BİLGİ VE OLANAKLILIĞI BİLMECESİ
İnsanoğlu sürekli kendini ve içinde yaşadığı dünyanın ne olduğunu anlamaya çalışmış,kendi bilincine uygun tanımlamalarda bulunmuştur. Bu tanımlar ve anlamlar her bireyde farklı bir soruyla cevaplandırılıp adlandırılsa da ortak payda: insanların bu farklılıkları bilgi denen kavramla sonuçlandırıp izah edişleridir. Bilgi nedir? İnsanlar bir şeyler hakkında edindikleri anlama çabalarını ne ile nasıl adlandırıyorlar,tabi ki bilgi ile. O zaman bilginin kendisini açığa çıkaralım artık. Bilgi için, suje ile obje arasındaki anlamlı ilişkiden doğan üründür diyebiliriz. Suje,ben yada düşünen insan, obje ise ben in yada düşünen insanın karşısında yer alan konu olabilecek her şeydir,yani düşünülen nesne. Aslında bilgi için gerekli olan iki şey:düşünen bir beyin ve bu beyinde kavranacak,anlamlandırılacak,duyumlanıp algılanacak ve hissedilebilecek bir karşı varlık. Bu varlık ister canlı olsun ister cansız,yeter ki fark edilebilecek bir türden olsun. Bu fark edilmişlik sadece duyumlar yoluyla elde edilmiş objeler için değil, insanın kavrayabileceği, düşünebileceği, istenciyle anlamlandırabileceği bir türden soyut bir obje için de geçerlidir. İşte bilginin zorunluluğu ve evrenselliği de bu fark edilişte ki çeşitlilikten ve zenginlikten ileri gelir. Bu bağlamda Tanrı nın varlığının bilgisi ile Bodrum da ki evlerin beyaz oluşunun bilgisi arasında bilgi olmak bakımından hiçbir fark yoktur. Tek farklılık bu bilgileri elde ederken kullandığımız farklı anlamlandırma ilişkilerimizdir. Buna felsefe de akt diyoruz. Bu akt lar yukarıda da bahsettiğimiz gibi kavrama ,seziş, duyumlama ve soyutlama gibi çeşitli türden olabilir. Bu çeşitliliğin bir karmaşa değil bilgi edinmede bir tür zenginlik olduğunu unutmamalıyız. Yoksa insanoğlu dar bir bilgi alanıyla kuşatılmış olup, dar bir alanda kısa paslaşmalarla kendi çekirdeğinde sıkışıp kalacaktı. Çok geçmeden de alanın darlığında kendisiyle ve çevresindeki insanlarla çatışacak ve bu çatışma sonunda kavgacı ve şiddet içerikli bir hale bürünecekti. dünya böyle bir kaos ve çatışma olaylarına hiç de yabancı değil. Savaşlar,kavgalar,açlıklar,manevi yıkımlar hala insanlık tarihinde bir gerçeklik. Ve bu gerçekliği en aza indirmek de insanın en özel yönü olan düşünce ufkunu darlaştırmadan onu geliştirmeye imkan vermekle elde edilecektir. Sokrates in’’ sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez’’ sözüyle insanların sorgulayarak çevresini gözlemleme imkanının, ‘’kötülük bilgisizlikten(cahillikten) doğar’’ sözüyle de insanlara bilgi edinme sürecinde sınırsızlığı ve çeşitliliği özgürce kullanmalarının gerektiğinin altı çizilmiştir.
