> Bir yaşam...
> Ömrü Siyah-Beyaz akıp geçen...
> İşte gerçek Beşiktaşlının hikayesi...
> Mehmet Hamdi Kanadlı'nın kaleminden...
>
> Memocuğum,
> Sol tarafımdaki boş yeri annen için kapatman çok iyi oldu. Sevindi kadın.
> Dile kolay, tam elli yıl bir yastığa baş koyduktan sonra, yeniden yan yana
> olma ihtiyacı hissediyor. Açıkçası, ben de seviniyorum bir yandan.
> Böylece -elli yıldan sonra- sonsuza kadar başının etini yiyebileceğim!
> Gülesin diye söylemedim bunu. Evet kulağa komik geliyor. Hatta sizin
> tabirinizle ironik ama ananla benim gerçeğim budur oğlum.
> Tut ki; kiminizin dediği gibi ben anana elli yıl boyunca hayatı zindan
> ettim. Peki sormazlar mı adama, ben gittikten sonra bu kadın neden sudan
> çıkmış balık gibi oldu? Şimdi ben yokum işte. Bugün de tam onüç ay oldu
> biliyorsun. Daha mutlu, daha huzurlu, daha dingin diyeniniz var mı? Artık
> sadece daha yalnızız evlat, sadece daha yalnız
> Hepsi hepsi tutunacak bir daldır istenen. Kolkola girip yürümek, sırt
> sırta verip uyumaktır. "Yüksel Hanım" diye seslenmektir mesela yerli
> yersiz, yada "Dündar Bey" diye sığınmaktır çoklukla.
> Gerisi hikaye, yaşadıkça anlayacaksın. Senin için öncelikli dileğim ve
> duam, yalnız yaşlanmaman olacaktır. Bak -öyle veya böyle- biz ananla tam
> elli yıl bir yastığa baş koyduk. Altı çocuk verdi bana ki dile kolay.
> Şimdi sizlere bakıyorum da bir tanesini bile hakkedemiyorsunuz, yalan mı?
> Şimdi diyeceksin ki devir değişti. Devri biz değiştirmedik oğlum, sizler
> değiştirdiniz! Ne de olsa her nesil kendi istediği devri yaşıyor. Bak
> bizim devrimiz kapandı size göre. Üstelik bir bir göçüp gidiyoruz. Bu
> yaşadığınız devir sizin eserinizdir, bunu unutma
> Umutsuzluğa kapılasın diye söylemiyorum bunları. Varsay ki ben yine deli
> deli konuşuyorum. Ne de olsa namımız 'Deli Dündar'. Deli demişken;
> başucuma 'Deli Dündar' yazdıracaksın değil mi? Bir de hani şu şarkıdaki
> gibi 'geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan' bir kara kartal resmi
> olsun. Sen, kartal heykeli falan diyorsun ama, istemem ben oğlum.
> Maazallah, Fenerli veletler kırar falan da, valla hortlatırlar beni, neme
> lazım
> Gerçi, bu mevzua hiç girmek istemezdim ama, biliyorum ki ta en başından
> beri kafanı kurcalamakta. Bir deli olarak baştan söyleyeyim; delilik ya
> yapılır, ya yapılmaz. İkisinin arası yoktur yani. Mutlak olan şudur ki
> evlat, delilik yapan hayıflanmaz, yaptığından da pişman olmaz! Hayıflanan
> adam, içinden geleni gereği gibi yapmayan adam, deli olamaz. Olsa olsa
> yalandan deli olur ki, bu da er kişiye yaraşmaz
> Hani o hastane döşeğinde güçlükle nefes alırken, elini sıkı sıkıya tutup
> sana "Maç kaç kaç" diye sormuştum hatırlıyor musun? Bunların ağzımdan
> duyacağın son kelimeler olabileceğini de tahmin ediyordun değil mi? Öyle
> olmasaydı hastaneden eve dönerken, ağlaya ağlaya maç dinlemezdin. İşte o
> an aklına geleni yapsaydın, şimdi böyle hayıflanıyor olmazdın. Sadece
> radyonun sesini sonuna kadar açıp, cepten arayarak "Baba dinle bak"
> diyecektin. Ölüm döşeğindeki adama maç dinletmek çok mu delice geldi sana?
