Beyazperdede En İyi 10 Stephen King Uyarlaması

Silencio

Kayıtlı Üye
967570_10151766810893785_1879346065_n2.jpg


Nasıl Alfred Hitchcock’a “gerilim filmlerinin ustası” lakabı yakıştırılmışsa edebiyatta da bu payeyi taşıyacak yazarların başında Amerikalı yazar Stephen King gelir. Tüm dünyada 350 milyondan fazla kitabı satılan King, doğal olarak düş fabrikası Hollywood’un gözünden kaçmamıştır. Sadece romanlarından değil; kısa hikayelerinden de yapılan uyarlamalar, yaklaşık 30 yıldır sinema sektörünü derinden etkilerken, bir kısmı başyapıt düzeyine erişmiş bir kısmı ise yerden yere vurulmuş onlarca yapıtı içerir. Stanley Kubrick, John Carpenter, Rob Reiner, Lawrence Kasdan, Frank Darabont gibi usta yönetmenlerin bu filmleri, zaman zaman kitapları konusunda oldukça muhafazakar olan yazarın tepkisini çekmiştir. Ama şu bir gerçek ki King’in kitaplarından yola çıkan filmler daima tartışılmıştır ve tartışılmaya devam edecek gibi görünmektedir.

Yazarın ilk basılan romanı olan Carrie (Günah Tohumu)’nin 27 yıl aradan sonra yeniden sinemaya uyarlanması nedeniyle hazırladığımız “En İyi Stephen King Uyarlamaları” listesini hazırlarken oldukça zorlandık. Yazarın usta kaleminin beyazperdede bıraktığı izleri takip etmek için gelin, sinema tarihinde kısa bir yolculuğa çıkalım…



10- Secret Window



Stephen King’in 1990 yılında yayımlanan Four Past Midnight isimli eserinin en dikkat çekici öyküsü hiç kuşku yok ki “Secret Window, Secret Garden”dı. Bu sıra dışı öyküyü beyazperdeye uyarlayan isim ise David Koepp oldu. Secret Window ismiyle uyarlanan film, başarılı bir yazar olan Mort Rainey’nin sarsıcı bir şekilde eşinden boşanmasının ardından yazabilme yetisini kaybetmesiyle her geçen gün daha kötü duruma gitmesini konu alıyor. Ancak hikaye daha çok Shooter isimli bir adamın çıkıp Rainey’i hikayelerini çalmakla suçlaması sonucu tırmanan gerilimle şekil buluyor. Final bölümü beklenenin altında olsa da izleyiciyi etkilemeyi başaran film, Johhny Depp’in başarılı oyunculuğu için bile görülmeye değer bir Stephen King uyarlaması olarak göze çarpıyor.



9-The Dead Zone



David Cronenberg’in, Stephen King’in romanından aynı adla uyarladığı The Dead Zone’da; korkunç bir araba kazası sonrasında beş yıl komada kalan ve uyandığında artık geleceği görebilme yetisine sahip Johnny Smith adlı bir adamın, bu yeni durumla değişen hayatı ve değiştirmeye çalıştığı ‘geleceğimiz’ anlatılıyor. Cronenberg’in gerilimi tırmandırdığı kimi anlarıyla hatırlanan The Dead Zone, filme alınmayan ilk bölümü dışında romana sadık kalan bir uyarlama diyebiliriz. Filmin önünü kesen tam da bu sadık kalma durumu aslında. Cronenberg’in kendi filmografisi içinde arka sıralarda kalan The Dead Zone, Johnny Smith’in geleceği görme yeteneğinin bir armağan mı yoksa bir lanet mi olduğu sorusunu da gündeme getiriyor ama çok da üzerine gittiği söylenemez bu konunun. Toparlarsak, Johnny’nin olayları çözmesi, insanların ona yaklaşımı ve her olayda parlayıp sönen gerilimli anlar iyi bir seyir sunmasına karşın anlamlı bir bütün etmiyor. Christopher Walken’ın performansını da unutmamak gerekiyor.



8-The Running Man



Yapım yılının 1987 olduğu göz önüne alındığında uzak bir gelecekte (2017) geçen film, suçluların canlı yayında herkesin izlediği “Running Man” adlı bir televizyon şovunda, üzerine bahisler oynanan vahşet dolu bir avla cezalandırılmalarını konu alıyor. Bu şovda hayatta kalmak zorunda olan kahramanımızı ise Arnold Schwarzenegger canlandırıyor. Stephen King’in Richard Bachman mahlasıyla 1982’de yazdığı kitaptan beyazperdeye uyarlanan film, bugünden baktığımızda artık çok eskimiş teknolojisine rağmen teması itibariyle hala güncelliğini koruyor. Televizyon gün geçtikçe yaşamımızı ele geçirirken, insan hayatının eğlence malzemesi haline getirilmesine sıkı bir eleştiri getiren “The Running Man”, son yılların popüler serisi “Hunger Games”in atası olarak bile kabul edilebilir.



