ßy.MeCHuL
Kayıtlı Üye
Besmelenin Tefsiri
Muhammed b. Abdu'l Vehhab yüce kitabımız Kur'an'a uymuş ve aşağıdaki hadise dayanarak kitabına besmele ile giriş yapmıştır.
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla"
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Besmele ile başlanılmayan her iş bereketsizdir." (İbni Hibban.İbni Salah bu hadis için hasen' demiştir)
"Hamd ile başlanmayan her iş bereketsizdir." (Ebu Davud, Ede: 18, İbni Mace, Nikah: 19)
"Allah anılmadan başlanılan her iş,bereketsizdir." (Ahmed)
"Allah anılmadan başlanılan her iş ek******." (Darekutni)
Yazar, kitabının kimi nüshalarında sadece Besmeleyi yazmakla yetinmiştir. Çünkü bu, Allah'ı (c.c.) anmada çok daha açık ve etkindir. Bunun böyle olduğunu hadislerden öğreniyoruz. Rasulullah da (s.a.v.) mektuplaşmalarında, Besmele'yi başta zikrederek bununla yetinmiştir. Nitekim Rum (Bizans) Hükümdarı Herakliyus'a yazdığı mektupta bunu görmekteyiz.
Elime yazarın kendi el yazması olan bir nüsha geçti. Merhum, burada sadece Besmele ile başlamış, bunun ardından Allah (c.c.) hamd etmiş, sonra da Rasulullah (s.a.v.) ile ehl-i beytine salat ve selamı yazmıştır. Her işe Besmele ile başlamak gerekir.
"Bismillah" kelimesindeki "bi" cer edatı, burada gizli bir fiilin varlığını göstermektedir. Sonradan gelen alimlerin (muteahhirin) tercihine göre,bu fiilin "Bismillah" ifadesinden sonra varsayılması gerekir.
Bu varsayılan kelimenin fiil olmasının sebebi ise, Allah'ın (c.c.) adı ile eylem yapmanın fiiller için geçerli olmasıdır.
Yine bu gizli fiilin "Bismillah" kelimesinden sonraya bırakılması, o işe ait olduğunu göstermek, aynı zamanda bir tazim sergilemek, varlık için en uyun olanı ortaya koymaktır. Çünkü kendisiyle başlanılacak olan en önemli şey, öncelikle Allah'ı (c.c.) anmak yani "Besmele" çekmektir.
Allame İbni Kayyım (r.a.), bu varsayılan fiilin gizlenmesinin birtakım faydaları olduğunu söylemektedir.
Şöyle ki:
1. Her işe öncelikle Allah'ı (c.c.) anarak başlamak gerekir.
2. Buradaki fiilin belirsiz olması sebebiyle her iş, söz ve harekete öncelikle Besmele ile başlamak sahih olur.
"Bismillah"ın başında yer alan "bi" cer edatına gelince, bu hem "muhasebe" hem de "istiane" içindir. Bu durumda anlam şöyle olmaktadır.
"Allah'ın (c.c.) adıyla, Allah'tan (c.c.) yardım bekleyerek ve O'nun bereketini isteyerek kitabımı yazmaya başlıyorum."
Ancak Alak Suresinin ilk ayetiyle Hud Suresinin 41. ayetlerindeki fiillerin "Bismillah" kelimesinden önce zikredilmeleri durumun bu şekilde gerektirmesi sebebiyledir.
"İsm" kelimesi bir görüşe göre uluvv, yani yücelik manasına gelen "sümüv" kelimesinden diğer bir görüşe göre ise alamet ve işaret manasına gelen "vesm" kelimesinden türemiştir. Çünkü herhangi bir şey, eğer tesmiye olunduysa, Allah'ın (c.c.) ismi ile yücelir ve O'nun damgasıyla değer kazanır.
"Allah" ismine gelince, Arap dilbilimcilerinden Kisai ve Ferra bu kelimenin aslının "el - İlah" olduğunu söylemişlerdir. Bunlar
"İlah" lafzından hemzeyi kaldırarak, buradaki ilk "lam" ile sonraki "lam"ı birleştirirler. Böylece kelime şeddeli ve kalın okunan tek "lam" haline dönüşmüş olur.