> O tribünün sesini son kez duyabilmeyi istemek çok mu saçmaydı? Hani
> 'Beşiktaş bizim herşeyimiz'di? Öyleyse, arabanın içinde bir başına
> dinleyip ağlayacağına ne bok yemeye aramadın ulan..?
> Kusura kalma oğlum. Senden çok ben üzüldüm senin bu durumuna. Hani, seni
> ikide bir bana benzetip duruyorlar ya, inanma hiçbirine! Sen bana
> benzeyemezsin. Yani delilik bakımından. Çünkü sen -şimdilik- fazla
> düşünüp, fazla sorguluyorsun. Oysa ben senin yaşındayken daha da deliydim
> biliyor musun?
> Hani o malum gün koşup geldiniz ya başıma. Salonun ortasına yatırmışlardı
> beni boylu boyumca. Ve feryatlar, ağıtlar sarmıştı dört bir yanı. Ve sen
> hiç ağlamıyordun hani başucumda. Sanki dalmıştı gözlerin duvardaki o
> siyah-beyaz flamaya.
> Hani alıp onu takmayı düşünmüştün tabutuma. Ve en çok da onun altında
> yatarken görünce ağlamıştın içten içe. Hani onu bile yapamadın değil mi
> evlat, hani onu bile
> Ondan gayrı herşeyi yaptın çok şükür, Allah razı olsun. En küçük olarak
> sana düşmezdi belki beni yıkayıp, paklamak ya da ne bileyim rugan
> pabuçlarına aldırmadan o çamurlu çukura benden önce dalmak. Herşeyi iyi
> güzel yaptın da bir şeyler eksik kaldı sanki.
> Belki o ateist inadını kırıp, bir dua edebilirdin ardımdan. Ya da
> diğerleriyle birlikte saf tutabilirdin musalla taşının önünde. Hoş, çok da
> gerekli değil tabii ama, yine de insan arıyor böyle şeyleri. "Oğlu namaza
> durmadı" falan diye homurdandılar da "Size ne ulan!" diyemedim, işte ona
> yanıyorum biraz. Yoksa, inandığın şeylerin arkasında durman elbet hoşuma
> gitti. Ne de olsa Deli Dündar'ın sulbünden düşmüş adamsın .
> Hani sen, ben ve hoca o loş odada yalnız kaldık ya. Hani bir kalıp sabun,
> bir paket tuz ve pamuğa kalmıştı işim. Ve ben mermerden, oda benden daha
> soğuktu hani. Ve sırtımı sabunluyordu hoca o sarı süngerle. Ve sana
> dönüktü yüzüm, yanağım avucundaydı. Ve omzumdan tutuyordun sarılır gibi.
> Hani üşümüştü yüzüm, omuzum ısıtamıyordun. Su şarıldayıp, hoca
> mırıldanıyorken ezanlar yankılanıyordu. Ve beni hiç sarsmıyordun, kendin
> hıçkırıklarla sarsılırken. Ve kimseler duymadı ağladığını, ezanlar çın çın
> ötüp, su şarıldarken
> İşte orada gördüm ben seni evlat. Diğerlerinin görüp görmemesi hiç
> umurumda değil hani.
> Ne güzel bir Pazar'dı değil mi o gün? Güneş ne de güzel parıldıyordu geniş
> avlunun mermerlerinde. Sandukamın içi bile sıcacıktı. Keyifli bir
> uyuşuklukla yatıyordum öylece. Ve sen dikiliyordun yine başucumda. Ve kara
> gözlüklerinin ardında buğuluydu gözlerin. Ve tek bir şeye odaklanmıştın
> biliyorum. Tepemdeki üçgen çıkıntının ucunda baş kısmı yerine tam
> oturmamış o raptiyeye bakıyordun. Güneş vurdukça üzerime, bir tek o
> raptiye parıldıyordu gözüne. Çünkü, diğerleri gibi yeşil çuhanın içine
> gömülmemişti başı. Hafifçe çıkıktı sana doğru, sırayı bozup sırıtıyordu
> sanki. Hatırlıyor musun, sana ne diyordu o raptiye?