7-Carrie



Stephen King’in ilk romanı Carrie, o zamanlar korku-gerilim türlerinde yükselişte olan, bugün ise bir üstat olarak nitelendirdiğimiz Brian De Palma tarafından sinemaya uyarlanmış ve kısa zamanda bir korku klasiğine dönüşmüştü. Genç kızlığa adım atan Carrie White’ın bir yandan deliliğe varan bir bağnazlığa sahip annesi ve okulda kendisini dışlayan arkadaşlarıyla yaşadığı sorunlar, öte yandan yeni yeni açığa çıkan ve kontrol edemediği telekinetik güçlerine anlam verme çabası etrafında kurgulanan film, De Palma’nın gerilim yaratmadaki hüneriyle unutulmaz bir seyre dönüşüyor. Açılış ve uzun kapanış bölümü dışında filmde gerilim yaratan başlıca unsur anne-kız arasındaki çatışma.. De Palma’nın alametifarikası olan ağırlaştırılmış çekimler ve ekran bölme gibi biçimci hamlelerin ise son yarım saatte karşımıza çıktığı filmde Sissy Spacek’in Carrie yorumu, müziğin gerilim yaratmadaki başarısı da atlanmaması gereken detaylar.



6- Stand By Me



1980’lerde “coming of age” adı verilen “ergenlikten yetişkinliğe geçiş” filmleri zirve yapar. The Breakfast Club, Risky Business gibi filmler bu geçiş dönemini daha eğlenceli şekillerde ele alsalar da Rob Reiner’ın uyarlaması, izleyiciye en çok dokunan yapımlardan biri olur. Bir cesedin peşine düşen dört arkadaşın çıktığı yolculuk, onların hayatı kavramasına yardımcı olurken bizlere çocukluğun ne kadar kısa ve kırılgan olduğunu hatırlatır. Stand By Me’yi unutulmaz kılan bir unsur da oyuncularıdır. Gencecik Wil Wheaton, Jerry O’Connell ve Kiefer Sutherland’in yanı sıra aramızdan erken ayrılan River Phoenix’in performansları, tecrübeli oyunculara taş çıkartacak düzeydedir. Ben E. King’in klasik parçası “Stand By Me” ile sona eren film, King’in hikayesinin adı olan “The Body”nin cesedi değil de vücudu nitelendirdiğini düşündürür. Sanki küçükken zor durumlarda kaldığımızda bize destek çıkan arkadaşlarımızla ayakta kalabildiğimizi ifade eder gibi.



5-The Mist



Kasvetli havası, sıkıcı insanları ve tutucu düşünce yapısıyla Stephen King kitaplarından fırlamış bir kasaba düşünün. Yaklaşmakta olan büyük bir fırtınaya karşı hazırlık yapmak için markete gidiyorsunuz ve aniden bastıran sıra dışı sis yüzünden bir grup tuhaf kasabalıyla beraber markette mahsur kalıyorsunuz. Dışarıda sisin içinden çıkan yaratıklar, içeride ise karanlığın içinden gelen düşünceler yaşamınızı tehdit ediyor. İşte izleyeni böyle klostrofobik bir hissiyata sürüklüyor 2007 yapımı Mist. King’in kısa hikâyelerinden birinden yola çıkılarak Frank Darabont yönetiminde çekilen film, bir korku filmi olmaktan ziyade önemli bir toplumsal eleştiri. Karşı karşıya kaldıkları olağan üstü durumla başa çıkmadıkları için dini bağnazlığa teslim olan insanların durumunu filmdeki kısa bir diyalogla özetlemek mümkün:

- Biz medeni bir toplumuz!

- Elektrikler kesilmediği ve 911’i arayabildiğin sürece uygarsın!



4-The Green Mile


King’in aynı adlı romanından uyarlanmış filmin senarist ve yönetmen koltuğunda The Shawshank Redemption filminde olduğu gibi Frank Darabont oturuyor. Filmin başarılı bir uyarlama olmasındaki en büyük payı rahatlıkla bu isme biçebilirim. Yönetmenin yanı sıra başrolde başarılı aktör Tom Hanks’in olması da heyecan verici. Ama filmin kitlelerce akılda kalmasının asıl sebebi mahkûm rolündeki Michael Clarke Duncan ve onun akıllara kazınan replikleri. Geçtiğimiz sene hayatını kaybeden Duncan, Akademi tarafından heykelciğe layık görülmese de bence de filmin en önemli parçası.

