatan Şabanoviç, depolarında kimliği tespit edilmeyi bekleyen 6 bini aşkın insana ait milyonlarca kemik olduğunu, bir cesedin kime ait olduğunu bulabilmek için bazen yıllarca uğraştıklarını, bütün akrabaları öldüğü için DNA testi yapılamayacak, dolayısıyla kimliği hiç belli olmayacak yaklaşık 4 bin kişi olduğunu anlatıyor. Poşetlerde kemikler, sabırla çalışan adli tıp uzmanları, dışarıda ‘bulduk’ haberini bekleyen binlerce Boşnak.

Visoko, Saraybosna’ya 45 dakika mesafede küçük bir kasaba. Buradaki bir hangarda da yoğun bir çalışma var. Bir yandan üzerinde barkod olan ceset torbaları giriyor, bir yandan da tabutlar. Tuzla ve Saraybosna’daki DNA merkezlerinde kimlikleri tespit edilen 610 Boşnak’a ait kemikler özenle tabutlara yerleştiriliyor. Sonra da yeşil örtüyle kapatılan tabutların üzerine barkod numarası yazılıyor. Görüntü, tsunami benzeri felaket yaşamış bir bölgeye aitmiş gibi. Fakat, yaşanan doğal bir afet değil. Dünyanın gözü önünde katledilen binlerce Boşnak’ın son yolculuğuna hazırlandığı yer burası. Toplu mezardan çıkartılan bir Boşnak’ın DNA merkezinde 4 yıl kadar süren bekleyişi son buluyor.

Bosna’nın Sırbistan sınırına yakın şehirlerinden Srebrenitsa yakınlarındaki Potaçari köyü girişi... İş makineleri sıra sıra mezarlar kazıyor. Ellerinde harita olan işçiler yerleri belirliyor, diğerleri de kazma kürekle mezarları hazırlıyor. Manzara ürpertici. Sıra sıra kazılmış yüzlerce mezar. İşçiler acele ediyor; çünkü hazırlanması gereken 610 mezar var.

Srebrenitsa’da, Tuzla’da, Saraybosna’da ve diğer şehirlerde... Binlere evde acılar tazeleniyor. Yüzlerce aile yıllardır beklediği güne hazırlanıyor. Anneler evlatlarını, genç kadınlar eşlerini ve çocuklarını son yolculuğuna uğurluyor. En azından başında dua okuyabilecekleri bir mezar olduğu için şükrediyorlar. Bu manzaralar Srebrenitsa’da yaşanan soykırımının onuncu yıldönümünde gelinen noktanın özeti. Dünyanın gördüğü en büyük katliamlardan birine şahit olan Srebrenitsa’da gündem hâlâ kayıplar, dönülemeyen evler, kimliği belirlenemeyen cesetler ve bir türlü bulunamayan savaş suçluları.
 
---> Boşnak Katliamı...

40246_337_200.jpg

BM askerlerine güvenmekle hata ettik

Srebrenitsa’daki Boşnakların kendilerini koruyan BM askerlerine güvenmekle büyük hata ettiğini belirterek, “Sırplar adım adım şehre yakın köyleri alıyor, kenti bombalıyorlardı. Bunlar olurken BM komutanları ‘Korkmayın, siyasi çözüm bulununcaya kadar korumamız altındasınız. Sırplar saldırırsa uçaklarımızla onları bombalarız.’ diyordu. Ama, 6 Temmuz’da dört bir taraftan şehre saldırdılar. BM askerleri tek kurşun bile atmadı. Üstelik kendini savunmak isteyen Boşnaklara engel oldular, az sayıdaki silaha da el koydular.” diyor. Sürekli BM askerlerinin yanında olduğu için hadiselerin içinde yaşayan Hasan Nuhanoviç, Sırpların gelişmiş tank ve toplarına rağmen şehirdeki Boşnakların bir top ve sadece 56 mermileri olduğunu, BM askerlerinin bu topu Sırp askerlerine bildirerek imha etmelerine göz yumduğunu söylüyor.