> "Hadi, bi koşu eve git. O flamayı kap gel ve işte tam buraya as"
> "Hadi" diye parıl parıl parıldadı gözlerinin içine. "Sen gidemiyorsan,
> birilerine söyle onlar getiri******" diye ısrar bile etti değil mi? Oysa
> sen ne dedin o raptiyeye?
> "Ya birileri bi laf eder, tatsızlık çıkarmayayım durduk yere!"
> Halbuki, bir önceki gece maçı dinletememenin pişmanlığıyla salonda için
> için yanarken, o flamayı benimle birlikte yollamaya pek bi kararlıydın.
> Neymiş efendim, "Birileri bir şey söylermiş!" Ulan, ailenin en küçüğü
> olmana rağmen sen bir şey isteyip, yaptın da -ben dahil- kim senin
> karşında durabildi? O an mı uslu çocuk olmaya karar verdin? Çok çok, o
> raptiye kadar bir çıkıntılık yapacaktın. Delilik falan da değildir bu
> yanlış anlama. Sadece, basit bir 'çıkıntılık', işte hepsi bu! Kuşkusuz
> sana "Etme, tutma" diyen de olurdu. Sen de onları "Siz karışmayın be" diye
> rahatlıkla başından savabilirdin, daha önce defalarca yaptığın gibi
> Şimdi tam hatırlamıyorum ama, o flama on-onbeş yıldır tepemde asılı
> dururdu. İşte o gün de tepemde asılı durmalıydı evlat. Bunu bir tek sen
> akıl edebilirdin, biliyorsun değil mi? Hatta sana son sözlerimde ipucu da
> vermiştim. Ama dedim ya, henüz bana benzemiyorsun
> Fakat görüyorum ki ümit var, sen sıkma canını. Öyle kırk fırın ekmek yemen
> falan da şart değil bunu bilesin. Kendini fazla kasma yeter. Hani
> karizmayı çizdirmekten falan da hiç çekinme. İmaj diye, karizma diye
> robotlaşıyorsunuz haberiniz yok! İçinizden geleni gereği gibi yapmıyor,
> ruhunuzu ortaya kayamıyorsunuz. Bari sen artık -onlara uyup da- böyle
> yapma.
> Tıpkı, o gece yaptığın gibi yap mesela. Hatırlıyorsun değil mi o geceyi?
> Hani Feneri yenip, kupayı almıştık. Maç bittiğinde öylece kalakalmıştın
> koltukta. Ne havalara fırlamış, ne de tezahürat yapmıştın. Şapkanın
> siperliğini indirip yüzüne, eğmiştin başını iyice göğsüne. Hani
> telefonunun yine çalmasını bekliyordun ama nafile. Ve biliyordun ki artık
> hiç çalmayacaktı. Hani bir hıçkırık kopup derinlerden, süzüldü formanın
> üzerine. Ve ne kadar ağladığını kimseler görmedi. İşte o an yine dürttü
> seni o raptiye. "Kalk ulan kalk" dedi sanki sertçe. Usulca kalktın ayağa
> büyülenmiş gibi. Ve yavaşça yürüyüp açtın pencereyi. Ve derin bir soluk
> alıp dinledin geceyi. Ve karanlığa baktın yaşlı gözlerle. Ve flamaya. Ve
> raptiyeye. Ve yüzüme baktın sessizce. Ve işte o an en gür sesinle
> haykırdın geceye "Siyah" diye evlat, "SİYAH" diye
> "İşte benim oğlum" dedim "Deli Dündar'ın oğlu"
> Daha sesinin yankısı sönmeden gecede, cep telefonun 'yeniden' çaldı değil
> mi evlat? İçeriden koşup gelen Seher'e hala çalan telefonu göstererek ne
> dediğini hatırlıyor musun?
> "Ben 'siyah' diye bağırdım ya, bak anında 'beyaz' geldi!"
> Telefonunun ekranında ne yazıyordu peki?
