Salvo
Kayıtlı Üye
enedictus de Spinoza (Baruch Spinoza)
Benedictus de Spinoza ( 24 Kasım 1632 - 21 Şubat 1677), tarihleri arasında yaşamış apnteist düşünür. Sinagogdaki büyükleri tarafından Baruch Spinoza olarak adlandırılmıştır. Yetişdiği çevrede Bento de Spinoza yada Bento d'Espiñoza olarak bilinirdi. René Descartes ve Gottfried Wilhelm von Leibniz ile birlikte 17. yüzyıl felsefesinin en önemli realist filozofu olarak bilinir.
Temel eserleri arasında Tractatus Theologico-Politicus [Teolojik-Politik Deneme], Tractatus de Intellectus Emendatione [Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine], Ethica Ordine Geometrico demonstrata [Geometrik Bir Tarzda İspatlanmış Etika] adlı eserler bulunan Spinoza
Spinoza yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve iyi bir din eğitimi alması için haham yetiştiren bir okula verilmiştir. Ancak Spinoza bu eğitimden ve incelediği yahudi mistisizminden tatmin olmamış ve dönemin filozoflarının öğretilerine ilgi duymaya başlamış. Başta Descartes olmak üzere Hobbes, Bacon gibi filozofların etkili olduğu hıristiyan bir çevreye girmiş. Sonuçta yahudi cemaatinden çıkarılmış. Amsterdam'ı terk ederek ve hiçbir dine bağlanmayarak Lahey'e yerleşmiş. Gördüğü büyük tepkiler nedeniyle pek birşey yayınlamamış, bir profesörlük teklifini geri çevirmiş ve büyük bir yanlızlıkla zor şartlar içinde geçen yaşamı burada son bulmuştur.
Spinoza sistemini kurmaya mutlak ve değişmez olarak en başta kabul ettiği Tanrı'dan başlar. Tanrı belli ve değişmez bir düzen verdiği tüm varolanları kendi özünden türetmiştir. Eğer Tanrı kavaramı bilinirse ondan türeyen tüm varlık alemi bilinebilir. Bu görüş ile yola çıkan Spinozanın kullandığı yöntem geometrik bir yöntemdir. Buradaki ilgi Tanrı'nın tek tek nesneler karşısındaki durumu ile uzayın geometrik şekiller karşısındaki durumu gibidir. Onun yönteminde geometride şekillerin, ve aralarındaki bağlar ile yasaların uzaydan türetilmesi gibi, her türlü bilgi Tanrı'dan türetilir. Nasıl uzay olmadan nesneler olmuyor ve anlaşılamıyorsa, Tanrı olmadan da varlıklar olmaz ve anlaşılamaz. Böylece evren zorunlu bir sistem oluyor ve Descartes felsefesindeki ruh ve madde arasındaki kopukluk giderilmiş oluyor.
Spinoza Tanrı'yı şöyle tanımlar; "Kendi kendisinde varolan, kendisiyle kavranan, kavramı başka bir şeyin kavramına bağlı olmayan". Tanrı meydana gelmemiştir, yok olmayacaktır, kendini bölemez, sınırlayamaz ve tek olandır. Onda Tanrı ve Doğa ayrı şeyler değildir çünkü doğa dediğimiz şey Tanrının bir görünüşünden başka birşey değildir. Ruh da böyledir. Tanrı herşeyin nedenidir ama şeylerin dışında ayrı bir varlığı yoktur.
İnsanlar ise Tanrı'nın sonsuz nitelikleri arasında sadece ruh ve maddeyi bilebilir. Bilebildiğimiz bu iki niteliğin dünyasının kendine has yapısı vardır. Birinden ötekini türetemeyiz ve birinden ötekini anlayamayız. Onları kendi içlerinde, yani ruh dünyasını düşünce ile maddi dünyayı ise yer kaplayan uzamı ile anlayabiliriz.
Evren zorunlu bağlantılar zincirinden ibarettir. Birşeyin varoluş nedeni başka birşeydir ve bu nedenler zinciri sonunda Tanrı'ya ulaşılır. Bu nedenle tek tek nesneler ancak Tanrı'yı anlayarak anlaşılabilir. Burada Malebranche ve Geulincx'inki gibi occasionallist bir düşünce var ama temel fark Tanrı'nın varolanların içinde olması onların özünü oluşturuyor olması, onlardan ayrı bir varoluşu olmaması anlayışıdır. Tanrı evreni yaratmamıştır, evrenin kendisidir.
Spinoza Tanrı'nın görünüşlerini (Modus) sonlu ve sonsuz olarak ikiye ayırmıştır. Sonsuz olanlar Tanrı'nın özünden doğrudan görünürler, sonlu olanlar ise bir başka görünüşü gerektirirler. Sonlu olanlar hep birbirlerini gerektirirler ve sayısızdırlar. Sonsuz olanlar ise sonlu olanların ortaya çıktıkları bir bağlantıdır. Sonlu görünüşlere örnek; Madde özelliğinde, Uzaydaki nesneler, ruh özelliğinde ise düşüncedir. Sonsuz görünüşlere örnek; Madde özelliğinde, hareket ve durgunluk, ruh özelliğinde ise psişik olaylardır.
Ancak maddi ve ruhi olan bu görünüşler arasında bir ilgi olmasa da tek bir Tanrıdan türemiş oldukları için bir paralellik vadır. Spinoza şöyle der; "Gerçek dünyanın düzeni ile ideal dünyanın düzeni birdirler". Maddi dünyadaki her görünüşün ruhi dünyada bir paraleli, bir karşılığı vardır. Bu iki görünüş aynı Tanrıyı paylaştıkları için birbirini etkiler. Yani maddi dünyadaki bir değişim ruhi dünyada da olur. Örneğin ruhunda pozitif bir gelişme olan insanda aynı pozitif etki vücudunda da meydana gelir.
