Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde ülkelerden birinde bir padişah yaşarmış.
Bir gün padişahın biri başında bir bit bulmuş. Saraydaki hiç kimse bitin ne olduğunu bilmiyormuş.
Padişah, vezirine bunun ne olduğunu sormuş. Vezir de:
-Bu baş böceği olmalı, diye yanıt vermiş. Padişah bite uzun uzun baktıktan sonra:
-Acaba karnı aç mıdır? Bir padişahın baş böceğinin aç dolaşması hiç doğru olmaz, demiş.
Böylece biti, bir kutunun içinde çeşitli yiyeceklerle beslemeye başlamışlar.
Bu iyi bakım sonucunda bit gittikçe büyümüş. Neredeyse bir av köpeği kadar olmuş.
Bitin çok büyüdüğünü gören padişah vezirine şöyle söylemiş:
-Bu hayvanı kesip, derisini yüzelim. Bu deriyi yiğit delikanlılara gösterelim. Bunun ne derisi olduğunu kim bilirse kızımı ona veririm.
Padişahın, biricik kızından başka çocuğu da yokmuş. Böylece bit kesilmiş, derisi sarayın kapısına asılmış. Padişah habercilerini göndererek halka duyurur:
-Duyduk duymadık demeyin, saray kapısına asılan derinin ne derisi olduğunu kim bilirse padişah ona kızını verecek! Duyduk duymadık demeyin!
Halk saray kapısında asılı olan deriyi izlerken, deyin birisi bu duyuruyu işitir. Gidip sultanı almak ister.
Padişahın huzuruna çıkar. Padişah, deyi görünce ürperir. Dev sözü fazla uzatmaz.
-Kapıya astığınız bit derisidir, der.
Padişah, biricik kızını deve vereceği için dövünmeye başlar. Deve yalvarır: “Sana kızımın yerine yirmi halayık vereyim.” Der. Ancak dev razı olmaz, kızı ister.
Padişah sonunda sözünü tutmak zorunda kalır. Koca devden çok korkan kızının yakarışları yüreğini parçalar. Sonunda kaderi- ne razı olmaya karar verir.
Kız, ahırdaki taylardan benekli olanını çok severmiş. Benekli tay yalnızca üzüm suyu içer, fındık yermiş. Kızcağız, deyin yanına giderken binmek için babasından benekli tayı istemiş.
-Gözü yaşlı padişah hemen benekli tayı hazırlatmış. Kızını defalarca kucaklamış, sonra da askerleriyle birlikte deyin yanına göndermiş.
Dev uzun bir yolun başında kızı bekliyormuş. Askerler uzaktan deyi bekler görünce, kızı orada bırakıp geri dönmüşler.
Askerler de gidince kızcağız korkudan ağlamaya başlamış. 0 sırada benekli tay dile gelmiş:
-Gözlerini kapa sultanım, demiş.
Sultan gözlerini kapamış, benekli tayin boynuna sarılmış. Tay birden havalanarak kızla birlikte uçmaya başlamış.
Bey arkalarından bakıyor, yumruklarını gösteriyormuş.
-Seni elime geçireceğim, diye haykırıyormuş.
Benekli tay uçmuş, uçmuş.... Sonunda denizin ortasındaki bir köşkün bahçesine inmiş. Kızcağız da devden kurtulmuş. Benekli tay sultana:
-Sen köşke gir, ben burada dinleneceğim, demiş.
Sultan köşke girer. Benekli tay da bahçede biraz dinlenir. 0 sırada gemisiyle denizde gezinen bir şehzade köşkü görerek kıyıya yanaşmış. Derken benekli tayın tüylerinin parlaklığı gözüne ilişmiş.
Yanındaki lalasına:
-Bu köşkte kimse yoktu. Oysa şimdi içinde bir şeyin aydınlığı denize vuruyor, gidip bakalım, demiş.