Bilgi var ve evrensel,kullanıma açık,dilediğimizce türden çeşitlilikte. Peki gerçek bilgi yada doğru bilgi hangisi? Hayatımızı karmaşadan uzaklaştıracak çatışmalardan arındırabilecek,üzerinde uzlaşılabilecek türden bir bilgi var mı,olanaklı mı? Bu sorular bizi doğru bilginin imkanına götürüyor. Doğru bilgi olanaklı mı? Düşünürler bu konuda epeyce sorgulamalarda bulunmuşlar,bilgi felsefesi denen alanı ortaya çıkarmışlardır. Sofistler ,akılcılar, deneyimciler,sezgiciler, faydacılar,eleştirelciler,şüpheciler ve niceleri kendi bilgi anlayışlarıyla suje ile obje arasındaki ilişkiyi farklı anlamlandırma ilişkileriyle(aktlarla) açıklamaya çalışmışlardır. Her yaklaşımın ve filozofun görüşleri kendi içinde mantıklı ve tutarlılık içinde. Her biri kendi doğrularınca sorunun bir yüzünü açıklamış. Fakat bu izahlar ortak bir görüş ortaya koymamıştır. koyması da gerekmiyor aslında,yoksa şu an bilgi sorunundan söz etmiyor olacaktık yada bilginin evrenselliğinden….Doğru bilginin olanaklı olup olmaması hakkındaki görüşleri sizlere vermeyeceğim,filozofların yaklaşımlarının ne olduğu hakkında bilgilerde.kendi görüşlermi ve bakış açımı sizlere yansıtmaya çalışacağım. İlk olarak bir temellendirme yapalım:doğru bilgi nedir? Mantığa ve akıla uygun tutarlı bilgi diyebiliriz. Ya da herkese uygun bilgi,herkes tarafından onaylanmış bilgi.peki herkes için aynı olan bilgiler var mı? Tabi ki var,örneğin Bodrum da ki evlerin beyaz oluşunun bilgisi. Duyu organları sağlıklı olan herkes bu bilgide rahatlıkla uzlaşabilir. Peki Tanrının varlığı bilgisine gelince… işte burada uzlaşımdan çok farklılığı ve göreliliği görürüz. Yani somut algılanan bir şeyin bilgisiyle, soyut ve düşüncenin dışına çıkamayan şeyin bilgisi arasındaki farklılığı. Somut alanın bilgisinde herkes uzlaşabilir ancak sadece düşüncede kavranabilen ve anlamlandırmaya çalışılan şeyin bilgisinde işe görelilik girer: bana göre,ona göre, şuna göre… O zaman doğru bilginin olanaklılığı sorununu ikiye ayırmalıyız daha rahat anlaşılması için. İlk olarak somut ve görünen alemin içindeki objelerin bilgisinde insanlar duyular yoluyla nesneleri duyumlar, bilincinde anlamlandırır ve algılayıp açığa çıkartır.duyum ve aklın ilişkisiyle sorunun ortadan çözüldüğü bir gerçektir. Ancak yaşamımız sadece somut ve duyumlanan bir dünyayla sınırlı değil. İnsanların hayal kurmaları olmasını isteyip de mümkün olamayacak şeyleri düşlemesi, olduğundan farklı bir renge bürünmeye çalışması aslında algılanan bir dünyayla kendimizi sınırlı tutmadığımızın kanıtlarıdır. İşte algılanmayan görülmeyen duyu organlarıyla fark edilmeyen bir başka alana kayışımız da ondan. Tanrı nın bilgisi, meleklerin varlığı, öte dünyanın olup olmadığı,ruhların gerçekliği,sonraki bir yaşamın olanaklılığı hep mümkün dahilinde vardır ama doğruluğundan daha doğrusu herkes için geçerliliğinden söz edemiyoruz. Herkes için geçerli olabilmesi de mümkün değildir. Çünkü bilgisini elde etmeye çalıştığımız alan somut bir gerçekliği olup da duyu yoluyla bilgisini elde edebileceğimiz bir alan değildir. Bu konuda algıladığımız dışında bir varlık alanı yoktur demek de komik ve işi basite almaktan öteye geçemez. Metafiziğin gerçekliğinden şüphe etsek bile metafiziğin bir varlık alanı olduğu gerçeğinden şüphe edemeyiz. Peki bu alanı akıl mı, sezgi mi ,görüngü mü, görecelilik mi bize doğru şekilde verebilecek. Ne yazık ki hayır,çünkü bunlar insanın özel anlamlandırma şekilleridir ve her biri kişiye göre şekillenir ve biçimlenir. O zaman doğru bilginin imkanı konusunda özellikle metafizik alanla ilgili soruna bir cevap vermemiz mümkün olmayacaktır ve olamazda. Kimin sezgilerini daha iyi çalıştırdığını ,kimin aklını sınırsızca kullandığını , kimin inancını doğruya yönelttiğini bilemememiz doğru bilginin imkanı konusunda herkesin kendince doğruyu bildiğini gösterir. O halde soruyu kendince doğru bilginin imkanı var mıdır sşeklinde değiştirmeliyiz. Yarının kendine ne getireceğini ya da gelecekte nerede durabileceğini bilemeyen insanoğlu zaman ve mekan dışı alanın bilgisini de kendince ne kadar bilebilmesi mümkündür? Eğer inançla cevap verebilecek se somut hayatında bile her inandığı şeyin gerçekleşmediği gerçeğini bilmek zorunda. Eğer sezgiyle cevap verebilecekse somut hayatında her problemi iç görüyle çözümlemediğini hatırlamak zorunda. Eğer akılla cevap verebilecekse akıl yetisini hiç geliştirmeden bu hayatta bile yaşayabiliyor mu sorusunu cevaplamak zorunda. Eğer her şey değişiyor ve her şey görelidir diyen varsa bugünün doğru bilgisinin de yarının doğrusuyla örtüşmeyeceğini bilmek zorunda.