Evrende var olan zorunluluk nedeniyle bir rastlantıdan söz edemeyiz. Bir duruma rastalantı dememiz aslında gerçek nedeni bilmeyişimizdendir. Madde görünüşündeki olaylar hareket ve durgunluk bakımından bir nedenler zinciri ile matematiksel zorunlulukla ortaya çıktığından Spinoza'nın evreni tamamen mekanist bir görünümdedir. Aynı durum ruh görünüşünde de geçerlidir ve tüm düşünceler, kararlar kendisinden önceki düşüncelere zorunlulukla bağlıdır. Sonuçta Spinoza istenç özgürlüğünü reddetmiştir. Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kandi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı der.
İnsanın tek amacı ise varlığını korumaktır. Tüm değerler bu amaç etrafında toplanır. İyi, bu amaca hizmet eden şey, kötü ise etmeyen şeydir. Haz, bu amaca ulaşmanın sonucu, acı ise tersidir. Bu varlığını koruma çabasının amacı ise kendini geliştirme ve olabildiğince etkin olma isteğidir. Erdem de bunun gerçekleşmesidir. Bedenin gelişmesi güçlü kuvvetli olması, ruhun gelişmesi ise düşünce olarak yetkin olmasıdır. Yetkinliği sağlayan da etkin olmadır. Ne kadar çok etkin olunursa o kadar yetkin olunmuştur. Tutkular ise ruhuda bedeni de edilgin, yani erdemsiz yapar. Özgürlük ise etkilerimizin nedenlerinin bizde olmasından başka bir şey değildir. Neden, bizim dışımızda ise özgürlük yoktur. Erdemli kişi Tanrı'nın sonlu görünüşlerinden kendisini kurtarabilir, bunların sadece Tanrı'nın gelip geçici bir görüşü olduğunu bilir ve Tanrı'yı bilmek ,sevmek ister. Bu ise Tanrı'nın kendi kendisini istemesidir, sevmesidir ve sonsuzdur. İşte insan için yegane mutluluk budur.
Devlet konusunda Hobbes ile birlikte düşünen Spinoza devletin şekli konusunda ondan ayrılır. Monarşide egemenliğin tek bir kişi yada grupta toplanmasının bireylerin haklarını sınırladığına inana Spinoza İlk önceleri demokrat bir yönetim kurgulamış, sonraları aristokrat bir cumhuriyet düşüncesini benimsemiştir. Ona göre din özgürlüğü olmalıdır çünkü din ne devletle ne de bilimle ilgisi olmayan bir şeydir. Bu noktada o dönemde yaşadığı baskılar ve Hollanda'dan kaçmak zorunda kalması etkili olmuştur.
Spinoza felsefe tarihindeki en içine kapalı ve tutarlı sistemlerden birini kurmuştur. Bu nedenle sonraları sistemini geliştirme çabasına pek girişilmemiştir hatta öğretisine Spinozacılık denilebilir. Üstelik Spinozacılğın değeri ölümünden yaklaşık yüz yıl gibi uzun bir zaman sonra felsefe dünyası tarafından anlaşılmıştır. Hegel şöyle der; "Bir filozof olmak için önce Spinozacı olmalısınız, eğer Spinozacılığınız yoksa, hiçbir felsefeniz de yoktur".
Aldığı Etkiler ve Yöntemi:
O, kendi felsefesini kurarken, en fazla Descartes’tan etkilenmiştir. Descartes’ın belli problemleri ve konuları ele alış tarzından, onun felsefenin, ereksel nedenleri değil de, fail nedenleri ele alması gerektiği tezinden, ideal yöntem ve terminoloji konusunda etkilenen Spinoza, modern felsefenin kurucusu Fransız düşünüründen ayrıca Descartesçiliğin mantıksal sonuçlarını çıkarsamak bakımından da etkilenmiştir.
Yöntemi:
Spinoza, 17. yüzyıl rasyonalizminin ikinci büyük düşünürü olarak, sistemini kurup ifade ederken geometrik yöntemi benimsemiştir. Birtakım önermelerin, açık seçik düşünceleri ifade eden tanımlardan ve apaçık aksiyomlardan tümdengelim yoluyla çıkarsanmasından meydana gelen geometrik yöntem, Spinoza’ya doğru felsefeyi geliştirmenin tek gerçek ve yanılmaz yolu olarak görünmüştür. O, her tarımın açık ve seçik bir düşünceden meydana geldiğini ve her tanım ya da açık seçik düşüncenin doğru olduğunu düşünmüştür. Başka bir deyişle, akıl açık ve seçik düşüncelerden hareket edip, bunların mantıksal sonuçlarını çıkartırsa, asla yanlışa düşmeyip, kendi doğasına uygun bir tarzda işlemiş olur.
Spinoza’nın yönteminin doğruluğuna ilişkin sarsılmaz inancının temelinde, onun açık ve seçik düşüncelerden yapılan tümdengelimsel çıkarımın dünyaya ilişkin olarak açıklayıcı bir görüş sağladığı inancı bulunmaktadır. Bu inanç ya da bakış açısının temelinde ise, nedensel ilişkinin mantıksal içerme ilişkisine eşdeğer olduğu kabulü yer almaktadır. Düşüncelerin düzeni ile nedenlerin düzeni bir ve aynıdır. Buna göre, uygun bir tanım ve aksiyomlar öbeğinden yapılan mantıksal bir tümdengelim, metafiziksel bir tümdengelimle aynı olup, bize gerçekliğin bilgisini sağlar.