En büyük katliamın 11-12 Temmuz 1995’te yaşandığını dile getiren Nuhanoviç, dünyanın üç günde 10 bine yakın insanın katledilmesine inanmak istemediğini; fakat Srebrenitsa’da tarihin gördüğü en büyük katliamın yaşandığını hatırlatıyor: “Şehri ele geçiren Sırp askerleri, bir merkezde topladıkları kadın ve erkekleri önce ayırdı. Sonra erkekleri dışarı çıkardılar. Bir kısmını hemen orada öldürdüler bir kısmını da ormana doğru götürdüler. Kadınların otobüs ve kamyonlara doğru koşmasını istediler. Yaşananlar tam anlamıyla trajediydi.” Nuhanoviç, Hollanda askerlerinin olanları izlediğini; hatta bazılarının yardım ettiğini ileri sürüyor: “Boşnakları korumakla sorumlu Hollanda askerleri Sırp Çetniklerden emir alıyordu. Sırpların bir kısmı BM üniforması giymişti. 13 Temmuz’da içinde kardeşimin de olduğu 5 bine yakın Boşnak’ı toplama merkezinden çıkardılar. Merkezin önünde erkekleri öldürdüler. Aynı gün, aynı yerde hem annemi hem kardeşimi kaybettim. Hollanda askerlerinin Boşnaklara yaptığı en büyük kötülük, olup bitenleri gizlemeleriydi. Dünya, burada ne olduğunu uzun süre öğrenemedi.” Hasan Nuhanoviç’e göre, Potaçari’de katliamlar yaşanırken şehirde BM ve Hollanda bayrakları dalgalanıyordu.


10 yıldır her gün ağlıyorum

Pek çok olayı yaşamasına rağmen Savaş Suçları Mahkemesi’ne tanık olarak çağrılmadığını, kendisini dinleyecek makam bulmakta zorlandığını belirten Hasan Nuhanoviç, “Kitabı 2002’de bitirdim, ama bastıracak yayınevi bulamadım. 1998 ve 2000’de Amerikan Kongresi’nde ifade verip yaşananları anlattım. Ama, Batı dünyası görmek istemediği için bütün anlattıklarım havada kaldı.” diyor. Soykırımını ayrıntılarıyla anlattığı için Sırplardan sürekli “Seni o zaman öldürmeliydik.” şeklinde tehdit aldığını belirten Nuhanoviç, Sırpların Boşnakları öldürürken “Türklerden intikamımızı aldık.” diye konuştuğunu, olaylar sonrasında cesetlerin yerlerinin birkaç kez değiştirildiğini anlatıyor: “Srebrenitsa’nın polis şefi Mane Curiç, BM askerlerinin gözü önünde ölüme gönderilecekleri seçen kişiydi. Savaş bitti ama o Srebrenitsa’nın güvenlik şefi olarak kaldı. Ne ABD ne de AB bu konuda bir şey yaptı. Mladiç’in yeri biliniyorken ABD askerleri gidip almadı.”

“Haberleri izlemek için televizyonu açtığımda on yıldır ardından gözyaşı döktüğüm küçük oğlumu gördüm. Çok zayıflamış, bitkin düşmüştü. Sırp Çetnikleri onları bir arabadan indiriyordu. Önce dördünü kurşuna dizdiler. Sonra oğlumu gördüm. Yanındakini de öldürdükleri zaman geriye döndü. Sanki yardım istiyordu. Oturduğum yerden televizyona doğru koştum ama ikinci adımda bayılmışım. Oğlumu da kurşuna dizmişlerdi.”

Bu ifadeler Nura Alispahiç’e (61) ait. Çocuklarını kaybeden binlerce Boşnak anne gibi aradan geçen yıllar acısını dindirmemiş. Onu diğerlerinden daha fazla etkileyen olay, iki yıl önce DNA testiyle kemikleri bulunan küçük oğlunun katledilişini televizyondan izlemek zorunda kalması. Tuzla kenti yakınlarındaki mülteci kampında kızı Makbule ile yaşayan Nura Alispahiç, haberleri dinlemek için açtığı televizyonda, küçük oğlu Azmir’in öldürülüşüne şahit oldu. Aslında oğlunun şehit edildiğini biliyordu ama görüntülere kadar kabullenmek istememişti: “Binlerce kişi Hollanda askerlerinin bulunduğu fabrikaya sığınmıştık. Fakat, onlar bizi Sırplara teslim etti. Oğlum kuşatmayı yarmak için ormandan çıkış arıyordu. Ona son kez sarıldığım anı unutamıyorum.”