Doğru bilginin olanaklı olup olmadığı duyular dünyasını dışındaki alan için bir muamma olmaktan çıkamıyor. Yapacağımız şey doğru bilgiyi bulmaya çalışacağımıza, öncelikle doğru bilginin sınırlarını çizebilmek olmasın?İnsan kendi yeteneklerini keşfederek daha iyi ,daha sağlıklı bilgilere ulaşmaya çalışmalıdır. Sabır ve tahammül etmeden ,kendimizi bilmeden evrenselin peşinden koşmak yada herkese uygun bir bilgiye ulaşmak anlamsız ve içi boş bir zihin oyunundan öteye geçemeyecektir. Felsefe tarihinde nice filozofların doğru bilginin imkanı konusundaki tartışmalarını da boş bir sorguluma olarak görmüyorum,böyle de anlaşılmasın,anlaşılmamalı da.Onlar olmasaydı bu yorumları yapamayabilirdim de. Ancak yüzyıllar öncesinin mantığıyla hareket etmemeli, onlardan faydalanıp yeni yüzyılın düşünsel gerçekliğiyle ve gelişimiyle görüşlerimizi ileri sürmeliyiz kanaatindeyim. Sözün özü,
bir şairin söylediği gibi: ‘’bilinmenin ,tanınmanın ötesindesin sen,adın mı?yok bağışla’’diyebilmek , doğru bilginin olanaklılığı bilmecesindeki ilk kat edeceğimiz yol olmalı,sonrası gerçekliğimizi bilerek ilerleyebileceğimiz yere kadar kendi ayaklarımızla yürümekle gerçekleşecektir.
M.YALÇIN KILIÇ
İnsanoğlu sürekli kendini ve içinde yaşadığı dünyanın ne olduğunu anlamaya çalışmış,kendi bilincine uygun tanımlamalarda bulunmuştur. Bu tanımlar ve anlamlar her bireyde farklı bir soruyla cevaplandırılıp adlandırılsa da ortak payda: insanların bu farklılıkları bilgi denen kavramla sonuçlandırıp izah edişleridir. Bilgi nedir? İnsanlar bir şeyler hakkında edindikleri anlama çabalarını ne ile nasıl adlandırıyorlar,tabi ki bilgi ile. O zaman bilginin kendisini açığa çıkaralım artık. Bilgi için, suje ile obje arasındaki anlamlı ilişkiden doğan üründür diyebiliriz. Suje,ben yada düşünen insan, obje ise ben in yada düşünen insanın karşısında yer alan konu olabilecek her şeydir,yani düşünülen nesne. Aslında bilgi için gerekli olan iki şey:düşünen bir beyin ve bu beyinde kavranacak,anlamlandırılacak,duyumlanıp algılanacak ve hissedilebilecek bir karşı varlık. Bu varlık ister canlı olsun ister cansız,yeter ki fark edilebilecek bir türden olsun. Bu fark edilmişlik sadece duyumlar yoluyla elde edilmiş objeler için değil, insanın kavrayabileceği, düşünebileceği, istenciyle anlamlandırabileceği bir türden soyut bir obje için de geçerlidir. İşte bilginin zorunluluğu ve evrenselliği de bu fark edilişte ki çeşitlilikten ve zenginlikten ileri gelir. Bu bağlamda Tanrı nın varlığının bilgisi ile Bodrum da ki evlerin beyaz oluşunun bilgisi arasında bilgi olmak bakımından hiçbir fark yoktur. Tek farklılık bu bilgileri elde ederken kullandığımız farklı anlamlandırma ilişkilerimizdir. Buna felsefe de akt diyoruz. Bu akt lar yukarıda da bahsettiğimiz gibi kavrama ,seziş, duyumlama ve soyutlama gibi çeşitli türden olabilir. Bu çeşitliliğin bir karmaşa değil bilgi edinmede bir tür zenginlik olduğunu unutmamalıyız. Yoksa insanoğlu dar bir bilgi alanıyla kuşatılmış olup, dar bir alanda kısa paslaşmalarla kendi çekirdeğinde sıkışıp kalacaktı. Çok geçmeden de alanın darlığında kendisiyle ve çevresindeki insanlarla çatışacak ve bu çatışma sonunda kavgacı ve şiddet içerikli bir hale bürünecekti. dünya böyle bir kaos ve çatışma olaylarına hiç de yabancı değil. Savaşlar,kavgalar,açlıklar,manevi yıkımlar hala insanlık tarihinde bir gerçeklik. Ve bu gerçekliği en aza indirmek de insanın en özel yönü olan düşünce ufkunu darlaştırmadan onu geliştirmeye imkan vermekle elde edilecektir. Sokrates in’’ sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez’’ sözüyle insanların sorgulayarak çevresini gözlemleme imkanının, ‘’kötülük bilgisizlikten(cahillikten) doğar’’ sözüyle de insanlara bilgi edinme sürecinde sınırsızlığı ve çeşitliliği özgürce kullanmalarının gerektiğinin altı çizilmiştir.
