ashli
Bayan Üye
Yaşantı 1: Akciğerindeki bir problem sebebiyle ameliyata girecek olan ve odasında kendisine narkoz verilen bir hasta, sedye üzerinde ameliyathaneye giden yol boyunca, sedyeyi süren hastabakıcıya hayat hikayesini özetler.. Narkoz etkisinde olduğu için tabii ki böyle bir şey yaptığının farkında –bilincinde- değildir.
Ameliyat sonrası kendisine geldiğinde hastabakıcı bu şahısa “dün neler neler anlattın” der.. Hastanın “neler anlattım söyle bakalım” sorusuna, hastabakıcı bir takım örneklerle cevap verir. Hasta şaşırır; hastabakıcının anlattıkları gerçekten de kendi hayat hikayesinden örneklerdir; ama işin ilginci, bunları ancak hastabakıcı anlattığında hatırlar. Normalde, günlük yaşantı içinde, yani bilinçli iken ne kadar zorlarsa zorlasın hatırlayamayacağı, geçmişin derinliklerinden kalmış yaşantıları bir bir hastabakıcının dilinden önüne konur. Hastanın daha sonra söylediği şu söz dikkat çekicidir: “Kendimi öyle rahatlamış, ferahlamış ve hafiflemiş hissediyorum ki?”
Yaşantı 2: Yıllar öncesinden kalma gerçek (kurgu olarak da kabul edebilirsiniz) bir olay. Uzun zaman önce bir cinayet işlemiş ama her nasılsa kendini gizleyebilmiş ve artık rafa kalkan dosya sebebiyle yakalanma korkusu çekmeyen bir adam, şehirlerarası yolculuğa çıkar. Yanında kendi yaşlarında bir başka adam vardır. Uzun ve sarsıcı yoluculuk sebebiyle “kahramanımız” uykuya dalar. Ve bir müddet sonra uykusunda konuşmaya başlar. Yanındaki adam ister istemez adamın söylediklerini duyar ve kulaklarına inanamaz. Uykusunda konuşan adam, yıllar önce işlediği cinayeti anlamaktadır; vicdan azabı çektiğini söylemektir ve boncuk boncuk da terlemektedir. Sesi öyle fazla çıkmaktadır ki, bu “gayrı-iradi” itirafı sadece yanındaki değil, önündeki ve arkasındaki koltukta oturanlar bile duymuşlardır. Bu kişilerden biri ilk mola yerinde polise durumu anlatır ve böylece adam yakalanır... Bu münferit olayı geçelim, hepimizin bir şekilde yaşadığı yaşantıyı dile getirelim: Birçoğumuz uykumuzda konuşuruz. Gördüğümüz rüyanın ya da kabusun etkisiyle gece uykumuzda bir şeyler sayıklarız. Birkaç kelime de olsa, birkaç cümle de olsa her birimiz, ve o gün çok da yorulmuşsak, gece uykumuzda konuşuruz.
Yaşantı 3: Bu “yaşantı” aslında çoğu kişinin bildiği, şahit olduğu genel bir olaydır. Bu yaşantı şu tipik savunma cümlesiyle özetlenebilir: “Dün gece mi? Hiçbir şey hatırlamıyorum”.. Bu cümleyi en çok kimlerden duyarız? “Akşamdan kalma” kişilerden.. Çok sarhoşturlar; çok şey söylemişlerdir ve çok şey yapmışlardır; ama gelin görün ki ertesi gün neler yaptıklarını ya da söylediklerini hatırlamazlar. Neler söyledikleri ya da yaptıkları kendilerine hatırlatıldığında ise ya şaşırırlar ya da inkara yeltenirler. Ayıkken başka bir insanın sarhoşken bambaşka bir hüviyete büründüğü çok görülmüştür. Ayıkken “melek”, sarhoşken “canavara” dönüşen insanlar vardır çevremizde. Ya da ayıkken hiç konuşmayan ama birkaç kadeh içtikten sonra bülbül gibi şakıyan, gülen, hiper aktif hale gelen kişiler tanımışızdır. Daha da ötesi, ağlayan insanlar görmüşüzdür; ve o kişilerin normalde sert mizaçlı insanlar olduğunu bildiğimiz için de şaşırıp kalmışızdır..