Allame İbni Kayyım (r.h.) der ki:
"Doğru olan "Allah" isminin türemiş olmasıdır. Çünkü bunun aslı "el-İlah"tır. Nitekim Sibeveyh ve pek azı dışında tüm arkadaşları bu görüştedirler. "Allah" ismi güzel isimlerin (Esmaü'l-Hüsna) ve yüce sıfatların hepsini kapsar.
"Allah" isminin türeme olduğunu ileri sürenler, bununla bu ismin Allah (c.c.)'nun sıfatlarına delalet ettiğini söylemek istemişlerdir ki Allah ismi, O'nun güzel isimlerinden biri olan "el-İlah" dan türemiştir. Bu da Alim, Kadir, Semi, Basir vb. isimlerdendir. Kuşkusuz bu isimler, hem mana hem de lafız olarak kök fiillerinden türemişlerdir ve eskiden beri var olan fiillerdir. Biz, türeme ifadesiyle, bunların hem mana hem de lafız bakımdan kök fiillerine bağlı bulunduklarını belirtmek istiyoruz; ayrıntının asıldan doğduğu gibi, onlardan doğmuş olduklarını değil. Gramer bilginlerinin kök fiilleri ve kök fiillerinden türeyen kelimeler için, asıl ve ayrıntı isimlerini kullanmaları, bunlardan birinin diğerinden doğduğu anl***** gelmez. Bu sadece, birinin ötekisinin manalarını fazlasıyla içerdiğini ifade eder."
Ebu Cafer İbni Cerir Taberi (r.h.) der ki:
"Allah" isminin aslı "el-İlah" tır. Kelimenin baş tarafında yer alan ve ismin "fael fiil" i olan hemze kaldırılmıştır. Hemen onun ardında ikinci "lam" vardır. Bu fazla "lam" harekesizdir. Bu sebeple diğer "lam"ın içine karıştırılarak tek ve şeddeli bir "lam" halini almıştır.
"Allah" isminin yorumuna gelince; bu, Abdullah b. Abbas'tan bize gelen rivayette olduğu gibidir.
Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
"Bütün varlıkların, kendisini ilah kabul ederek kulluk ettikleri" manasına gelir.
Yine Dahhak (r.h.) ve Abdullah b. Abbas'dan (r.a.) gelen rivayette deniyor ki:
"Allah (c.c.) tüm yaratıkları üzerinde uluhiyet ve ubudiyet sahibidir."
Eğer bir kimse çıkıp da:
"Bu lafzın Fe-i-le, Yef-a-lu kalıbından alındığına dair bir esas var mı ki 'Bu isim, bu fiilin binasındadır' denilebilsin?" diye bir soru yöneltirse, şöyle deriz:
"Araplar'dan böyle bir şeyin işitildiği vaki değildir. Ancak bunu istidlal yoluyla anlıyoruz." Şayet birisi "Uluhiyet'in "ibadet", ilahın da "mabud" manasına geldiğini gösteren bir delil var mı?" diye sorarsa ve yine "Bunun Fe-i-le, Yef-a-lu kalıbından geldiğine dair bir delil bulunuyor mu?" derse, "Araplar bunu engel olarak görmemişlerdir" deriz. Onlar, Allah'a (c.c.) ibadet etmekle tanınan ve istediğini sadece Allah'tan (c.c.) isteyen bir kimse için:
"Teellehe fulan (falan kimse kendini iyice ibadete verdi)" demekte bir sakınca görmemişler ve bu görüşün zıttına bir görüş beyan etmemişlerdir. Nitekim Ru'be b. el-Accac'ın beytinde yer alan "tellüh" de bu manada kullanılmıştır. Kuşkusuz "tellüh" de "tefe'ul" babındadır. Bu ise, sülasi olan "E-li-he, Ye-lu-hu" dandır. "Elihe" kelimesi "Allah'a (c.c.) ibadet ve kulluk etti" manasına gelir.
Bunun aynı zamanda bir de mastarı vardır ki, bu mastara göre Araplar, bu kelimeyi bir ilave yapmaksızın "Fe-i-le", "Yef-a-lu" ölçüsünde de kullanmışlardır. Bunu Süfyan b. Veki'nin rivayetinden öğrenmekteyiz. Veki', bu senedi Abdullah b. Abbas'a (r.a.) kadar ***ürmüştür. Abdullah b. Abbas (r.a.), A'raf Suresinin 128. ayetini "Ve yezerake ve ilahetek" olarak okumuş ve:
"Allah'a (c.c.) ibadet olunur, ancak O başkasına ibadet etmez."
Yine başka bir senedle İbni Abbas'dan (r.a.) şöyle rivayet edilir:
"Firavun, tapınılan idi; fakat tapan değildi."
Bunun benzerini Mücahid'den (r.h.) de zikretmiş ve sonra şöyle demiştir:
"Gerek İbni Abbas'ın (r.a.) ve gerekse Mücahid'in (r.h.) sözleri "elihe" nin "abede" anl***** geldiğini gösterir, "İlahete" ise bunun kök fiilidir. Nitekim Ebu Said'den (r.a.). merfu olarak gelen hadiste:
"Annesi İsa'yı (a.s.), öğrenim görmesi için hocalara vermiş, hoca kendisine: "Allah'ın adıyla yaz!" deyince İsa (a.s.) ona: "Sen Allah'ın kim olduğunu bilir misin? Allah ilahlar ilahıdır." demiştir.
Allame İbni Kayyım (r.h.):
"Bu şerefli ismin lafız bakımından on kadar özelliği vardır. Onun manevi özellikleri hakkında Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ben seni Senin kendi zatını övdüğün gibi övemem." (Ebu Davud, Salat: 148, Vitr: 5; Nesai, Kıyamu'l-Leyl: 51; Tirmizi, Deavat: 75, 112; İbni Mace, Dua: 3, İkamet: 117; Müsned: 1/96, 118, 50)
Müsemması bu adla adlanan zat için mutlak anlamda olgunluk söz konusuyken, o müsemmaya ait olan ismin özelliklerini nasıl sayabiliriz ki? Her hamd ve övgü, her sena ve mecd, her celal ve kemal, her izzet ve cemal, her hayır ve ihsan, her cömertlik, fadl ve birr (iyilik) O'nun adına ortaya konacaktır. Doğrusu O'nu tanıyan ve gereğini yerin getiren bununla mutlu olacak, tanımayan ve gereğini bilmeyen de kötü ve mutsuz olacaktır. Bu, yaratma ve emrin sırrıdır. Yaratma O'nundur, kulluk da O'nun içindir. Yaratma, emir, sevap ve ceza ile ilgili her ne varsa, hep O'ndan gelmedir ve sonunda dönüş de O'nadır. Çünkü bu, o ismin gereğidir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"... Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru!.." (Al-i İmran: 3/191)
"Er-Rahmanirrahim"
İbni Cerir et-Taberi (r.h.) şöyle diyor:
"Bana Seriyy b. Yahya, Osman b. Züer'in Azremi'den şöyle dinlediğini nakletti:
"Tüm yaratıklara karşı Rahman'dır, sadece müminlere karşı Rahim'dir."
Yine Ebu Said el-Hudri'ye (r.a.) dayandırdığı bir senedinde de, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Meryemoğlu İsa (a.s.) şöyle dedi: "Rahman; hem ahiretin hem de bu dünyanın Rahman'ı, merhamet edeni demektir. Rahim de, ahiretin Rahim'i anlamındadır."
İbni Kayyım (r.a.) der ki:
"Allah" ismi, Allah'ın (c.c.) mabud ve ilah edinildiğini gösterir. Çünkü tüm yaratıklar sevgi ve yüceltme ile, ihtiyaç ve sıkıntılarında O'na yönelerek, sadece O'nun ilahlığını kabullenmişlerdir. Bu, Allah'ın Rab oluşunun ve merhametinin, mülk ve hamdinin kemalini içerir. İlah, Rab, Rahman ve mülkün yegane sahibi olmasını gerektirir. Aynı zamanda bu, tüm kemal sıfatlarını da gerekli kılar. Bu isim korku anında söylense, kulun korkusu yok olur, sıkıntı anında söylense, Allah (c.c.) kulunun sıkıntısını giderir. Bir tasa, keder ve endişe anında söylendiğinde, Allah (c.c.) kulundan keder, tasa ve endişeyi giderir. Kul sıkıntıda iken 'Allah' dese, Allah (c.c.) onu bolluğa eriştirir. Zayıf ve güçsüz biri bu ismi söylese, Allah (c.c.) ona güç ve kuvvet kazandırır. Aşağılanmış biri söylese Allah (c.c.) onu uysal kılar. Yenik düşmüş biri söylese, Allah (c.c.) kendisine yardım eder ve onu destekler. Başı sıkışmış biri O'nu çağırsa, Allah (c.c.) sıkıntısını önler (İnşallah). Kovulan, yerilen ancak O'na sığınır.
"Allah" ismi öyle bir isimdir ki, sıkıntılar onunla gitmekte,yer ve gök o sayede ayakta durmaktadır. Kitaplar O'nunla indirilmiş, rasuller O'nunla gönderilmiştir. Şeriatlar bu isimle var olmuş, had ve cezalar bu isim sebebiyle uygulanmıştır. Cihat bu isim için ve sadece bu isim adına meşru kılınmıştır. Bu açıdan yaratılanlar iyi ve kötü diye kısımlara ayrılmışlardır. Bu sayede, sabit olan hak ve hakikat ortaya çıkacaktır. Bu isim adına teraziler kurulacak, sırat ortaya konacak, Cennet ve Cehennem pazarı kurulacaktır. Bu isimle yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) ibadet edilecektir. Kabir suali, dirilme ve huzura gitme hep bu isim için olacaktır. Mahkemeler hep O isim adına yapılacak, problemler hep O isim adına çözülecektir. Dostluk ve düşmanlık O isim için olacaktır. O'nu tanıyan ve kulluk konusunda O'nun hakkını gereği gibi yerine getiren mutlu olacak, O'nu tanımayan ve kulluk konusunda O'nun hakkını gereği gibi yerine getirmeyenler de kötü ve mutsuz olacaklardır. Bu, yaratılışın ve her işin sırrıdır. Dolayısıyla yaratma ancak bu isimle vardır ve yaratıklar da sonunda O'na varacaklardır. Yaratma O'nunla ve O'nun içindir. Yaratan O'dur; emir, sevap ve ceza ile ilgili olarak her ne varsa, hep O'ndan gelmedir ve sonunda dönüş de O'nadır. Çünkü bütün bunlar, o ismin gereğidir.
Çünkü Celal ve Cemal sıfatları sadece "Allah" ismine aittir.
Eylem, güç ve kuvvet, zarar ve yarar vermede tek oluş, vermek ve vermemek etkinliği, kuvvetinin sınırsızlığı, yaratıklarına ait işleri düzene koyması da, "Rab" ismine hastır.
İhsan, cömertlik, iyilik, şefkat, minnet, re'fet ve lütuf sıfatları da "Rahman" isminin gereğidir."
"Rahman", noksan sıfatlardan uzak olan Allah (c.c.) sayesinde var olan bir sıfata delalet eder. "Rahim" ise, rahmet olunmuşa aittir. Aşağıdaki ayetler Allah'ın (c.c.) bu sıfatlarını ifade etmektedir:
"... O, müminlere karşı oldukça rahimdir (merhametledir)." (Ahzab: 33/43)
"O, onlara karşı çok şefkatli ve çok rahimdir (merhametlidir)." (Tevbe: 9/117).
Bu sıfat, Kur'an'da hiçbir zaman: "Rahmanun bihim" olarak yer almamış, her zaman "Rahim" olarak geçmiştir.
Rabbin sahip olduğu isim ve sıfatlar onun kemal niteliklerini gösterir. Bunların hem özel isim hem de sıfat olmaları bir çelişki arzetmez. Bilindiği gibi "Rahman", Allah'ın (c.c.) hem ismi hem de sıfatıdır. Bu kelime, sıfat olması bakımından Allah'ın (c.c.) ismine tabidir. Ancak Kur'an'da ayrıca yer alan bir isim olması yönünden, Allah'ın (c.c.) sıfatına tabi değildir. Bu durumda, özel isimdir. Örneğin;
"Rahman Arş üzerinde istiva etmiştir." (Ta-Ha: 20/5)
Muhammed b. Abdu'l Vehhab yüce kitabımız Kur'an'a uymuş ve aşağıdaki hadise dayanarak kitabına besmele ile giriş yapmıştır.
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla"
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Besmele ile başlanılmayan her iş bereketsizdir." (İbni Hibban.İbni Salah bu hadis için hasen' demiştir)
"Hamd ile başlanmayan her iş bereketsizdir." (Ebu Davud, Ede: 18, İbni Mace, Nikah: 19)
"Allah anılmadan başlanılan her iş,bereketsizdir." (Ahmed)
"Allah anılmadan başlanılan her iş ek******." (Darekutni)
Yazar, kitabının kimi nüshalarında sadece Besmeleyi yazmakla yetinmiştir. Çünkü bu, Allah'ı (c.c.) anmada çok daha açık ve etkindir. Bunun böyle olduğunu hadislerden öğreniyoruz. Rasulullah da (s.a.v.) mektuplaşmalarında, Besmele'yi başta zikrederek bununla yetinmiştir. Nitekim Rum (Bizans) Hükümdarı Herakliyus'a yazdığı mektupta bunu görmekteyiz.
Elime yazarın kendi el yazması olan bir nüsha geçti. Merhum, burada sadece Besmele ile başlamış, bunun ardından Allah (c.c.) hamd etmiş, sonra da Rasulullah (s.a.v.) ile ehl-i beytine salat ve selamı yazmıştır. Her işe Besmele ile başlamak gerekir.
"Bismillah" kelimesindeki "bi" cer edatı, burada gizli bir fiilin varlığını göstermektedir. Sonradan gelen alimlerin (muteahhirin) tercihine göre,bu fiilin "Bismillah" ifadesinden sonra varsayılması gerekir.
Bu varsayılan kelimenin fiil olmasının sebebi ise, Allah'ın (c.c.) adı ile eylem yapmanın fiiller için geçerli olmasıdır.
Yine bu gizli fiilin "Bismillah" kelimesinden sonraya bırakılması, o işe ait olduğunu göstermek, aynı zamanda bir tazim sergilemek, varlık için en uyun olanı ortaya koymaktır. Çünkü kendisiyle başlanılacak olan en önemli şey, öncelikle Allah'ı (c.c.) anmak yani "Besmele" çekmektir.
Allame İbni Kayyım (r.a.), bu varsayılan fiilin gizlenmesinin birtakım faydaları olduğunu söylemektedir.
Şöyle ki:
1. Her işe öncelikle Allah'ı (c.c.) anarak başlamak gerekir.
2. Buradaki fiilin belirsiz olması sebebiyle her iş, söz ve harekete öncelikle Besmele ile başlamak sahih olur.
"Bismillah"ın başında yer alan "bi" cer edatına gelince, bu hem "muhasebe" hem de "istiane" içindir. Bu durumda anlam şöyle olmaktadır.
"Allah'ın (c.c.) adıyla, Allah'tan (c.c.) yardım bekleyerek ve O'nun bereketini isteyerek kitabımı yazmaya başlıyorum."
Ancak Alak Suresinin ilk ayetiyle Hud Suresinin 41. ayetlerindeki fiillerin "Bismillah" kelimesinden önce zikredilmeleri durumun bu şekilde gerektirmesi sebebiyledir.
"İsm" kelimesi bir görüşe göre uluvv, yani yücelik manasına gelen "sümüv" kelimesinden diğer bir görüşe göre ise alamet ve işaret manasına gelen "vesm" kelimesinden türemiştir. Çünkü herhangi bir şey, eğer tesmiye olunduysa, Allah'ın (c.c.) ismi ile yücelir ve O'nun damgasıyla değer kazanır.
"Allah" ismine gelince, Arap dilbilimcilerinden Kisai ve Ferra bu kelimenin aslının "el - İlah" olduğunu söylemişlerdir. Bunlar
"İlah" lafzından hemzeyi kaldırarak, buradaki ilk "lam" ile sonraki "lam"ı birleştirirler. Böylece kelime şeddeli ve kalın okunan tek "lam" haline dönüşmüş olur.
Allame İbni Kayyım (r.h.) der ki:
"Doğru olan "Allah" isminin türemiş olmasıdır. Çünkü bunun aslı "el-İlah"tır. Nitekim Sibeveyh ve pek azı dışında tüm arkadaşları bu görüştedirler. "Allah" ismi güzel isimlerin (Esmaü'l-Hüsna) ve yüce sıfatların hepsini kapsar.
"Allah" isminin türeme olduğunu ileri sürenler, bununla bu ismin Allah (c.c.)'nun sıfatlarına delalet ettiğini söylemek istemişlerdir ki Allah ismi, O'nun güzel isimlerinden biri olan "el-İlah" dan türemiştir. Bu da Alim, Kadir, Semi, Basir vb. isimlerdendir. Kuşkusuz bu isimler, hem mana hem de lafız olarak kök fiillerinden türemişlerdir ve eskiden beri var olan fiillerdir. Biz, türeme ifadesiyle, bunların hem mana hem de lafız bakımdan kök fiillerine bağlı bulunduklarını belirtmek istiyoruz; ayrıntının asıldan doğduğu gibi, onlardan doğmuş olduklarını değil. Gramer bilginlerinin kök fiilleri ve kök fiillerinden türeyen kelimeler için, asıl ve ayrıntı isimlerini kullanmaları, bunlardan birinin diğerinden doğduğu anl***** gelmez. Bu sadece, birinin ötekisinin manalarını fazlasıyla içerdiğini ifade eder."
Ebu Cafer İbni Cerir Taberi (r.h.) der ki:
"Allah" isminin aslı "el-İlah" tır. Kelimenin baş tarafında yer alan ve ismin "fael fiil" i olan hemze kaldırılmıştır. Hemen onun ardında ikinci "lam" vardır. Bu fazla "lam" harekesizdir. Bu sebeple diğer "lam"ın içine karıştırılarak tek ve şeddeli bir "lam" halini almıştır.
"Allah" isminin yorumuna gelince; bu, Abdullah b. Abbas'tan bize gelen rivayette olduğu gibidir.
Abdullah b. Abbas (r.a.) şöyle demiştir:
"Bütün varlıkların, kendisini ilah kabul ederek kulluk ettikleri" manasına gelir.
Yine Dahhak (r.h.) ve Abdullah b. Abbas'dan (r.a.) gelen rivayette deniyor ki:
"Allah (c.c.) tüm yaratıkları üzerinde uluhiyet ve ubudiyet sahibidir."
Eğer bir kimse çıkıp da:
"Bu lafzın Fe-i-le, Yef-a-lu kalıbından alındığına dair bir esas var mı ki 'Bu isim, bu fiilin binasındadır' denilebilsin?" diye bir soru yöneltirse, şöyle deriz:
"Araplar'dan böyle bir şeyin işitildiği vaki değildir. Ancak bunu istidlal yoluyla anlıyoruz." Şayet birisi "Uluhiyet'in "ibadet", ilahın da "mabud" manasına geldiğini gösteren bir delil var mı?" diye sorarsa ve yine "Bunun Fe-i-le, Yef-a-lu kalıbından geldiğine dair bir delil bulunuyor mu?" derse, "Araplar bunu engel olarak görmemişlerdir" deriz. Onlar, Allah'a (c.c.) ibadet etmekle tanınan ve istediğini sadece Allah'tan (c.c.) isteyen bir kimse için:
"Teellehe fulan (falan kimse kendini iyice ibadete verdi)" demekte bir sakınca görmemişler ve bu görüşün zıttına bir görüş beyan etmemişlerdir. Nitekim Ru'be b. el-Accac'ın beytinde yer alan "tellüh" de bu manada kullanılmıştır. Kuşkusuz "tellüh" de "tefe'ul" babındadır. Bu ise, sülasi olan "E-li-he, Ye-lu-hu" dandır. "Elihe" kelimesi "Allah'a (c.c.) ibadet ve kulluk etti" manasına gelir.