Lala:
-Şehzadem, bize ne orada kim olduğundan... Gidip o ıssız koş ke girersek başımıza bir hal gelir. Kim bilir, belki indir, belki cin, dev belki de koca başlı ejderha... En iyisi biz yolumuza gidelim. Şehzade diretir, sonunda köşkün bahçesine girer.
Sultan, şehzadeyi görünce geriden seslenir:
-Buraya gelme, der.
Şehzade:
-Gelip seni göreceğim, diye seslenir.
Şehzade köşke girer ve güzeller güzeli sultanı görür. Kıza:
-Sen kimsin, diye sorar.
Kız başına gelenleri anlatır.
Şehzade:
-Ben de senin gibi padişah çocuğuyum. İstersen seni sarayıma götüreyim, der.
Sultan onunla gitmeyi kabul eder. Şehzadeyle birlikte gemiye biner Benekli tayı da alarak şehzadenin sarayına giderler.
Şehzade, kızı babasına tanıtır. Onun başından geçenleri anlatır.
Padişah, sultanla şehzadeyi kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlendirir.
Bir gün, padişah başka bir padişah la savaşa tutuşur. Ancak oğlu daha ilk gün karşısına dikilir:
-Babacığım benim gibi bir oğlun varken senin savaşa gitmen doğru değil, diyerek savaşa gider.
Babası karşı çıkmaya çalışır ama bunun bir yararı olmaz. Şehzade . savaşırken sultan bir kız bir de oğlan çocuğu dünyaya getirir. 0 günlerde dev de kızın nerede olduğunu ve iki çocuğu olduğunu öğrenir.
Tüm askerlerin savaşta olduğu ve padişahın da öğle uykusuna yattığı bir sırada dev, gizlice saraya girer Bebeklerden birini beşiğiyle kaçırır, ülkesine döner.
Kızcağız uyanıp da bakar . ki bebeklerinden biri beşikte yok. Yerinden fırlamış, kimseye bir şey söylemeden öbür bebeğini de yanına alarak benekli taya binmiş yollara düşmüş.
Az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, dönüp bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş.
Bir dağın eteğinde, bir kenara oturmuş. Açlıktan yorgunluktan, bebeğini emzirecek sütü . kalmamış. Bebek ağlamaya başlamış. Sultan Allah’a yalvarmış:
-Allah’ım, ne olur bebeğime bir lokma yiyecek gönder.
O anda sihirli bir şey olmuş. Oturduğu yerin bir kenarından tertemiz su fışkırmış. Öbür kenarında da sepet sepet yiyecekler belirmiş.
Sultan, benekli tay ve küçük bebek karınlarını doyurmuşlar.
Tam o sırada yeri göğü inleterek gelen dev görünmüş.
Sultan, benekli taydan yardım istemiş.
Dev, o anda bir sihir yapmış ve tayı zincirlerle bağlamış.Tay, silkinmiş ama kendini kurtaramamış.
Sultan korkuyla taya bağırmış.
Tay yine silkinmiş ama kendini kurtaramamış. Dev de kıza iyice yaklaşmış.
Kız var gücüyle bağırınca, tay yeniden silkinmiş, zincirleri kopararak deyin üstüne yürümüş.
Dev, taya çarpışmaya başlamış. Tayı yakalamaya çalışıyormuş, tay da ona ayak oyunları yaparak onu şaşırtıyormuş. Çünkü tayın tek silahı kurnazlığıymış.
Kısa zamanda tay, deyi yere sermiş. Deyin gömlek cebinde, beşiğinde uyuyan çocuğu da almışlar.
Sultan bebeğini öpüp koklarken tay:
-Çocuklarınla çık sırtıma, demiş.
Sultan, çocuklarla birlikte tayın sırtına binmiş. Tay da havalanarak uçmaya başlamış.
Uçmuş, uçmuş, uçmuş...
Sonunda mor dağların ardına varmış. Sultana:
-Burası benim ülkemdir. Artık öleceğim. Sen başının çaresine bak.
Sultan ağlayıp sızlamış.
