ashli
Bayan Üye
...Beklenmedik Misafir...
Asırlar önce bir ormanda
Bütün canlılar birlikte yaşarlarmış
Gelip geçenler de o civarda
« Bu ne güzellik !» diye şaşarlarmış
Günün birinde erkek ve dişi yılan dostça giderlerken biri, iki kök arasında sıkışıp kalmış. Çok zorlanmış çıkmak için… Acı sarmış bedenini dişi yılanın… Erkek arkadaşı onun haline dayanamamış. Kendi dilleriye konuşmuşlar birbirleriyle. Sonra erkek yılan bir çare aramak için yollara düşmüş ! Oradan uzaklaştıkça uzaklaşmış… Uzun süre kıvrıla kıvrıla yürümüş… O yürüdükçe ağaçlar ve mis gibi kokan otlar arkadaşıyla birlikte geride kalmış…
Saatler geçmiş aradan… Bir sarayın önüne gelmiş erkek yılan… Önce sürünerek yüksek pencere gibi bir boşluğa tırmanmış… Yukardan sarkan zincirli çan halkasına uzanarak bir salıncak gibi onunla sallanmış… O sallandıkça sarayın çanları çalmış… Uyarıcı asker de çanın çaldığını Padişah’a duyurmak için davulunu çalmış: «Güm!… güm!… güm!… »
Padişah uykudan uyanmış… Yüzlerce muhafız dizilmişler yanyana… Haber vermişler sultana :
- « Ne yapalım Efendimiz? » Demişler : «Emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
Padişah, demiş : « Sabahın köründe gelen kimmiş bakın…Bir hikmet var bunda! Giyinip kuşandıktan sonra usul usul açın sarayın kapısını! »
Yüzlerce muhafız « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yürümüşler. Bir müddet sonra sarayın ana kapısının arkasına kadar gelmişler… Komutan Su, elindeki iri anahtarla yavaş yavaş açarken büyük kapıyı, kimler var diye kolaçan etmiş gözleme deliğinden… Demiş : «Görünürde kimse yok… » Biraz açtıktan sonra kapıyı, uzatmış dışarıya kafasını… Çok geçmemiş, feryat ederek kapamış sarayın kapısını… Bağırmış : « Büyük bir yılan!.. »
Yüzlerce muhafız « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde geri dönmüşler. Hepsi birden koro halinde Padişah’a « ana kapı önünde yılan var… » demişler…
Padişah demiş : « Sebepsiz gelmez bir yılan kapımızın önüne… Silahlarınızla onun yanına gidin… Mutlaka bir derdi vardır, ilgilenin… »
Hepsi birden koro halinde Padişah’a : « Efendimiz emirleriniz başlarımızın üzerinde…» demişler… Muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yılanın yanına gelmişler. Komutan Su, elindeki mızrakla yaklaşmış yılana… Konuşmak istemiş eliyle koluyla işaretleşerek onunla : «Bir derdin mi var senin? »
Yılan ayağa kalkar gibi yukarıya uzanmış… Sonra onu takip etmişler başıyla işaret edip yürüyünce… Bir müddet sonra ormana girmişler… Ağaçlar ve mis gibi kokan otlar arasında Komutan Su ve muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yılanın arkasından yürümüşler…
Yılan arkadaşını bıraktığı yere geldiği zaman tekrar ayağa kalkar gibi yukarıya uzanmış ve başıyla iki kök arasına sıkışan arkadaşı dişi yılanı göstermiş. Komutan Su muhafızlarla incitmeden demir mızraklar yardımıyla kökleri birbirinden ayırırmışlar… Boşluğa çıkan dişi yılan, arkadaşıyla âdeta teşekkür eder gibi, önce Komutan Su’ya ve muhafızlara bakmışlar… Sonra dans edercesine hoplaya zıplaya gide gide ağaçlar ve mis gibi kokan otlar arasında kaybolmuşlar…
Komutan Su ve muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde saraya geri dönmüşler… Olup bitenleri aynen « şöyle oldu… böyle oldu…» diye Padişaha anlatmışlar…
Padişah oldukça şaşırmış önce… Sonra sevinmiş muhafızlar kazasız belâsız geri dönünce…
Demiş : Bir hikmet var bunda, bir sır gizli, ince mi ince?