> "Anne - Baba arıyor"
> Sakın o raptiye, dokuzyüz kilometre ötedeki anneni de aynı anda
> dürtüklemiş olmasın! İşte o an son bir nefes hakkım daha olsaydı, sana
> "Beyaz" diye haykırabilmek için onu seve seve tüketir ve seni o numaradan
> arayan mutlaka ben olurdum
> Bilmelisin ki evlat, göğe savurduğun o 'siyah' bir kartal gibi karanlıkta
> süzülecek ve o keskin gözleriyle kendi 'beyazı'nı mutlaka bulacaktır.
> Yeter ki sen, içinden gelen o siyahı, gereği gibi savur. İşte o zaman
> senin o saf siyahın, gökyüzünde bir yerlerde kendi saf beyazına mutlaka
> kavuşacaktır. Ve göreceksin ki bir gün, yeni yeni pencereler açılacak ve
> yeni yeni siyahlar da savrulacaktır gökyüzüne. Belki de bir gün tüm
> Beşiktaşlılar sadece 'siyah' diye haykıracak biteviye. Çünkü bilecekler ki
> 'beyaz', artık hasretle bekliyor siyahını gökyüzünde
> O 'siyah' için sana ne kadar teşekkür etsem azdır evlat. Beş ay sonra ilk
> kez o gece rahat uyudum. Bir de "Ölümle yaşamı ayıran çizgi, siyahla
> beyazı ayıramaz ki" diye haykıran tribünün sesini mezar taşıma nakşedersen
> değme keyfime
> İşte böyle evlat. Birgün senin de isminin önünde bir lakabın olacaktır.
> Evet, 'deli' olmayacaktır belki ama, bu, hayatta -zaman zaman- delilikler
> yapmayacağın anl da gelmesin. Çünkü, hayata karşı tavrın her daim
> mantık çerçevesinde olmak zorunda değil. Yerinde ve zamanında yapacağın
> delilikler, bazen hayata karşı en sağlam, en tutarlı ve en renkli
> tavırların olabilir. Sadece siyah ve beyaz olsalar bile
> Baban,
> Nam-ı diğer,
> Beşiktaşlı Deli Dündar
> (17.06.1928 - 03.12.2005)
> Ömrü Siyah-Beyaz akıp geçen...
> İşte gerçek Beşiktaşlının hikayesi...
> Mehmet Hamdi Kanadlı'nın kaleminden...
>
> Memocuğum,
> Sol tarafımdaki boş yeri annen için kapatman çok iyi oldu. Sevindi kadın.
> Dile kolay, tam elli yıl bir yastığa baş koyduktan sonra, yeniden yan yana
> olma ihtiyacı hissediyor. Açıkçası, ben de seviniyorum bir yandan.
> Böylece -elli yıldan sonra- sonsuza kadar başının etini yiyebileceğim!
> Gülesin diye söylemedim bunu. Evet kulağa komik geliyor. Hatta sizin
> tabirinizle ironik ama ananla benim gerçeğim budur oğlum.
> Tut ki; kiminizin dediği gibi ben anana elli yıl boyunca hayatı zindan
> ettim. Peki sormazlar mı adama, ben gittikten sonra bu kadın neden sudan
> çıkmış balık gibi oldu? Şimdi ben yokum işte. Bugün de tam onüç ay oldu
> biliyorsun. Daha mutlu, daha huzurlu, daha dingin diyeniniz var mı? Artık
> sadece daha yalnızız evlat, sadece daha yalnız
> Hepsi hepsi tutunacak bir daldır istenen. Kolkola girip yürümek, sırt
> sırta verip uyumaktır. "Yüksel Hanım" diye seslenmektir mesela yerli
> yersiz, yada "Dündar Bey" diye sığınmaktır çoklukla.
> Gerisi hikaye, yaşadıkça anlayacaksın. Senin için öncelikli dileğim ve
> duam, yalnız yaşlanmaman olacaktır. Bak -öyle veya böyle- biz ananla tam
> elli yıl bir yastığa baş koyduk. Altı çocuk verdi bana ki dile kolay.
> Şimdi sizlere bakıyorum da bir tanesini bile hakkedemiyorsunuz, yalan mı?
