Geçtiğimiz yüzyılda iki uzun ve kanlı savaş yaşayan dünya zaten coğrafi keşiflerin son bulduğu, kısıtlı kaynakların paylaşıldığı bir dönemeci de sapmıştı. Gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasında doğal kaynakların dağılımı ve birbirleri arasında paylaşımı konusunda içinde bulunduğumuz yüzyıla kadar arz-talep dengesi doğrultusunda çok büyük sürtüşmeler ve çatışmalar olmasa da gelişmiş ülkelerde özellikle 1960’lardan sonra akla gelebilecek hemen her endüstri kolunda atılımlar gerçekleştirildi. Bu gelişmeler insanoğlunun o güne dek biriktirdiği bilginin ve bu bilginin doğru ellerde işlenmesinin bir sonucu olarak doğdu. Sulu tekniklerle ve geliştirilen ilaçlarla tarımsal üretimin o güne kadar görülmemiş seviyelerde en üst düzeylere çıktığı; tıpta yaşanan gelişmelerle çok değil binyıl önce ortalama insan ömrünün 30-40 yıl olduğu dönemden günümüzde bunun iki katına çıkan yaşam süresinin elde edildiği; her gün daha hızlı ve daha güvenli olan taşıtlarla ulaşımın kolaylaştırıldığı bir dünya elde edildi.
Ama esas gelişme gerek bilimsel imkanların gerekse bilgi paylaşımının dünyada yayılması oldu. İşte bu nedenledir ki 21. yüzyıl bilgi çağı olarak adlandırılır. Bilgi sadece üretilmekle kalmadı; dünya çapında paylaştırıldı. Bilim adamlarının dünyada serbestçe dolaşması; imkan sunulan yerlerde çalışması ve çalışmalarını da yayınlarla ve toplantılarla dünyaya duyurmaları bugün fikirlerin ve çıktıların serbestçe dolaşımını mümkün kılmaktadır. Bu nedenledir ki bugün dünya taşıma kapasitesinin üzerinde bir insan nüfusunu barındırmaktaysa da bu teknik imkanlar, bilimsel gelişmeler ve akılcı uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Rüzgar enerjisi santralleri dünyanın hızla artan enerji ihtiyacının şu anda küçük ama gelecekte daha büyük bir kısmına cevap sunmaktadır ve sunacaktır. Ülkemizde bir tıp fakültesi hastanesinde yeni bir teknikle yapılan ameliyatı Amerika Birleşik Devletleri’nde konunun uzmanları telekonferans sistemiyle canlı olarak izleyip sorularını anında Türk cerrahi ekibine sorabilmekte ve yanıt alabilmektedir. Tarım üretimi gerçekleştirilen bir alanda kapasitesi elverişli bir uydu toprakta hangi besleyici unsurların eksik olduğunu tespit edebilmekte ve çiftçinin oraya (gerektiğinde noktasal olarak) uygulama yapmasına imkan sağlamaktadır. Ormancıların zararlarını en aza indirmek için doğada kolay kolay hazmedilemeyen sentetik çözümler yerine orman zararlıları (örneğin çam tırtılı) ile biyolojik yolla mücadele edilebilmekte; uygun alanlara bu tırtıllarla beslenen kuşlar bırakılmaktadır. Bu örneklerin sayısı sınırsızdır. Eskiden sınırlı kimselere ulaştırılabilen bilimsel gelişmeler bugün kağıtta basılı olmasa da elektronik ortamlarda hem de henüz yayımlanmadan ilgililerin incelemesine imkan verecek şekilde aktarılabilmektedir. Bilimsel gelişmelerin çoğu geliştirilebilir fikirlere dayanır. Çalışma bundan sonraki aşamayı oluşturur. İşte bu fikirler ne denli değerli ve ne denli uygulamaya sokulabilir olursa insanoğlunun emrine sunulması o derece değerli olacaktır. Değerli bilim insanımız Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun da söylediği gibi “19uncu yüzyıl fizik çağı idi, 20nci yüzyıl kimya çağı idi; içinde bulunduğumuz yüzyıl ise biyoloji çağı” olarak ürettiğimiz bilgilerin uygulamasına yönelik cabalar öne çıkmaktadır. Bu açıdan nano ölçüden mega ölçülere kadar, yani mikroskobik canlılardan balina ve fil gibi en yüksek düzeydeki canlılara kadar, incelemeler ve bu öğelerden nasıl yararlanırız sorusu bilim adamlarının meraklarını cezbetmektedir. Günümüz bilgi çağının bu konudaki araştırmaları yaparken toplumlarına bunların yansımalarını sunmaları elbette ulusların önceliği ve duyarlığına bağlı olacaktır. Okuyan, araştıran ve merak eden bir toplum ile okumayan, araştırmayan ve merak güdüsü olmayan bir toplumun bilim dünyası da farklı olacaktır. Bu yüzden işine yarar veya topluma yararlı bilgiyi ve uygulamayı en hızlı arayan ve/veya geliştiren toplum gelişmişlik yarışında diğerlerine göre öne çıkacaktır. Bunu mümkün kılan da içinde yaşadığımız bilgi çağıdır.