Bilgi var ve evrensel,kullanıma açık,dilediğimizce türden çeşitlilikte. Peki gerçek bilgi yada doğru bilgi hangisi? Hayatımızı karmaşadan uzaklaştıracak çatışmalardan arındırabilecek,üzerinde uzlaşılabilecek türden bir bilgi var mı,olanaklı mı? Bu sorular bizi doğru bilginin imkanına götürüyor. Doğru bilgi olanaklı mı? Düşünürler bu konuda epeyce sorgulamalarda bulunmuşlar,bilgi felsefesi denen alanı ortaya çıkarmışlardır. Sofistler ,akılcılar, deneyimciler,sezgiciler, faydacılar,eleştirelciler,şüpheciler ve niceleri kendi bilgi anlayışlarıyla suje ile obje arasındaki ilişkiyi farklı anlamlandırma ilişkileriyle(aktlarla) açıklamaya çalışmışlardır. Her yaklaşımın ve filozofun görüşleri kendi içinde mantıklı ve tutarlılık içinde. Her biri kendi doğrularınca sorunun bir yüzünü açıklamış. Fakat bu izahlar ortak bir görüş ortaya koymamıştır. koyması da gerekmiyor aslında,yoksa şu an bilgi sorunundan söz etmiyor olacaktık yada bilginin evrenselliğinden….Doğru bilginin olanaklı olup olmaması hakkındaki görüşleri sizlere vermeyeceğim,filozofların yaklaşımlarının ne olduğu hakkında bilgilerde.kendi görüşlermi ve bakış açımı sizlere yansıtmaya çalışacağım. İlk olarak bir temellendirme yapalım:doğru bilgi nedir? Mantığa ve akıla uygun tutarlı bilgi diyebiliriz. Ya da herkese uygun bilgi,herkes tarafından onaylanmış bilgi.peki herkes için aynı olan bilgiler var mı? Tabi ki var,örneğin Bodrum da ki evlerin beyaz oluşunun bilgisi. Duyu organları sağlıklı olan herkes bu bilgide rahatlıkla uzlaşabilir. Peki Tanrının varlığı bilgisine gelince… işte burada uzlaşımdan çok farklılığı ve göreliliği görürüz. Yani somut algılanan bir şeyin bilgisiyle, soyut ve düşüncenin dışına çıkamayan şeyin bilgisi arasındaki farklılığı. Somut alanın bilgisinde herkes uzlaşabilir ancak sadece düşüncede kavranabilen ve anlamlandırmaya çalışılan şeyin bilgisinde işe görelilik girer: bana göre,ona göre, şuna göre… O zaman doğru bilginin olanaklılığı sorununu ikiye ayırmalıyız daha rahat anlaşılması için. İlk olarak somut ve görünen alemin içindeki objelerin bilgisinde insanlar duyular yoluyla nesneleri duyumlar, bilincinde anlamlandırır ve algılayıp açığa çıkartır.duyum ve aklın ilişkisiyle sorunun ortadan çözüldüğü bir gerçektir. Ancak yaşamımız sadece somut ve duyumlanan bir dünyayla sınırlı değil. İnsanların hayal kurmaları olmasını isteyip de mümkün olamayacak şeyleri düşlemesi, olduğundan farklı bir renge bürünmeye çalışması aslında algılanan bir dünyayla kendimizi sınırlı tutmadığımızın kanıtlarıdır. İşte algılanmayan görülmeyen duyu organlarıyla fark edilmeyen bir başka alana kayışımız da ondan. Tanrı nın bilgisi, meleklerin varlığı, öte dünyanın olup olmadığı,ruhların gerçekliği,sonraki bir yaşamın olanaklılığı hep mümkün dahilinde vardır ama doğruluğundan daha doğrusu herkes için geçerliliğinden söz edemiyoruz. Herkes için geçerli