Bir ay geçmiş aradan…Unuttukları sırada yılanların hikâyesini… Yeniden sarayı çınlatmış çan sesi… Bunu takip etmiş uyarıcı askerin Padişah’a çanın çaldığını duyuran davul sesi : « Güm… güm… güm… »
Padişah uykudan uyanmış… Yüzlerce muhafız dizilmişler yanyana… Haber vermişler sultana :
- « Efendimiz, ne yapalım? » Demişler : « Emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
Padişah, demiş : « Sabahın köründe gelen kimmiş bakın… Bir hikmet var bunda! Giyinip kuşandıktan sonra usul usul açın sarayın kapısını! »
Komutan Su ve yüzlerce muhafız « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yürümüşler. Bir müddet sonra sarayın ana kapısının arkasına kadar gelmişler… Komutan Su, elindeki iri anahtarla yavaş yavaş açarken büyük kapıyı, kimler var diye kolaçan etmiş gözleme deliğinden… Demiş : « Görünürde kimse yok… » Biraz açtıktan sonra kapıyı, uzatmış dışarıya kafasını… Çok geçmemiş feryat ederek kapamış sarayın kapısını… Bağırmış : « Büyük bir yılan!.. »
Muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde geri dönmüşler. Hepsi birden koro halinde Padişah’a « ana kapı önünde yılan var… » demişler…
Padişah demiş : « Sebepsiz gelmez bir yılan kapımızın önüne… Silahlarınızla onun yanına gidin… Mutlaka bir derdi vardır,
ilgilenin… »
Hepsi birden koro halinde Padişah’a : « Emirleriniz başlarımızın üzerinde…» demişler… Muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yılanın yanına gelmişler. Komutan Su, elindeki mızrakla yaklaşmış yılana… Konuşmak istemiş eliyle koluyla işaretleşerek onunla : «Bir derdin mi var senin? »
Yılan ayağa kalkar gibi yukarıya uzanmış… Sonra onu takip etmişler başıyla işaret edip yürüyünce… Yılan girmiş sarayın bahçesine… Komutan Su, önüne geçmiş yılanın… Muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yılanın arkasından gelmişler. Sarayın iç kapısından girmeden önce Padişah’a haber vermişler : « Efendimiz, yılan içeriye girmek istiyor… » demiş Komutan Su…
Padişah demiş : « Bırakın gelsin…» Sonra hepsi birden girmişler sarayın içerisine…
Yılanı görünce Padişah oldukça afallamış… Çevresindekilere korktuğunu belli etmemek için de çok zorlanmış…
Yılan ayağa kalkar gibi yukarıya uzanmış… Sonra orada bulunan altından bir sehpanın üzerine ağzıyla bir çekirdek bırakmış… Başını oynatarak gitmek üzere geriye uzanmış… Geldiği yönde yürümeye başlarken,
Padişah demiş : «Bir yılan sebepsiz gelmez dedim size… Mutlaka daha önceki yılanlardan biridir bu ! İşte hiç görmediğimiz bir çekirdek bıraktı bize ! Sarayın dışına rahatça çıkması için onunla ilgilenin… »
Muhafızlar demişler : « Efendimiz, emirleriniz başlarımızın üzerinde…»
Yüzlerce muhafız « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde yürümüşler. Bir müddet sonra sarayın ana kapısının arkasına kadar gelmişler… Komutan Su, elindeki iri anahtarla açmış sarayın dış kapısını… Hep birlikte yılanı yolcu etmişler… « Güle güle git sevgili yılan… Arkadaşına da bizim selamımızı söyle !» demişler.
Yılan hoplaya zıplaya oradan uzaklaşmış…Uzun süre kıvrıla kıvrıla yürümüş… O yürüdükçe ağaçlar ve mis gibi kokan otlar geride kalmış… Ve mutlu bir şekilde arkadaşına kavuşmuş !
Padişah yılanın getirdiği çekirdekle ilgili bir ilim heyeti kurmuş… Günlerce süren araştırmalardan sonra onu yeri belli olan toprağa ektirmiş… İlim adamlarının gözetiminde sulanmış, bakılmış… Padişah’a her hafta bilgi verilmiş… Önce küçük bir yeşillik görülmüş… Büyüdükçe yılan gibi yere uzanan dallar ve yeşil yapraklar oluşmuş… Çiçekler açmış… Çiçeklerin altından fındık içi büyüklüğünde meyvalar görünmüş. Dışı yeşil ve açık yeşil çizgilerden oluşan meyvalar büyüdükçe büyümüş. Zaman geçtikçe dalları kurumaya başlamış…
Padişah, ilim adamları ve devlet erkanı, bir çekirdekten oluşan her birisi 6 kilogramdan ağır olan 12 meyvanın başına toplanmışlar… O zamana kadar hiç kimsenin görmediği bir çekirdekten oluşan meyvalara dokunmuşlar, ellerine almışlar… Padişah sormuş ilim adamlarına : « Bu neyin nesidir ? Bunları ne yapmamız gerekir ? »
İlim adamları düşünmüşler taşınmışlar… Bu meyvaların ne olduğunu öğrenmek için bir yol bulmuşlar : « Efendimiz, idamlık mahkumlara yedirelim… Eğer zehirlenerek ölürlerse cezalarını çekmiş olurlar… Ölmezlerse, bu değişik meyvanın çekirdeğini hediye eden yılanların hatırına, onları affedin ! »
Bu fikir hoşuna gitmiş Padişah’ın… Emir vermiş Zindancıbaşına : « Getirin bütün idamlıkları karşıma… »
Hepsi birden koro halinde Padişah’a : « Emirleriniz başlarımızın üzerinde…» demişler…
Zindancıbaşı ve Komutan Su, önüne geçmişler mahkumların… Muhafızlar « rap… rap… rap… » diye ayaklarıyla sesler çıkararak, tek sıra halinde arkalarından gelmişler. Ve getirmişler dört idamlık mahkumu Padişah’ın huzuruna…
Büyük bir meydanda Padişah, ilim adamları ve devlet erkanı önünde bir tezgaha konulmuş 12 meyva… Mahkumlar yan yana dizildikten sonra Zindancıbaşı dilim dilim keserek meyvalardan vermiş mahkumların her birine… Sormuşlar : « Tadları nasıl ? »
Biri demiş : «Kar gibi… »
Diğeri demiş : « Buz gibi… »
Kar gibi, buz gibi derken, orada bulunanlar hepsi birden, « o zaman yılanın hediyesi olan bu meyvaya
« karbuz » diyelim… » demişler.
Padişah ve hakimler heyeti birlikte affetmişler idamlık mahkumları… Ve oradan salıvermişler…
Zamanla karbuz, karpuza dönüşmüş… O günden sonra çoğalmış bahçelerde, bağlarda… Saraylarda, evlerde buz gibi sofraları süslemiş…