‘ONLARIN SAHİBİ VAR, AMA BİZİM GİBİLERİN SAHİBİ YOK Kİ HOCAM’
Türkçe’yi 6. sınıfta öğrendim… Beşiktaş’ı tutuyorum… 17 kişi aynı yerde kalıyoruz… Mecburuz hocam… Çalıştığım ilk gece tinerci çocuklarla restoranın müşterisi kadınlar kavga etti… İstanbul filmlerdeki gibi değildi… Ben bu yıl çıkacağım Taksim’e ve diyeceğim ki herkes sigortalı olsun. Herkes her gün az çalışsın. Herkes haftalık izin yapsın… Sendika nedir duymadım ama sigorta iyi bir şey… Sigortam yok. Çok çalışıyorum.
En az 14 saat… Sağ nedir, sol nedir duydum ama bilmem…
Engin Elmas, 18 yaşında. 12 kardeşin beşincisi. Van’dan İstanbul’a 14 yaşında gelmiş ve ilk geldiği günden beri garsonluk yapıyor. 7 aydır Beyoğlu’nda bir kafe-restoranda çalışıyor. Engin Elmas ile çalıştığı yerde, servis açılmadan biraz önce konuştuk. Engin, Türkiye’de işçi olmanın, genç işçi olmanın ne demek olduğunu, geçirdiğimiz bütün modern dönüşümlere rağmen sömürünün ayakta olduğunu gösteriyor bize.
»Niye geldin İstanbul’a?
14 yaşında Van’dan geldim İstanbul’a. Büyüklerle geldim. Köyden daha önce buraya gelmiş insanlar vardı, akrabalar vardı, amcaoğulları vardı. Onlarla geldim. Para lazımdı. Derslerden sıkılıyordum. Yapacak bir şey yoktu.
»Okula gitmek zorunda değil miydin?
Gitmek zorundaydım. Zaten buraya ilk geldikten sonra eve, köyden öğretmenler gelmişler, babamı çok korkutmuşlar. Çok büyük para cezası var demişler. O da beni çağırdı. İstanbul’a geldikten 3 ay sonra gittim, bir iki hafta okula gidip, tekrar okulu bıraktım.
»Kaçıncı sınıfa kadar okudun?
Ortaokul ikinci sınıftan ayrıldım. Van’da bir köyde ilk 5 yıl okudum. Sonra Gürpınar ilçesine geldim. Bir yıl da orada okudum.
»Türkçeyi ne zaman öğrendin?
Türkçeyi 6. sınıfta öğrendim. İlkokul bitince.
»Peki, ilk 5 yıl Türkçe bilmeden nasıl okula gittin? Anladın mı derslerle ne anlatıldığını?
Köyde öğretmen yoktu, gelen oluyordu ama durmuyordu. Sonra gelen de tahtaya bir şey yazıyordu. Bunu defterinize yazın deyip gidiyordu. Biz köyde arkadaşlarla dolaşırdık. Bir şey öğretmediler ki. İlçeye ilk defa gidince öğrendim Türkçeyi. Oradaki öğretmenler üzerinde duruyorlardı.
»En çok hangi dersi severdin?
Beden dersini. Top oynamayı severim. Beşiktaşlıyım. (BJK armalı tişört gösteriyor.) Matematiği hiç sevmezdim.
»Nerede kalıyorsun İstanbul’da? Kiminle kalıyorsun?
Burada Tarlabaşı’nda kalıyorum. Arkadaşlarla birlikte kalıyoruz. Amcam çocuklarıyla.
»Kaç kişi kalıyorsunuz?
Var birkaç kişi.
»Sayısını bilmiyor musun?
(Gülüyor. Biraz düşünüyor. Yüzüme ilk kez bakıyor konuşmaya başlayalı beri.) Tamam, hepsini söyleyeceğim size. 17 kişi aynı yerde kalıyoruz.
»Nasıl 17 kişi? Öğrenci yurdu, otel gibi bir yer mi?
Yok, abi, (sonra abi’yi hocam diye değiştiriyor) İki odalı bir yer. Anla işte hapishane gibi bir yer işte. Ranzalar var. Ranzalarda yatıyoruz. Sadece yatıyoruz işte. Mutfak, salon falan yok. Yatıyoruz. Mecburuz hocam. Mecburuz işte.