Azmir’in cesedi 1999’da toplu mezarda bulunur, 2003’te de Potaçari’deki şehitliğe defnedilir. Büyük oğlu ise Tuzla bombardımanında şehit olur. Eşi Aliya ise 1993’te şehit olmuştur. Nura Alispahiç, kalp rahatsızlığına iki evladını şehit vermenin verdiği acı eklendiği için ciddi sağlık sorunları yaşıyor, çocuklarının mezarına gidip dua okuyamıyor, mahkemeye tanık olarak çıkamıyor. Hiçbir sosyal güvencesi yok; “Kızım ve torunlarımla birlikte bize 175 Euro veriyorlar. Üç yılda iki kez evimiz değişti. Seneye de bu evden çıkartacaklar. Nereye gideceğimizi bilmiyorum. Bütün dünyanın gözleri önünde katledildik. Yıllardır çile çekiyoruz.”

Nura Alispahiç’in kızı Makbule o dönemde 26 yaşındaymış. Yaşanan hadiseler için “Sırplar her şeyi planlamış. BM askerleri bizi uyuttu. Biz ölüme giderken onlar şakalaşıyordu. Bizi Tuzla’ya götürecek otobüslerin şoförleri bile Sırp’tı. Yolda Çetnikler otobüsü durdurduğunda şoför, seçip istediğinizi alın, diye kapıları açıyordu.” diyor.


Katliama göz yuman Batı dünyasından umudum yok

Katliam mağdurları için çalışan örgütlerin başında Srebrenitsalı Anneler Derneği geliyor. Dayton Anlaşması’ndan sonra 1996’da yakınlarını kaybeden Srebrenitsalı annelerin kurduğu derneğin amacı, Sırpların katlettiği 10 bin 701 Boşnak’ın kimliklerini tespit etmek ve mezarlarını yapmak. Şimdiye kadar yaklaşık 4 bin kişinin kimliği belirlenmiş. Derneğin başkan yardımcısı Kada Hotiç, hâlâ açılmayı bekleyen 30 ayrı toplu mezar olduğunu, son Müslümanın kimliğinin belirlenip mezarı yapılıncaya kadar çalışmalarının süreceğini söylüyor. Uluslararası kuruluşlar ve Bosna’da çalışan çokuluslu güçlerle işbirliği yaptıklarını belirterek, “Bir bilgi merkezi oluşturduk. Yaklaşık 12 bin kişi bize yakınlarının bulunması için dilekçe verdi. Kayıpların kaybolma tarihini, nerede nasıl kaybolduğunu, hayatta kalan yakınlarının irtibat bilgilerini toplayıp kayıplar komisyonuna veriyoruz.” diyor.

Konuşurken zaman zaman gözyaşlarına hakim olamayan Hotiç, kocasını, çocuklarını ve çok sayıda yakın akrabasını 11 Temmuz’da kaybetmiş. Yakın zamanda toplu mezarlarda eşi ve eşinin yakınlarının kemiklerini bulmuş; ama oğlu ve kardeşinden hâlâ haber yok. Savaş Suçları Mahkemesi’nden umutlu olmadığını söylüyor: “Katliama göz yuman Batı dünyası suçluları bulup yargılayacak mı? Hayır. Yaşananlar bütün çıplaklığı ile ortada; ama muhatap bulamıyoruz. Hiçbir Batılı kurum yaşananları katliam olarak kabul etmek istemiyor. 1042 çocuk hâlâ kayıp. 570 kızımız tecavüz edilip öldürüldü. Gözlerimizin önünde erkeklerimizi kurşuna dizdiler. Ortamdan korkup ağlayan küçük bir çocuğu annesinin kucağından alıp öldürdüler. Bunların şahidi binlerce kişi var; ama muhatap alan yok.”


Hayatta tek başına kalmak!

Srebrenitsalı Anneler Derneği çalışanlarının tamamının benzer hikayeleri var. Her anne ortalama 10 dan fazla yakınını kaybetmiş , ardından hiçbir iz bulamamış. Munira Sipahiç’in ailesinden 24 kişi, Necibe Salihoviç’in ailesinden 30 kişi kaybolmuş. Salihoviç ailesinden hiç kimseye ulaşılamamış.

Bugün Sırpların yoğunlukta olduğu bir kent olan Srebrenitsa’ya dönebilen birkaç yüz Boşnak’tan biri Hatice Muhammedoviç. Aynı zamanda Srebrenitsalı Anneler Derneği temsilcisi olan Hatice Hanım, kocası ve çocukları başta olmak üzere kendisinin ve eşinin ailesinden yüzden fazla şehit vermiş. Şimdi hayatta tek başına. Yaşadıklarını anlatırken gözyaşlarına hakim olamıyor. Eşinin ve oğullarının kuşatmadan çıkmak için ormana dağıldığını ve bunun onları son görüşü olduğunu anlatırken, “On yıldır her gün aynı acıyı yaşıyorum. Onları büyütüp düğünlerini yapmayı hayal ederken şimdi bir mezarları olması için çalışıyorum.” diyor. Hatice Muhammedoviç geçtiğimiz günlerde aldığı bir haberle buruk bir sevinç yaşadı. Çünkü iki oğlunun kemikleri bulunmuştu. DNA testleri sonucu çocuklarına ait olduğu tespit edilebilen kemikler bu yılki törenlerde defnedilecek. Artık başlarında Fatiha okuyabileceği mezarlara sahip olduğu için şükrediyor.
 