Metafiziği:
Spinoza, bu bağlamda, Descartes’ın ‘var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan varlık’ olarak töz tanımından yola çıkıp, Tanrı’yla işe başlar. O burada, Tanrı düşünce düzeninde ilk varlık olduğu için, ontolojik kanıtı kullanmak durumunda kalır. İşe Tanrı’yla başlayıp, nedensellik ilişkisini mantıksal içerme ilişkisiyle özdeşleştirerek, sonu şeylere geçiş ise, evrenden olumsallığı atmak anlamına gelir. Başka bir deyişle, varolan her şeyin Tanrı’ya olan nedensel bağımlılığı, mantıksal bağımlılıkla bir ve aynıysa eğer, maddi şeylerin dünyasında olumsallığa, insanın dünyasında ise özgürlüğe yer kalmaz. Bundan dolayı, varlık açısından metafiziksel bir determinizmi benimseyen Spinoza, ahlâk alanında bağdaşabilirci bir tavırla determinist bir etik görüşü benimsemiştir.
O da, tüm diğer metafizikçiler gibi, varlığı ya da dış dünyayı açıklama çabasında, çokluğu birliğe indirgemeye çalışmıştır. Buna göre, o sonlu şeylerin, maddi varlıkların varoluşunu nihai ve en yüksek bir nedensel etmen aracılığıyla açıklamaya çalışmıştır. Yani, Spinoza deneyimin sonsuz sayıda varlığını kendisinin Tanrı ya da Doğa adını verdiği biricik sonsuz töze başvurarak açıklamıştır. Mantıksal içermeyle de nedensel ilişkiyi birleştirdiği için, Spinoza sonlu varlıkları zorunlu olarak sonsuz tözden çıkan şeyler olarak tanımlamıştır.
Spinoza’ya göre, bir şeyi bilebilmek için, onun nedenini bilmek gerekir; başka bir deyişle, bir şeyi açıklamak demek, onun neden ya da nedenlerinden söz etmek demektir. Töz, bu çerçeve içinde, onda ‘kendinde ve kendisi aracılığıyla kavranan şey’ olarak tanımlanmaktadır. Kavramı başka bir şeyin kavramına bağlı olmayan, kendisinin dışındaki bir nedenin sonucu olmayan, dolayısıyla kendi kendisinin nedeni olan, başka hiçbir şeye değil de, salt kendisine bağımlı olan bu varlık, özü varoluşunu içeren söz konusu varlık Tanrı’dır. Varoluş tözün özünden ayrılmaz olduğundan, töze ilişkin tanım zorunlulukla varoluşu içerir. Ona göre, bir ve yalnızca tek bir töz, sonsuz ve ezeli-ebedi olan tek bir töz vardır. Tek tözün, yani Tanrı’nın özü her tür kusur ve eksiği dışta bıraktığı ve mutlak yetkinliği içerdiği için, O’nun varoluşu, apaçık, mutlak ve kesindir.
Tek töz olan Tanrı, sonsuz ya da sınırsızdır. Zira sonlu ya da sınırlı olsa, başka bir töz tarafından sınırlanacaktır. Sonsuz töz, sonsuz sayıda ananiteliğe sahip olmalıdır, çünkü Spinoza’ya göre, bir şey ne kadar çok ananiteliğe sahip olursa, onun gerçekliği o kadar fazla olacaktır. Sonsuz tanrısal töz bölünemez ve biricik varlıktır.
Sonlu şeyler, deneyimin bir parçası olan maddi varlıklar, ona göre, Tanrı’nın, tek tözün tezahürleri, modifikasyonlarıdır. Her ne kadar tek töz sonsuz sayıda ananiteliğe sahip olsa da, sonu zihinler olarak bizler, bunlardan yalnızca iki tanesini bilebiliyoruz. Bu iki ananitelik de, düşünce ve yer kaplamadır. Spinoza’nın, Descartesın tözsel ikiciliğinin niteliksel bir ikiciliğe dönüştüğü sisteminde, sonu zihinler, Tanrı’nın düşünce ananiteliği altındaki tezahür ya da modifikasyonları, sonu cisimler ise, Tanrı’nın yer kaplama ananiteliği altındaki modifikasyon ya da görünümleridir. Doğa, demek ki, ontolojik olarak Tanrı’dan ayrı değildir; ayrı olmamasının nedeni ise, Tanrı’nın sonsuz olup, kendisinde tüm gerçekliği içermesidir. Bununla birlikte, Spinoza, Tanrı’dan başlayan mantıksal tümdengelim sürecinde, sonsuz tözden hemen ve doğrudan doğruya sonlu cisim ya da zihinlere geçmez. Bu ikisi arasında sonsuz ve ezeli-ebedi modüsler bulunmaktadır.
Buna göre, sonsuz tözün düşünce ana niteliği altında mantıksal bakımdan önce gelen hali düşünce ve kavrayış, yer kaplama ana niteliği altında, mantıksal bakımdan önce gelen hali ise, hareket ve sükunettir. Bu, Spinoza için, Descartes’ta olduğu gibi, dünyaya hareket aktaran bir Tanrı’nın, bir dış güç ya da nedenin olmadığı anlamına gelir. Tanrı doğaya aşkın değildir, dolayısıyla hareket doğanın kendisinin bir niteliğidir. Hareket ve sükunet yer kaplayan doğanın temel özelliğidir. Doğadaki toplam hareket, evrendeki toplam enerji miktarı sabit ve değişmezdir. Fiziki evren, hareket halindeki cisimlerin kendine yeter kapalı bir sistemidir.
Başka bir deyişle, Spinoza’nın metafiziğine göre, kompleks ya da bileşik cisimler parçacıklardan meydana gelmiştir. Her parçacık bireysel bir cisim olarak görülebilirse eğer, insanların bedenleri ya da hayvanların vücutları daha yüksek düzeyden bireylerdir. Onlar birtakım öğeler ya da parçacıklar yitirir ve bu anlamda değişirler. Spinoza’ya göre, daha da karmaşık olan cisimler tasarlayabiliriz; bu şekilde sonsuzca ilerlemeye devam edecek olursak, bu takdirde parçaları, yani tüm cisimleri değişen bir birey olarak bütün bir doğaya ulaşırız. Bir bütün olarak bu birey, sonlu cisimlerden meydana gelen mekansal sistem olarak Doğadır.