Bunun aynı zamanda bir de mastarı vardır ki, bu mastara göre Araplar, bu kelimeyi bir ilave yapmaksızın "Fe-i-le", "Yef-a-lu" ölçüsünde de kullanmışlardır. Bunu Süfyan b. Veki'nin rivayetinden öğrenmekteyiz. Veki', bu senedi Abdullah b. Abbas'a (r.a.) kadar ***ürmüştür. Abdullah b. Abbas (r.a.), A'raf Suresinin 128. ayetini "Ve yezerake ve ilahetek" olarak okumuş ve:
"Allah'a (c.c.) ibadet olunur, ancak O başkasına ibadet etmez."
Yine başka bir senedle İbni Abbas'dan (r.a.) şöyle rivayet edilir:
"Firavun, tapınılan idi; fakat tapan değildi."
Bunun benzerini Mücahid'den (r.h.) de zikretmiş ve sonra şöyle demiştir:
"Gerek İbni Abbas'ın (r.a.) ve gerekse Mücahid'in (r.h.) sözleri "elihe" nin "abede" anl***** geldiğini gösterir, "İlahete" ise bunun kök fiilidir. Nitekim Ebu Said'den (r.a.). merfu olarak gelen hadiste:
"Annesi İsa'yı (a.s.), öğrenim görmesi için hocalara vermiş, hoca kendisine: "Allah'ın adıyla yaz!" deyince İsa (a.s.) ona: "Sen Allah'ın kim olduğunu bilir misin? Allah ilahlar ilahıdır." demiştir.
Allame İbni Kayyım (r.h.):
"Bu şerefli ismin lafız bakımından on kadar özelliği vardır. Onun manevi özellikleri hakkında Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ben seni Senin kendi zatını övdüğün gibi övemem." (Ebu Davud, Salat: 148, Vitr: 5; Nesai, Kıyamu'l-Leyl: 51; Tirmizi, Deavat: 75, 112; İbni Mace, Dua: 3, İkamet: 117; Müsned: 1/96, 118, 50)
Müsemması bu adla adlanan zat için mutlak anlamda olgunluk söz konusuyken, o müsemmaya ait olan ismin özelliklerini nasıl sayabiliriz ki? Her hamd ve övgü, her sena ve mecd, her celal ve kemal, her izzet ve cemal, her hayır ve ihsan, her cömertlik, fadl ve birr (iyilik) O'nun adına ortaya konacaktır. Doğrusu O'nu tanıyan ve gereğini yerin getiren bununla mutlu olacak, tanımayan ve gereğini bilmeyen de kötü ve mutsuz olacaktır. Bu, yaratma ve emrin sırrıdır. Yaratma O'nundur, kulluk da O'nun içindir. Yaratma, emir, sevap ve ceza ile ilgili her ne varsa, hep O'ndan gelmedir ve sonunda dönüş de O'nadır. Çünkü bu, o ismin gereğidir.
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"... Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz. Bizi ateş azabından koru!.." (Al-i İmran: 3/191)
"Er-Rahmanirrahim"
İbni Cerir et-Taberi (r.h.) şöyle diyor:
"Bana Seriyy b. Yahya, Osman b. Züer'in Azremi'den şöyle dinlediğini nakletti:
"Tüm yaratıklara karşı Rahman'dır, sadece müminlere karşı Rahim'dir."
Yine Ebu Said el-Hudri'ye (r.a.) dayandırdığı bir senedinde de, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Meryemoğlu İsa (a.s.) şöyle dedi: "Rahman; hem ahiretin hem de bu dünyanın Rahman'ı, merhamet edeni demektir. Rahim de, ahiretin Rahim'i anlamındadır."
İbni Kayyım (r.a.) der ki:
"Allah" ismi, Allah'ın (c.c.) mabud ve ilah edinildiğini gösterir. Çünkü tüm yaratıklar sevgi ve yüceltme ile, ihtiyaç ve sıkıntılarında O'na yönelerek, sadece O'nun ilahlığını kabullenmişlerdir. Bu, Allah'ın Rab oluşunun ve merhametinin, mülk ve hamdinin kemalini içerir. İlah, Rab, Rahman ve mülkün yegane sahibi olmasını gerektirir. Aynı zamanda bu, tüm kemal sıfatlarını da gerekli kılar. Bu isim korku anında söylense, kulun korkusu yok olur, sıkıntı anında söylense, Allah (c.c.) kulunun sıkıntısını giderir. Bir tasa, keder ve endişe anında söylendiğinde, Allah (c.c.) kulundan keder, tasa ve endişeyi giderir. Kul sıkıntıda iken 'Allah' dese, Allah (c.c.) onu bolluğa eriştirir. Zayıf ve güçsüz biri bu ismi söylese, Allah (c.c.) ona güç ve kuvvet kazandırır. Aşağılanmış biri söylese Allah (c.c.) onu uysal kılar. Yenik düşmüş biri söylese, Allah (c.c.) kendisine yardım eder ve onu destekler. Başı sıkışmış biri O'nu çağırsa, Allah (c.c.) sıkıntısını önler (İnşallah). Kovulan, yerilen ancak O'na sığınır.