»Niye mecbursun ki?
Ya ne olsun hocam, babama para gönderiyorum. Askerlik var. Kardeşlerim var. Para biriktirmem lazım.
»Yaşları kaç burada kalanların?
En küçüğü benim kardeşim. 14 yaşında. O da şu arkada büfede çalışıyor. En büyüğü de 35 yaşında var. Akrabayız hep, aynı köylüyüz.
»Ne iş yapıyorlar ev arkadaşların?
Hepimiz restoran, bar, pavyon, kebapçı, büfe gibi işlerdeyiz. Zaten hep birbirimiz sayesinde iş buluruz. Birbirimizin yanında işe gireriz. Tanıdık yanına yani. Mesela ben buraya amcaoğlum sayesinde girdim. Aslında ben bir akşam ona yardım etmeye gelmiştim. Patron sonra onu kovdu beni aldı. Çocuğun ekmeğini aldım elinden.
»Neyle ısınıyorsunuz?
Isınmıyoruz ki. Zaten çok kalabalığız. Ev insan sıcaklığından ısınıyor.
»Peki, İstanbul’a gelmeden önce İstanbul hakkında bir bilgin var mıydı?
Evet hocam, TV’de izlemiştik. Diziler var ya, orda gördüm. Bir de İstanbul’a gelip giden arkadaşlar anlatırdı hep.
»Beklediğinden farklı mı çıktı İstanbul. Sanki biraz hayal kırıklığına uğramış gibisin?
Tabii hocam, çok farklı. Dizilerde, televizyonda hep güzel yerler gösteriliyor. Ben oraları şimdi de TV’den izliyorum. Hani nerde o yerler? Ağaçlar, yeşillikler, ne bileyim deniz falan vardı hep, hep güzel evler, güzel hayat vardı filmlerde. Ama şimdi nerde bunlar? Ben Taksim’de dışarı çıkamadım doğru dürüst. Taksim’deyim. Taksim kötü.
Bir Beşiktaş stadyumunun oralara gidip geziyorum. Beşiktaşlıyım ya. (Gülüyor.)
»İlk geldiğin günü anlatabilir misin?
Çok heyecanlıydım. Hayalimi gerçekleştiriyordum. Garajda indim. Bir baktım değişik burası. Filmdeki gibi değil. Ama daha sonra görürüm herhalde oraları dedim. Akşam oldu. İşim hazırdı bile. Gece bir restorana girdim çalışmaya. Gececiydim. Kavga çıktı. Tinerci çocuklarla restoranın müşterisi kadınlar kavga etti. Çok kötüydü. Kadınlar, çocuklar birbirine girdi. Çok şaşırdım, korktum, hiç böyle bir şey beklemiyordum. Kaçıp eve gittim. O geceden sonra bir daha bu yerde çalışmadım.
»Bu 4 yıl içinde herhalde sürekli çalıştın.
Evet. Çok işler yaptım. Her türlü işi yaptım. Büfe, türkü bar, kebapçı, meyhane, restoran her yerde çalıştım.
SİGORTA İYİ BİR ŞEY AMA...
»Sigortan var mı? Günde kaç saat çalışıyorsun?
Sigortam yok. Çok çalışıyorum. En az 14 saat.
»Sigorta nedir biliyor musun? Sigorta ne işe yarar?
Biliyorum. Hayat garantisi gibi bir şey işte. Ama yok. Güzel bir şey sigorta.
»Niye yok? Bazılarında var ama.
Yok işte. Bilmiyorum. Hiç yapılmadı. Bazılarını Allah öyle yaratmış. Onlar şanslı. Hem ben nüfusa küçük yazılmışım. Şimdi yaşım nüfusta 16.
»TV’den falan duymuşsundur, bazı politikacılar, bazı memurlar falan çocuklarını çok küçük yaşta sigortalı yazdırmışlar. Çocuklar erken emekli olsun diye.
TV’den bunları duyunca ne düşünüyorsun?
Benim de olmasını isterim hocam ama bizim sahibimiz yok ki. Onların sahibi var.
»Peki sendika diye bir şey duydun mu?
Hayır hiç duymadım. Belki duymuşumdur ama nedir, bilmiyorum.