Bu üç yaşantı türü bize neyi gösteriyor?
Cevap: “Bilinçdışı”nı gösteriyor...
İlk yaşantıdaki hasta, ameliyat öncesi aldığı narkozdaki (buna sodyum penthotal diyelim) maddenin etkisiyle “bilinçli” düzeyden çıkmıştır; bilinci geçici olarak kapanmıştır; böylece “kapıyı açık bulan” bilinçdışı hemen devreye girmiştir.
İkinci yaşantıda, yani “uyku” sürecinde de bilinç zayıflar; hakimiyeti kaybolur. Aynı şekilde bilincin koruma duvarı zayıflayan bilinçdışındaki yaşantılar rüya, kabus ya da iradesiz konuşma şeklinde yüzeye çıkmaktadırlar.
Üçüncü yaşantıda da aynı şekilde, alınan alkolün etkisiyle bilinç korumasız kalmakta; zayıflayan pencereden içeriye bilinçdışındaki yaşantılar, istekler, düşünceler ya da bastırılmış duygular akın etmektedir.
Buradan yola çıkarak iki önemli kavramı, geniş tanımlamalara gerek kalmadan basitçe açıklayalım:
Bilinç: Dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları-uyaranları farkeden zihin bölgesi. Kendinin farkında olma kabiliyeti. Mesela şu an ne yaptığınızın farkındasınız, bu yazıyı okuyorsunuz ve mesela aynı anda sigara ya da çay içiyorsunuz. (Yeri gelmişken, Freud’in ilk fikri dönemlerinde ortaya attığı “yasıla kişilik kuramında bilinç ile bilinçdışı arasında yer alan “bilinçöncesi”nden bahsedelim: Bilinçöncesi, ufakbir zorlamayla bilincimize gelen yaşantıları barındıran bölgedir. Mesela, sabah kahvaltıda ne yediğinizi çok az bir zorlamayla hatırlayabilirsiniz.)
Bilinçdışı: Bilinçli algılamanın dışında kalan bölgeleri içeren zihin bölgesi. Böylece insan, kendinin farkında olmaz. Yaşantı örneklerinden gördüğümüz gibi, bir şekilde insan kendinin farkında, bilincinde değildir; söyledikleri ve yaptıkları gayrı-iradidir, bilinçli değildir..
Psikolojinin, psikiyatrinin, psikanalizin ve psikoterapinin başlıca ilgi alanlarından biridir bilinçdışı.. En hafifinden en ağırına birçok ruhsal sorunun kaynağının ve aynı zamanda çözüm yerinin bilinçdışı olduğu ileri sürülür. Daha çok ve öncelikle Freud’un ortaya attığı ve daha sonra bir çok kişi ve ekol tarafından geliştirilen bilinçdışı kuramların hepsi de, bilinçdışının bilinç düzeyine çıkarılması halinde birçok ruhsal sorunun çözümlenebileceği tezini savunur.
Bilinçdışı’nın çözümlenmesi, yani bilinç düzeyine çıkarılmasının birçok yöntemi vardır ve psikiyatristler bunlardan birini ya da birkaçını kullanarak, sorunu olan kişinin gerçek sorununun ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalışırlar.
Serbest çağrışım, kimyasal ilaç kullanımı, hipnoz, psikoterapi, grup-terapi, projektif test uygulama gibi yöntemlerle kişinin bastırılmış duygu ve yaşantıları ortaya çıkarılmakta; sorunun kaynağı olan ne ise o tespit edilmekte ve daha sonra da bu sorunun giderilmesi yönünde tedaviye devam edilmektedir. Hipnoz, son zamanlarda, psikiyatride de kullanılmaya başlanmış, etkili tedavi yöntemlerinden biridir.