> Şimdi diyeceksin ki devir değişti. Devri biz değiştirmedik oğlum, sizler
> değiştirdiniz! Ne de olsa her nesil kendi istediği devri yaşıyor. Bak
> bizim devrimiz kapandı size göre. Üstelik bir bir göçüp gidiyoruz. Bu
> yaşadığınız devir sizin eserinizdir, bunu unutma
> Umutsuzluğa kapılasın diye söylemiyorum bunları. Varsay ki ben yine deli
> deli konuşuyorum. Ne de olsa namımız 'Deli Dündar'. Deli demişken;
> başucuma 'Deli Dündar' yazdıracaksın değil mi? Bir de hani şu şarkıdaki
> gibi 'geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan' bir kara kartal resmi
> olsun. Sen, kartal heykeli falan diyorsun ama, istemem ben oğlum.
> Maazallah, Fenerli veletler kırar falan da, valla hortlatırlar beni, neme
> lazım
> Gerçi, bu mevzua hiç girmek istemezdim ama, biliyorum ki ta en başından
> beri kafanı kurcalamakta. Bir deli olarak baştan söyleyeyim; delilik ya
> yapılır, ya yapılmaz. İkisinin arası yoktur yani. Mutlak olan şudur ki
> evlat, delilik yapan hayıflanmaz, yaptığından da pişman olmaz! Hayıflanan
> adam, içinden geleni gereği gibi yapmayan adam, deli olamaz. Olsa olsa
> yalandan deli olur ki, bu da er kişiye yaraşmaz
> Hani o hastane döşeğinde güçlükle nefes alırken, elini sıkı sıkıya tutup
> sana "Maç kaç kaç" diye sormuştum hatırlıyor musun? Bunların ağzımdan
> duyacağın son kelimeler olabileceğini de tahmin ediyordun değil mi? Öyle
> olmasaydı hastaneden eve dönerken, ağlaya ağlaya maç dinlemezdin. İşte o
> an aklına geleni yapsaydın, şimdi böyle hayıflanıyor olmazdın. Sadece
> radyonun sesini sonuna kadar açıp, cepten arayarak "Baba dinle bak"
> diyecektin. Ölüm döşeğindeki adama maç dinletmek çok mu delice geldi sana?
> O tribünün sesini son kez duyabilmeyi istemek çok mu saçmaydı? Hani
> 'Beşiktaş bizim herşeyimiz'di? Öyleyse, arabanın içinde bir başına
> dinleyip ağlayacağına ne bok yemeye aramadın ulan..?
> Kusura kalma oğlum. Senden çok ben üzüldüm senin bu durumuna. Hani, seni
> ikide bir bana benzetip duruyorlar ya, inanma hiçbirine! Sen bana
> benzeyemezsin. Yani delilik bakımından. Çünkü sen -şimdilik- fazla
> düşünüp, fazla sorguluyorsun. Oysa ben senin yaşındayken daha da deliydim
> biliyor musun?
> Hani o malum gün koşup geldiniz ya başıma. Salonun ortasına yatırmışlardı
> beni boylu boyumca. Ve feryatlar, ağıtlar sarmıştı dört bir yanı. Ve sen
> hiç ağlamıyordun hani başucumda. Sanki dalmıştı gözlerin duvardaki o
> siyah-beyaz flamaya.
> Hani alıp onu takmayı düşünmüştün tabutuma. Ve en çok da onun altında
> yatarken görünce ağlamıştın içten içe. Hani onu bile yapamadın değil mi
> evlat, hani onu bile
> Ondan gayrı herşeyi yaptın çok şükür, Allah razı olsun. En küçük olarak
> sana düşmezdi belki beni yıkayıp, paklamak ya da ne bileyim rugan
> pabuçlarına aldırmadan o çamurlu çukura benden önce dalmak. Herşeyi iyi
> güzel yaptın da bir şeyler eksik kaldı sanki.
> Belki o ateist inadını kırıp, bir dua edebilirdin ardımdan. Ya da
> diğerleriyle birlikte saf tutabilirdin musalla taşının önünde. Hoş, çok da
> gerekli değil tabii ama, yine de insan arıyor böyle şeyleri. "Oğlu namaza
> durmadı" falan diye homurdandılar da "Size ne ulan!" diyemedim, işte ona
> yanıyorum biraz. Yoksa, inandığın şeylerin arkasında durman elbet hoşuma
> gitti. Ne de olsa Deli Dündar'ın sulbünden düşmüş adamsın .