Hikâye, acımasız katillerin bulunduğu Could Mountain hapishanesinin bir bloğunda geçiyor. Buradaki mahkûmlar “Yaşlı Sparky” diye bilinen elektrikli sandalyede cezalarının kesilmesini bekliyor. Gardiyanlardan Paul Edgecombe (Hanks) için bütün katiller aynıdır. Elbette John Coffey (Duncan) adlı mahkûmla tanışıncaya dek… Dev cüsseli, çocuk kalpli bu adam; Stephen’in usta kalemi, Darbont’un üslubuyla seyircisine unutamayacağı bir insanlık dersi veriyor. Film bittiğinde insanları suçlarken ve ceza verirken ne kadar vicdanî kararlar alınıp alınmadığını sorgularken buluyorum kendimi… Es geçilmeyecek bir King romanı adaptasyonu…


3-Misery


Reiner’in ikinci ve son King uyarlaması olan “Misery”, yönetmenin hedefi on ikiden vuran bir diğer filmidir. Geçirdiği bir kaza sonucu, kendisini kurtaran kadının evine misafir olmak zorunda kalan bir yazarın yaşadığı gerilimi ele alan film, yazarın yarattığı karaktere tutkuyla bağlı kadın rolünde Kathy Bates’in dehşetengiz performansından güç alır. (Kendisi bu rolle Oscar kazanmıştır) En büyük artılardan biri ise yaratılan klostrofobik atmosferdir. Dar mekanda iki kişi arasındaki artan gerilim, William Goldman’ın ustalıklı senaryosunun düğüm ve çözüm bölümlerinde zirveye çıkar. Oldukça sürükleyici olan ama bir o kadar da rahatsız edici sahnelere sahip olan uyarlama, genellikle kitabı kadar incelikli bulunmaz ya da karakterlerin ruhunu yansıtmakta yetersiz görünür. Buna cevaben bir sahnede kendi kitabını yakan yazar izleyicilere belki de şu mesajı vermiştir: Kitabı unutun ve filmin tadını çıkarın!



2-The Shining


Bir Stephen King eserini beyazperdeye uyarlayabilecek en doğru isimlerden biri kesinlikle Stanley Kubrick’dir. Aslında, bunu sadece King eserleriyle kısıtlamak yanlış bir tanımlama olabilir çünkü bir yapımın arkasında Kubrick ismi varsa bu zaten beyazperde için ender bulunan nimetlerdendir. İşte bu noktada The Shining, Stephen King’in aynı adlı romanından Kubrick tarafından beyazperdeye uyarlanmış paha biçilemez bir eserdir. Film kısaca Jack Torrence’nin ailesiyle birlikte bir otele yerleşmesiyle başlıyor. Ancak, işler hiç de planlandığı gibi gitmiyor ve Jack günden güne aklını yitirmeye ve bir caniye dönüşmeye başlıyor.

Jack Nicholson’un mucizevi performansı filmin bu denli başarılı olmasının kuşkusuz en önemli sebebi. Her ne kadar Stephen King bu uyarlamadan memnun olmadığını dile getirse de yalnızca King uyarlamaları listesinde değil, sinema tarihinin en iyi gerilim filmleri arasında da bir numara olmayı hak eden The Shining’i seyredip hem yazara hem de yönetmene hayran olmamak mümkün değil.


1- The Shawshank Redemption


Stephen King’in “Rita Hayworth and Shawshank Redemption” isimli kısa bir roman olarak değerlendirebileceğimiz hikayesinden uyarlanan The Shawshank Redemption, beyazperdeye aktarılış biçimiyle de bir “başyapıt” olarak tabir edebileceğimiz naif bir eser. Karısını ve karısının sevgilisini öldürmek suçlarından ömür boyu hapis cezası alan Andy Dufresne’nin hapishanede tanık olduğu onlarca şeye rağmen hayata olan umut dolu sarılışını konu alan filmin yönetmenliğini yazarın The Green Mile ve The Mist filmlerini de başarıyla beyazperdeye uyarlayan Frank Darabont yapıyor. İzleyenin bile umudunu kaybettiği dakikalar olmasına rağmen, umudunu hiç bir zaman kaybetmeyen Andy Dufresne ve bu yoldaki dostu Red’in hikayesi King’in öykülerinden beyazperdeye uyarlanan filmler arasında en üst sırada yer alıyor.

 
---> Beyazperdede En İyi 10 Stephen King Uyarlaması

kitaplarını okudum çoğunun ama flimlerini izlemedim :)
baaaaağğalımmm :D bekli izşerimm :D
 
---> Beyazperdede En İyi 10 Stephen King Uyarlaması

The Shawshank Redemption...

Muhteşemsin Üstad.
 
bayigram takipçi satın al instagram beğeni satın al instagram takipçi satın al tiktok takipçi satın al Buy Followers bugün haber
vozol
Geri
Üst