Doğadaki sonu varlıkların özleri varoluş içermez. Onların özleri varoluşu içerseydi, bu takdirde onlar kendi kendilerinin nedeni olurdu. Özleri varoluşu içermeyen bu olumsal varlıklara Tanrı zorunlu olarak neden olur. Spinoza’ya göre, doğada mutlak bir zorunluluk olup, buradaki varlıklar öz, varoluş ve eylem bakımından belirlenmişlerdir. Tüm varlıklar, Tanrı’dan zorunlulukla ve belli bir düzen ve şartlanma içinde doğmuşlardır. Öte yandan, doğadaki her nesne başka bir nesnenin, her olay başka bir olayın zorunlu sonucudur. Evrende bütün nesneler sonsuz bir bağlantı içinde bulunurlar; burada rastlantıya yer yoktur. Maddi fenomenler yalnızca maddi nedenlerle açıklanabilir. Evrende, Spinoza’ya göre, rastlantı olmadığı gibi, bir amaç da yoktur. Bu ise, her tür teleolojinin reddedildiği, mekanik bir sistemi ifade eder.
Epistemolojisi:
Spinoza bilgi görüşünde, üç tür bilgiden söz etmiştir. Bunlardan birincisi, insanın bedeninin başka cisimler tarafından etkilenmesinin sonucu olan duyumsal bilgidir. Bu bilgi duyulardan ya da imgelerden türetilmiş olan ide ya da fikirlere dayanır. Bunlar, başka idelerden mantıksal tümdengelimle çıkarsanmamış olduğu için, zihin bu idelerden meydana geldiği sürece, pasif ve alıcı durumdadır. Söz konusu duyumsal bilgi düzeyinde, insan başka insanların ve cisimlerin bilgisine sahip olmakla birlikte onları bireysel şeyler olarak bilir. Başka bir deyişle, onların özüne ya da doğasına ilişkin upuygun bir bilgiye, bilimsel bilgiye sahip olamaz.
İkinci bilgi türü (cognitio secundi generis), upuygun fikirlerden meydana gelen bilimsel bilgidir. Spinoza bilginin bu düzeyine, daha önceki duyu ve imgelem düzeyinden farklı olarak akıl düzeyi adını verir. Bilim adamlarında söz konusu olan bu bilgi türünde, şeylere ilişkin gerçek bir kavrayış için, mantıksal bakımdan gerekli olan ortak ide ya da fikirler gündeme gelir. Bunlar, matematik ve fiziğin ilkelerinin temelini meydana getirmektedir. Bu ilkelerden mantıksal olarak türetilebilen sonuçlar da açık ve seçik fikirlere karşılık geldiği için, gerçekliğe ilişkin sistematik ve bilimsel bir bilgiyi mümkün kılan bu ortak fikirlerdir. Bu ikinci bilgi türü zorunlu olarak doğru olup genel önermelerden oluşan tümdengelimsel bir sistem içinde ifade edilir.
Spinoza’ya göre, birinci bilgi türünden bilginin ikinci düzeyine geçen kişi, mantıksal bakımdan bağlantısız olan izlenimlerle bulanık ide ya da fikirlerden, mantıksal olarak bağlantılı olan açık önermelere, upuygun fikirlere geçmiş kişidir. O, duyu algısı ve imgelemin somutluğu bırakıp matematik ve fizikle diğer bilimlerin soyut genelliğe yükselmiş olan biridir. Fakat bu bilgi de Spinoza’ya göre, en yüksek ve tam bir bilgi değildir. En yüksek bilgi türü onun sezgisel bilgi (scientia intuitiva) adını verdiği üçüncü bilgi türüdür. Burada, Doğanın özsel, ezeli-ebedi yapısını tanrısal ananiteliklerden mantıksal olarak türetme, bir büyük sistemin sonsuz töze bağımlılığını gösterme, bireysel varlıkları, yalıtlanmış fenomenler olarak değil de, Tanrı’yla olan ilişkileri içinde değerlendirme söz konusu olur.
Etik görüşü:
Spinoza, etik anlayışında, insanı doğanın ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirir. İnsan davranışı, herhangi başka bu doğal fenömen gibi, nedenler, sonuçlar ve matematik aracılığıyla açıklanabilir. İnsanlar, ona göre, her ne kadar Özgür olduklarını düşünseler de, bu tarz bir düşüncede bir yanılsamanın kurbanı olup çıkarlar. Çünkü insan bilgisizlikten dolayı, irade özgürlüğüne sahip olduğunu düşürür. Fakat Spinoza, doğanın birliğini savunmuş ve insanın doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunu öne sürmüştür. Tek töz, iki temel niteliği çerçevesinde, çeşitli görünümler almış, farklı farklı varlıklar haline gelmiştir. İnsan da bu varlıklardan biridir. İnsan, bundan ötürü belirli nedenler tarafından oluşturulmuştur. Spinoza, insanın tüm eylemlerinin, hem zihinsel hem de fiziksel eylemlerinin daha önceki nedenler tarafından belirlendiğini söyler. Şu halde, insanda Özgür bir irade bulunduğundan söz edilemez. İnsanların kendilerinin özgür olduklarını sanmaları yalnızca yaptıkları işlerin farkında olmalarından, ancak bu işleri belirleyen nedenleri bilememelerindendir. Bundan dolayı, gerçek özgürlük kendi doğamızın zorunluluğunu bilmek, buna ayak uydurmaktır. Yani, Özgür olma, zorunlulukları bilmektir, zorunlulukların bilincinde olmaktır. İnsanlar bilmediklerinin tutsağıdırlar, bilgiye ulaşınca özgürleşirler
Benedictus de Spinoza ( 24 Kasım 1632 - 21 Şubat 1677), tarihleri arasında yaşamış apnteist düşünür. Sinagogdaki büyükleri tarafından Baruch Spinoza olarak adlandırılmıştır. Yetişdiği çevrede Bento de Spinoza yada Bento d'Espiñoza olarak bilinirdi. René Descartes ve Gottfried Wilhelm von Leibniz ile birlikte 17. yüzyıl felsefesinin en önemli realist filozofu olarak bilinir.