-Güzel tayıml Beni burada bırakırsan ben bu çocuklarla nereye giderim?
Tay:
-Ne yazık ki az sonra öleceğim! Başka bir yere gidemem. Ne var ki buraya hiç kimse gelemez. Güvendesin, korkma... Ben ölünce başımı keser, şu köşeye gömersin. Karnımı yarar içini boşaltırsın. Sonra çocuklarınla birlikte karnıma girer yatarsın, orada sana kimse kötülük yapamaz, demiş.
Kız başıyla onaylamış ve benekli tay da düşüp ölmüş. Tay, gerçekte bir peri padişahının oğluymuş.
Kızcağız göz yaşları içinde tayın başını kesip gösterdiği köşeye gömmüş Sonra da karnını yarıp çocuklarıyla birlikte içine girmiş Çok geçmeden uyuyakalmışlar Bir sure sonra sultan gözlerini açmış. Kendisini muhteşem bir sarayda bulmuş. Sıra sıra halayıklar, cariyeler, uşaklar kendisine hizmet ediyormuş...
Sultan, önce rüya gördüğünü sanmış. Ancak çocuklarıyla birlikte altın tabaklardaki yemekleri yedikten, şerbetleri içtikten sonra rüya olmadığını anlamış. Böylesi bir saray ne babasında varmış ne de kocasında...
Çocukları altın beşiklerde yatıyormuş. Çevrelerindeki dadılar onları büyütür olmuş. Böylece yıllar geçmiş, çocuklar büyümüş.
o günlerde savaş bitmiş, şehzade de sarayına dönmüş. Bakmış ki karısı ortalıkta yok, babasına sormuş:
-Babacığım, eşim nerede? Diye sormuş. Onun iki tane karga doğurduğunun haberini bana bir haberciyle göndermiştiniz, demiş.
Çocuklar:
-Siz yiyin amcacığım, ona da götürürsünüz, demiş. Lala da bir güzel karnını doyurmuş.
Üstüne de kahvesini içmiş.
Çocuklar olanları annelerine söylemişler. Sultan, gelenin kendi kocası olabileceğini düşünmüş. Lalaya yiyecek vererek şehzadeye göndermiş. Lalasına, şehzadeyi görmek istediğini de söylemiş.
Şehzade, gümüş sahanlarda gelen yemekleri görünce çok sevinmiş. Hemen birinin kapağını açmış. Kapak yuvarlanarak yokuş yukarı çıkmaya, saraya doğru gitmeye başlamış.
Şehzade şaşırmış ama önce yemeğini yemiş. Yemeği bitince önündeki sahanlar da yuvarlanıp, yokuş yukarı çıkarak saraya gitmiş.
Sonunda şehzadeyle lala da sahanların ardından saraya girmişler.
Çocuklar onları içeriye buyur etmiş. Sultanın önceden hazırladığı çay sofrasına oturtmuş. Halayıklar, uşaklar çay servisi yaparlar.
Şehzade ve lalası çaylarını içerken çocukların hiçbir şey yiyip . içmediklerini görmüşler. İki çocuk da ellerindeki sopaları çaya batırıp duruyorlarmış. Sonunda şehzade dayanamamış.
-Çocuklar ne yapıyorsunuz, diye sormuş.
Çocuklar:
-Değneklere çay içiriyoruz. Şehzade gülmüş.
-Hiç değnek çay içer mi?
Çocuklar annelerinin öğütlediği gibi yanıtlamışlar:
-İnsanın hiç karga dünyaya getirir mi, diyerek kaçmışlar. Şehzade o anda bunların kendi çocukları olduğunu anlamış.
Hemen sultanın yanına koşmuş. Onu ve çocuklarını kucaklamış.
Sultan, olanları bir bir şehzadeye anlatmış. Sonra yol hazırlıklarına başlayıp saraylarına d Bir daha hiç ayrılmayıp, mutlu bir yaşam sürmüşler.
