Biz bunları hak etmek için ne yaptık...?

LaNéDLy qHz

Bayan Üye
Allahın Rasûlu bir gün, Mescid-i saâdette oturmaktaydı. Etradında sahabîler sarayının sultanları Hazret-i Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Âişe ve Fâtıma da vardı. Ve daha niceleri, niceleri.
Kâinatın Efendisi buraların ve ötelerin en ince hikmetleri üzerine sohbet ediyordu. Gönüllere gayb incilerinin yağdığı bir anda Allah Rasûlu ciddi şekilde ağlamaya başladı. Mubârek gözlerinden şebnem damlası gibi yaşlar akıyor, sakalını ıslatıyordu. bu Hâlı gören hilm âlemi Hazret-i Ebu Bekir (radiyallâhu anh):
- Ey Allah’ın Rasûlü, dedi; anam babam size feda olsun, niçin ağlıyorsunuz?
- Yâ Ebâ Bekir! Ben ağlamayayım da kim ağlasın? Ümmetimin önünde çok uzun ve tehlikeli bir yol vardır, hem de ümmetim günaha dalmıştır.

Rikkat ve merhamet madeni Hazret-i Ebu Bekir’in göz pınarı da akmaya başladı; gönlüne bir acâip ateş düştü, çırpınan bir alev gibi dalgalandı ve dedi:
- Ey Allah’ın Rasûlu, ey kokusu güzel Peygamber; senin mubârek canın müsterih olsun, sen üzülme. Emin ol ki, kıyâmet gününde ümmetinin günahları yüzünden işlerin sıkıştığı zaman ben ümmetinin bütün günahlarının yarısını yükleneceğim. Tâ ki, onların yükü hafiflesin, yolları açılsın.
Bu söz Hakkın nazlı Nebisinin hoşuna gitti, çiçekler gibi tebessüm buyurdular ve Hazret-i Ebu Bekir’in sırtını okşayıp onu senâ ettiler...
Sonra gözlerini cennet ışığı Hazret-i Ömer’e gözlerini dikip:
- Yâ Ömer, dediler; söyle bakalım, Ebu Bekir’in sözlerini işittin. Sen ümmetimin günahkârları hakkında ne yapabilirsin?
Cenâb-ı Ömer’in yüzünde pırıltılar nokta nokta oynaştı:
- Ey Allah’ın Rasûlü, dedi; Allah beni sana fedâ kılsın. Ben Ebu Bekir’in yaptığını yapacak kudret ve tâkatte değilim. Ne var ki, yine de ümmetinin günahlarının üçte birini yüklenebilirim!
Kâinatın Efendisi, ona da memnuniyetini belirttiler ve hayâ mâdeni Hazret-i Osman’a sordular:
- Yâ Osman, ümmetim hakkında sen ne yapabilirsin?
Çifte nur sâhibi Cenâb-ı Osman gönül gönül çağladı:
- Anam babam sana feda olsun, ey Allah’ın Rasûlu! Ben Ömer’in yaptığını yapmağa muktedir değilim. Fakat ben de, ümmetinin günahlarının dörtte birini yüklenebilirim!
Varlığın Sebebi olan Cenâb-ı Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem) memnuniyetini izhar ettiler. Sonra ilim ve hikmet kutbu Hazret-i Ali’ye hitap buyurdular:
- Ey Ali, ümmetim hakkında sen ne yapabileceksin?
Allahın yenilmez arslanı ve evliyalar sultanı Ali (radiyallâhu anh) cevap verdi:
- Ey Allahın Elçisi, ey Peygamberlerin İmamı, mahkeme-i Kübrâ’nın şefâat tacı!.. Benim elimden ancak mürüvvet çıkar. Ben de kıyâmet gününde Sırat tarafını tutacağım ve gelen isyankârları cehennem ateşine düşmekten alıkoymağa çalışacağım.

Allahın Rasûlunün mubârek yüzünde güneşler pırıldamaya başladı. Bu sözlerden öyle haz duydular ki, biraz evvel ki elem ve kederleri dağıldı. Sonra orada hazır bulunan Hazret-i Âişe’ye:
- Ya Aişe, dediler; Sen de söyle, ümmetimin isyankârları hakkında sen ne yapacaksın? Zira sen de onların annesi bulunuyorsun. Anneye de evlâdı için bir fedakârlık ister!..
İffet ve ismet timsâli Âişe (radiyallâhu anhâ) yaralı bir ceylân gibi çırpındı:
- Ey Allah’ın Rasûlü, ben Fâtıma’nın huzurunda ondan önce bir şey söyleyemem!
İnsanlık hurisi Cenâb-ı Fâtıma (radiyallâhu anhâ) derhal karşılık verdi:
- Sen anasın, ben evlâdım. Evlâd, anasının huzurunda anadan ondan evvel konuşamaz!
Hazret-i Âişe’nin dudakları bir yay gibi gerildi:
- Yâ Fâtıma, dedi; ne diyorsun sen? Ben nasıl konuşabilirim ki, o kimsenin yanında, onun hakkında Allah’ın Rasûlü şöyle buyurmuştur:
Fâtıma benden bir parçadır!
Peygamberin nazlı kızı, ve derinlik ve incelik timsâli Fâtıma hemen mukabele etti:
- Ben nasıl konuşurum o kimsenin yanında ki onun hakkında Kainatın Efendisi şöyle buyurmuştur:
Âişe'nin sâir kadınlara üstünlüğü tiridin sâir yemeklere üstünlüğü gibidir!..
Ulviyet mâdeni Cenâb-ı Âişe ak çiçekli bir gül dalı gibi titredi:
- Allah’a yemin ederim ki, dedi; ben senden evvel konuşmam, yâ Fâtıma!...
Gökler dolusu saâdetin sâhibi Fâtıma-i Zehrâ (radiyallâhu anhâ), konuşmak zorunda kalınca şöyle dedi:
- Ey benim Babam! Ümmetin hesap vermek için hazırlandığı sırada, sen beni mizan başında göreceksin!
- Ey gözümün nûru kızım, orada ne yapacaksın?
- Eğer ümmetinin günahları ağır basar, tâatleri hafif gelirse, zehirlenerek şehid edilen ciğerpârem Hasan’ın zehire bulanmış gömleğini de sevap kefesine koyacağım ( ki o sırada Hazret-i Hasan ve Hüseyin daha çocuk idiler). Yine kâfi gelmez ise, üstümde, başımda ne varsa hepsini mîzana koyacağım.Tâ ki ümmetinin sevap ve tâati üstün gelsin!