Temel eserleri arasında Tractatus Theologico-Politicus [Teolojik-Politik Deneme], Tractatus de Intellectus Emendatione [Anlama Yetisinin Düzeltilmesi Üzerine], Ethica Ordine Geometrico demonstrata [Geometrik Bir Tarzda İspatlanmış Etika] adlı eserler bulunan Spinoza
Spinoza yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve iyi bir din eğitimi alması için haham yetiştiren bir okula verilmiştir. Ancak Spinoza bu eğitimden ve incelediği yahudi mistisizminden tatmin olmamış ve dönemin filozoflarının öğretilerine ilgi duymaya başlamış. Başta Descartes olmak üzere Hobbes, Bacon gibi filozofların etkili olduğu hıristiyan bir çevreye girmiş. Sonuçta yahudi cemaatinden çıkarılmış. Amsterdam'ı terk ederek ve hiçbir dine bağlanmayarak Lahey'e yerleşmiş. Gördüğü büyük tepkiler nedeniyle pek birşey yayınlamamış, bir profesörlük teklifini geri çevirmiş ve büyük bir yanlızlıkla zor şartlar içinde geçen yaşamı burada son bulmuştur.
Spinoza sistemini kurmaya mutlak ve değişmez olarak en başta kabul ettiği Tanrı'dan başlar. Tanrı belli ve değişmez bir düzen verdiği tüm varolanları kendi özünden türetmiştir. Eğer Tanrı kavaramı bilinirse ondan türeyen tüm varlık alemi bilinebilir. Bu görüş ile yola çıkan Spinozanın kullandığı yöntem geometrik bir yöntemdir. Buradaki ilgi Tanrı'nın tek tek nesneler karşısındaki durumu ile uzayın geometrik şekiller karşısındaki durumu gibidir. Onun yönteminde geometride şekillerin, ve aralarındaki bağlar ile yasaların uzaydan türetilmesi gibi, her türlü bilgi Tanrı'dan türetilir. Nasıl uzay olmadan nesneler olmuyor ve anlaşılamıyorsa, Tanrı olmadan da varlıklar olmaz ve anlaşılamaz. Böylece evren zorunlu bir sistem oluyor ve Descartes felsefesindeki ruh ve madde arasındaki kopukluk giderilmiş oluyor.
Spinoza Tanrı'yı şöyle tanımlar; "Kendi kendisinde varolan, kendisiyle kavranan, kavramı başka bir şeyin kavramına bağlı olmayan". Tanrı meydana gelmemiştir, yok olmayacaktır, kendini bölemez, sınırlayamaz ve tek olandır. Onda Tanrı ve Doğa ayrı şeyler değildir çünkü doğa dediğimiz şey Tanrının bir görünüşünden başka birşey değildir. Ruh da böyledir. Tanrı herşeyin nedenidir ama şeylerin dışında ayrı bir varlığı yoktur.
İnsanlar ise Tanrı'nın sonsuz nitelikleri arasında sadece ruh ve maddeyi bilebilir. Bilebildiğimiz bu iki niteliğin dünyasının kendine has yapısı vardır. Birinden ötekini türetemeyiz ve birinden ötekini anlayamayız. Onları kendi içlerinde, yani ruh dünyasını düşünce ile maddi dünyayı ise yer kaplayan uzamı ile anlayabiliriz.
Evren zorunlu bağlantılar zincirinden ibarettir. Birşeyin varoluş nedeni başka birşeydir ve bu nedenler zinciri sonunda Tanrı'ya ulaşılır. Bu nedenle tek tek nesneler ancak Tanrı'yı anlayarak anlaşılabilir. Burada Malebranche ve Geulincx'inki gibi occasionallist bir düşünce var ama temel fark Tanrı'nın varolanların içinde olması onların özünü oluşturuyor olması, onlardan ayrı bir varoluşu olmaması anlayışıdır. Tanrı evreni yaratmamıştır, evrenin kendisidir.
Spinoza Tanrı'nın görünüşlerini (Modus) sonlu ve sonsuz olarak ikiye ayırmıştır. Sonsuz olanlar Tanrı'nın özünden doğrudan görünürler, sonlu olanlar ise bir başka görünüşü gerektirirler. Sonlu olanlar hep birbirlerini gerektirirler ve sayısızdırlar. Sonsuz olanlar ise sonlu olanların ortaya çıktıkları bir bağlantıdır. Sonlu görünüşlere örnek; Madde özelliğinde, Uzaydaki nesneler, ruh özelliğinde ise düşüncedir. Sonsuz görünüşlere örnek; Madde özelliğinde, hareket ve durgunluk, ruh özelliğinde ise psişik olaylardır.
Ancak maddi ve ruhi olan bu görünüşler arasında bir ilgi olmasa da tek bir Tanrıdan türemiş oldukları için bir paralellik vadır. Spinoza şöyle der; "Gerçek dünyanın düzeni ile ideal dünyanın düzeni birdirler". Maddi dünyadaki her görünüşün ruhi dünyada bir paraleli, bir karşılığı vardır. Bu iki görünüş aynı Tanrıyı paylaştıkları için birbirini etkiler. Yani maddi dünyadaki bir değişim ruhi dünyada da olur. Örneğin ruhunda pozitif bir gelişme olan insanda aynı pozitif etki vücudunda da meydana gelir.
