BeBeTo-10
Bayan Üye
BAKKAL NASIL KURTULDU
Büyük bir Grosmarket de gözüne bir yazı ilişmişti. ‘Bakkallar nasıl kurtulur’ diye. Bakkallar süper marketler karşısında ölüme mahkum edilmişlerdi demek. Kurtuluşunu da gene süpermarketler düşünüyordu. Çevrede o kadar kurtulacak şeyler var ki çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Emekli nasıl kurtulur,memur nasıl kurtulur, esnaf ,köylü, çiftçi nasıl kurtulur. Daha da önemlisi Memleket nasıl kurtulur’a kadar gidiyordu iş. Bu sanki Asiye nasıl kurtulur gibi bir şeydi demek. Hükümet memurun yakasına yapışmış, memur kurtulmaya çalışıyor. Kimi üç ay kalmış emekli olmasına ‘bir emekli olayım’ kurtulacağım diyor. Neden kurtulacaksa! Çalışırken elektrik, su, doğalgaz, hastane kuyruğu vardı, bilmiyor ki garibim birde ‘emekli maaşı’ kuyruğu girecek devreye. Hadi bakalım kurtul kurtulabilirsen. Vergi kıskacına girmiş küçük esnaf. Belki, yirmi çeşit vergi. Birde bilinçsizlik var. Yığılmış kalmış vitrinlerde satılmayan mallar. Hele ‘baharat’ cinsi küçük poşetlerdeki mallar, tarihleri geçmiş öyle duruyor raflarda. Müşteri bir şey alırken ayına, gününe bakıyor.
Fikri Bey nerede yeni açılan bir dükkan görse o dükkanı göz hapsine alır, tanıdığı pazarlamacıları yeni açılan dükkana gönderir, pazarlamacılara müşteri bulduğu için de komisyonunu alırdı. Ayrıca pusuya yatmış aslanlar gibi avını bekler, pazarlamacılardan aldığı ‘tiyo’ ya göre hareket ederdi.
Fikri Beyin büyük grosmarketteki gözüne ilişen, ‘bakkallara verilen öğüt’ niteliğindeki yazı belleğinden hiç çıkmamıştı.
Sıddık Efendinin oğlu Fatih’inde gözü esnaflıktaydı. Hele bir emekli olsun ‘o bilecekti’ ne yapacağını. Evlerinin karşısındaki apartman inşaatının bitmesine çok az kalmıştı. Alt kattaki dükkanlardan birini gözüne kestirmiş, her işe gidiş gelişte, dükkana alıcı gözüyle bakar, hayaller kurardı. Bu arada da dükkanın iç ölçülerini almış, kafasından nereye ne koyacağının hesabını çoktan yapmıştı.
Fatih emekli olmadan apartman inşaatı bitmiş, dükkanın bir başkası tarafından tutulmaması için, ikide bir babasına ısrar ediyordu ‘bir an evvel dükkanı açalım’ diye. Babası Sıddık Efendide :
-“Olum ne acelesi var hem bir emekli ol bahak” dedikçe Fatih “Baba açalım, ben emekli olana kadar Yavuz’la sen bakarsın dükkana. Sabahları işe gidinceye kadar sen, işten gelince de ben bakarım. Dükkana sen bakarsan, emekli olduğun için vergiyi az ödermişiz.” deyince babası Sıddık’ta ‘olur’ demişti. Dükkan Sıddık Efendi adına kiralanır. Bütün işlemleri oğlu Fatih yürütür, babası dükkanın kendi adına açıldığının farkında bile değildir.
Sıddık Efendi bankadaki faizde yatan parasını çeker, borç olarak oğluna sermaye yap diye verir. Oğlu da birkaç ay sonra nasıl olsa emekli olacak, aldığı emekli ikramiyesini babasına verip borcunu kapatacaktır. Oysa Fatih eline geçecek paranın üzerine biraz koysa oturduğu semtten bir daire alırdı. Ama onun kafası bakkal dükkanındadır. Yakınlarında başka dükkanlar vardır ama ‘Allah herkesin kısmetini ayrı verir’ diye düşünür. Babasından aldığı parayla, dükkanın içini donatır. Artık pazarlamacılar Fatih’in ayağına kadar gelmişler, pazarlayamadıkları ellerinde kalan malları Fatih’e satarlar. Çok geçmeden Fatih nakit para sıkıntısı çekmeye başlamıştır. Kendi aylığını dükkana harcadığı gibi babasının emekli maaşı da alınan malların taksitine gitmektedir. Fatih gece geç saatlere kadar dükkandadır. Neyse ki sabahları babası açmaktadır dükkanı. Fatih akşamdan akşama uğramaya başlar dükkana. Dükkanın satılmayan mallarla dolması ve ellerinde dükkanı çevirecek sermayenin azalması Fatih’in moralini bozmaktadır. Fatih’te artık akşam bir iki saat bakıp dükkana, kasada beş kuruş bile bırakmadan ne var ne yok alıp, öyle gider olmuştu evine. Ertesi günde hep aynı şeyler tekrarlanıyordu.
Aradan zaman geçer, Fatih emekli olur. Emekli ikramiyesiyle babasına olan borcunu öder. Esnaflığın memurluktan daha zor olduğunu kavrar. Günde on beş, on altı saat çalışmanın bıkkınlığı ile sık sık dükkanı kardeşi Yavuz’a ve babasına bırakıp gitmektedir. Esnaflık artık Fatih’in canına tak etmiştir. Ya Babası Sıddık Efendinin? O sanki halinden memnun mudur? Konuştuğu her müşteriye oğlundan dert yanmaya başlar. Fatih’in esas mesleği şoförlüktü. Bir cahillik etmiş bakkal dükkanı açmış, doldurmuştu satılmayan malları dükkanına. Kazandığı para ev kirasına ve arabasının benzin parasına gidiyordu.
Sıddık Efendinin okuma yazması olmadığından mahallenin çocukları dükkana yalnız Sıddık amcaları olduğu zaman doluşurlar, kimisi cips alır, kimi sakız, çikolata alır, parasını istediğinde:
“-Sıddık amca deftere yaz birazdan getireceğim” derler. Sıddık Efendi de çocukların yanında okuma yazma bilmediğinin anlaşılmaması için veresiye defterini çıkartır, kimin ne aldığını aklında tutmaya çalışarak yazıyormuş gibi yapıp deftere çizik atardı. Sonrada :
“-Çabuk getirin parasını” diye birde tembih ederdi çocukları. Büyük insanlar bile biliyordu Sıddık Efendinin okuma yazmasının olmadığını. Çoğu kapıcılar da aldığı şeyleri:
“-Sıddık amca deftere yaz” deyip çıkıyorlardı dükkandan. Herkesin sütüne kalmış bir şeydi ödeyip ödememeleri. Herkes dükkanın başında Sıddık amcalarının olmasını isterlerdi.
Sıddık Efendinin kafasına yazdığı, kırmızı tişörtlü sakız, beyaz tişörtlü on yumurta, iki ekmek, kapıcı Kamil apartman için aldığı on ampul ve temizlik maddelerinin parası haricinde, kasada biriken on beş milyon lirayı da akşam oğlu Fatih geldiğinde almış üstelik babasına:
“-Baba hepsi bu kadar mı satışların?” dediğinde Sıddık Efendi kapıcının neler aldığını, kırmızı tişörtlü çocuğun sakız, beyaz tişörtlü çocuğun da on yumurta iki ekmek aldığını söyler. Fatih de:
“-Hangi kırmızı tişörtlü çocuk baba? Beyaz tişörtlü çocukta kim? Her zaman böyle mi yapıyorsun? Borçlarını ne zaman ödeyecekler?” diye sorar. Babası Sıddık:
“-Ben onları biliyom olum, alırım onlardan. Esas sen dükkanının başında dur da iyi işlet dükkanını “ dedi.
Sabah erkenden dükkanı açan Sıddık Efendi o gün dükkanına gelen çocuklardan birine:
“-On yumurtayla iki ekmek almıştın olum getdinmi parasını” deyince çocuk:
“-Ne yumurtası! Sıddık amca ben yalnız ciklet aldım” dedi. Sıddık efendi:
“-Üzerinde beyaz tişörtün vardı ben bilmemmi sendin olum.” dedi. Çocuk:
“-Şimdi beyaz tişört giydiğme bakma Sıddık amca, dün kırmızı tişörtüm vardı üzerimde, ben yalnız sakız aldım. Al sakızın parasını” deyip Sıddık amcasına yirmi beş bin lira verdi ve dükkandan gene bir şeyler alıp, “parasını akşam veririm” dedi. Çocuk çıktıktan sonrada üzerindeki beyaz tişörtü belleğinde tutmaya çalışıyordu Sıddık Efendi.
Sıddık Efendi artık aklında renkleri de karıştırmaya başlamış, kimin ne giyip de ne aldığını artık bilememektedir. Oğlu akşam dükkandan hesabı almaya geldiğinde de münakaşaları eksik olmaz.
Fatih emekli olup dükkanı iyiden iyiye babasına bırakmıştır. Kendisi her gün şoförlükle ilgili gazete sütunlarında iş arar. Bir gün ‘bir makam şoförlüğü aranmaktadır’ ilanı gözüne ilişir. İlanda ki kuruluşa müracaat eder ve hemen işe başlamasını söylerler.
Fatih artık makam şoförü olarak bir özel sektörde çalışmaktadır. Dükkana akşamları hesap almak için uğrar. Dükkanın içinde mallar iyice boşalmaya başlamış, Sıddık Efendi pazarlamacılardan aldığı malların parasını da ödeyemez duruma gelmiştir. Bazen pazarlamacı dükkana alacağı için geldiğinde Sıddık Efendi:
“-Akşamüzeri gel” diyor, pazarlamacı:
“-Olur mu amca her gün aynı şeyi söylüyorsun hangi akşamüzeri geleyim. Bu akşam son gelişim olsun” deyip çıkıyor, bazı pazarlamacılara da, dükkanına alış veriş için gelen tanıdık müşteriden:
“-Akşam biriken hasılattan paranı öderim şu pazarlamacının işini bir halledelim” deyip para alıyordu. Müşteri akşam dükkana parasını almaya geldiğinde de:
“-Bu gün senin paranı ödeyecek kadar hasılat olmadı” deyip ertesi güne bırakıyordu. Ertesi günde, bir başka günden kalan pazarlamacılar alacakları için geldiklerinde, elinde avucunda ne varsa onu veriyor, bir şekilde borcu günden güne çoğalıyordu. Alacaklıların üçü beşi akşam geldiklerinde de başlıyor bir curcuna. Sıddık Efendi bunalıyor:
“Yav hepiniz birden nerden çıktınız. Ben aha senden aldım”, diğerine dönüp:
“-Senden ne zaman para aldım arkadaş?” dediğinde, müşteri de:
“-Etme, eyleme Sıddık amca, benden alıp ta sütçüye vermedin mi, üç gün önce? Deftere de yazdığını söyledin. Hadi aç bakalım defteri” der. Sıddık Efendi yazmadığı belli olmasın diye:
“-Pekiy öyleysem doğrudur. Günahı vebalı senin boynuna” deyip, adama parasını veriyordu. Bunlar Sıddık Efendinin hep cepten ödediği paralardı. Ayın sonu gelmeden emekli maaşını da bu şekilde bitirmiştir. Sıddık Efendi tüm bu durumları da müşterilerine bir güzel anlatıp oğlundan dert yanar olmuştu. ‘Kansızlar işletcez diye açtılar dükkanı sonnada benim başıma bırahtılar. Olu mu canım bu bana’ deyip müşterilerin kendisine haklısın Sıddık amca demelerini beklerdi.
Koskoca adam acınacak durumlara düşmüştü. ‘Kendi kazancımı harcayamıyom, çoluk çocuğun maskarası oldum’ diye içi içini yiyordu. İyiki gecekondu arsasını mütahite vermişti de iki daire sahibi olmuştu.
Bir gün oğlu Fatih’e:
“-Dükkanı ne yapacaksanız yapın” dediğinde öğrenmişti, dükkanın kendi üzerine olduğunu. Oğlu babasının adına dükkan işletiyordu ama Sıddık Efendinin bundan haberi yoktu. Sonunda ufak oğlu Yavuz’a, ‘devren satılık’ yazısı yazdırdı, gazeteye ilan verdiler. Sıddık Efendi iki milyar istiyordu gelen müşterilerden. Gelenler şöyle bir bakıyor çekip gidiyordu. Komşusu Can:
“-Sıddık amca ne verirlerse ver kurtul” demişti de:
“- Olumu Can Efendi, şindi alaman şu böyük buz dolabını iki milyara. Ben buzdolabı fiyatına veriyon aha bütün bu malları.” Sıddık Efendi dükkanını bir övüyorki sormayın. Aradan onbeş gün geçiyor bir müşteri bir milyar veriyor. Sıddık Efendi:
“Olumu canım bi buçuk vedilerde vemedim”diyor. Müşteri gittikten sonra komşusu Can:
“-Verseydin ya Sıddık amca, gün gelecek bu fiyata da müşteri bulamıyacaksın.” Dediğinde:
“-Ölemi! du bahak, Allah bizi biliyo” diyor.
Bu arada pazarlamacılarda tanıdıkları Fikri Beye haber vermişler müşteri olarak Fikri Beyde çaktırmadan dükkanı göz altına almıştı.
Sıddık Efendi gelen müşterilere dükkanı vermeye vermeye en son bir müşteriyle münakaşa eder. Müşteriye: “ -Yaharın gene vemen beş yüze. Beşyüze olumu canım” der. Tesadüfen Can beyde dükkandadır. Can müşteri varken eğilip Sıddık amcanın kulağına sessizce:
“- Bak bunu da bulamayacaksın ver kurtul” demişti. Sıddık Efendi birden parlayıp Cana çatmış:
“-Hep sizin yüzünüzden veremedük dükkanı” deyip, müşteriyi kovmuştu dükkandan.
Komşusu Can bir gün pencereden baktığında dükkanın önünde bir hareketlilik görür. Bir pikap gelmiş buzdolabını yüklüyorlar. Can üşenmez iner aşağı Sıddık Efendinin oğlu Yavuz’a sorar:
“- Kaça devrettiniz dükkanı?” diye. Yavuz:
“-Yalnız ikiyüz milyona buzdolabını sattık, biriken kira borcuna karşılık rafları dükkan sahibine bıraktık” der. Bu arada bir yığın tarihi geçmiş baharatlar, konserveler, ufak tüplerdeki kalem uçları gibi satılmayan malları da dışarı yığarlar. Mahallenin çocukları, konu komşu alır malları da Sıddık Efendi ‘kurtulduğunu’ sanır dükkandan.
Aradan beş altı ay gibi bir zaman geçer, dükkanda kiralık yazısı halen durmaktadır. Dükkanın çevresinde bir adam dolaşır. İki ellerini siper ederek dükkan camından içeri bakmaktadır. Adam dükkanın ne kadar zamandır boş olduğunu bilmektedir. Sıddık Efendinin kiraladığı fiattan daha da aşağı dükkanı kiralar. Adam dükkana fazla masraf yapmaz. Rafları,vitrinli dolabı, meşrubat soğutucusu mevcuttur. Güzelce bir temizlettirir ve dükkanın altındaki depoyu sürümü çok olan mallarla tıka basa doldurur. Vitrinli koca buzdolabını da getirip yerine yerleştirir, kanuni işlerini halleder işletmeye açar dükkanı.
Peşin aldığı malı veresiye vereceği zaman, fiyat hanesini boş bırakıp müşteriden parayı alacağı zamanki zamlı fiyatı uygular müşteriye. Yeni dükkan sahibi Fikri Beydi. Müşteriyle arasına bir mesafe koymuş, kendi sisteminden asla taviz vermiyordu. Gazetenin haricinde, domates, soğan, salatalık, patates gibi ürünler koydu. Zaten bakkalı devralırken kazanmıştı. Sıddık Efendi çok yakınlarında açılan başka marketten dolayı şok olmuştu zamanında. Müşterilerine de market açıldı da ondan işletemedik dükkanı diyordu. Fikri Beyin her fikri müşterilerinin hoşuna gidiyordu. Bakkal müşterisinin çok çeşit gibi bir beklentisi yoktu. Bunu bakkallar nasıl kurtulurdaki yazıda da okumuştu.
Grosmarketin yaptığı bakkala mal koyma deneyinde 1250 çeşit malın 425 adedi işlem görmesine rağmen bu 425 ürünün 163 çeşidi cironun % 90 ını oluşturuyor diğer satılamayanlarda stokta bulunuyor. Sıddık Efendi stoktan kaybetmişti. Evinin tam karşısındaki arı gibi çalışan bakkalına baktıkça üzülüyordu. Bir gün bakkaldan alışveriş yaparken bakkalın yeni sahibi Fikri Bey Sıddık Efendiye:
“-Beni tanıdın mı amca?” dedi. Sıttık Efendi:
“-Yooh ne biim canım kimsin.” Fikri Bey:
“-Hani bana bir milyara dükkanı davretmemiştin ya işte ben o kişiyim. İki yüz milyona buzdolabını aldım. İki yüz milyona da içini raflarıyla birlikte devraldım. İçinde bir aylık kirası da dahil.” Sıddık Efendi dokunsalar ağlayacaktı. Birde üstelik vergi çıkıp gelmişti işlettiği zamandan kalan. Hiç bir şey söylemeden sessizce ayrıldı dükkandan.
Ahmet Canbaba
Büyük bir Grosmarket de gözüne bir yazı ilişmişti. ‘Bakkallar nasıl kurtulur’ diye. Bakkallar süper marketler karşısında ölüme mahkum edilmişlerdi demek. Kurtuluşunu da gene süpermarketler düşünüyordu. Çevrede o kadar kurtulacak şeyler var ki çoğalt çoğaltabildiğin kadar. Emekli nasıl kurtulur,memur nasıl kurtulur, esnaf ,köylü, çiftçi nasıl kurtulur. Daha da önemlisi Memleket nasıl kurtulur’a kadar gidiyordu iş. Bu sanki Asiye nasıl kurtulur gibi bir şeydi demek. Hükümet memurun yakasına yapışmış, memur kurtulmaya çalışıyor. Kimi üç ay kalmış emekli olmasına ‘bir emekli olayım’ kurtulacağım diyor. Neden kurtulacaksa! Çalışırken elektrik, su, doğalgaz, hastane kuyruğu vardı, bilmiyor ki garibim birde ‘emekli maaşı’ kuyruğu girecek devreye. Hadi bakalım kurtul kurtulabilirsen. Vergi kıskacına girmiş küçük esnaf. Belki, yirmi çeşit vergi. Birde bilinçsizlik var. Yığılmış kalmış vitrinlerde satılmayan mallar. Hele ‘baharat’ cinsi küçük poşetlerdeki mallar, tarihleri geçmiş öyle duruyor raflarda. Müşteri bir şey alırken ayına, gününe bakıyor.
Fikri Bey nerede yeni açılan bir dükkan görse o dükkanı göz hapsine alır, tanıdığı pazarlamacıları yeni açılan dükkana gönderir, pazarlamacılara müşteri bulduğu için de komisyonunu alırdı. Ayrıca pusuya yatmış aslanlar gibi avını bekler, pazarlamacılardan aldığı ‘tiyo’ ya göre hareket ederdi.
Fikri Beyin büyük grosmarketteki gözüne ilişen, ‘bakkallara verilen öğüt’ niteliğindeki yazı belleğinden hiç çıkmamıştı.
Sıddık Efendinin oğlu Fatih’inde gözü esnaflıktaydı. Hele bir emekli olsun ‘o bilecekti’ ne yapacağını. Evlerinin karşısındaki apartman inşaatının bitmesine çok az kalmıştı. Alt kattaki dükkanlardan birini gözüne kestirmiş, her işe gidiş gelişte, dükkana alıcı gözüyle bakar, hayaller kurardı. Bu arada da dükkanın iç ölçülerini almış, kafasından nereye ne koyacağının hesabını çoktan yapmıştı.
Fatih emekli olmadan apartman inşaatı bitmiş, dükkanın bir başkası tarafından tutulmaması için, ikide bir babasına ısrar ediyordu ‘bir an evvel dükkanı açalım’ diye. Babası Sıddık Efendide :
-“Olum ne acelesi var hem bir emekli ol bahak” dedikçe Fatih “Baba açalım, ben emekli olana kadar Yavuz’la sen bakarsın dükkana. Sabahları işe gidinceye kadar sen, işten gelince de ben bakarım. Dükkana sen bakarsan, emekli olduğun için vergiyi az ödermişiz.” deyince babası Sıddık’ta ‘olur’ demişti. Dükkan Sıddık Efendi adına kiralanır. Bütün işlemleri oğlu Fatih yürütür, babası dükkanın kendi adına açıldığının farkında bile değildir.
Sıddık Efendi bankadaki faizde yatan parasını çeker, borç olarak oğluna sermaye yap diye verir. Oğlu da birkaç ay sonra nasıl olsa emekli olacak, aldığı emekli ikramiyesini babasına verip borcunu kapatacaktır. Oysa Fatih eline geçecek paranın üzerine biraz koysa oturduğu semtten bir daire alırdı. Ama onun kafası bakkal dükkanındadır. Yakınlarında başka dükkanlar vardır ama ‘Allah herkesin kısmetini ayrı verir’ diye düşünür. Babasından aldığı parayla, dükkanın içini donatır. Artık pazarlamacılar Fatih’in ayağına kadar gelmişler, pazarlayamadıkları ellerinde kalan malları Fatih’e satarlar. Çok geçmeden Fatih nakit para sıkıntısı çekmeye başlamıştır. Kendi aylığını dükkana harcadığı gibi babasının emekli maaşı da alınan malların taksitine gitmektedir. Fatih gece geç saatlere kadar dükkandadır. Neyse ki sabahları babası açmaktadır dükkanı. Fatih akşamdan akşama uğramaya başlar dükkana. Dükkanın satılmayan mallarla dolması ve ellerinde dükkanı çevirecek sermayenin azalması Fatih’in moralini bozmaktadır. Fatih’te artık akşam bir iki saat bakıp dükkana, kasada beş kuruş bile bırakmadan ne var ne yok alıp, öyle gider olmuştu evine. Ertesi günde hep aynı şeyler tekrarlanıyordu.
Aradan zaman geçer, Fatih emekli olur. Emekli ikramiyesiyle babasına olan borcunu öder. Esnaflığın memurluktan daha zor olduğunu kavrar. Günde on beş, on altı saat çalışmanın bıkkınlığı ile sık sık dükkanı kardeşi Yavuz’a ve babasına bırakıp gitmektedir. Esnaflık artık Fatih’in canına tak etmiştir. Ya Babası Sıddık Efendinin? O sanki halinden memnun mudur? Konuştuğu her müşteriye oğlundan dert yanmaya başlar. Fatih’in esas mesleği şoförlüktü. Bir cahillik etmiş bakkal dükkanı açmış, doldurmuştu satılmayan malları dükkanına. Kazandığı para ev kirasına ve arabasının benzin parasına gidiyordu.
Sıddık Efendinin okuma yazması olmadığından mahallenin çocukları dükkana yalnız Sıddık amcaları olduğu zaman doluşurlar, kimisi cips alır, kimi sakız, çikolata alır, parasını istediğinde:
“-Sıddık amca deftere yaz birazdan getireceğim” derler. Sıddık Efendi de çocukların yanında okuma yazma bilmediğinin anlaşılmaması için veresiye defterini çıkartır, kimin ne aldığını aklında tutmaya çalışarak yazıyormuş gibi yapıp deftere çizik atardı. Sonrada :
“-Çabuk getirin parasını” diye birde tembih ederdi çocukları. Büyük insanlar bile biliyordu Sıddık Efendinin okuma yazmasının olmadığını. Çoğu kapıcılar da aldığı şeyleri:
“-Sıddık amca deftere yaz” deyip çıkıyorlardı dükkandan. Herkesin sütüne kalmış bir şeydi ödeyip ödememeleri. Herkes dükkanın başında Sıddık amcalarının olmasını isterlerdi.
Sıddık Efendinin kafasına yazdığı, kırmızı tişörtlü sakız, beyaz tişörtlü on yumurta, iki ekmek, kapıcı Kamil apartman için aldığı on ampul ve temizlik maddelerinin parası haricinde, kasada biriken on beş milyon lirayı da akşam oğlu Fatih geldiğinde almış üstelik babasına:
“-Baba hepsi bu kadar mı satışların?” dediğinde Sıddık Efendi kapıcının neler aldığını, kırmızı tişörtlü çocuğun sakız, beyaz tişörtlü çocuğun da on yumurta iki ekmek aldığını söyler. Fatih de:
“-Hangi kırmızı tişörtlü çocuk baba? Beyaz tişörtlü çocukta kim? Her zaman böyle mi yapıyorsun? Borçlarını ne zaman ödeyecekler?” diye sorar. Babası Sıddık:
“-Ben onları biliyom olum, alırım onlardan. Esas sen dükkanının başında dur da iyi işlet dükkanını “ dedi.
Sabah erkenden dükkanı açan Sıddık Efendi o gün dükkanına gelen çocuklardan birine:
“-On yumurtayla iki ekmek almıştın olum getdinmi parasını” deyince çocuk:
“-Ne yumurtası! Sıddık amca ben yalnız ciklet aldım” dedi. Sıddık efendi:
“-Üzerinde beyaz tişörtün vardı ben bilmemmi sendin olum.” dedi. Çocuk:
“-Şimdi beyaz tişört giydiğme bakma Sıddık amca, dün kırmızı tişörtüm vardı üzerimde, ben yalnız sakız aldım. Al sakızın parasını” deyip Sıddık amcasına yirmi beş bin lira verdi ve dükkandan gene bir şeyler alıp, “parasını akşam veririm” dedi. Çocuk çıktıktan sonrada üzerindeki beyaz tişörtü belleğinde tutmaya çalışıyordu Sıddık Efendi.
Sıddık Efendi artık aklında renkleri de karıştırmaya başlamış, kimin ne giyip de ne aldığını artık bilememektedir. Oğlu akşam dükkandan hesabı almaya geldiğinde de münakaşaları eksik olmaz.
Fatih emekli olup dükkanı iyiden iyiye babasına bırakmıştır. Kendisi her gün şoförlükle ilgili gazete sütunlarında iş arar. Bir gün ‘bir makam şoförlüğü aranmaktadır’ ilanı gözüne ilişir. İlanda ki kuruluşa müracaat eder ve hemen işe başlamasını söylerler.
Fatih artık makam şoförü olarak bir özel sektörde çalışmaktadır. Dükkana akşamları hesap almak için uğrar. Dükkanın içinde mallar iyice boşalmaya başlamış, Sıddık Efendi pazarlamacılardan aldığı malların parasını da ödeyemez duruma gelmiştir. Bazen pazarlamacı dükkana alacağı için geldiğinde Sıddık Efendi:
“-Akşamüzeri gel” diyor, pazarlamacı:
“-Olur mu amca her gün aynı şeyi söylüyorsun hangi akşamüzeri geleyim. Bu akşam son gelişim olsun” deyip çıkıyor, bazı pazarlamacılara da, dükkanına alış veriş için gelen tanıdık müşteriden:
“-Akşam biriken hasılattan paranı öderim şu pazarlamacının işini bir halledelim” deyip para alıyordu. Müşteri akşam dükkana parasını almaya geldiğinde de:
“-Bu gün senin paranı ödeyecek kadar hasılat olmadı” deyip ertesi güne bırakıyordu. Ertesi günde, bir başka günden kalan pazarlamacılar alacakları için geldiklerinde, elinde avucunda ne varsa onu veriyor, bir şekilde borcu günden güne çoğalıyordu. Alacaklıların üçü beşi akşam geldiklerinde de başlıyor bir curcuna. Sıddık Efendi bunalıyor:
“Yav hepiniz birden nerden çıktınız. Ben aha senden aldım”, diğerine dönüp:
“-Senden ne zaman para aldım arkadaş?” dediğinde, müşteri de:
“-Etme, eyleme Sıddık amca, benden alıp ta sütçüye vermedin mi, üç gün önce? Deftere de yazdığını söyledin. Hadi aç bakalım defteri” der. Sıddık Efendi yazmadığı belli olmasın diye:
“-Pekiy öyleysem doğrudur. Günahı vebalı senin boynuna” deyip, adama parasını veriyordu. Bunlar Sıddık Efendinin hep cepten ödediği paralardı. Ayın sonu gelmeden emekli maaşını da bu şekilde bitirmiştir. Sıddık Efendi tüm bu durumları da müşterilerine bir güzel anlatıp oğlundan dert yanar olmuştu. ‘Kansızlar işletcez diye açtılar dükkanı sonnada benim başıma bırahtılar. Olu mu canım bu bana’ deyip müşterilerin kendisine haklısın Sıddık amca demelerini beklerdi.
Koskoca adam acınacak durumlara düşmüştü. ‘Kendi kazancımı harcayamıyom, çoluk çocuğun maskarası oldum’ diye içi içini yiyordu. İyiki gecekondu arsasını mütahite vermişti de iki daire sahibi olmuştu.
Bir gün oğlu Fatih’e:
“-Dükkanı ne yapacaksanız yapın” dediğinde öğrenmişti, dükkanın kendi üzerine olduğunu. Oğlu babasının adına dükkan işletiyordu ama Sıddık Efendinin bundan haberi yoktu. Sonunda ufak oğlu Yavuz’a, ‘devren satılık’ yazısı yazdırdı, gazeteye ilan verdiler. Sıddık Efendi iki milyar istiyordu gelen müşterilerden. Gelenler şöyle bir bakıyor çekip gidiyordu. Komşusu Can:
“-Sıddık amca ne verirlerse ver kurtul” demişti de:
“- Olumu Can Efendi, şindi alaman şu böyük buz dolabını iki milyara. Ben buzdolabı fiyatına veriyon aha bütün bu malları.” Sıddık Efendi dükkanını bir övüyorki sormayın. Aradan onbeş gün geçiyor bir müşteri bir milyar veriyor. Sıddık Efendi:
“Olumu canım bi buçuk vedilerde vemedim”diyor. Müşteri gittikten sonra komşusu Can:
“-Verseydin ya Sıddık amca, gün gelecek bu fiyata da müşteri bulamıyacaksın.” Dediğinde:
“-Ölemi! du bahak, Allah bizi biliyo” diyor.
Bu arada pazarlamacılarda tanıdıkları Fikri Beye haber vermişler müşteri olarak Fikri Beyde çaktırmadan dükkanı göz altına almıştı.
Sıddık Efendi gelen müşterilere dükkanı vermeye vermeye en son bir müşteriyle münakaşa eder. Müşteriye: “ -Yaharın gene vemen beş yüze. Beşyüze olumu canım” der. Tesadüfen Can beyde dükkandadır. Can müşteri varken eğilip Sıddık amcanın kulağına sessizce:
“- Bak bunu da bulamayacaksın ver kurtul” demişti. Sıddık Efendi birden parlayıp Cana çatmış:
“-Hep sizin yüzünüzden veremedük dükkanı” deyip, müşteriyi kovmuştu dükkandan.
Komşusu Can bir gün pencereden baktığında dükkanın önünde bir hareketlilik görür. Bir pikap gelmiş buzdolabını yüklüyorlar. Can üşenmez iner aşağı Sıddık Efendinin oğlu Yavuz’a sorar:
“- Kaça devrettiniz dükkanı?” diye. Yavuz:
“-Yalnız ikiyüz milyona buzdolabını sattık, biriken kira borcuna karşılık rafları dükkan sahibine bıraktık” der. Bu arada bir yığın tarihi geçmiş baharatlar, konserveler, ufak tüplerdeki kalem uçları gibi satılmayan malları da dışarı yığarlar. Mahallenin çocukları, konu komşu alır malları da Sıddık Efendi ‘kurtulduğunu’ sanır dükkandan.
Aradan beş altı ay gibi bir zaman geçer, dükkanda kiralık yazısı halen durmaktadır. Dükkanın çevresinde bir adam dolaşır. İki ellerini siper ederek dükkan camından içeri bakmaktadır. Adam dükkanın ne kadar zamandır boş olduğunu bilmektedir. Sıddık Efendinin kiraladığı fiattan daha da aşağı dükkanı kiralar. Adam dükkana fazla masraf yapmaz. Rafları,vitrinli dolabı, meşrubat soğutucusu mevcuttur. Güzelce bir temizlettirir ve dükkanın altındaki depoyu sürümü çok olan mallarla tıka basa doldurur. Vitrinli koca buzdolabını da getirip yerine yerleştirir, kanuni işlerini halleder işletmeye açar dükkanı.
Peşin aldığı malı veresiye vereceği zaman, fiyat hanesini boş bırakıp müşteriden parayı alacağı zamanki zamlı fiyatı uygular müşteriye. Yeni dükkan sahibi Fikri Beydi. Müşteriyle arasına bir mesafe koymuş, kendi sisteminden asla taviz vermiyordu. Gazetenin haricinde, domates, soğan, salatalık, patates gibi ürünler koydu. Zaten bakkalı devralırken kazanmıştı. Sıddık Efendi çok yakınlarında açılan başka marketten dolayı şok olmuştu zamanında. Müşterilerine de market açıldı da ondan işletemedik dükkanı diyordu. Fikri Beyin her fikri müşterilerinin hoşuna gidiyordu. Bakkal müşterisinin çok çeşit gibi bir beklentisi yoktu. Bunu bakkallar nasıl kurtulurdaki yazıda da okumuştu.
Grosmarketin yaptığı bakkala mal koyma deneyinde 1250 çeşit malın 425 adedi işlem görmesine rağmen bu 425 ürünün 163 çeşidi cironun % 90 ını oluşturuyor diğer satılamayanlarda stokta bulunuyor. Sıddık Efendi stoktan kaybetmişti. Evinin tam karşısındaki arı gibi çalışan bakkalına baktıkça üzülüyordu. Bir gün bakkaldan alışveriş yaparken bakkalın yeni sahibi Fikri Bey Sıddık Efendiye:
“-Beni tanıdın mı amca?” dedi. Sıttık Efendi:
“-Yooh ne biim canım kimsin.” Fikri Bey:
“-Hani bana bir milyara dükkanı davretmemiştin ya işte ben o kişiyim. İki yüz milyona buzdolabını aldım. İki yüz milyona da içini raflarıyla birlikte devraldım. İçinde bir aylık kirası da dahil.” Sıddık Efendi dokunsalar ağlayacaktı. Birde üstelik vergi çıkıp gelmişti işlettiği zamandan kalan. Hiç bir şey söylemeden sessizce ayrıldı dükkandan.
Ahmet Canbaba