"Allah" ismi öyle bir isimdir ki, sıkıntılar onunla gitmekte,yer ve gök o sayede ayakta durmaktadır. Kitaplar O'nunla indirilmiş, rasuller O'nunla gönderilmiştir. Şeriatlar bu isimle var olmuş, had ve cezalar bu isim sebebiyle uygulanmıştır. Cihat bu isim için ve sadece bu isim adına meşru kılınmıştır. Bu açıdan yaratılanlar iyi ve kötü diye kısımlara ayrılmışlardır. Bu sayede, sabit olan hak ve hakikat ortaya çıkacaktır. Bu isim adına teraziler kurulacak, sırat ortaya konacak, Cennet ve Cehennem pazarı kurulacaktır. Bu isimle yalnızca alemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) ibadet edilecektir. Kabir suali, dirilme ve huzura gitme hep bu isim için olacaktır. Mahkemeler hep O isim adına yapılacak, problemler hep O isim adına çözülecektir. Dostluk ve düşmanlık O isim için olacaktır. O'nu tanıyan ve kulluk konusunda O'nun hakkını gereği gibi yerine getiren mutlu olacak, O'nu tanımayan ve kulluk konusunda O'nun hakkını gereği gibi yerine getirmeyenler de kötü ve mutsuz olacaklardır. Bu, yaratılışın ve her işin sırrıdır. Dolayısıyla yaratma ancak bu isimle vardır ve yaratıklar da sonunda O'na varacaklardır. Yaratma O'nunla ve O'nun içindir. Yaratan O'dur; emir, sevap ve ceza ile ilgili olarak her ne varsa, hep O'ndan gelmedir ve sonunda dönüş de O'nadır. Çünkü bütün bunlar, o ismin gereğidir.
Çünkü Celal ve Cemal sıfatları sadece "Allah" ismine aittir.
Eylem, güç ve kuvvet, zarar ve yarar vermede tek oluş, vermek ve vermemek etkinliği, kuvvetinin sınırsızlığı, yaratıklarına ait işleri düzene koyması da, "Rab" ismine hastır.
İhsan, cömertlik, iyilik, şefkat, minnet, re'fet ve lütuf sıfatları da "Rahman" isminin gereğidir."
"Rahman", noksan sıfatlardan uzak olan Allah (c.c.) sayesinde var olan bir sıfata delalet eder. "Rahim" ise, rahmet olunmuşa aittir. Aşağıdaki ayetler Allah'ın (c.c.) bu sıfatlarını ifade etmektedir:
"... O, müminlere karşı oldukça rahimdir (merhametledir)." (Ahzab: 33/43)
"O, onlara karşı çok şefkatli ve çok rahimdir (merhametlidir)." (Tevbe: 9/117).
Bu sıfat, Kur'an'da hiçbir zaman: "Rahmanun bihim" olarak yer almamış, her zaman "Rahim" olarak geçmiştir.
Rabbin sahip olduğu isim ve sıfatlar onun kemal niteliklerini gösterir. Bunların hem özel isim hem de sıfat olmaları bir çelişki arzetmez. Bilindiği gibi "Rahman", Allah'ın (c.c.) hem ismi hem de sıfatıdır. Bu kelime, sıfat olması bakımından Allah'ın (c.c.) ismine tabidir. Ancak Kur'an'da ayrıca yer alan bir isim olması yönünden, Allah'ın (c.c.) sıfatına tabi değildir. Bu durumda, özel isimdir. Örneğin;
"Rahman Arş üzerinde istiva etmiştir." (Ta-Ha: 20/5)