---> Boşnak Katliamı...

SREBRENICA09.jpg

Kezzap dökülen cesetler var

Binlerce kayıp yakınının gözü aslında yıllardır Amur Marşoviç’in üzerinde. Zira, Bosna Hersek Kayıplar Komisyonu Başkanı olan Marşoviç, bütün mesaisini kayıp kişileri bulmaya harcıyor. Onun verdiği bilgilere göre, savaş sırasında 27 bin 734 kişi kayboldu. Bunların yüzde 92’si Boşnak, yüzde 6’sı Bosna Sırpı ve yüzde 1,7’si Bosna Hırvatlarından. Kayıplar arasında bir de Şaban Hüseyinov adlı bir Makedon Türkü var. Bu kayıpların yüzde 13’ü bayan. Tüm kayıpların yüzde 90’ı sivil. Amur Marşoviç’e göre, bu veriler yapılanın planlı bir imha çalışması olduğunu ortaya koyuyor: “366 toplu mezar tespit ettik. Hepsi de Sırp bölgesinde. Crni mezarlığından 629 kişi çıkardık. Çançari’den 506 kişi... Bugüne kadar tahminen 20 bin kişinin cesedine ulaştık. Tahminen diyorum çünkü bir kişiye ait ceset 30 kilometre çapında üç farklı mezarda çıktı. Üstelik birkaç kez yer değiştiren cesetlere de rastladık. İş makineleriyle parçalanmış kemikler bulduk. Böyle bir caniliği Naziler bile yapmamıştı.”

Yaptıkları çalışmalar sayesinde cesedi bulunan 20 bin kişiden 13 bininin kimliğini tespit ettiklerini, halen 6 bin 500 kişinin de cesetlerinin kimlik tespiti için laboratuvarlarda beklediğini; fakat asıl zorluğu DNA örneği alacak hiçbir yakını kalmayan kişilerin kimlik tespitinde yaşadıklarını söylüyor. Amur Marşoviç’e göre, yaklaşık 4 bin kişinin kimliği asla bilinemeyecek: “İki tür kemikten kimlik belirleyemeyeceğiz. Birincisi Zvornik yakınlarında bulduğumuz bir toplu mezardaki kemikler. Bunlar gömüldükten sonra üzerine kezzap dökülüp eritilmişler. İkincisi ise DNA örneği alacak bir tek ferdi bile kalmayan aileler. Yaşayan hiçbir ferdi kalmayan ailelere ait kemiklerden kimlik tespiti yapamayacağız.”

Bosna’da bulunan büyükelçilere toplu mezarları tek tek gezdirdiğini, çalışmalarını rapor halinde hepsine sunduğunu, yapılanın planlı bir soykırımı olduğunu her platformda anlattığını; fakat Batı dünyasının katliama göz yumduğu gibi gerçeği kabul etmeye de yanaşmadığını söyleyen Marşoviç, “Her gün binlerce insan ‘Acaba oğlum, eşim, babam bulunacak mı?’ diye güne başlıyor. Yaşananlar delilleriyle ortada. Ama kimse katliam ve Srebrenitsa kelimelerini yan yana getirmeye yanaşmıyor. Bizi en çok bu yaralıyor. Tekrar birlikte yaşayacak isek bunun yolu katliamın kabulünden geçer.” diyor. Marşoviç’e göre, Srebrenitsa konusunda bir başka çelişki ise şöyle: “Ermeni katliamı diye Türkiye’yi köşeye sıkıştırıyorlar. Oysa olayı tarihçiler değil parlamentolar tartışıyor. Tamamen siyasi kararlar alınıyor. Oysa Srebrenitsa katliamı on yıl önceydi ve bütün şahitleri daha burada. Srebrenitsa’yı tarihe gömmek ve örtbas etmek istiyorlar.”