Peygamberler Peygamberi bu cevaptan pek hoşlandılar ve Hazret-i Âişe’ye hitaben buyurdular:
- Ey müminlerin annesi, söyle artık, ümmetimin günahkârları hakkında sen ne yapacaksın?
Sıdk cevheri Âişe (radiyallâhu anhâ):
- Ey Allahın Rasûlü, dedi; O günde zannetmem ki, bu hale göre bana ihtiyaç kalsın!
Nihayatsiz olan mülkün seyyidi yine sordular:
- Şayet lüzum ve ihtiyaç hâsıl olursa nasıl yapacaksın, yâ Âişe?
- Söylemek istemiyorum, ey Allah’ın Resûlü!
- Yâ Âişe! Baban Ebâ Bekir’in hâtırı için söyle!
- Söylemem!
- Ömer’in hâtırı için söyle!
- Söylemem!
- Osman’ın hâtırı için söyle!
- Söylemem!
- Ali’nin hatırı için söyle!
- Hayır söylemeyeceğim, ey Allah'ın Rasulü!
- Öyle ise, Fatıma için söyle!
- Yine de söylemeyeceğim!
- Yâ Âişe, peki kimin için söyleyeceksin?
- Ey Allah’ın Resulü, dedi; Allah için söyleyeceğim!
Ve hemen bir buğu süzülüp kendi hücresine girdi. Arkasından hayretle bakıp durdular.
İçeri girer girmez seccadesi üzerine oturdu, ellerini ulvilik âlemlerine açtı. Yüce Allah’a yalvarmaya başladı. Hem duâ ediyor, hem de gözleri yaş döküyordu. Öyle içten, Öyle derinden niyaz ediyordu ki, âdetâ kendisinden geçmişti. Diyordu ki:
- Ey sermayesizlere sermaye veren Allah, ey ezeli ve ebedî hükümdar! Zât-ı ulûhiyetin hürmetine, nurun şerefine bana imdât et. Beni säen, bütün mü’minlerin anası kıldın. Kalbime hepsinin şefkatini koydun. Evet, beni mü’minlerin anası kıldın da , kalbime bir acâip sevgi ile yaktın. Bir ana hiçbir zaman evlâdının yanmasına râzı olamaz.
Ey gönlümü aşk ateşiyle yakan Allah, beni evlâdımdan ayrı bırakma, evlâdımı cehenneme atma!..
İffet timsali Âişe (radiyallâhu anhâ) zârı zârı ağlıyordu. Onun iniltileri Arş’ı titretti. Duâsı yüce gökler ülkesine ulaştı. Mekândan münezzeh olan yüce Allah, göklerin sultan meleği Cibrîl’e emir buyurdu:
- Koş, Habîbime haber ver! Âişe’nin duâsını kabul ettik!..
Cebrâil Aleyhisselâm bir anda yeryüzüne süzüldü. Şimşekten ve yıldırımdan daha çabuk geldi. Peygamberler Peygamberinin huzuruna çıktı ve dedi:
- Ey Allahın Rasûlu, ey kokusu güzel Peygamber! Cenâb-ı Hak sana selâm ediyor ve buyuruyor ki:
"Âişe’ye söyle, ey Habîbim! Sen benim Rasûlümün zevcesisin. Nasıl câiz olur ki, biz seni cehenneme atalım ve senin evlâdını yakalım? Biz kulumuza karşı ananın evlâdına olan şefkatinden çok daha şefkatliyiz! Kezâ, evlâdı anasından ayırmak olmaz. Yâ Âişe! Kalbin rahat olsun, gönlün hoş olsun."

Ulviyyetin bu derecesi. İşte sıdk cevheri Cenâb-ı Âişe böyle bir saâdetin de sâhibi.
Ey insan! Hazret-i Mustafa’nın yoluna gir de bin zevk elde et. Hakikat gözünü aç da nuru gör. İnsaf et de, nefsin heva ve hevesine uyma.




Mustafa Necati Bursalı - Hz. Âişe (radiyallahu anha)
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst