SuskunDervis
Kayıtlı Üye
Bir ikindi vakti dayandım kapına
Yağmur yağmıyordu. "Kalbimi dinin üzere sabit kıl" yakarışlarıyla dua ediyordu bir derviş ufukta. Ve bir avuç toprak ruhuyla Rabbine sığınıyordu kovulmuş olan şeytanın şerrinden.. Ney yanık yanık inliyordu durmadan hasreti için yandığı Leyla'sına. Neyzenin üfürdüğü kamıştan çıkan sızı olmalıydım ben. Neyyireyn beni gözlemeliydi her daim semada. Gün doğuşunda, gurubda, yakamozda süzülen şebnem ben olmalıydım..
Bir ikindi vakti dayandım kapına...
Titrek ışıklar çalıyordu penceremi. Her ötüşünde "hû" diyordu bülbül. Asasını her yere vuruşunda Rabbini tesbih ediyordu mazide bir seyyah. Ve bir arınmış kalp hem Rahman hem Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyordu kıyamına Aşkın şahikasında meleklerle kanat çırpmak vardı şimdi. Uzanmak vardı arzın yedi kat basamağının ötesindeki gizze. Fakat ben beyaz bir güvercin gibi taşımalıydım onu. Aşkın kalbi atmalıydı avuçlarımda. Her titreyişte Allah Allah
Bir ikindi vakti dayandım kapına...
Gafletin yasak olduğu kerahete az zaman kalmıştı. Küçük sulardan ummana ulaşmayı tefekkür ediyordu âşık. Fikirler etrafında geziniyordu. Fikirden fikre, ama hep aynı zikir üzere Bir hercai menekşe rüzgârın savurduğu yerden Halikına rükû ediyordu. Ve Hakka sadık bir kul tüm acziyetiyle tenzih ediyordu Azim olan Rabbini bütün noksan sıfatlardan.. Çiftçi ekinini veriyordu toprağa. O toprağa bir, toprak ona bin verecekti. Buğday başağının ufak bir zerresinin zikrine ortak olmalıydım ben. O Rabbini sayıklarken ben aşk nidalarıyla inlemeliydim. Sır dolu mektuplarla gelen cemreler gönlümde uçuşmalıydı. Yağmur yağmıyordu ya cemreler getirmeliydi baharı. Ayakların altından nehirler akan o eşsiz baharı, ebedilik baharını getirmeliydi cemreler kanatlarıyla.
Bir ikindi vakti dayandım kapına...
Kervanlar gidip geliyordu iki kapı arasında. Kâh kızgın çöl kumlarının kâh serap misali vahaların ardı sıra ter döküyor, gece olunca seyredecekleri yıldızları düşlüyorlardı. Yıldızlar ki kalbi dinginleştiren nurdan şelale kümeleri Bir çift göz toprağa en yakın yerde karanlığa bürünüyordu. Gönül muhtaç olduğu serveti uzaklarda aramaktan yorulmuşken bin bir kalenin içinden geçip aşkı bulmaya yaklaşmıştı "Kim" diyordu. Kim bu aşka yanan? Ve bir ilham meleği yanıtlıyordu sualini:
Isme lafza ne hacet
Manayı bulmada maharet!
Aşık olmak değil de aşk olmak arzusuydu ulaşılmaz dalgalarda sürüklenen.. Ve secdeye kapanıyordu aşık. Allah! Lâ ilahe illaAllah. Her daim, ezelden ebede kadar has kalp ile Allah-u Ekber.
Titriyordu. Alev de, ışık da, mum da titriyordu Su da âşık da titriyordu.
Zehra Bıyık
Yağmur yağmıyordu. "Kalbimi dinin üzere sabit kıl" yakarışlarıyla dua ediyordu bir derviş ufukta. Ve bir avuç toprak ruhuyla Rabbine sığınıyordu kovulmuş olan şeytanın şerrinden.. Ney yanık yanık inliyordu durmadan hasreti için yandığı Leyla'sına. Neyzenin üfürdüğü kamıştan çıkan sızı olmalıydım ben. Neyyireyn beni gözlemeliydi her daim semada. Gün doğuşunda, gurubda, yakamozda süzülen şebnem ben olmalıydım..
Bir ikindi vakti dayandım kapına...
Titrek ışıklar çalıyordu penceremi. Her ötüşünde "hû" diyordu bülbül. Asasını her yere vuruşunda Rabbini tesbih ediyordu mazide bir seyyah. Ve bir arınmış kalp hem Rahman hem Rahim olan Allah'ın adıyla başlıyordu kıyamına Aşkın şahikasında meleklerle kanat çırpmak vardı şimdi. Uzanmak vardı arzın yedi kat basamağının ötesindeki gizze. Fakat ben beyaz bir güvercin gibi taşımalıydım onu. Aşkın kalbi atmalıydı avuçlarımda. Her titreyişte Allah Allah
Bir ikindi vakti dayandım kapına...
Gafletin yasak olduğu kerahete az zaman kalmıştı. Küçük sulardan ummana ulaşmayı tefekkür ediyordu âşık. Fikirler etrafında geziniyordu. Fikirden fikre, ama hep aynı zikir üzere Bir hercai menekşe rüzgârın savurduğu yerden Halikına rükû ediyordu. Ve Hakka sadık bir kul tüm acziyetiyle tenzih ediyordu Azim olan Rabbini bütün noksan sıfatlardan.. Çiftçi ekinini veriyordu toprağa. O toprağa bir, toprak ona bin verecekti. Buğday başağının ufak bir zerresinin zikrine ortak olmalıydım ben. O Rabbini sayıklarken ben aşk nidalarıyla inlemeliydim. Sır dolu mektuplarla gelen cemreler gönlümde uçuşmalıydı. Yağmur yağmıyordu ya cemreler getirmeliydi baharı. Ayakların altından nehirler akan o eşsiz baharı, ebedilik baharını getirmeliydi cemreler kanatlarıyla.
Bir ikindi vakti dayandım kapına...
Kervanlar gidip geliyordu iki kapı arasında. Kâh kızgın çöl kumlarının kâh serap misali vahaların ardı sıra ter döküyor, gece olunca seyredecekleri yıldızları düşlüyorlardı. Yıldızlar ki kalbi dinginleştiren nurdan şelale kümeleri Bir çift göz toprağa en yakın yerde karanlığa bürünüyordu. Gönül muhtaç olduğu serveti uzaklarda aramaktan yorulmuşken bin bir kalenin içinden geçip aşkı bulmaya yaklaşmıştı "Kim" diyordu. Kim bu aşka yanan? Ve bir ilham meleği yanıtlıyordu sualini:
Isme lafza ne hacet
Manayı bulmada maharet!
Aşık olmak değil de aşk olmak arzusuydu ulaşılmaz dalgalarda sürüklenen.. Ve secdeye kapanıyordu aşık. Allah! Lâ ilahe illaAllah. Her daim, ezelden ebede kadar has kalp ile Allah-u Ekber.
Titriyordu. Alev de, ışık da, mum da titriyordu Su da âşık da titriyordu.
Zehra Bıyık