"Bir Aşk Hikayesi'nden"
"Sevgi dediğimiz olay nedir?" diye soruyorum kendime çoğu zaman. Bir çok insan sevgiyi tanımlarken içindeki duyguları tanımlamış olur aslında. Bana göre neydi peki bu yüce duygunun tarifi? Bu soruyu kendime daha önce sormuş olsaydım belki tanımlayamazdım bile...
Çünkü, kalbimin derinliklerine kadar işleyen ve ruhumu saran bir aşka tutulmuştum onun gözlerine gözlerim değdiğinde...
Zaman kız kardeşimin mezuniyet töreniydi. Beni daha öncesinden unutmayayım, bu güzel gününde yanında olayım diye defalarca telefon görüşmesi yapmıştık. Ama aslında ufak bir pürüz vardı. Annemin vefatından sonra velayetini üstüme aldığım erkek kardeşim Ömer... O'nu tek başına bırakıp Isparta'ya gitmek zorunda olduğumu kız kardeşim Damla da biliyordu lakin, illaki benim de yanında olmamı istiyordu.
Elbet bir yolu bulunacaktı zira evin küçük hanımefendisi konumunda olduğu için istediği yapılmalıydı. Yoksa çok çekeceğimi, çenesinden kurtulamayacağımı gayet iyi biliyordum. Teyzemlerin evi bize çok yakındı. Evlerine gidip Ayşe teyzem ile konuştum derdimi söyledim. Bir kaç gün Ömer'e bakmasını rica ettim ve sağolsun kabul etmişti. Artık hür bir insandım engel kalmamıştı Isparta için.
Kız kardeşime telefon açtım ve geleceğimi söyledim. Bir kaç gün Isparta'da kalacağım için Damla, önceden yurt müdüresi ile konuşup karayollarının misafirhanesinden yer ayırtmıştı. Ve bende yer sorunu çözüldüğü için hemen bileti Adana/Kozan otogarından almıştım.
Ben kız kardeşimin mezuniyeti için gittiğim bir kaç günlük geziden, gönlüme işleyen bir bakışın izlerini taşıyıp döneceğimi nasıl tahmin edebilirdim. Ve o bakışın hayatımı aydınlatan bir güneş olacağını...
Ve en sonunda hareket saati gelmişti. İlk önce servisle Kozan otogarından Adana Büyükşehir Otogarına götürdüler. Akşam saat 8 gibi Adana'da olduk ve otobüsün kalkış saatini bekliyorum. Zaman geçmek bilmiyordu. Aslında sinir de olmuştum çünkü kalkışa daha 2 saat vardı ve bu kadar erken neden getirdiler diye hayıflanırken yanıma yaşlı yolculardan biri geldi. Sakalları elle tutulacak kadar çok ve beyazdı. Yüzünde kırışıkları olsa da naif bir kişiydi ve bu sesinden de belliydi. Yumuşak, insanı sohbetine hayran bırakacak sesi vardı. İsmi Hasan'dı... Ve ben Hasan dedeyle sohbet ettiğim andan itibaren zaman saymayı unuttum. Ve benim de aslında kendimden en gıcık kaptığım şey de yalnız kaldığımda veya bir şey için beklediğimde dakika ve saat saymak. Bir türlü bunu üstümden atamadım ama, malum herkesin bir derdi var derler...
Hasan dede bana dini içerikli konularda bilgiler veriyordu ve aynı zamanda insanı keyiflendirecek komik bir üslupla kendi hayatından örnekler vermeyi de ihmal etmiyordu. Bana önceleri çok çapkın olduğunu hızlı yaşadığını söylüyordu. Ben de tabiki böylesi naif efendi bir insandan duyunca şoklara giriyorum kendi kendime ve ister istemez komik anılarına gülüyorum. Aslında bana hem güldürürken hem de öğüt veriyordu. Bana:
-Belki dediklerimi dinlersin veya dinlemezsin, beni hoş görebilir veya görmezsin belki beni cahil görebilirsin lakin genç adam sevdiğin ve gönül verdiğin insan bir kişi olsun. Çünkü her gönül verdiğin insan senden bir parça alır götürür. Birisi senden sevgine olan inancını alır, biri kalbini alır ve bir diğeri de senden seni alır ve ortada yapayalnız gerçek sevgiye muhtaç kalırsın. Sana tavsiyem bir kişiyi sev. Elbet o bir kişi seni de bulur ama önemli olan onu gören göz değil kalp olacak. Sen o gerçek seveni kalbinle görebilirsin ancak ve kalbinde hissedebilirsin...