srebrenica00fv8.jpg

Raflarda 6 bin 500 ceset bekliyor

Sırpların vahşice öldürdüğü binlerce Boşnak’ın kimlik tespit çalışmaları ancak ileri DNA teknikleriyle mümkün olabiliyor. Çünkü cesetler bulunmasın diye birkaç farklı mezara parça parça gömüldü. Bosna genelinde kaybolan 25 bin 753 kişi için çalışmalarını sürdüren Uluslararası Kayıplar Komisyonu (International Commissions of Missing Persons) bugüne kadar 7 bin 767 kişinin kimliğini tespit edebildi. 2000 yılından bu yana yapılan çalışmalarda 71 bin kişiden DNA örnekleri aldıklarını, bu verileri mezarlardan çıkan kemiklerin DNA’ları ile karşılaştırdıklarını anlatan ICMP Direktörü Adin H. Jasarogiç, “Komisyon 1996’da kuruldu. Şimdiye kadar Srebrenitsa başta olmak üzere tüm eski Yugoslavya’dan kan örnekleri topladık. Onları, kemiklerden aldığımız örneklerle karşılaştırıyoruz.” diyor.


Birbirine karışmış kemiklerle karşılaşıyoruz

Srebrenitsa ve Tuzla’da birer merkezi bulunan organizasyonun bünyesinde çok geniş bir adli tıp uzmanı kadrosu var. Ülke genelinde bulunan bir tek kemik parçası bile burada detaylı bir değerlendirmeye tabu tutuluyor, binlerce örnekle karşılaştırılıyor. Milyonlarca kemik parçası tek tek barkodlanıyor ve her bir cesede ait bütün kemikler tamamlanıncaya kadar depolarda tutuluyor. Çok titiz bir çalışma yürüttüklerini anlatan Jasarogiç, “Ülke geneline yayılmış sahra ekiplerimiz verileri toplayıp merkeze yolluyor. Fakat DNA örneği alacak bir tek aile bireyi bile bulamadığımız binlerce vaka var. Boşnakların dağıldığı Avrupa ülkelerinde de DNA örnekleri topladık. Ama, hiçbir DNA örneğine ulaşamadığımız çok sayıda vaka var. Ailelerin çok dağılması da bir başka önemli faktör. Dosyalarını kapatamadığımız için de araziden yeni kemikler getiremiyoruz, yeni mezarlar açılamıyor.” diyor.

Proje koordinatörü Zlatan Şabanoviç ise depolarında halen 6 bin cesede ait kemik örneklerinin olduğunu hatırlatarak, “İşimiz hiç kolay değil. Çünkü cesetler paramparça olmuş. Bazen tek cesede ait kemikleri birden fazla bölgeden topluyoruz. Birbirine karışmış kemiklerle karşılaşıyoruz. Bu da katliamın delili.” diyor.


Dönülemeyen evler

Savaşın üzerinden neredeyse on yıl geçti. Yerlerinden ayrılan yüz binlerce mülteci Bosna için hâlâ ciddi bir sorun. Dönüşün neredeyse yok denecek kadar az olduğu bölge ise Srebrenitsa. Müslümanların yoğun olarak yaşadığı bölgede dönüşler ciddi oranlarda sağlansa da Srebrenitsa gibi sıkıntılı şehirlerde dönüşler çok az. Şehir merkezine bugüne kadar 600 kadar Boşnak dönebilmiş, köylere ise 1300 civarında kişi... Bosna genelinde mültecilerin geri dönüşleriyle ilgili en yetkili kurum BM Mülteciler Yüksek Komiserliği. Komiser Semih Bülbül’ün verdiği bilgiye göre, 1992’den itibaren yaklaşık 2 milyon insan yerinden oldu. Bu insanların geri dönüşleri ancak 1996’da başladı. Bugün, 450 bini yurtdışından olmak üzere 1 milyon kişinin evlerine döndüğünü belirten Bülbül, geri dönüşlerin önünde ciddi engeller olduğunu söylüyor: “En büyük engel döndüklerinde oturacak bir evlerinin olmaması. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği dönmek isteyenler için mali destek sağlıyor. Çok yaşlı ve kendi kendine bakamayacak durumda olanların olanların evleri restore ediliyor ve bunlara iş kurmaları için bir miktar yardımda bulunuluyor. Şu anda 6 tane Srebrenitsa’da, 12 tane de Bratunats’ta ev inşa ediyoruz.”

Uluslararası camianın Bosna’da sorunların çözümü için geri dönüşlerin bir an önce bitirilmesi gerektiğine inandığını; bu sebeble Avrupa Kalkınma Bankası’nın mültecilerin konut sorununun çözümü için 8 milyon Euro ayırdığını anlatan Semih Bülbül, 2006 sonuna kadar eski evlerine dönmek isteyenlerin yerleştirilmesinin planlandığını söylüyor.