Ameliyat sonrası kendisine geldiğinde hastabakıcı bu şahısa “dün neler neler anlattın” der.. Hastanın “neler anlattım söyle bakalım” sorusuna, hastabakıcı bir takım örneklerle cevap verir. Hasta şaşırır; hastabakıcının anlattıkları gerçekten de kendi hayat hikayesinden örneklerdir; ama işin ilginci, bunları ancak hastabakıcı anlattığında hatırlar. Normalde, günlük yaşantı içinde, yani bilinçli iken ne kadar zorlarsa zorlasın hatırlayamayacağı, geçmişin derinliklerinden kalmış yaşantıları bir bir hastabakıcının dilinden önüne konur. Hastanın daha sonra söylediği şu söz dikkat çekicidir: “Kendimi öyle rahatlamış, ferahlamış ve hafiflemiş hissediyorum ki?”
Yaşantı 2: Yıllar öncesinden kalma gerçek (kurgu olarak da kabul edebilirsiniz) bir olay. Uzun zaman önce bir cinayet işlemiş ama her nasılsa kendini gizleyebilmiş ve artık rafa kalkan dosya sebebiyle yakalanma korkusu çekmeyen bir adam, şehirlerarası yolculuğa çıkar. Yanında kendi yaşlarında bir başka adam vardır. Uzun ve sarsıcı yoluculuk sebebiyle “kahramanımız” uykuya dalar. Ve bir müddet sonra uykusunda konuşmaya başlar. Yanındaki adam ister istemez adamın söylediklerini duyar ve kulaklarına inanamaz. Uykusunda konuşan adam, yıllar önce işlediği cinayeti anlamaktadır; vicdan azabı çektiğini söylemektir ve boncuk boncuk da terlemektedir. Sesi öyle fazla çıkmaktadır ki, bu “gayrı-iradi” itirafı sadece yanındaki değil, önündeki ve arkasındaki koltukta oturanlar bile duymuşlardır. Bu kişilerden biri ilk mola yerinde polise durumu anlatır ve böylece adam yakalanır... Bu münferit olayı geçelim, hepimizin bir şekilde yaşadığı yaşantıyı dile getirelim: Birçoğumuz uykumuzda konuşuruz. Gördüğümüz rüyanın ya da kabusun etkisiyle gece uykumuzda bir şeyler sayıklarız. Birkaç kelime de olsa, birkaç cümle de olsa her birimiz, ve o gün çok da yorulmuşsak, gece uykumuzda konuşuruz.
Yaşantı 3: Bu “yaşantı” aslında çoğu kişinin bildiği, şahit olduğu genel bir olaydır. Bu yaşantı şu tipik savunma cümlesiyle özetlenebilir: “Dün gece mi? Hiçbir şey hatırlamıyorum”.. Bu cümleyi en çok kimlerden duyarız? “Akşamdan kalma” kişilerden.. Çok sarhoşturlar; çok şey söylemişlerdir ve çok şey yapmışlardır; ama gelin görün ki ertesi gün neler yaptıklarını ya da söylediklerini hatırlamazlar. Neler söyledikleri ya da yaptıkları kendilerine hatırlatıldığında ise ya şaşırırlar ya da inkara yeltenirler. Ayıkken başka bir insanın sarhoşken bambaşka bir hüviyete büründüğü çok görülmüştür. Ayıkken “melek”, sarhoşken “canavara” dönüşen insanlar vardır çevremizde. Ya da ayıkken hiç konuşmayan ama birkaç kadeh içtikten sonra bülbül gibi şakıyan, gülen, hiper aktif hale gelen kişiler tanımışızdır. Daha da ötesi, ağlayan insanlar görmüşüzdür; ve o kişilerin normalde sert mizaçlı insanlar olduğunu bildiğimiz için de şaşırıp kalmışızdır..