Evrende var olan zorunluluk nedeniyle bir rastlantıdan söz edemeyiz. Bir duruma rastalantı dememiz aslında gerçek nedeni bilmeyişimizdendir. Madde görünüşündeki olaylar hareket ve durgunluk bakımından bir nedenler zinciri ile matematiksel zorunlulukla ortaya çıktığından Spinoza'nın evreni tamamen mekanist bir görünümdedir. Aynı durum ruh görünüşünde de geçerlidir ve tüm düşünceler, kararlar kendisinden önceki düşüncelere zorunlulukla bağlıdır. Sonuçta Spinoza istenç özgürlüğünü reddetmiştir. Havaya atılan bir taş düşünebilseydi kandi isteğiyle yere düştüğünü sanırdı der.
İnsanın tek amacı ise varlığını korumaktır. Tüm değerler bu amaç etrafında toplanır. İyi, bu amaca hizmet eden şey, kötü ise etmeyen şeydir. Haz, bu amaca ulaşmanın sonucu, acı ise tersidir. Bu varlığını koruma çabasının amacı ise kendini geliştirme ve olabildiğince etkin olma isteğidir. Erdem de bunun gerçekleşmesidir. Bedenin gelişmesi güçlü kuvvetli olması, ruhun gelişmesi ise düşünce olarak yetkin olmasıdır. Yetkinliği sağlayan da etkin olmadır. Ne kadar çok etkin olunursa o kadar yetkin olunmuştur. Tutkular ise ruhuda bedeni de edilgin, yani erdemsiz yapar. Özgürlük ise etkilerimizin nedenlerinin bizde olmasından başka bir şey değildir. Neden, bizim dışımızda ise özgürlük yoktur. Erdemli kişi Tanrı'nın sonlu görünüşlerinden kendisini kurtarabilir, bunların sadece Tanrı'nın gelip geçici bir görüşü olduğunu bilir ve Tanrı'yı bilmek ,sevmek ister. Bu ise Tanrı'nın kendi kendisini istemesidir, sevmesidir ve sonsuzdur. İşte insan için yegane mutluluk budur.
Devlet konusunda Hobbes ile birlikte düşünen Spinoza devletin şekli konusunda ondan ayrılır. Monarşide egemenliğin tek bir kişi yada grupta toplanmasının bireylerin haklarını sınırladığına inana Spinoza İlk önceleri demokrat bir yönetim kurgulamış, sonraları aristokrat bir cumhuriyet düşüncesini benimsemiştir. Ona göre din özgürlüğü olmalıdır çünkü din ne devletle ne de bilimle ilgisi olmayan bir şeydir. Bu noktada o dönemde yaşadığı baskılar ve Hollanda'dan kaçmak zorunda kalması etkili olmuştur.
Spinoza felsefe tarihindeki en içine kapalı ve tutarlı sistemlerden birini kurmuştur. Bu nedenle sonraları sistemini geliştirme çabasına pek girişilmemiştir hatta öğretisine Spinozacılık denilebilir. Üstelik Spinozacılğın değeri ölümünden yaklaşık yüz yıl gibi uzun bir zaman sonra felsefe dünyası tarafından anlaşılmıştır. Hegel şöyle der; "Bir filozof olmak için önce Spinozacı olmalısınız, eğer Spinozacılığınız yoksa, hiçbir felsefeniz de yoktur".
Aldığı Etkiler ve Yöntemi:
O, kendi felsefesini kurarken, en fazla Descartes’tan etkilenmiştir. Descartes’ın belli problemleri ve konuları ele alış tarzından, onun felsefenin, ereksel nedenleri değil de, fail nedenleri ele alması gerektiği tezinden, ideal yöntem ve terminoloji konusunda etkilenen Spinoza, modern felsefenin kurucusu Fransız düşünüründen ayrıca Descartesçiliğin mantıksal sonuçlarını çıkarsamak bakımından da etkilenmiştir.
Yöntemi:
Spinoza, 17. yüzyıl rasyonalizminin ikinci büyük düşünürü olarak, sistemini kurup ifade ederken geometrik yöntemi benimsemiştir. Birtakım önermelerin, açık seçik düşünceleri ifade eden tanımlardan ve apaçık aksiyomlardan tümdengelim yoluyla çıkarsanmasından meydana gelen geometrik yöntem, Spinoza’ya doğru felsefeyi geliştirmenin tek gerçek ve yanılmaz yolu olarak görünmüştür. O, her tarımın açık ve seçik bir düşünceden meydana geldiğini ve her tanım ya da açık seçik düşüncenin doğru olduğunu düşünmüştür. Başka bir deyişle, akıl açık ve seçik düşüncelerden hareket edip, bunların mantıksal sonuçlarını çıkartırsa, asla yanlışa düşmeyip, kendi doğasına uygun bir tarzda işlemiş olur.
Spinoza’nın yönteminin doğruluğuna ilişkin sarsılmaz inancının temelinde, onun açık ve seçik düşüncelerden yapılan tümdengelimsel çıkarımın dünyaya ilişkin olarak açıklayıcı bir görüş sağladığı inancı bulunmaktadır. Bu inanç ya da bakış açısının temelinde ise, nedensel ilişkinin mantıksal içerme ilişkisine eşdeğer olduğu kabulü yer almaktadır. Düşüncelerin düzeni ile nedenlerin düzeni bir ve aynıdır. Buna göre, uygun bir tanım ve aksiyomlar öbeğinden yapılan mantıksal bir tümdengelim, metafiziksel bir tümdengelimle aynı olup, bize gerçekliğin bilgisini sağlar.
Metafiziği:
Spinoza, bu bağlamda, Descartes’ın ‘var olmak için kendisinden başka hiçbir şeye ihtiyaç duymayan varlık’ olarak töz tanımından yola çıkıp, Tanrı’yla işe başlar. O burada, Tanrı düşünce düzeninde ilk varlık olduğu için, ontolojik kanıtı kullanmak durumunda kalır. İşe Tanrı’yla başlayıp, nedensellik ilişkisini mantıksal içerme ilişkisiyle özdeşleştirerek, sonu şeylere geçiş ise, evrenden olumsallığı atmak anlamına gelir. Başka bir deyişle, varolan her şeyin Tanrı’ya olan nedensel bağımlılığı, mantıksal bağımlılıkla bir ve aynıysa eğer, maddi şeylerin dünyasında olumsallığa, insanın dünyasında ise özgürlüğe yer kalmaz. Bundan dolayı, varlık açısından metafiziksel bir determinizmi benimseyen Spinoza, ahlâk alanında bağdaşabilirci bir tavırla determinist bir etik görüşü benimsemiştir.
O da, tüm diğer metafizikçiler gibi, varlığı ya da dış dünyayı açıklama çabasında, çokluğu birliğe indirgemeye çalışmıştır. Buna göre, o sonlu şeylerin, maddi varlıkların varoluşunu nihai ve en yüksek bir nedensel etmen aracılığıyla açıklamaya çalışmıştır. Yani, Spinoza deneyimin sonsuz sayıda varlığını kendisinin Tanrı ya da Doğa adını verdiği biricik sonsuz töze başvurarak açıklamıştır. Mantıksal içermeyle de nedensel ilişkiyi birleştirdiği için, Spinoza sonlu varlıkları zorunlu olarak sonsuz tözden çıkan şeyler olarak tanımlamıştır.
Spinoza’ya göre, bir şeyi bilebilmek için, onun nedenini bilmek gerekir; başka bir deyişle, bir şeyi açıklamak demek, onun neden ya da nedenlerinden söz etmek demektir. Töz, bu çerçeve içinde, onda ‘kendinde ve kendisi aracılığıyla kavranan şey’ olarak tanımlanmaktadır. Kavramı başka bir şeyin kavramına bağlı olmayan, kendisinin dışındaki bir nedenin sonucu olmayan, dolayısıyla kendi kendisinin nedeni olan, başka hiçbir şeye değil de, salt kendisine bağımlı olan bu varlık, özü varoluşunu içeren söz konusu varlık Tanrı’dır. Varoluş tözün özünden ayrılmaz olduğundan, töze ilişkin tanım zorunlulukla varoluşu içerir. Ona göre, bir ve yalnızca tek bir töz, sonsuz ve ezeli-ebedi olan tek bir töz vardır. Tek tözün, yani Tanrı’nın özü her tür kusur ve eksiği dışta bıraktığı ve mutlak yetkinliği içerdiği için, O’nun varoluşu, apaçık, mutlak ve kesindir.
Tek töz olan Tanrı, sonsuz ya da sınırsızdır. Zira sonlu ya da sınırlı olsa, başka bir töz tarafından sınırlanacaktır. Sonsuz töz, sonsuz sayıda ananiteliğe sahip olmalıdır, çünkü Spinoza’ya göre, bir şey ne kadar çok ananiteliğe sahip olursa, onun gerçekliği o kadar fazla olacaktır. Sonsuz tanrısal töz bölünemez ve biricik varlıktır.
Sonlu şeyler, deneyimin bir parçası olan maddi varlıklar, ona göre, Tanrı’nın, tek tözün tezahürleri, modifikasyonlarıdır. Her ne kadar tek töz sonsuz sayıda ananiteliğe sahip olsa da, sonu zihinler olarak bizler, bunlardan yalnızca iki tanesini bilebiliyoruz. Bu iki ananitelik de, düşünce ve yer kaplamadır. Spinoza’nın, Descartesın tözsel ikiciliğinin niteliksel bir ikiciliğe dönüştüğü sisteminde, sonu zihinler, Tanrı’nın düşünce ananiteliği altındaki tezahür ya da modifikasyonları, sonu cisimler ise, Tanrı’nın yer kaplama ananiteliği altındaki modifikasyon ya da görünümleridir. Doğa, demek ki, ontolojik olarak Tanrı’dan ayrı değildir; ayrı olmamasının nedeni ise, Tanrı’nın sonsuz olup, kendisinde tüm gerçekliği içermesidir. Bununla birlikte, Spinoza, Tanrı’dan başlayan mantıksal tümdengelim sürecinde, sonsuz tözden hemen ve doğrudan doğruya sonlu cisim ya da zihinlere geçmez. Bu ikisi arasında sonsuz ve ezeli-ebedi modüsler bulunmaktadır.
Buna göre, sonsuz tözün düşünce ana niteliği altında mantıksal bakımdan önce gelen hali düşünce ve kavrayış, yer kaplama ana niteliği altında, mantıksal bakımdan önce gelen hali ise, hareket ve sükunettir. Bu, Spinoza için, Descartes’ta olduğu gibi, dünyaya hareket aktaran bir Tanrı’nın, bir dış güç ya da nedenin olmadığı anlamına gelir. Tanrı doğaya aşkın değildir, dolayısıyla hareket doğanın kendisinin bir niteliğidir. Hareket ve sükunet yer kaplayan doğanın temel özelliğidir. Doğadaki toplam hareket, evrendeki toplam enerji miktarı sabit ve değişmezdir. Fiziki evren, hareket halindeki cisimlerin kendine yeter kapalı bir sistemidir.
Başka bir deyişle, Spinoza’nın metafiziğine göre, kompleks ya da bileşik cisimler parçacıklardan meydana gelmiştir. Her parçacık bireysel bir cisim olarak görülebilirse eğer, insanların bedenleri ya da hayvanların vücutları daha yüksek düzeyden bireylerdir. Onlar birtakım öğeler ya da parçacıklar yitirir ve bu anlamda değişirler. Spinoza’ya göre, daha da karmaşık olan cisimler tasarlayabiliriz; bu şekilde sonsuzca ilerlemeye devam edecek olursak, bu takdirde parçaları, yani tüm cisimleri değişen bir birey olarak bütün bir doğaya ulaşırız. Bir bütün olarak bu birey, sonlu cisimlerden meydana gelen mekansal sistem olarak Doğadır.
Doğadaki sonu varlıkların özleri varoluş içermez. Onların özleri varoluşu içerseydi, bu takdirde onlar kendi kendilerinin nedeni olurdu. Özleri varoluşu içermeyen bu olumsal varlıklara Tanrı zorunlu olarak neden olur. Spinoza’ya göre, doğada mutlak bir zorunluluk olup, buradaki varlıklar öz, varoluş ve eylem bakımından belirlenmişlerdir. Tüm varlıklar, Tanrı’dan zorunlulukla ve belli bir düzen ve şartlanma içinde doğmuşlardır. Öte yandan, doğadaki her nesne başka bir nesnenin, her olay başka bir olayın zorunlu sonucudur. Evrende bütün nesneler sonsuz bir bağlantı içinde bulunurlar; burada rastlantıya yer yoktur. Maddi fenomenler yalnızca maddi nedenlerle açıklanabilir. Evrende, Spinoza’ya göre, rastlantı olmadığı gibi, bir amaç da yoktur. Bu ise, her tür teleolojinin reddedildiği, mekanik bir sistemi ifade eder.
Epistemolojisi:
Spinoza bilgi görüşünde, üç tür bilgiden söz etmiştir. Bunlardan birincisi, insanın bedeninin başka cisimler tarafından etkilenmesinin sonucu olan duyumsal bilgidir. Bu bilgi duyulardan ya da imgelerden türetilmiş olan ide ya da fikirlere dayanır. Bunlar, başka idelerden mantıksal tümdengelimle çıkarsanmamış olduğu için, zihin bu idelerden meydana geldiği sürece, pasif ve alıcı durumdadır. Söz konusu duyumsal bilgi düzeyinde, insan başka insanların ve cisimlerin bilgisine sahip olmakla birlikte onları bireysel şeyler olarak bilir. Başka bir deyişle, onların özüne ya da doğasına ilişkin upuygun bir bilgiye, bilimsel bilgiye sahip olamaz.
İkinci bilgi türü (cognitio secundi generis), upuygun fikirlerden meydana gelen bilimsel bilgidir. Spinoza bilginin bu düzeyine, daha önceki duyu ve imgelem düzeyinden farklı olarak akıl düzeyi adını verir. Bilim adamlarında söz konusu olan bu bilgi türünde, şeylere ilişkin gerçek bir kavrayış için, mantıksal bakımdan gerekli olan ortak ide ya da fikirler gündeme gelir. Bunlar, matematik ve fiziğin ilkelerinin temelini meydana getirmektedir. Bu ilkelerden mantıksal olarak türetilebilen sonuçlar da açık ve seçik fikirlere karşılık geldiği için, gerçekliğe ilişkin sistematik ve bilimsel bir bilgiyi mümkün kılan bu ortak fikirlerdir. Bu ikinci bilgi türü zorunlu olarak doğru olup genel önermelerden oluşan tümdengelimsel bir sistem içinde ifade edilir.
Spinoza’ya göre, birinci bilgi türünden bilginin ikinci düzeyine geçen kişi, mantıksal bakımdan bağlantısız olan izlenimlerle bulanık ide ya da fikirlerden, mantıksal olarak bağlantılı olan açık önermelere, upuygun fikirlere geçmiş kişidir. O, duyu algısı ve imgelemin somutluğu bırakıp matematik ve fizikle diğer bilimlerin soyut genelliğe yükselmiş olan biridir. Fakat bu bilgi de Spinoza’ya göre, en yüksek ve tam bir bilgi değildir. En yüksek bilgi türü onun sezgisel bilgi (scientia intuitiva) adını verdiği üçüncü bilgi türüdür. Burada, Doğanın özsel, ezeli-ebedi yapısını tanrısal ananiteliklerden mantıksal olarak türetme, bir büyük sistemin sonsuz töze bağımlılığını gösterme, bireysel varlıkları, yalıtlanmış fenomenler olarak değil de, Tanrı’yla olan ilişkileri içinde değerlendirme söz konusu olur.
Etik görüşü:
Spinoza, etik anlayışında, insanı doğanın ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirir. İnsan davranışı, herhangi başka bu doğal fenömen gibi, nedenler, sonuçlar ve matematik aracılığıyla açıklanabilir. İnsanlar, ona göre, her ne kadar Özgür olduklarını düşünseler de, bu tarz bir düşüncede bir yanılsamanın kurbanı olup çıkarlar. Çünkü insan bilgisizlikten dolayı, irade özgürlüğüne sahip olduğunu düşürür. Fakat Spinoza, doğanın birliğini savunmuş ve insanın doğanın ayrılmaz bir parçası olduğunu öne sürmüştür. Tek töz, iki temel niteliği çerçevesinde, çeşitli görünümler almış, farklı farklı varlıklar haline gelmiştir. İnsan da bu varlıklardan biridir. İnsan, bundan ötürü belirli nedenler tarafından oluşturulmuştur. Spinoza, insanın tüm eylemlerinin, hem zihinsel hem de fiziksel eylemlerinin daha önceki nedenler tarafından belirlendiğini söyler. Şu halde, insanda Özgür bir irade bulunduğundan söz edilemez. İnsanların kendilerinin özgür olduklarını sanmaları yalnızca yaptıkları işlerin farkında olmalarından, ancak bu işleri belirleyen nedenleri bilememelerindendir. Bundan dolayı, gerçek özgürlük kendi doğamızın zorunluluğunu bilmek, buna ayak uydurmaktır. Yani, Özgür olma, zorunlulukları bilmektir, zorunlulukların bilincinde olmaktır. İnsanlar bilmediklerinin tutsağıdırlar, bilgiye ulaşınca özgürleşirler