Ama esas gelişme gerek bilimsel imkanların gerekse bilgi paylaşımının dünyada yayılması oldu. İşte bu nedenledir ki 21. yüzyıl bilgi çağı olarak adlandırılır. Bilgi sadece üretilmekle kalmadı; dünya çapında paylaştırıldı. Bilim adamlarının dünyada serbestçe dolaşması; imkan sunulan yerlerde çalışması ve çalışmalarını da yayınlarla ve toplantılarla dünyaya duyurmaları bugün fikirlerin ve çıktıların serbestçe dolaşımını mümkün kılmaktadır. Bu nedenledir ki bugün dünya taşıma kapasitesinin üzerinde bir insan nüfusunu barındırmaktaysa da bu teknik imkanlar, bilimsel gelişmeler ve akılcı uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Rüzgar enerjisi santralleri dünyanın hızla artan enerji ihtiyacının şu anda küçük ama gelecekte daha büyük bir kısmına cevap sunmaktadır ve sunacaktır. Ülkemizde bir tıp fakültesi hastanesinde yeni bir teknikle yapılan ameliyatı Amerika Birleşik Devletleri’nde konunun uzmanları telekonferans sistemiyle canlı olarak izleyip sorularını anında Türk cerrahi ekibine sorabilmekte ve yanıt alabilmektedir. Tarım üretimi gerçekleştirilen bir alanda kapasitesi elverişli bir uydu toprakta hangi besleyici unsurların eksik olduğunu tespit edebilmekte ve çiftçinin oraya (gerektiğinde noktasal olarak) uygulama yapmasına imkan sağlamaktadır. Ormancıların zararlarını en aza indirmek için doğada kolay kolay hazmedilemeyen sentetik çözümler yerine orman zararlıları (örneğin çam tırtılı) ile biyolojik yolla mücadele edilebilmekte; uygun alanlara bu tırtıllarla beslenen kuşlar bırakılmaktadır. Bu örneklerin sayısı sınırsızdır. Eskiden sınırlı kimselere ulaştırılabilen bilimsel gelişmeler bugün kağıtta basılı olmasa da elektronik ortamlarda hem de henüz yayımlanmadan ilgililerin incelemesine imkan verecek şekilde aktarılabilmektedir. Bilimsel gelişmelerin çoğu geliştirilebilir fikirlere dayanır. Çalışma bundan sonraki aşamayı oluşturur. İşte bu fikirler ne denli değerli ve ne denli uygulamaya sokulabilir olursa insanoğlunun emrine sunulması o derece değerli olacaktır. Değerli bilim insanımız Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun da söylediği gibi “19uncu yüzyıl fizik çağı idi, 20nci yüzyıl kimya çağı idi; içinde bulunduğumuz yüzyıl ise biyoloji çağı” olarak ürettiğimiz bilgilerin uygulamasına yönelik cabalar öne çıkmaktadır. Bu açıdan nano ölçüden mega ölçülere kadar, yani mikroskobik canlılardan balina ve fil gibi en yüksek düzeydeki canlılara kadar, incelemeler ve bu öğelerden nasıl yararlanırız sorusu bilim adamlarının meraklarını cezbetmektedir. Günümüz bilgi çağının bu konudaki araştırmaları yaparken toplumlarına bunların yansımalarını sunmaları elbette ulusların önceliği ve duyarlığına bağlı olacaktır. Okuyan, araştıran ve merak eden bir toplum ile okumayan, araştırmayan ve merak güdüsü olmayan bir toplumun bilim dünyası da farklı olacaktır. Bu yüzden işine yarar veya topluma yararlı bilgiyi ve uygulamayı en hızlı arayan ve/veya geliştiren toplum gelişmişlik yarışında diğerlerine göre öne çıkacaktır. Bunu mümkün kılan da içinde yaşadığımız bilgi çağıdır.