Srebrenitsa’yı yeniden inşa edeceğiz

Bosna Hersek’in Sırp bölgesinde yer alan Srebrenitsa aslında oldukça küçük bir kasaba. Savaş başlamadan önce 36 bin kişi yaşıyordu ve nüfusun 20 bini Boşnaklardan, 8 bini Sırplardan, geri kalanlarsa Hırvatlar ve diğer etnik gruplardan oluşuyordu. Savaşın başlamasıyla civar köylerdeki Boşnaklar da Sreprenitsa’ya sığındı ve nüfus 50 bini aştı. 11-16 temmuz 1995 tarihinde meydana gelen olaylarda 8 bin Srebrenitsalı hayatını kaybetti. Korunmuş bölge olarak kabul edilen civar bölgelerde ise yaklaşık 5 bin kişi hayatını kaybetti.

10 bini aşkın insanı birkaç günde kaybeden Srebrenitsa bugünlerde yaralarını sarmaya çalışıyor. Şehrin Boşnak Belediye Başkanı Abdurrahman Malkiç, katliamın üzerinden on yıl geçmesine rağmen Boşnakların dönemediğini, bugün şehrin nüfus dengesinin Sırpların lehine değiştiğini söylüyor: “2000’den bu yana sadece 3 bin Boşnak şehre dönebildi. Şu anda şehirde 10 bin kişi yaşıyor ve 6 bini Sırp. Müslümanlar dönemiyor çünkü ne evleri, ne işleri, ne de aileleri kaldı. Belediyenin bütün evleri yapmaya yetecek kadar imkanı yok. Bu yüzden dış destek şart.” Güvenlik sağlansa da katliam yüzünden Boşnakların artık Sırplara sırtını dönemeyeceğini belirterek, “Burada tarihte eşi benzeri olmayan bir katliam yaşandı. Eskisi gibi olması mümkün değil. Ben 5 ay esir kampında kaldım, bunun bir ayı hücre cezasında geçti. Çekmediğim işkence yok. Ama biz buradan giden bütün Boşnakları geriye getirmek istiyoruz.” diyor. Sırp tehdidinin sürdüğünü, şimdiye kadar ciddi olay olmasa da bunun Sırpların uslandığı anlamına gelmediğini dile getiriyor.

1992-1995 arasında inanılmaz bir vandalizme sahne olan, çoluk çocuk binlerce insanın öldürüldüğü Bosna’da yaralar henüz sarılmış değil. Aradan geçen 10 yılda başarı sağlanmış çok fazla konu yok. Adeta sorunların üzeri örtülmüş. Her gün “Acaba bugün bir haber alır mıyım?” diyen binlerce Boşnak anne ise gözyaşlarını içine akıtmaya devam ediyor. Binlerce insanın öldürülmesi emrini veren Mladiç ve Karadziç ise hâlâ serbest.
 
---> Boşnak Katliamı...

Avrupa ülkelerinin ABD’nin ve BM NATO AT gibi uluslararası teşkilatların olaylara doğrudan müdahalede bulunmaktan kaçınmalarından cesaret alan ve dolayısıyla BM’nin girişimleri ile gerçekleştirilen ateşkes anlaşmalarını da bir gün sonra hemen bozan Sırp milisleri saldırı çemberlerini gittikçe genişlettiler

sağolsunlar çok yardımcı olmuşlar ..çkçk

teşekkürler endless
 
---> Boşnak Katliamı...

Onlar Batı insanı,medeni Avrupalılar.Bu vahşeti yapanları da olaylara sessiz kalanları da Allah kahretsin.
bu vahşeti daha iyi anlamak için Alexandra Cavelius-Leyla kitabını okumanızı tavsiye ederim.
Allah rahmet eylesin katledilen kardeşlerimize.
 
---> Boşnak Katliamı...

trt avaz da Ölüm Yolu diye bi program yapmışlar onu izlerken duygulandım dedim sizlerle de bu duyuları paylaşayım..ne demek..ilgilenmen yeter.

Sen ben ilgilenmeyecekte kim ilgilenecek bacım. Bu yüzden diyorum ya arada sırada bizim Milletimizi Dürtmek gerek. Tamam herkes Milliyetçi herkes Vatan'ı için ölümü göze alır fakat bunu bazılarına hatırlatmak gerek.

EyvAllah
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst