LoKuMuM<3
Bayan Üye
Bir gün Yunus Emre Tabduk Emre’nin dergahında iken kendinde bir şey hissetmeyince başka kapılar aramaya başlar, dergahtan ayrılır. Yolculuk yaparken iki kişi ile yoldaş olur. Yolculuk yaparken yemek molalarında bu iki kişi birini şefaatçi kılarak ’tan yemek isterler ve ilahi bir sofra her seferinde önlerine gelir. Sıra Yunus Emre’ye gelir. Yunus Emre şöyle dua eder.
“ım! Bu iki kişi kimi şefaatçi kılarak senden nimet istedilerse ben de aynı kişiyi şefaatçi kılarak senden nimet istiyorum” der.
Anında İlahi sofra önlerine gelir. Yunus Emre’nin yol arkadaşları bu duruma şaşırır ve sorarlar sen kimi şefaatçi kıldın da bu nimet önümüze geldi derler. O da kendinde bir şey görmediği için şöyle cevap verir;
“Ben sizin şefaatçi kıldığınız kişiyi şefaatçi kılarak bu maide-i İlahiyeyi istedim. Siz kimi şefaatçi kılmıştınız.”
Onlar da “Tabduk’un halis bir müridi var. Kendinde bir şey görmüyor. O’nu şefaatçi kılarak ’tan nimet istemiştik.” derler.
Kendinde bir şey görmemek! Yunus Emre’ye haslık, halislik kazandıran duruştur. Dupdurudur. Kendinde bir şey görmenin diğer adı olan benlik o tertemiz suyu bulandıramamıştır. Erimiştir, su olmuştur.
Evet, yapılan iyilikler, güzellikler, kemalat ’tandır.
Yapılan kötülükler ise nefistendir.
Yunus Emre’yi Yunus Emre yapan yaptığı tüm kemalatı ’a vermesiydi. Kendine paye vermemesi olayların arkasında ’ı görmesindendi. Bu hal ayırmıştı Yunus Emre’yi Tabduk’un dergahından. Kendinde eksiklik gördüğü hal aslında zirvede olduğu haldir.
İşte bunu anlayan Yunus Emre, Tabduk Emre’nin kapısına koşar. Kapıyı çalar, Tabduk Emre evde yoktur. Hanımı çıkar ve der ki;
“Sen başını eşiğe koy. Kendisi kördür. Burdan geçerken ayağı sana takılır. Bu kimdir der. Yunus deriz. Bizim Yunus mu derse bil ki seni affetmiştir, kabul etmiştir. Hemen kalk eteğine sarıl.”
Tabduk Emre gelir, ayağı takılır. Bu kimdir der. Yunus derler. “Bizim Yunus mu” der ve Yunus Emre ayağına sarılır.
İşte biz de zaman zaman günahlarla ’tan uzaklaşıyoruz. Günlük yaşantımız , haramın ve günahın bu kadar burnumuzun dibine kadar gelmiş olması ayağımızın altını daha kaygan yapıyor.
Hiç günaha girmemenin pek de mümkün olmadığı bu ortamda bize düşen ne kadar günah işleyip uzaklaşmış da olsak ’dan, tekrar geri dönüp başımızı eşiğe koyabilmeliyiz.
Bir kere günah işledim ya da ben bir kere daldım bu günah bataklığına daha dönüşü olmaz mülahazalarının bir şeytan tuzağı olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Çünkü bizim; kullarından bir kuluna
“Gel ne olursan ol yine gel;
Bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.” dedirten, Tevvab (tövbeleri seven-kabul eden), Gafur (bağışlamayı seven) isimlerine sahip bir Mevlamız var.
Rahim olan , ısrarcı olanlara bağışlama kapılarını açacaktır.
O yüzden başımız göz yaşlarımızın ıslattığı eşikte olmalı ve kabul edildiğimizin nişanı olacak “Benim kulum mu?” cevabını almadan o eşikten başımızı kaldırmamalıyız...
“ım! Bu iki kişi kimi şefaatçi kılarak senden nimet istedilerse ben de aynı kişiyi şefaatçi kılarak senden nimet istiyorum” der.
Anında İlahi sofra önlerine gelir. Yunus Emre’nin yol arkadaşları bu duruma şaşırır ve sorarlar sen kimi şefaatçi kıldın da bu nimet önümüze geldi derler. O da kendinde bir şey görmediği için şöyle cevap verir;
“Ben sizin şefaatçi kıldığınız kişiyi şefaatçi kılarak bu maide-i İlahiyeyi istedim. Siz kimi şefaatçi kılmıştınız.”
Onlar da “Tabduk’un halis bir müridi var. Kendinde bir şey görmüyor. O’nu şefaatçi kılarak ’tan nimet istemiştik.” derler.
Kendinde bir şey görmemek! Yunus Emre’ye haslık, halislik kazandıran duruştur. Dupdurudur. Kendinde bir şey görmenin diğer adı olan benlik o tertemiz suyu bulandıramamıştır. Erimiştir, su olmuştur.
Evet, yapılan iyilikler, güzellikler, kemalat ’tandır.
Yapılan kötülükler ise nefistendir.
Yunus Emre’yi Yunus Emre yapan yaptığı tüm kemalatı ’a vermesiydi. Kendine paye vermemesi olayların arkasında ’ı görmesindendi. Bu hal ayırmıştı Yunus Emre’yi Tabduk’un dergahından. Kendinde eksiklik gördüğü hal aslında zirvede olduğu haldir.
İşte bunu anlayan Yunus Emre, Tabduk Emre’nin kapısına koşar. Kapıyı çalar, Tabduk Emre evde yoktur. Hanımı çıkar ve der ki;
“Sen başını eşiğe koy. Kendisi kördür. Burdan geçerken ayağı sana takılır. Bu kimdir der. Yunus deriz. Bizim Yunus mu derse bil ki seni affetmiştir, kabul etmiştir. Hemen kalk eteğine sarıl.”
Tabduk Emre gelir, ayağı takılır. Bu kimdir der. Yunus derler. “Bizim Yunus mu” der ve Yunus Emre ayağına sarılır.
İşte biz de zaman zaman günahlarla ’tan uzaklaşıyoruz. Günlük yaşantımız , haramın ve günahın bu kadar burnumuzun dibine kadar gelmiş olması ayağımızın altını daha kaygan yapıyor.
Hiç günaha girmemenin pek de mümkün olmadığı bu ortamda bize düşen ne kadar günah işleyip uzaklaşmış da olsak ’dan, tekrar geri dönüp başımızı eşiğe koyabilmeliyiz.
Bir kere günah işledim ya da ben bir kere daldım bu günah bataklığına daha dönüşü olmaz mülahazalarının bir şeytan tuzağı olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Çünkü bizim; kullarından bir kuluna
“Gel ne olursan ol yine gel;
Bin kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.” dedirten, Tevvab (tövbeleri seven-kabul eden), Gafur (bağışlamayı seven) isimlerine sahip bir Mevlamız var.
Rahim olan , ısrarcı olanlara bağışlama kapılarını açacaktır.
O yüzden başımız göz yaşlarımızın ıslattığı eşikte olmalı ve kabul edildiğimizin nişanı olacak “Benim kulum mu?” cevabını almadan o eşikten başımızı kaldırmamalıyız...