»O da sigorta gibi bir şey. İyi bir şey.
Peki siyasetle ilgilenir misin? Sağ ve sol ne bilir misin? Mesela hükümette sağ bir parti mi var sol bir parti mi?
Sağ sol nedir bilmem hocam. Hükümeti de bilmem. Ben bilmem öyle şeyler. Ama patron bilir. Onun arkadaşları gelir. Solcular falan diye konuşurlar. Bazen duyarım ama bilmem.
»İşçilerin, çalışanların de bayramı var, biliyor musun?
Biliyorum. 1 Mayıs.
»Nasıl öğrendin? Anlamı ne 1 Mayıs’ın?
Geçen 1 Mayıs’ta ben çalışmıyordum. Hiç unutmam, amcam köyden gelmişti. Garaja onu karşılamaya gidecektik. Her taraf tutulmuştu. Gidip onu aldık. Tarlabaşı’na dönemedik. Her tarafı polis sarmıştı, yasaktı. Olaylar olmuştu. Polis dayak atmıştı. O zaman öğrendim ki, bu 1 Mayıs’tır. 1 Mayıs’ta olay oluyor. 1 Mayıs’ta dayak var.
»Niye olay oluyor, dayak oluyor? Dünyanın başka yerlerinde de olay oluyor mu acaba 1 Mayıs’ta?
Bilmem ki, hiç aklıma gelmedi bu soru. Dışarıyı bilmem ben. Patrona soralım istersen. O bilir.
»Peki sen hiç 1 Mayıs’a katılmak istemez misin? Sen de işçisin… Bu sene de işçiler 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkıp haklarını isteyecekler.
Ben katılmak isterim aslında. Ortamı görmek isterim. Dayak yemek istemem ama.
»Sen hiç polisten dayak yedin mi?
Yedim hocam. Bir kere Tarlabaşı’nda polis çingenelere gaz sıkıyordu. Biz de, arkadaş limon iyidir, limon alalım, dedi. Limon aldık, onu yiyorduk, yüzümüze gözümüze sürüyorduk. Polis geldi, iki kişi. Kimlik sordu. Cep telefonlarımızı kontrol etti. Sonra gidebilirsiniz dedi. Tam giderken biri bana çelme taktı. Ben düştüm. Bu sefer ikisi birden üstüme çullandılar. Beni çok dövdüler. Hocam, kimi kime şikâyet edeceksin. Şikâyet de etmedik. Ama ben ondan sonra polise güvenmem. Düşünebiliyor musun bana çelme takıyor durup dururken, düşürüp dövüyorlar.
»Dayak olmasa Taksim’e çıkmak ister misin?
Tabii isterim. Ben de hakkımı isterim. Ben de çok şey isterim. Hakkı var adamın tabii. Çalışıyor, hakkı da var. Ama polis tutuyor işte. Çıkarmıyor. Bilmiyorum, neden? Biz hiç bunları konuşmayız ki arkadaşlarla. Aslında ben bu yıl çıkacağım Taksim’e. Diyeceğim ki…. (Biraz düşünüyor.) Ne istediğimi sayayım mı size?
1. Herkes sigortalı olsun diye bağırırım. 2. Herkes her gün az çalışsın derim. 3. Herkes haftalık izin yapsın. Bunlar işte. Taksim’e çıkarsam bunları bağırırım.
» Büyün bunlara sahip insanlar var dünyada. Hatta Türkiye’de bile var.
Keşke ben de olsam.
»Peki İstanbul Valisi olsan İstanbul’da işçilerin Taksim’e çıkmasına izin verir misin?
Tabii veririm. O zaman hiç değilse olay olmaz. Polis yolu kesiyor, işçiler de Taksim’e çıkmak istiyor. O zaman olay oluyor. Polis yolu kesmezse olay olmaz. Herkes gider ne istiyorsa, söyler sonra da dağılır. Ortam olur. Güzel olur. Ben ortamda olmak isterdim.
»1 Mayıs bu yıl bayram. Senin tatilin var mı?
Yok… Bilmem… Yok herhalde. Zaten seçim günü bile zorla kapattık. Burası hep açık. Bu 1 Mayıs bayrammış ama bayram mayram dinlemez onlar. Yine dayak olur.
»Hafta tatilin var mı?
Yok. Ayda yılda bir oluyor. (Patron yanımızdan geçiyor o sırada. Yanıta itiraz ediyor: “Hayır haftada bir tatilin var.” Engin patrona, samimi bir merakla soruyor: “Hayır yani varsa peki bana niye söylemedin bunu?”)
»Bu 1 Mayıs’ta tatilin olsa, ne yaparsın?
(Gülüyor.) İnternet kafeye giderdim.
»İnternette msn’de sevgilinle konuşmak için mi?
(Gülüyor, kızarıyor.) Nerden bildin? Öyle yapardım. Zaten çok görüşemiyoruz. Hep çalışıyorum. Ama telefonda sms çekiyorum.
»Nasıl tanıştın sevgilinle?
Telefonla tanıştık hocam. Bir arkadaş onun telefonunu bana gönderdi. Daha sonra msn’de görüştük. 2 yıldır öyle. Van’da kendisi. Ama ben onu bir kez yüz yüze de gördüm.
»Ne tür müzik dinlersin?
Kürtçe müzik dinlerim. Dino, Diyar filan. Her şeyi dinlerim.
»Sinemaya gider misin? Hangi filmleri beğenirsin?
Gittim. Recep İvedik’i izledim. Birincisi daha iyiydi ama. Kabadayı’ya gittim. Kurtlar Vadisi vardı, ona da gittim.
»Gazete okur musun?
Buraya gazete alınıyor ama ben almam. Patron sizin çalıştığınız gazeteyi bile alıyor. Peki hocam, sizin gazete Van’a da gidiyor mu? (Gittiğini söylüyorum.) Alsam spor gazetesi alırım. Ben spor seviyorum. (Patron, “Van’daki kıza haber verecek. Onun için soruyor” diyor.)
»Kitap okudun mu hiç? Aklında kalan bir kitap adı var mı?
Okudum ama aklımda kalan hiç yok. (Biraz düşünüyor, ama aklına gelmiyor.)
»Peki 18 yaşındasın. 4 yıldır İstanbul’dasın ve çalışıyorsun. Bir gelecek planın var mı? Hayatını değiştirmeyi düşünüyor musun yoksa halinden memnun musun?
Yok, hayat bizi nereye sürüklerse oraya gideriz. Yol nereye çıkarsa giderim öyle. Askerden sonra evlenirim. Geçinebileceğim bir yerde yaşamak isterim. (Patron lafa karışıyor: “Habire kızla konuşuyor. Ciddi bu ha. Evlenmeyi düşünüyor. Ama sadece bir kere görmüş kızı. msn’de konuşup duruyorlar işte.”)
»Pişman olduğun bir şey var mı hayatında?
Okulu bırakmama pişmanım. Keşke okusaydım. Burada çalışırken anladım bunu. Okumuş insanın hayatı garanti. Bir de okumuş insan daha çok şey biliyor.
»Senin maaşın ne kadar?
Benim maaş 800 lira. Yemeği burada yiyorum. Babama gönderiyorum bazen. Bazen harcıyorum. Bazen biriktiriyorum. Patron da biriktiriyor bana. Geçende bana “1300 liran var bende” dedi.
»İstanbul’da yaşıyorsun. Adalar’a gittin mi hiç?
Hayır. Ama duydum. Güzelmiş. Ben sadece Beşiktaş stadyumunun oralara gidiyorum gezmeye. Bir de oradan denize bakıyorum. Öyle işte. Param olsa tatile de giderim.
»Senin bana sormak istediğin bir soru var mı? Hep ben sordum…
Yok hocam. Ama hocam bir şey soracağım. Benimle niye konuştun ki? Bunları gerçekten gazetede yazacak mısın? Ben kimim ki? Ben önemli biri değilim ki. Hocam benim söylediklerimi sen yazsan bile gazete basmaz ki. Zaten söylediklerim de ne ki… Biz bilmeyiz ki bunları.
»Evet bu konuştuklarımızı başta da söylediğim gibi, yazacağım. Ama bir de fotograf çektirmemiz lazım.
Tamam hocam, ama önce gidip şu saçlarımı bir düzelteyim. Anlarsın ya… Bak ciddisin değil mi, ona göre çektirelim resmi. Müsaadenle hocam, saçımı başımı bir düzelteyim.
Türkçe’yi 6. sınıfta öğrendim… Beşiktaş’ı tutuyorum… 17 kişi aynı yerde kalıyoruz… Mecburuz hocam… Çalıştığım ilk gece tinerci çocuklarla restoranın müşterisi kadınlar kavga etti… İstanbul filmlerdeki gibi değildi… Ben bu yıl çıkacağım Taksim’e ve diyeceğim ki herkes sigortalı olsun. Herkes her gün az çalışsın. Herkes haftalık izin yapsın… Sendika nedir duymadım ama sigorta iyi bir şey… Sigortam yok. Çok çalışıyorum.
En az 14 saat… Sağ nedir, sol nedir duydum ama bilmem…
Engin Elmas, 18 yaşında. 12 kardeşin beşincisi. Van’dan İstanbul’a 14 yaşında gelmiş ve ilk geldiği günden beri garsonluk yapıyor. 7 aydır Beyoğlu’nda bir kafe-restoranda çalışıyor. Engin Elmas ile çalıştığı yerde, servis açılmadan biraz önce konuştuk. Engin, Türkiye’de işçi olmanın, genç işçi olmanın ne demek olduğunu, geçirdiğimiz bütün modern dönüşümlere rağmen sömürünün ayakta olduğunu gösteriyor bize.
»Niye geldin İstanbul’a?
14 yaşında Van’dan geldim İstanbul’a. Büyüklerle geldim. Köyden daha önce buraya gelmiş insanlar vardı, akrabalar vardı, amcaoğulları vardı. Onlarla geldim. Para lazımdı. Derslerden sıkılıyordum. Yapacak bir şey yoktu.
»Okula gitmek zorunda değil miydin?
Gitmek zorundaydım. Zaten buraya ilk geldikten sonra eve, köyden öğretmenler gelmişler, babamı çok korkutmuşlar. Çok büyük para cezası var demişler. O da beni çağırdı. İstanbul’a geldikten 3 ay sonra gittim, bir iki hafta okula gidip, tekrar okulu bıraktım.
»Kaçıncı sınıfa kadar okudun?
Ortaokul ikinci sınıftan ayrıldım. Van’da bir köyde ilk 5 yıl okudum. Sonra Gürpınar ilçesine geldim. Bir yıl da orada okudum.
»Türkçeyi ne zaman öğrendin?
Türkçeyi 6. sınıfta öğrendim. İlkokul bitince.
»Peki, ilk 5 yıl Türkçe bilmeden nasıl okula gittin? Anladın mı derslerle ne anlatıldığını?
Köyde öğretmen yoktu, gelen oluyordu ama durmuyordu. Sonra gelen de tahtaya bir şey yazıyordu. Bunu defterinize yazın deyip gidiyordu. Biz köyde arkadaşlarla dolaşırdık. Bir şey öğretmediler ki. İlçeye ilk defa gidince öğrendim Türkçeyi. Oradaki öğretmenler üzerinde duruyorlardı.
»En çok hangi dersi severdin?
Beden dersini. Top oynamayı severim. Beşiktaşlıyım. (BJK armalı tişört gösteriyor.) Matematiği hiç sevmezdim.
»Nerede kalıyorsun İstanbul’da? Kiminle kalıyorsun?
Burada Tarlabaşı’nda kalıyorum. Arkadaşlarla birlikte kalıyoruz. Amcam çocuklarıyla.
»Kaç kişi kalıyorsunuz?
Var birkaç kişi.
»Sayısını bilmiyor musun?
(Gülüyor. Biraz düşünüyor. Yüzüme ilk kez bakıyor konuşmaya başlayalı beri.) Tamam, hepsini söyleyeceğim size. 17 kişi aynı yerde kalıyoruz.
»Nasıl 17 kişi? Öğrenci yurdu, otel gibi bir yer mi?
Yok, abi, (sonra abi’yi hocam diye değiştiriyor) İki odalı bir yer. Anla işte hapishane gibi bir yer işte. Ranzalar var. Ranzalarda yatıyoruz. Sadece yatıyoruz işte. Mutfak, salon falan yok. Yatıyoruz. Mecburuz hocam. Mecburuz işte.
»Niye mecbursun ki?
Ya ne olsun hocam, babama para gönderiyorum. Askerlik var. Kardeşlerim var. Para biriktirmem lazım.
»Yaşları kaç burada kalanların?
En küçüğü benim kardeşim. 14 yaşında. O da şu arkada büfede çalışıyor. En büyüğü de 35 yaşında var. Akrabayız hep, aynı köylüyüz.
»Ne iş yapıyorlar ev arkadaşların?
Hepimiz restoran, bar, pavyon, kebapçı, büfe gibi işlerdeyiz. Zaten hep birbirimiz sayesinde iş buluruz. Birbirimizin yanında işe gireriz. Tanıdık yanına yani. Mesela ben buraya amcaoğlum sayesinde girdim. Aslında ben bir akşam ona yardım etmeye gelmiştim. Patron sonra onu kovdu beni aldı. Çocuğun ekmeğini aldım elinden.
»Neyle ısınıyorsunuz?
Isınmıyoruz ki. Zaten çok kalabalığız. Ev insan sıcaklığından ısınıyor.
»Peki, İstanbul’a gelmeden önce İstanbul hakkında bir bilgin var mıydı?
Evet hocam, TV’de izlemiştik. Diziler var ya, orda gördüm. Bir de İstanbul’a gelip giden arkadaşlar anlatırdı hep.
»Beklediğinden farklı mı çıktı İstanbul. Sanki biraz hayal kırıklığına uğramış gibisin?
Tabii hocam, çok farklı. Dizilerde, televizyonda hep güzel yerler gösteriliyor. Ben oraları şimdi de TV’den izliyorum. Hani nerde o yerler? Ağaçlar, yeşillikler, ne bileyim deniz falan vardı hep, hep güzel evler, güzel hayat vardı filmlerde. Ama şimdi nerde bunlar? Ben Taksim’de dışarı çıkamadım doğru dürüst. Taksim’deyim. Taksim kötü.
Bir Beşiktaş stadyumunun oralara gidip geziyorum. Beşiktaşlıyım ya. (Gülüyor.)
»İlk geldiğin günü anlatabilir misin?
Çok heyecanlıydım. Hayalimi gerçekleştiriyordum. Garajda indim. Bir baktım değişik burası. Filmdeki gibi değil. Ama daha sonra görürüm herhalde oraları dedim. Akşam oldu. İşim hazırdı bile. Gece bir restorana girdim çalışmaya. Gececiydim. Kavga çıktı. Tinerci çocuklarla restoranın müşterisi kadınlar kavga etti. Çok kötüydü. Kadınlar, çocuklar birbirine girdi. Çok şaşırdım, korktum, hiç böyle bir şey beklemiyordum. Kaçıp eve gittim. O geceden sonra bir daha bu yerde çalışmadım.
»Bu 4 yıl içinde herhalde sürekli çalıştın.
Evet. Çok işler yaptım. Her türlü işi yaptım. Büfe, türkü bar, kebapçı, meyhane, restoran her yerde çalıştım.
SİGORTA İYİ BİR ŞEY AMA...
»Sigortan var mı? Günde kaç saat çalışıyorsun?
Sigortam yok. Çok çalışıyorum. En az 14 saat.
»Sigorta nedir biliyor musun? Sigorta ne işe yarar?
Biliyorum. Hayat garantisi gibi bir şey işte. Ama yok. Güzel bir şey sigorta.
»Niye yok? Bazılarında var ama.
Yok işte. Bilmiyorum. Hiç yapılmadı. Bazılarını Allah öyle yaratmış. Onlar şanslı. Hem ben nüfusa küçük yazılmışım. Şimdi yaşım nüfusta 16.
»TV’den falan duymuşsundur, bazı politikacılar, bazı memurlar falan çocuklarını çok küçük yaşta sigortalı yazdırmışlar. Çocuklar erken emekli olsun diye.
TV’den bunları duyunca ne düşünüyorsun?
Benim de olmasını isterim hocam ama bizim sahibimiz yok ki. Onların sahibi var.
»Peki sendika diye bir şey duydun mu?
Hayır hiç duymadım. Belki duymuşumdur ama nedir, bilmiyorum.
»O da sigorta gibi bir şey. İyi bir şey.
Peki siyasetle ilgilenir misin? Sağ ve sol ne bilir misin? Mesela hükümette sağ bir parti mi var sol bir parti mi?
Sağ sol nedir bilmem hocam. Hükümeti de bilmem. Ben bilmem öyle şeyler. Ama patron bilir. Onun arkadaşları gelir. Solcular falan diye konuşurlar. Bazen duyarım ama bilmem.
»İşçilerin, çalışanların de bayramı var, biliyor musun?
Biliyorum. 1 Mayıs.
»Nasıl öğrendin? Anlamı ne 1 Mayıs’ın?
Geçen 1 Mayıs’ta ben çalışmıyordum. Hiç unutmam, amcam köyden gelmişti. Garaja onu karşılamaya gidecektik. Her taraf tutulmuştu. Gidip onu aldık. Tarlabaşı’na dönemedik. Her tarafı polis sarmıştı, yasaktı. Olaylar olmuştu. Polis dayak atmıştı. O zaman öğrendim ki, bu 1 Mayıs’tır. 1 Mayıs’ta olay oluyor. 1 Mayıs’ta dayak var.
»Niye olay oluyor, dayak oluyor? Dünyanın başka yerlerinde de olay oluyor mu acaba 1 Mayıs’ta?
Bilmem ki, hiç aklıma gelmedi bu soru. Dışarıyı bilmem ben. Patrona soralım istersen. O bilir.
»Peki sen hiç 1 Mayıs’a katılmak istemez misin? Sen de işçisin… Bu sene de işçiler 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkıp haklarını isteyecekler.
Ben katılmak isterim aslında. Ortamı görmek isterim. Dayak yemek istemem ama.
»Sen hiç polisten dayak yedin mi?
Yedim hocam. Bir kere Tarlabaşı’nda polis çingenelere gaz sıkıyordu. Biz de, arkadaş limon iyidir, limon alalım, dedi. Limon aldık, onu yiyorduk, yüzümüze gözümüze sürüyorduk. Polis geldi, iki kişi. Kimlik sordu. Cep telefonlarımızı kontrol etti. Sonra gidebilirsiniz dedi. Tam giderken biri bana çelme taktı. Ben düştüm. Bu sefer ikisi birden üstüme çullandılar. Beni çok dövdüler. Hocam, kimi kime şikâyet edeceksin. Şikâyet de etmedik. Ama ben ondan sonra polise güvenmem. Düşünebiliyor musun bana çelme takıyor durup dururken, düşürüp dövüyorlar.
»Dayak olmasa Taksim’e çıkmak ister misin?
Tabii isterim. Ben de hakkımı isterim. Ben de çok şey isterim. Hakkı var adamın tabii. Çalışıyor, hakkı da var. Ama polis tutuyor işte. Çıkarmıyor. Bilmiyorum, neden? Biz hiç bunları konuşmayız ki arkadaşlarla. Aslında ben bu yıl çıkacağım Taksim’e. Diyeceğim ki…. (Biraz düşünüyor.) Ne istediğimi sayayım mı size?
1. Herkes sigortalı olsun diye bağırırım. 2. Herkes her gün az çalışsın derim. 3. Herkes haftalık izin yapsın. Bunlar işte. Taksim’e çıkarsam bunları bağırırım.
» Büyün bunlara sahip insanlar var dünyada. Hatta Türkiye’de bile var.
Keşke ben de olsam.
»Peki İstanbul Valisi olsan İstanbul’da işçilerin Taksim’e çıkmasına izin verir misin?
Tabii veririm. O zaman hiç değilse olay olmaz. Polis yolu kesiyor, işçiler de Taksim’e çıkmak istiyor. O zaman olay oluyor. Polis yolu kesmezse olay olmaz. Herkes gider ne istiyorsa, söyler sonra da dağılır. Ortam olur. Güzel olur. Ben ortamda olmak isterdim.
»1 Mayıs bu yıl bayram. Senin tatilin var mı?
Yok… Bilmem… Yok herhalde. Zaten seçim günü bile zorla kapattık. Burası hep açık. Bu 1 Mayıs bayrammış ama bayram mayram dinlemez onlar. Yine dayak olur.
»Hafta tatilin var mı?