Bir gün padişahın biri başında bir bit bulmuş. Saraydaki hiç kimse bitin ne olduğunu bilmiyormuş.
Padişah, vezirine bunun ne olduğunu sormuş. Vezir de:
-Bu baş böceği olmalı, diye yanıt vermiş. Padişah bite uzun uzun baktıktan sonra:
-Acaba karnı aç mıdır? Bir padişahın baş böceğinin aç dolaşması hiç doğru olmaz, demiş.
Böylece biti, bir kutunun içinde çeşitli yiyeceklerle beslemeye başlamışlar.
Bu iyi bakım sonucunda bit gittikçe büyümüş. Neredeyse bir av köpeği kadar olmuş.
Bitin çok büyüdüğünü gören padişah vezirine şöyle söylemiş:
-Bu hayvanı kesip, derisini yüzelim. Bu deriyi yiğit delikanlılara gösterelim. Bunun ne derisi olduğunu kim bilirse kızımı ona veririm.
Padişahın, biricik kızından başka çocuğu da yokmuş. Böylece bit kesilmiş, derisi sarayın kapısına asılmış. Padişah habercilerini göndererek halka duyurur:
-Duyduk duymadık demeyin, saray kapısına asılan derinin ne derisi olduğunu kim bilirse padişah ona kızını verecek! Duyduk duymadık demeyin!
Halk saray kapısında asılı olan deriyi izlerken, deyin birisi bu duyuruyu işitir. Gidip sultanı almak ister.
Padişahın huzuruna çıkar. Padişah, deyi görünce ürperir. Dev sözü fazla uzatmaz.
-Kapıya astığınız bit derisidir, der.
Padişah, biricik kızını deve vereceği için dövünmeye başlar. Deve yalvarır: “Sana kızımın yerine yirmi halayık vereyim.” Der. Ancak dev razı olmaz, kızı ister.
Padişah sonunda sözünü tutmak zorunda kalır. Koca devden çok korkan kızının yakarışları yüreğini parçalar. Sonunda kaderi- ne razı olmaya karar verir.
Kız, ahırdaki taylardan benekli olanını çok severmiş. Benekli tay yalnızca üzüm suyu içer, fındık yermiş. Kızcağız, deyin yanına giderken binmek için babasından benekli tayı istemiş.
-Gözü yaşlı padişah hemen benekli tayı hazırlatmış. Kızını defalarca kucaklamış, sonra da askerleriyle birlikte deyin yanına göndermiş.
Dev uzun bir yolun başında kızı bekliyormuş. Askerler uzaktan deyi bekler görünce, kızı orada bırakıp geri dönmüşler.
Askerler de gidince kızcağız korkudan ağlamaya başlamış. 0 sırada benekli tay dile gelmiş:
-Gözlerini kapa sultanım, demiş.
Sultan gözlerini kapamış, benekli tayin boynuna sarılmış. Tay birden havalanarak kızla birlikte uçmaya başlamış.
Bey arkalarından bakıyor, yumruklarını gösteriyormuş.
-Seni elime geçireceğim, diye haykırıyormuş.
Benekli tay uçmuş, uçmuş.... Sonunda denizin ortasındaki bir köşkün bahçesine inmiş. Kızcağız da devden kurtulmuş. Benekli tay sultana:
-Sen köşke gir, ben burada dinleneceğim, demiş.
Sultan köşke girer. Benekli tay da bahçede biraz dinlenir. 0 sırada gemisiyle denizde gezinen bir şehzade köşkü görerek kıyıya yanaşmış. Derken benekli tayın tüylerinin parlaklığı gözüne ilişmiş.
Yanındaki lalasına:
-Bu köşkte kimse yoktu. Oysa şimdi içinde bir şeyin aydınlığı denize vuruyor, gidip bakalım, demiş.
Lala:
-Şehzadem, bize ne orada kim olduğundan... Gidip o ıssız koş ke girersek başımıza bir hal gelir. Kim bilir, belki indir, belki cin, dev belki de koca başlı ejderha... En iyisi biz yolumuza gidelim. Şehzade diretir, sonunda köşkün bahçesine girer.