Bu güzel açıklamaları yapınca şaşırdım kaldım. Hasan dedenin o yumuşak üslubuna ve gerçek aşka bakışına hayran kaldım. Ve ben sordum O'na;
-Peki Hasan dede sen gerçek seveni kalbinle gördün mü?
Hasan dede hafif gülerek ve o güzel kalbe dokunan naif sesiyle:
-Evlat bu kalp onu görmeseydi ne ben sana bunları söylerdim ne de bu yüzüm hala gülerdi...
Hasan dedenin gerçekten aşka dair dopdolu bir insan olduğunu bu cevabıyla anlayabiliyordum. O'nunla güzel diyaloglar kurduk ve beni tavrıyla, duruşuyla ve bakış açısıyla etkiledi. Ve zaman O'nun güzel sohbetiyle eridi tükendi ve hareket saati gelip çattı...
Herkes otobüse yavaş yavaş biniyorlardı. Kimisi efkarla içtiği sigarasını son bir kez daha içine çekmenin kimisi simitinden son bir lokma alabilmenin telaşındaydı. Biz Türk Milleti her zaman son anları daha çok severiz ve bunu bir kez daha görüyordum...
Ve Hasan dedeyle güzel sohbetin ardından otobüse bindiğimiz anda yollarımız ayrılmıştı. Ben ön tarafta pencere kenarında oturuyordum Hasan dede ortalarda oturuyordu. Bana başını kıpırdatarak selam verdi ve bende ona gülümseyerek selam verdim.
Şoför hafif göbekli ve kısa boyluydu yani tam da şoför gibiydi. Kendinden büyük koltuğuna oturdu ve Besmele çekerek otobüsü çalıştırarak yola koyulmaya başladık.
İlk durak yerimiz Pozantı'daydı. Yani Adana'nın en uç noktası. Yazın gitmemize rağmen soğuktu, çeşmelerinden buz gibi yayla suyu akıyordu. O yaz günü kana kana yayla suyu içmenin keyfi hiçbirşeye değişilmez...
Kana kana bu tatlı suyu içtikten sonra Hasan dedenin yanına gitmiştim. Kendisi yaşlı olduğu için en iyi yiyecek O'na göre çorbaydı. Ben de ayıp olmasın diye çorba istedim garsondan. Güzel bir mercimek çorbası getirdi. İçine bol ekşi ve bolca kırmızı biber attım. Adana'lıyız ya her yerde bunu belli etmesek olmazdı.
Bol acılı ve ekşili mercimek çorbasını içtikten sonra Hasan dedeyle muhabbet ettik. Yolculuğum sıkıcı geçecek diye korkarken Hasan dedeyle renklenmişti. Ama kendisi Konyalıymış... Ve bir sonraki durak olan Konya'da ineceğini bu son sohbetimiz olduğunu söyledi. Bende üzülmüştüm böyle güzel kendime göre yol arkadaşımı kaybettiğim için. Ve orada sarıldık, vedalaştık... Otobüsümüzün anonsu yapıldı ve artık Hasan dedeyle benim yolum orada ayrılıyordu bu anonsla...
Otobüse herkes bindi. Yolcu kontrollerini muavin yaptıktan sonra otobüsümüz hareket etmeye başladı... Ben otobüsün koltukları arkasında bulunan mini televizyondan korku filmi açtım ve izlemeye koyuldum. Biraz vakit geçince ben uykuya daldım.
Ve gözümü Isparta'da açmıştım. İlk defa bir otobüs yolculuğunda bu denli deliksiz uyuduğumu hatırlıyorum. Beni Isparta garajından mezuniyet prensesi kız kardeşim Damla karşıladı. Biraz dışarıda dolaştık beni Isparta'da güzelce gezdirdi. Sonra Damla'nın telefonu çaldı ve arayan İzmir'deki Menekşe teyzemdi. O da bir kaç saat sonra Isparta'ya geleceğini söylemişti. Zaten yorgunluktan ayakta zor duruyorum bir kaç saat daha dışarıda oyalandık. Tek tek araba kiralama ofislerini gezerek kendimize kırmızı bir BMW kiralamıştık. Ve o arada teyzem geldiğini söyleyince biz de arabayla teyzemi garajdan aldık...