> Hani sen, ben ve hoca o loş odada yalnız kaldık ya. Hani bir kalıp sabun,
> bir paket tuz ve pamuğa kalmıştı işim. Ve ben mermerden, oda benden daha
> soğuktu hani. Ve sırtımı sabunluyordu hoca o sarı süngerle. Ve sana
> dönüktü yüzüm, yanağım avucundaydı. Ve omzumdan tutuyordun sarılır gibi.
> Hani üşümüştü yüzüm, omuzum ısıtamıyordun. Su şarıldayıp, hoca
> mırıldanıyorken ezanlar yankılanıyordu. Ve beni hiç sarsmıyordun, kendin
> hıçkırıklarla sarsılırken. Ve kimseler duymadı ağladığını, ezanlar çın çın
> ötüp, su şarıldarken
> İşte orada gördüm ben seni evlat. Diğerlerinin görüp görmemesi hiç
> umurumda değil hani.
> Ne güzel bir Pazar'dı değil mi o gün? Güneş ne de güzel parıldıyordu geniş
> avlunun mermerlerinde. Sandukamın içi bile sıcacıktı. Keyifli bir
> uyuşuklukla yatıyordum öylece. Ve sen dikiliyordun yine başucumda. Ve kara
> gözlüklerinin ardında buğuluydu gözlerin. Ve tek bir şeye odaklanmıştın
> biliyorum. Tepemdeki üçgen çıkıntının ucunda baş kısmı yerine tam
> oturmamış o raptiyeye bakıyordun. Güneş vurdukça üzerime, bir tek o
> raptiye parıldıyordu gözüne. Çünkü, diğerleri gibi yeşil çuhanın içine
> gömülmemişti başı. Hafifçe çıkıktı sana doğru, sırayı bozup sırıtıyordu
> sanki. Hatırlıyor musun, sana ne diyordu o raptiye?
> "Hadi, bi koşu eve git. O flamayı kap gel ve işte tam buraya as"
> "Hadi" diye parıl parıl parıldadı gözlerinin içine. "Sen gidemiyorsan,
> birilerine söyle onlar getiri******" diye ısrar bile etti değil mi? Oysa
> sen ne dedin o raptiyeye?
> "Ya birileri bi laf eder, tatsızlık çıkarmayayım durduk yere!"
> Halbuki, bir önceki gece maçı dinletememenin pişmanlığıyla salonda için
> için yanarken, o flamayı benimle birlikte yollamaya pek bi kararlıydın.
> Neymiş efendim, "Birileri bir şey söylermiş!" Ulan, ailenin en küçüğü
> olmana rağmen sen bir şey isteyip, yaptın da -ben dahil- kim senin
> karşında durabildi? O an mı uslu çocuk olmaya karar verdin? Çok çok, o
> raptiye kadar bir çıkıntılık yapacaktın. Delilik falan da değildir bu
> yanlış anlama. Sadece, basit bir 'çıkıntılık', işte hepsi bu! Kuşkusuz
> sana "Etme, tutma" diyen de olurdu. Sen de onları "Siz karışmayın be" diye
> rahatlıkla başından savabilirdin, daha önce defalarca yaptığın gibi
> Şimdi tam hatırlamıyorum ama, o flama on-onbeş yıldır tepemde asılı
> dururdu. İşte o gün de tepemde asılı durmalıydı evlat. Bunu bir tek sen
> akıl edebilirdin, biliyorsun değil mi? Hatta sana son sözlerimde ipucu da
> vermiştim. Ama dedim ya, henüz bana benzemiyorsun
> Fakat görüyorum ki ümit var, sen sıkma canını. Öyle kırk fırın ekmek yemen
> falan da şart değil bunu bilesin. Kendini fazla kasma yeter. Hani
> karizmayı çizdirmekten falan da hiç çekinme. İmaj diye, karizma diye
> robotlaşıyorsunuz haberiniz yok! İçinizden geleni gereği gibi yapmıyor,
> ruhunuzu ortaya kayamıyorsunuz. Bari sen artık -onlara uyup da- böyle
> yapma.