Sultan, şehzadeyi görünce geriden seslenir:
-Buraya gelme, der.
Şehzade:
-Gelip seni göreceğim, diye seslenir.
Şehzade köşke girer ve güzeller güzeli sultanı görür. Kıza:
-Sen kimsin, diye sorar.
Kız başına gelenleri anlatır.
Şehzade:
-Ben de senin gibi padişah çocuğuyum. İstersen seni sarayıma götüreyim, der.
Sultan onunla gitmeyi kabul eder. Şehzadeyle birlikte gemiye biner Benekli tayı da alarak şehzadenin sarayına giderler.
Şehzade, kızı babasına tanıtır. Onun başından geçenleri anlatır.
Padişah, sultanla şehzadeyi kırk gün kırk gece süren bir düğünle evlendirir.
Bir gün, padişah başka bir padişah la savaşa tutuşur. Ancak oğlu daha ilk gün karşısına dikilir:
-Babacığım benim gibi bir oğlun varken senin savaşa gitmen doğru değil, diyerek savaşa gider.
Babası karşı çıkmaya çalışır ama bunun bir yararı olmaz. Şehzade . savaşırken sultan bir kız bir de oğlan çocuğu dünyaya getirir. 0 günlerde dev de kızın nerede olduğunu ve iki çocuğu olduğunu öğrenir.
Tüm askerlerin savaşta olduğu ve padişahın da öğle uykusuna yattığı bir sırada dev, gizlice saraya girer Bebeklerden birini beşiğiyle kaçırır, ülkesine döner.
Kızcağız uyanıp da bakar . ki bebeklerinden biri beşikte yok. Yerinden fırlamış, kimseye bir şey söylemeden öbür bebeğini de yanına alarak benekli taya binmiş yollara düşmüş.
Az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş, dönüp bakmış ki bir arpa boyu yol gitmiş.
Bir dağın eteğinde, bir kenara oturmuş. Açlıktan yorgunluktan, bebeğini emzirecek sütü . kalmamış. Bebek ağlamaya başlamış. Sultan Allah’a yalvarmış:
-Allah’ım, ne olur bebeğime bir lokma yiyecek gönder.
O anda sihirli bir şey olmuş. Oturduğu yerin bir kenarından tertemiz su fışkırmış. Öbür kenarında da sepet sepet yiyecekler belirmiş.
Sultan, benekli tay ve küçük bebek karınlarını doyurmuşlar.
Tam o sırada yeri göğü inleterek gelen dev görünmüş.
Sultan, benekli taydan yardım istemiş.
Dev, o anda bir sihir yapmış ve tayı zincirlerle bağlamış.Tay, silkinmiş ama kendini kurtaramamış.
Sultan korkuyla taya bağırmış.
Tay yine silkinmiş ama kendini kurtaramamış. Dev de kıza iyice yaklaşmış.
Kız var gücüyle bağırınca, tay yeniden silkinmiş, zincirleri kopararak deyin üstüne yürümüş.
Dev, taya çarpışmaya başlamış. Tayı yakalamaya çalışıyormuş, tay da ona ayak oyunları yaparak onu şaşırtıyormuş. Çünkü tayın tek silahı kurnazlığıymış.
Kısa zamanda tay, deyi yere sermiş. Deyin gömlek cebinde, beşiğinde uyuyan çocuğu da almışlar.
Sultan bebeğini öpüp koklarken tay:
-Çocuklarınla çık sırtıma, demiş.
Sultan, çocuklarla birlikte tayın sırtına binmiş. Tay da havalanarak uçmaya başlamış.
Uçmuş, uçmuş, uçmuş...
Sonunda mor dağların ardına varmış. Sultana:
-Burası benim ülkemdir. Artık öleceğim. Sen başının çaresine bak.