olabilmesi de mümkün değildir. Çünkü bilgisini elde etmeye çalıştığımız alan somut bir gerçekliği olup da duyu yoluyla bilgisini elde edebileceğimiz bir alan değildir. Bu konuda algıladığımız dışında bir varlık alanı yoktur demek de komik ve işi basite almaktan öteye geçemez. Metafiziğin gerçekliğinden şüphe etsek bile metafiziğin bir varlık alanı olduğu gerçeğinden şüphe edemeyiz. Peki bu alanı akıl mı, sezgi mi ,görüngü mü, görecelilik mi bize doğru şekilde verebilecek. Ne yazık ki hayır,çünkü bunlar insanın özel anlamlandırma şekilleridir ve her biri kişiye göre şekillenir ve biçimlenir. O zaman doğru bilginin imkanı konusunda özellikle metafizik alanla ilgili soruna bir cevap vermemiz mümkün olmayacaktır ve olamazda. Kimin sezgilerini daha iyi çalıştırdığını ,kimin aklını sınırsızca kullandığını , kimin inancını doğruya yönelttiğini bilemememiz doğru bilginin imkanı konusunda herkesin kendince doğruyu bildiğini gösterir. O halde soruyu kendince doğru bilginin imkanı var mıdır sşeklinde değiştirmeliyiz. Yarının kendine ne getireceğini ya da gelecekte nerede durabileceğini bilemeyen insanoğlu zaman ve mekan dışı alanın bilgisini de kendince ne kadar bilebilmesi mümkündür? Eğer inançla cevap verebilecek se somut hayatında bile her inandığı şeyin gerçekleşmediği gerçeğini bilmek zorunda. Eğer sezgiyle cevap verebilecekse somut hayatında her problemi iç görüyle çözümlemediğini hatırlamak zorunda. Eğer akılla cevap verebilecekse akıl yetisini hiç geliştirmeden bu hayatta bile yaşayabiliyor mu sorusunu cevaplamak zorunda. Eğer her şey değişiyor ve her şey görelidir diyen varsa bugünün doğru bilgisinin de yarının doğrusuyla örtüşmeyeceğini bilmek zorunda.
Doğru bilginin olanaklı olup olmadığı duyular dünyasını dışındaki alan için bir muamma olmaktan çıkamıyor. Yapacağımız şey doğru bilgiyi bulmaya çalışacağımıza, öncelikle doğru bilginin sınırlarını çizebilmek olmasın?İnsan kendi yeteneklerini keşfederek daha iyi ,daha sağlıklı bilgilere ulaşmaya çalışmalıdır. Sabır ve tahammül etmeden ,kendimizi bilmeden evrenselin peşinden koşmak yada herkese uygun bir bilgiye ulaşmak anlamsız ve içi boş bir zihin oyunundan öteye geçemeyecektir. Felsefe tarihinde nice filozofların doğru bilginin imkanı konusundaki tartışmalarını da boş bir sorguluma olarak görmüyorum,böyle de anlaşılmasın,anlaşılmamalı da.Onlar olmasaydı bu yorumları yapamayabilirdim de. Ancak yüzyıllar öncesinin mantığıyla hareket etmemeli, onlardan faydalanıp yeni yüzyılın düşünsel gerçekliğiyle ve gelişimiyle görüşlerimizi ileri sürmeliyiz kanaatindeyim. Sözün özü,
bir şairin söylediği gibi: ‘’bilinmenin ,tanınmanın ötesindesin sen,adın mı?yok bağışla’’diyebilmek , doğru bilginin olanaklılığı bilmecesindeki ilk kat edeceğimiz yol olmalı,sonrası gerçekliğimizi bilerek ilerleyebileceğimiz yere kadar kendi ayaklarımızla yürümekle gerçekleşecektir.
M.YALÇIN KILIÇ