> Tıpkı, o gece yaptığın gibi yap mesela. Hatırlıyorsun değil mi o geceyi?
> Hani Feneri yenip, kupayı almıştık. Maç bittiğinde öylece kalakalmıştın
> koltukta. Ne havalara fırlamış, ne de tezahürat yapmıştın. Şapkanın
> siperliğini indirip yüzüne, eğmiştin başını iyice göğsüne. Hani
> telefonunun yine çalmasını bekliyordun ama nafile. Ve biliyordun ki artık
> hiç çalmayacaktı. Hani bir hıçkırık kopup derinlerden, süzüldü formanın
> üzerine. Ve ne kadar ağladığını kimseler görmedi. İşte o an yine dürttü
> seni o raptiye. "Kalk ulan kalk" dedi sanki sertçe. Usulca kalktın ayağa
> büyülenmiş gibi. Ve yavaşça yürüyüp açtın pencereyi. Ve derin bir soluk
> alıp dinledin geceyi. Ve karanlığa baktın yaşlı gözlerle. Ve flamaya. Ve
> raptiyeye. Ve yüzüme baktın sessizce. Ve işte o an en gür sesinle
> haykırdın geceye "Siyah" diye evlat, "SİYAH" diye
> "İşte benim oğlum" dedim "Deli Dündar'ın oğlu"
> Daha sesinin yankısı sönmeden gecede, cep telefonun 'yeniden' çaldı değil
> mi evlat? İçeriden koşup gelen Seher'e hala çalan telefonu göstererek ne
> dediğini hatırlıyor musun?
> "Ben 'siyah' diye bağırdım ya, bak anında 'beyaz' geldi!"
> Telefonunun ekranında ne yazıyordu peki?
> "Anne - Baba arıyor"
> Sakın o raptiye, dokuzyüz kilometre ötedeki anneni de aynı anda
> dürtüklemiş olmasın! İşte o an son bir nefes hakkım daha olsaydı, sana
> "Beyaz" diye haykırabilmek için onu seve seve tüketir ve seni o numaradan
> arayan mutlaka ben olurdum
> Bilmelisin ki evlat, göğe savurduğun o 'siyah' bir kartal gibi karanlıkta
> süzülecek ve o keskin gözleriyle kendi 'beyazı'nı mutlaka bulacaktır.
> Yeter ki sen, içinden gelen o siyahı, gereği gibi savur. İşte o zaman
> senin o saf siyahın, gökyüzünde bir yerlerde kendi saf beyazına mutlaka
> kavuşacaktır. Ve göreceksin ki bir gün, yeni yeni pencereler açılacak ve
> yeni yeni siyahlar da savrulacaktır gökyüzüne. Belki de bir gün tüm
> Beşiktaşlılar sadece 'siyah' diye haykıracak biteviye. Çünkü bilecekler ki
> 'beyaz', artık hasretle bekliyor siyahını gökyüzünde
> O 'siyah' için sana ne kadar teşekkür etsem azdır evlat. Beş ay sonra ilk
> kez o gece rahat uyudum. Bir de "Ölümle yaşamı ayıran çizgi, siyahla
> beyazı ayıramaz ki" diye haykıran tribünün sesini mezar taşıma nakşedersen
> değme keyfime
> İşte böyle evlat. Birgün senin de isminin önünde bir lakabın olacaktır.
> Evet, 'deli' olmayacaktır belki ama, bu, hayatta -zaman zaman- delilikler
> yapmayacağın anl da gelmesin. Çünkü, hayata karşı tavrın her daim
> mantık çerçevesinde olmak zorunda değil. Yerinde ve zamanında yapacağın
> delilikler, bazen hayata karşı en sağlam, en tutarlı ve en renkli
> tavırların olabilir. Sadece siyah ve beyaz olsalar bile
> Baban,
> Nam-ı diğer,
> Beşiktaşlı Deli Dündar
> (17.06.1928 - 03.12.2005)