Sultan ağlayıp sızlamış.
-Güzel tayıml Beni burada bırakırsan ben bu çocuklarla nereye giderim?
Tay:
-Ne yazık ki az sonra öleceğim! Başka bir yere gidemem. Ne var ki buraya hiç kimse gelemez. Güvendesin, korkma... Ben ölünce başımı keser, şu köşeye gömersin. Karnımı yarar içini boşaltırsın. Sonra çocuklarınla birlikte karnıma girer yatarsın, orada sana kimse kötülük yapamaz, demiş.
Kız başıyla onaylamış ve benekli tay da düşüp ölmüş. Tay, gerçekte bir peri padişahının oğluymuş.
Kızcağız göz yaşları içinde tayın başını kesip gösterdiği köşeye gömmüş Sonra da karnını yarıp çocuklarıyla birlikte içine girmiş Çok geçmeden uyuyakalmışlar Bir sure sonra sultan gözlerini açmış. Kendisini muhteşem bir sarayda bulmuş. Sıra sıra halayıklar, cariyeler, uşaklar kendisine hizmet ediyormuş...
Sultan, önce rüya gördüğünü sanmış. Ancak çocuklarıyla birlikte altın tabaklardaki yemekleri yedikten, şerbetleri içtikten sonra rüya olmadığını anlamış. Böylesi bir saray ne babasında varmış ne de kocasında...
Çocukları altın beşiklerde yatıyormuş. Çevrelerindeki dadılar onları büyütür olmuş. Böylece yıllar geçmiş, çocuklar büyümüş.
o günlerde savaş bitmiş, şehzade de sarayına dönmüş. Bakmış ki karısı ortalıkta yok, babasına sormuş:
-Babacığım, eşim nerede? Diye sormuş. Onun iki tane karga doğurduğunun haberini bana bir haberciyle göndermiştiniz, demiş.
Çocuklar:
-Siz yiyin amcacığım, ona da götürürsünüz, demiş. Lala da bir güzel karnını doyurmuş.
Üstüne de kahvesini içmiş.
Çocuklar olanları annelerine söylemişler. Sultan, gelenin kendi kocası olabileceğini düşünmüş. Lalaya yiyecek vererek şehzadeye göndermiş. Lalasına, şehzadeyi görmek istediğini de söylemiş.
Şehzade, gümüş sahanlarda gelen yemekleri görünce çok sevinmiş. Hemen birinin kapağını açmış. Kapak yuvarlanarak yokuş yukarı çıkmaya, saraya doğru gitmeye başlamış.
Şehzade şaşırmış ama önce yemeğini yemiş. Yemeği bitince önündeki sahanlar da yuvarlanıp, yokuş yukarı çıkarak saraya gitmiş.
Sonunda şehzadeyle lala da sahanların ardından saraya girmişler.
Çocuklar onları içeriye buyur etmiş. Sultanın önceden hazırladığı çay sofrasına oturtmuş. Halayıklar, uşaklar çay servisi yaparlar.
Şehzade ve lalası çaylarını içerken çocukların hiçbir şey yiyip . içmediklerini görmüşler. İki çocuk da ellerindeki sopaları çaya batırıp duruyorlarmış. Sonunda şehzade dayanamamış.
-Çocuklar ne yapıyorsunuz, diye sormuş.
Çocuklar:
-Değneklere çay içiriyoruz. Şehzade gülmüş.
-Hiç değnek çay içer mi?
Çocuklar annelerinin öğütlediği gibi yanıtlamışlar:
-İnsanın hiç karga dünyaya getirir mi, diyerek kaçmışlar. Şehzade o anda bunların kendi çocukları olduğunu anlamış.
Hemen sultanın yanına koşmuş. Onu ve çocuklarını kucaklamış.
Sultan, olanları bir bir şehzadeye anlatmış. Sonra yol hazırlıklarına başlayıp saraylarına d Bir daha hiç ayrılmayıp, mutlu bir yaşam sürmüşler.