Bu üç yaşantı türü bize neyi gösteriyor?
Cevap: “Bilinçdışı”nı gösteriyor...
İlk yaşantıdaki hasta, ameliyat öncesi aldığı narkozdaki (buna sodyum penthotal diyelim) maddenin etkisiyle “bilinçli” düzeyden çıkmıştır; bilinci geçici olarak kapanmıştır; böylece “kapıyı açık bulan” bilinçdışı hemen devreye girmiştir.
İkinci yaşantıda, yani “uyku” sürecinde de bilinç zayıflar; hakimiyeti kaybolur. Aynı şekilde bilincin koruma duvarı zayıflayan bilinçdışındaki yaşantılar rüya, kabus ya da iradesiz konuşma şeklinde yüzeye çıkmaktadırlar.
Üçüncü yaşantıda da aynı şekilde, alınan alkolün etkisiyle bilinç korumasız kalmakta; zayıflayan pencereden içeriye bilinçdışındaki yaşantılar, istekler, düşünceler ya da bastırılmış duygular akın etmektedir.
Buradan yola çıkarak iki önemli kavramı, geniş tanımlamalara gerek kalmadan basitçe açıklayalım:
Bilinç: Dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları-uyaranları farkeden zihin bölgesi. Kendinin farkında olma kabiliyeti. Mesela şu an ne yaptığınızın farkındasınız, bu yazıyı okuyorsunuz ve mesela aynı anda sigara ya da çay içiyorsunuz. (Yeri gelmişken, Freud’in ilk fikri dönemlerinde ortaya attığı “yasıla kişilik kuramında bilinç ile bilinçdışı arasında yer alan “bilinçöncesi”nden bahsedelim: Bilinçöncesi, ufakbir zorlamayla bilincimize gelen yaşantıları barındıran bölgedir. Mesela, sabah kahvaltıda ne yediğinizi çok az bir zorlamayla hatırlayabilirsiniz.)
Bilinçdışı: Bilinçli algılamanın dışında kalan bölgeleri içeren zihin bölgesi. Böylece insan, kendinin farkında olmaz. Yaşantı örneklerinden gördüğümüz gibi, bir şekilde insan kendinin farkında, bilincinde değildir; söyledikleri ve yaptıkları gayrı-iradidir, bilinçli değildir..
Psikolojinin, psikiyatrinin, psikanalizin ve psikoterapinin başlıca ilgi alanlarından biridir bilinçdışı.. En hafifinden en ağırına birçok ruhsal sorunun kaynağının ve aynı zamanda çözüm yerinin bilinçdışı olduğu ileri sürülür. Daha çok ve öncelikle Freud’un ortaya attığı ve daha sonra bir çok kişi ve ekol tarafından geliştirilen bilinçdışı kuramların hepsi de, bilinçdışının bilinç düzeyine çıkarılması halinde birçok ruhsal sorunun çözümlenebileceği tezini savunur.
Bilinçdışı’nın çözümlenmesi, yani bilinç düzeyine çıkarılmasının birçok yöntemi vardır ve psikiyatristler bunlardan birini ya da birkaçını kullanarak, sorunu olan kişinin gerçek sorununun ne olduğunu ortaya çıkarmaya çalışırlar.
Serbest çağrışım, kimyasal ilaç kullanımı, hipnoz, psikoterapi, grup-terapi, projektif test uygulama gibi yöntemlerle kişinin bastırılmış duygu ve yaşantıları ortaya çıkarılmakta; sorunun kaynağı olan ne ise o tespit edilmekte ve daha sonra da bu sorunun giderilmesi yönünde tedaviye devam edilmektedir. Hipnoz, son zamanlarda, psikiyatride de kullanılmaya başlanmış, etkili tedavi yöntemlerinden biridir.