Yok. Ayda yılda bir oluyor. (Patron yanımızdan geçiyor o sırada. Yanıta itiraz ediyor: “Hayır haftada bir tatilin var.” Engin patrona, samimi bir merakla soruyor: “Hayır yani varsa peki bana niye söylemedin bunu?”)
»Bu 1 Mayıs’ta tatilin olsa, ne yaparsın?
(Gülüyor.) İnternet kafeye giderdim.
»İnternette msn’de sevgilinle konuşmak için mi?
(Gülüyor, kızarıyor.) Nerden bildin? Öyle yapardım. Zaten çok görüşemiyoruz. Hep çalışıyorum. Ama telefonda sms çekiyorum.
»Nasıl tanıştın sevgilinle?
Telefonla tanıştık hocam. Bir arkadaş onun telefonunu bana gönderdi. Daha sonra msn’de görüştük. 2 yıldır öyle. Van’da kendisi. Ama ben onu bir kez yüz yüze de gördüm.
»Ne tür müzik dinlersin?
Kürtçe müzik dinlerim. Dino, Diyar filan. Her şeyi dinlerim.
»Sinemaya gider misin? Hangi filmleri beğenirsin?
Gittim. Recep İvedik’i izledim. Birincisi daha iyiydi ama. Kabadayı’ya gittim. Kurtlar Vadisi vardı, ona da gittim.
»Gazete okur musun?
Buraya gazete alınıyor ama ben almam. Patron sizin çalıştığınız gazeteyi bile alıyor. Peki hocam, sizin gazete Van’a da gidiyor mu? (Gittiğini söylüyorum.) Alsam spor gazetesi alırım. Ben spor seviyorum. (Patron, “Van’daki kıza haber verecek. Onun için soruyor” diyor.)
»Kitap okudun mu hiç? Aklında kalan bir kitap adı var mı?
Okudum ama aklımda kalan hiç yok. (Biraz düşünüyor, ama aklına gelmiyor.)
»Peki 18 yaşındasın. 4 yıldır İstanbul’dasın ve çalışıyorsun. Bir gelecek planın var mı? Hayatını değiştirmeyi düşünüyor musun yoksa halinden memnun musun?
Yok, hayat bizi nereye sürüklerse oraya gideriz. Yol nereye çıkarsa giderim öyle. Askerden sonra evlenirim. Geçinebileceğim bir yerde yaşamak isterim. (Patron lafa karışıyor: “Habire kızla konuşuyor. Ciddi bu ha. Evlenmeyi düşünüyor. Ama sadece bir kere görmüş kızı. msn’de konuşup duruyorlar işte.”)
»Pişman olduğun bir şey var mı hayatında?
Okulu bırakmama pişmanım. Keşke okusaydım. Burada çalışırken anladım bunu. Okumuş insanın hayatı garanti. Bir de okumuş insan daha çok şey biliyor.
»Senin maaşın ne kadar?
Benim maaş 800 lira. Yemeği burada yiyorum. Babama gönderiyorum bazen. Bazen harcıyorum. Bazen biriktiriyorum. Patron da biriktiriyor bana. Geçende bana “1300 liran var bende” dedi.
»İstanbul’da yaşıyorsun. Adalar’a gittin mi hiç?
Hayır. Ama duydum. Güzelmiş. Ben sadece Beşiktaş stadyumunun oralara gidiyorum gezmeye. Bir de oradan denize bakıyorum. Öyle işte. Param olsa tatile de giderim.
»Senin bana sormak istediğin bir soru var mı? Hep ben sordum…
Yok hocam. Ama hocam bir şey soracağım. Benimle niye konuştun ki? Bunları gerçekten gazetede yazacak mısın? Ben kimim ki? Ben önemli biri değilim ki. Hocam benim söylediklerimi sen yazsan bile gazete basmaz ki. Zaten söylediklerim de ne ki… Biz bilmeyiz ki bunları.
»Evet bu konuştuklarımızı başta da söylediğim gibi, yazacağım. Ama bir de fotograf çektirmemiz lazım.
Tamam hocam, ama önce gidip şu saçlarımı bir düzelteyim. Anlarsın ya… Bak ciddisin değil mi, ona göre çektirelim resmi. Müsaadenle hocam, saçımı başımı bir düzelteyim.