Önce bir simitçiye gittik ve güzel taze, daha dumanı üstünde simit yedik. Sonra Damla'nın ayarladığı kalacağımız yere doğru yola koyulduk.
En sonunda kalacağımız yere geldik ve ben kendimi ancak yatağa attım. Güzelce dinlendik Teyzemle. Damla'da kaldığı yurda gitmişti ve sabah telefonlaşarak tekrar buluştuk. Trafik çok yoğundu. Sanki Isparta'ya bir Isparta daha gelmiş gibi kalabalık, cıvıl cıvıldı sokaklar ve caddeler. Ama böyle bir ortamda araba sürmek o kadar zordu ki. Heleki Adanalıysanız sinirlenmeniz imkansız...
Damla'nın mezuniyetine bu hengamede zor da olsa gitmiştik. Gitmek bir sorun değildi. Bu sefer de arabayı park etme problemi ile karşı karşıyaydık. Herkein güzelce parkettiği yere ben de parketmiştim ama Adanalıysanız illaki bir polisle tartışmadan park yapamazsınız. Bu gelenek yine bozulmadı ve yanıma çok sinir bozucu bir polis geldi. Buraya arabayı park edemezsiniz beyfendi deyince; zaten sıcak ve stresli bir ortam bu söylemle beraber kan beynime sıçramıştı adeta. Polisle kısa tartışmanın ardından arabayı ceza yememek için mecburen de olsa başka yere çekmek zorunda kaldım. Arabadan indik ve çok sıcak bir hava vardı. Tüm stat hıncahınç insan seliyle kaplıydı. Tüm üniversite öğrencileri bölüm bölüm içeri girmeye başlamıştı. Ben de teyzemle kendimize stat da bir yer bulduk. En önden o sıcak günde ayakta izledik tüm programı. Ama malasef kardeşimi göremedim onca insan arasında.
Göremesem de benim varlığım eminim kardeşime güç veriyordu. Program sonunda kız kardeşim bizi arabanın yanında beklediğini söylüyordu ve biz de arabanın yanına teyzemle yürüdük. O sırada kız kardeşim bazı arkadaşlarını da arabamızın yanına çağrıyordu onları da yurda götürecektik. İşte beni aşkına adım adım sürükleyecek kız da bu grubun içindeydi.
Ve kızlar geldi. Kız kardeşimin kadim dostları Aysel ve Pervin'di gelenler...Ufak bir tanışma faslı olmuştu ama, o gördüğüm gözler o ufak anın en değerli zamanını oluşturmuştu.
Aşka davet eden manalı bakışlarının esaretinde bulmuştum kendimi. Kahverengiydi gözleri, kaşları inceydi; tüm göz çevresini kaplıyor ve bakışlarına derinlik katıyordu. Gözlerimi kaçıramadığım her an o derinliğe düşüyordum. Ruhumu ve kalbimi esir alacak ve beni kendine bir ömür hapsedecek bir aşka düşüyordum aslında yavaş yavaş...
Adanalı olduğumuzdan dolayıdır galiba çok sıcak kanlıyız ve biraz da çapkınlık vardır. Kızı görür görmez bakışlarım ile abluka altına almıştım. Arabanın arkasına oturduklarında onu daha rahat görmek için dikiz aynasını dahi o kıza doğru ayarlamıştım. Artık o kız demesek diyorum. Beni gözleriyle aşık eden kızın adı Aysel'di. Artık tanıştırmış da oldum kendisiyle sizleri...
Gelelim yol boyunca yaşananlara. Tabi etkilendiğim kız arkada ve ben dikiz aynasından sürekli ona bakıyorum. Zaman zaman gözlerim gözleriyle kesişiyordu ve utangaç bir şekilde bakışlarını benden kaçırıyordu. Ama anlıyordum aramızda bir elektriklenme olduğunu...
Anlıyordum yavaş yavaş bu güzel gözlere sahip kıza yenik düştüğümü. Gözlerim gözleriyle her buluştuğunda kalbimi titretiyordu. Yolculuk sırasında Hasan dede: "Gerçek seveni kalbinle görebilirsin." demişti. Ve bu söz aklıma bir anda geldi. Acaba kalbimi titreten bu bakışların sahibi benim bu dünyada bir kez sahip olacağım gerçek bir aşk mıydı? Yoksa sadece anlık bir etkilenme miydi?
Anlık olmasını asla istemiyordum ama Isparta'da kısa kalacak olmam ve hiç irtibat bilgilerinin olmaması beni derin düşüncelere sokuyordu.
İlk defa böylesine kalbimin çarptığını hissettiğim kızı gördüğüm şehirde bırakıp gitmek bana acı veriyordu.
Bu düşünceler içinde yolculuk sürüyordu. Bilerek trafiğin yoğun olduğu bölgelerden gidiyor bilerek kırmızı ışığa yakalanıyordum. Sırf bu an hiç bitmesin diye. Lakin her güzel şey bitmek zorunda mıydı ? Elbet de değildi. Ve ben kendi kendime ah etmiştim. Bu kızı elbet ben burada bırakmam diyerek. Adanalıyız ya hemen her şeyde kendimizi belli ediyoruz. Bize göre aşk kıymetlidir, tektir ve sevdiğimiz ile sonuna kadar gideriz. Adanalı olmak aşkta da mert olmayı gerektiriyordu çünkü...
Ve yolun sonu görülmüştü. Yurt binasından içeri girdik ve kızları kalacağı yere kadar götürmüştüm. Aysel de yurdun kapısından giresiye kadar arkasından baka kaldım sadece, hüzünlü ve buruk bir bakışla.
Aşk bu ne zaman geleceği asla belli olmaz. Kapını her an çalabilir. Lakin ben hep hayalimde ince belli, güzel ve manalı bakışlı, kalbi aşk ile dolu bir kız istemiştim. Belki de her erkek gibi ama, her duamın sonunda samimiyetle istedim. Ve bu bir işaretti bana göre. Bakışıyla kalbimi titreten bana hayat veren bu insan benim bu hayatta ki gerçek aşkım olabilirdi.
Lakin öyle de olacaktı...
Aysel'ime armağanımdır...
"Sevgi dediğimiz olay nedir?" diye soruyorum kendime çoğu zaman. Bir çok insan sevgiyi tanımlarken içindeki duyguları tanımlamış olur aslında. Bana göre neydi peki bu yüce duygunun tarifi? Bu soruyu kendime daha önce sormuş olsaydım belki tanımlayamazdım bile...
Çünkü, kalbimin derinliklerine kadar işleyen ve ruhumu saran bir aşka tutulmuştum onun gözlerine gözlerim değdiğinde...
Zaman kız kardeşimin mezuniyet töreniydi. Beni daha öncesinden unutmayayım, bu güzel gününde yanında olayım diye defalarca telefon görüşmesi yapmıştık. Ama aslında ufak bir pürüz vardı. Annemin vefatından sonra velayetini üstüme aldığım erkek kardeşim Ömer... O'nu tek başına bırakıp Isparta'ya gitmek zorunda olduğumu kız kardeşim Damla da biliyordu lakin, illaki benim de yanında olmamı istiyordu.
Elbet bir yolu bulunacaktı zira evin küçük hanımefendisi konumunda olduğu için istediği yapılmalıydı. Yoksa çok çekeceğimi, çenesinden kurtulamayacağımı gayet iyi biliyordum. Teyzemlerin evi bize çok yakındı. Evlerine gidip Ayşe teyzem ile konuştum derdimi söyledim. Bir kaç gün Ömer'e bakmasını rica ettim ve sağolsun kabul etmişti. Artık hür bir insandım engel kalmamıştı Isparta için.
Kız kardeşime telefon açtım ve geleceğimi söyledim. Bir kaç gün Isparta'da kalacağım için Damla, önceden yurt müdüresi ile konuşup karayollarının misafirhanesinden yer ayırtmıştı. Ve bende yer sorunu çözüldüğü için hemen bileti Adana/Kozan otogarından almıştım.
Ben kız kardeşimin mezuniyeti için gittiğim bir kaç günlük geziden, gönlüme işleyen bir bakışın izlerini taşıyıp döneceğimi nasıl tahmin edebilirdim. Ve o bakışın hayatımı aydınlatan bir güneş olacağını...
Ve en sonunda hareket saati gelmişti. İlk önce servisle Kozan otogarından Adana Büyükşehir Otogarına götürdüler. Akşam saat 8 gibi Adana'da olduk ve otobüsün kalkış saatini bekliyorum. Zaman geçmek bilmiyordu. Aslında sinir de olmuştum çünkü kalkışa daha 2 saat vardı ve bu kadar erken neden getirdiler diye hayıflanırken yanıma yaşlı yolculardan biri geldi. Sakalları elle tutulacak kadar çok ve beyazdı. Yüzünde kırışıkları olsa da naif bir kişiydi ve bu sesinden de belliydi. Yumuşak, insanı sohbetine hayran bırakacak sesi vardı. İsmi Hasan'dı... Ve ben Hasan dedeyle sohbet ettiğim andan itibaren zaman saymayı unuttum. Ve benim de aslında kendimden en gıcık kaptığım şey de yalnız kaldığımda veya bir şey için beklediğimde dakika ve saat saymak. Bir türlü bunu üstümden atamadım ama, malum herkesin bir derdi var derler...
Hasan dede bana dini içerikli konularda bilgiler veriyordu ve aynı zamanda insanı keyiflendirecek komik bir üslupla kendi hayatından örnekler vermeyi de ihmal etmiyordu. Bana önceleri çok çapkın olduğunu hızlı yaşadığını söylüyordu. Ben de tabiki böylesi naif efendi bir insandan duyunca şoklara giriyorum kendi kendime ve ister istemez komik anılarına gülüyorum. Aslında bana hem güldürürken hem de öğüt veriyordu. Bana:
-Belki dediklerimi dinlersin veya dinlemezsin, beni hoş görebilir veya görmezsin belki beni cahil görebilirsin lakin genç adam sevdiğin ve gönül verdiğin insan bir kişi olsun. Çünkü her gönül verdiğin insan senden bir parça alır götürür. Birisi senden sevgine olan inancını alır, biri kalbini alır ve bir diğeri de senden seni alır ve ortada yapayalnız gerçek sevgiye muhtaç kalırsın. Sana tavsiyem bir kişiyi sev. Elbet o bir kişi seni de bulur ama önemli olan onu gören göz değil kalp olacak. Sen o gerçek seveni kalbinle görebilirsin ancak ve kalbinde hissedebilirsin...
Bu güzel açıklamaları yapınca şaşırdım kaldım. Hasan dedenin o yumuşak üslubuna ve gerçek aşka bakışına hayran kaldım. Ve ben sordum O'na;
-Peki Hasan dede sen gerçek seveni kalbinle gördün mü?
Hasan dede hafif gülerek ve o güzel kalbe dokunan naif sesiyle:
-Evlat bu kalp onu görmeseydi ne ben sana bunları söylerdim ne de bu yüzüm hala gülerdi...
Hasan dedenin gerçekten aşka dair dopdolu bir insan olduğunu bu cevabıyla anlayabiliyordum. O'nunla güzel diyaloglar kurduk ve beni tavrıyla, duruşuyla ve bakış açısıyla etkiledi. Ve zaman O'nun güzel sohbetiyle eridi tükendi ve hareket saati gelip çattı...
Herkes otobüse yavaş yavaş biniyorlardı. Kimisi efkarla içtiği sigarasını son bir kez daha içine çekmenin kimisi simitinden son bir lokma alabilmenin telaşındaydı. Biz Türk Milleti her zaman son anları daha çok severiz ve bunu bir kez daha görüyordum...
Ve Hasan dedeyle güzel sohbetin ardından otobüse bindiğimiz anda yollarımız ayrılmıştı. Ben ön tarafta pencere kenarında oturuyordum Hasan dede ortalarda oturuyordu. Bana başını kıpırdatarak selam verdi ve bende ona gülümseyerek selam verdim.
Şoför hafif göbekli ve kısa boyluydu yani tam da şoför gibiydi. Kendinden büyük koltuğuna oturdu ve Besmele çekerek otobüsü çalıştırarak yola koyulmaya başladık.
İlk durak yerimiz Pozantı'daydı. Yani Adana'nın en uç noktası. Yazın gitmemize rağmen soğuktu, çeşmelerinden buz gibi yayla suyu akıyordu. O yaz günü kana kana yayla suyu içmenin keyfi hiçbirşeye değişilmez...
Kana kana bu tatlı suyu içtikten sonra Hasan dedenin yanına gitmiştim. Kendisi yaşlı olduğu için en iyi yiyecek O'na göre çorbaydı. Ben de ayıp olmasın diye çorba istedim garsondan. Güzel bir mercimek çorbası getirdi. İçine bol ekşi ve bolca kırmızı biber attım. Adana'lıyız ya her yerde bunu belli etmesek olmazdı.
Bol acılı ve ekşili mercimek çorbasını içtikten sonra Hasan dedeyle muhabbet ettik. Yolculuğum sıkıcı geçecek diye korkarken Hasan dedeyle renklenmişti. Ama kendisi Konyalıymış... Ve bir sonraki durak olan Konya'da ineceğini bu son sohbetimiz olduğunu söyledi. Bende üzülmüştüm böyle güzel kendime göre yol arkadaşımı kaybettiğim için. Ve orada sarıldık, vedalaştık... Otobüsümüzün anonsu yapıldı ve artık Hasan dedeyle benim yolum orada ayrılıyordu bu anonsla...
Otobüse herkes bindi. Yolcu kontrollerini muavin yaptıktan sonra otobüsümüz hareket etmeye başladı... Ben otobüsün koltukları arkasında bulunan mini televizyondan korku filmi açtım ve izlemeye koyuldum. Biraz vakit geçince ben uykuya daldım.
Ve gözümü Isparta'da açmıştım. İlk defa bir otobüs yolculuğunda bu denli deliksiz uyuduğumu hatırlıyorum. Beni Isparta garajından mezuniyet prensesi kız kardeşim Damla karşıladı. Biraz dışarıda dolaştık beni Isparta'da güzelce gezdirdi. Sonra Damla'nın telefonu çaldı ve arayan İzmir'deki Menekşe teyzemdi. O da bir kaç saat sonra Isparta'ya geleceğini söylemişti. Zaten yorgunluktan ayakta zor duruyorum bir kaç saat daha dışarıda oyalandık. Tek tek araba kiralama ofislerini gezerek kendimize kırmızı bir BMW kiralamıştık. Ve o arada teyzem geldiğini söyleyince biz de arabayla teyzemi garajdan aldık...
Önce bir simitçiye gittik ve güzel taze, daha dumanı üstünde simit yedik. Sonra Damla'nın ayarladığı kalacağımız yere doğru yola koyulduk.
En sonunda kalacağımız yere geldik ve ben kendimi ancak yatağa attım. Güzelce dinlendik Teyzemle. Damla'da kaldığı yurda gitmişti ve sabah telefonlaşarak tekrar buluştuk. Trafik çok yoğundu. Sanki Isparta'ya bir Isparta daha gelmiş gibi kalabalık, cıvıl cıvıldı sokaklar ve caddeler. Ama böyle bir ortamda araba sürmek o kadar zordu ki. Heleki Adanalıysanız sinirlenmeniz imkansız...
Damla'nın mezuniyetine bu hengamede zor da olsa gitmiştik. Gitmek bir sorun değildi. Bu sefer de arabayı park etme problemi ile karşı karşıyaydık. Herkein güzelce parkettiği yere ben de parketmiştim ama Adanalıysanız illaki bir polisle tartışmadan park yapamazsınız. Bu gelenek yine bozulmadı ve yanıma çok sinir bozucu bir polis geldi. Buraya arabayı park edemezsiniz beyfendi deyince; zaten sıcak ve stresli bir ortam bu söylemle beraber kan beynime sıçramıştı adeta. Polisle kısa tartışmanın ardından arabayı ceza yememek için mecburen de olsa başka yere çekmek zorunda kaldım. Arabadan indik ve çok sıcak bir hava vardı. Tüm stat hıncahınç insan seliyle kaplıydı. Tüm üniversite öğrencileri bölüm bölüm içeri girmeye başlamıştı. Ben de teyzemle kendimize stat da bir yer bulduk. En önden o sıcak günde ayakta izledik tüm programı. Ama malasef kardeşimi göremedim onca insan arasında.
Göremesem de benim varlığım eminim kardeşime güç veriyordu. Program sonunda kız kardeşim bizi arabanın yanında beklediğini söylüyordu ve biz de arabanın yanına teyzemle yürüdük. O sırada kız kardeşim bazı arkadaşlarını da arabamızın yanına çağrıyordu onları da yurda götürecektik. İşte beni aşkına adım adım sürükleyecek kız da bu grubun içindeydi.
Ve kızlar geldi. Kız kardeşimin kadim dostları Aysel ve Pervin'di gelenler...Ufak bir tanışma faslı olmuştu ama, o gördüğüm gözler o ufak anın en değerli zamanını oluşturmuştu.
Aşka davet eden manalı bakışlarının esaretinde bulmuştum kendimi. Kahverengiydi gözleri, kaşları inceydi; tüm göz çevresini kaplıyor ve bakışlarına derinlik katıyordu. Gözlerimi kaçıramadığım her an o derinliğe düşüyordum. Ruhumu ve kalbimi esir alacak ve beni kendine bir ömür hapsedecek bir aşka düşüyordum aslında yavaş yavaş...
Adanalı olduğumuzdan dolayıdır galiba çok sıcak kanlıyız ve biraz da çapkınlık vardır. Kızı görür görmez bakışlarım ile abluka altına almıştım. Arabanın arkasına oturduklarında onu daha rahat görmek için dikiz aynasını dahi o kıza doğru ayarlamıştım. Artık o kız demesek diyorum. Beni gözleriyle aşık eden kızın adı Aysel'di. Artık tanıştırmış da oldum kendisiyle sizleri...
Gelelim yol boyunca yaşananlara. Tabi etkilendiğim kız arkada ve ben dikiz aynasından sürekli ona bakıyorum. Zaman zaman gözlerim gözleriyle kesişiyordu ve utangaç bir şekilde bakışlarını benden kaçırıyordu. Ama anlıyordum aramızda bir elektriklenme olduğunu...
Anlıyordum yavaş yavaş bu güzel gözlere sahip kıza yenik düştüğümü. Gözlerim gözleriyle her buluştuğunda kalbimi titretiyordu. Yolculuk sırasında Hasan dede: "Gerçek seveni kalbinle görebilirsin." demişti. Ve bu söz aklıma bir anda geldi. Acaba kalbimi titreten bu bakışların sahibi benim bu dünyada bir kez sahip olacağım gerçek bir aşk mıydı? Yoksa sadece anlık bir etkilenme miydi?
Anlık olmasını asla istemiyordum ama Isparta'da kısa kalacak olmam ve hiç irtibat bilgilerinin olmaması beni derin düşüncelere sokuyordu.
İlk defa böylesine kalbimin çarptığını hissettiğim kızı gördüğüm şehirde bırakıp gitmek bana acı veriyordu.
Bu düşünceler içinde yolculuk sürüyordu. Bilerek trafiğin yoğun olduğu bölgelerden gidiyor bilerek kırmızı ışığa yakalanıyordum. Sırf bu an hiç bitmesin diye. Lakin her güzel şey bitmek zorunda mıydı ? Elbet de değildi. Ve ben kendi kendime ah etmiştim. Bu kızı elbet ben burada bırakmam diyerek. Adanalıyız ya hemen her şeyde kendimizi belli ediyoruz. Bize göre aşk kıymetlidir, tektir ve sevdiğimiz ile sonuna kadar gideriz. Adanalı olmak aşkta da mert olmayı gerektiriyordu çünkü...
Ve yolun sonu görülmüştü. Yurt binasından içeri girdik ve kızları kalacağı yere kadar götürmüştüm. Aysel de yurdun kapısından giresiye kadar arkasından baka kaldım sadece, hüzünlü ve buruk bir bakışla.
Aşk bu ne zaman geleceği asla belli olmaz. Kapını her an çalabilir. Lakin ben hep hayalimde ince belli, güzel ve manalı bakışlı, kalbi aşk ile dolu bir kız istemiştim. Belki de her erkek gibi ama, her duamın sonunda samimiyetle istedim. Ve bu bir işaretti bana göre. Bakışıyla kalbimi titreten bana hayat veren bu insan benim bu hayatta ki gerçek aşkım olabilirdi.
Lakin öyle de olacaktı...
Aysel'ime armağanımdır...